04 Haziran 2016

, ,

Zevahir


Masabaşında kurgulanan siyasetin gerçekte bir karşılığı yok. Bu açıdan, geçmiş değerlendirmesi üzerinden birer güç olarak görülen TKP ve Dev-Yol’un şeklen güçlü ve iyi görülen yanlarını kendinde toplayarak yol alacağını zannetmek, bir vehimden ibaret.
O şık gömleği giyince kitlelerin yüzlerini kendisine döneceği düşünülmektedir. Kente adım atıldığı noktada Dev-Yol ile; ülkeye adım atıldığı aşamada TKP’yle yüzleşilmekte, bu iki yapının imkânları bir potada birleştirilmeye çalışılmaktadır.
Kâbe’ler yıkılınca özneler kendilerini merkeze koymuş, onun etrafında tavaf etmişlerdir. Bu sayede en cazibeli iki örgüt olarak TKP ve Dev-Yol, tüm küçük burjuvaya has yönlerini bugüne aktarmayı bilmiştir. Kendine kapalı özne, kendine kapalı bir teori ve pratik üretmek için bu cazibeden istifade etmiştir.
İki yapının da 12 Eylül momentinde darbenin birer gerekçesi olarak dillendirildiğine şahit olunmuştur. Oysa bu iki örgüt darbeyi önceden bilmektedir ve bu darbenin Kemalist-ilerici bir darbe olacağını düşünmüştür. Neden böylesi bir öngörüde bulunulduğunun bir izahı yoktur. Bugüne dek etkisini sürdüren bir olgu iki örgüt arasında 1977 1 Mayıs’ında yaşanan gerilim, diğeri de iki örgütün darbeye karşı konumudur. İki olgu da bugünün sol siyaset dünyasında hâlâ tayin edicidir.
Darbenin alkışlanması emrini veren TKP kadrolarından birisi de Veysi Sarısözen’dir. Sarısözen, darbeden hemen sonra darbeye karşı direnişi örgütlemeyi değil, kadroların güvenliğini öne aldıklarını söylemektedir. Zaaf buradadır. Dev-Yol ise gazetecilik seviyesine gerilemiştir.
İki örgüt de toplamda devletin çeşitli sebeplerle eksik ve boş bıraktıkları alanlarda varolmuştur. Murat Belge’nin müstear adla ifade ettiği üzere, “otantik bir anarşist hareket” olarak Dev-Yol, bu tarifin sunduğu hizaya geri çekilmiş, parti ve iktidar perspektifini adım adım terk etmiştir. TKP ise özü itibarıyla Sovyetler’in ana yönelimine tabidir.
Döne dolaşa her iki örgüt ülke ve kente adım atar atmaz, ülkenin ve kentin sahibi olarak gördükleri güçlere göre şekillenmeye başlamıştır. TKP’li gençlerin tek görevi, sendikacı yoldaşlarının seçimlerde muzaffer olabilmesi için seçim binalarını koruma altına almaktan ibarettir. Bu yöntem bugün Dev-Yol türevi örgütlere devredilmiştir.
O binanın sahibi bilinmektedir. CHP ve onu içeren müesses yapıya halel getirmeyecek belirli siyasetlerin devreye sokulması şarttır. Gerçek ve gerçekçi siyaset bunu emretmektedir. Tepeden inme kurulan yapıya bir kitle desteği ve meşruiyet kaynağı lazımdır.
Dolayısıyla solun sadece kendisine siyaset yaptığı tespiti doğru ise, seksen öncesinde ve sonrasında ortak bir davaya örgütlenmiş bir yapıya rastlamak pek mümkün değildir. Bu açıdan örgütlerin sürekli birbirlerinin boşluğuna, eksikliğine oynaması, buna göre hareket etmesi, düşmanla yüzleşilecek meydanın boş kalmasına sebep olmuştur. Taksim 2016’da bu sebeple boş kalmıştır. Söz konusu mesele kadîm bir meseledir.
Kent ve ülkenin sahipleri sürekli dikkate alındığından bugün Veysi Sarısözen, 23 Nisan ve 19 Mayıs ile Fetih kutlamalarını karşı karşıya getirmeye çalışmaktadır.[1] 1923’le başlayan sürecin bileşeni olduğu vehmine kapılmak, bu türden ideolojik sapmalara yol açmaktadır. “Tehlikenin farkında mısınız?” Cumhuriyet gazetesinden sonra Sarısözen’in ağzından da dökülmüştür.
İnönü Alpat ise seksen öncesinin Dev-Yol’undan bahsederken, bugünkü siyasetiyle doğalında çatışmaktadır.[2] Esasen Alpat, toplam Dev-Yol mirası dâhilinde “sınıfsal” olduğunu düşündüğü bir ayrım gerçekleştirmek niyetindedir. Bu açıdan hareketin kodamanları karşısında mızmızlanmaktadır. O ilişkilerden de asla feragat edememektedir. Sonuçta miras tatlıdır.
Bugünkü laiklik vurgusunu yapan Alpat’la yazısında “Devrimci Yol, boğazından haram lokma geçmeyenlerin yarattığı bir hareketti; biz, ne yazık ki bu konuda inandırıcılıktan hayli uzağız. […] Devrimci Yol ihtiyacı olanlara el uzattığı, yoksulların Hızır’ı olduğu için büyüdü.” diyen Alpat ne tuhaf ki aynı kişidir. İşine geldiği yerde dindışılık önermekte, işine geldiği yerde dinî terimlere başvurmaktadır. Onun için her şey istismar edilecek birer malzemeden ibarettir.
Tüm teori ve pratik, öznenin nasıl göründüğü meselesine doğru daralmıştır. Bu açıdan Köz’ün 1 Mayıs değerlendirmesi yukarıda bahsi geçen çift dillilikten muzdariptir. Hem sendikaların ağzına bakılmakta hem de “1 Mayıs’ları sendikalara bırakma!” denilmektedir. Özünde siyaset, sadece sol içine yönelik olarak sivriltilmekte, elde varolduğu zannedilen kitleyle yetinilmektedir. Burada parti tartışmaları, devrimin közü olmak değil, rekabet piyasasında bir koz elde etmek için yürütülmektedir. Kitle için sergilenen onca telâş ve arzu, dar bir örgütle neticelenmektedir.
Oysa Sarısözen’in ya da Alpat’ın kurduğu kitlenin gerçek karşısındaki soyutluğu barizdir. Bu kurgunun gerçekte hamallık, emekçilik eden kitleyle bir alakası yoktur. Zira o kurgunun kendisi halkın iradesine tümüyle kapalıdır, o irade ancak şeklen, zahiren, geçici olarak, istismar edilebilecek bir meseledir.
Özellikle Sovyetler’in çözülmesi sonrası teşkil edilen sol tartışma platformunu Gezi dağıtmamışsa, hiçbir güç dağıtamaz. “Kent ve ülke”de suyun başını kime “tut” demişse, o tutmaya devam edecektir. Dolayısıyla Alpat’ın iddiasıyla, “asıl iş, ruh halimizi değiştirmek, zaaflı yönlerimizi gidermek, arınmayı gerçekleştirmek” değildir. Tek mesele psikolojik maraz, kişisel zafiyet olamaz.
Harcı ülkenin kuruluşunda güç sahiplerine göre karılmış bir TKP’nin, mayası kentin kuruluşunda güç sahibi olanlara nispetle şekillenmiş bir Dev-Yol’un geleceğe söyleyeceği bir söz yoktur. Bu iki örgütün hamalları, emekçileri müşterek davanın adsız-adressiz yoldaşlarıdır. Ölçüyü oradan çekmek gerekir, öznelerin masabaşı hesaplamalarına, iri görünme gayretlerine göre değil. Bu anlamda müşterek davanın ülke ve kentin kuruluşunda güç sahibi olanlara karşı çıkması, edebi manada bin yıllık tüm yıkıcı-kurucu geleneğe bağlanması şarttır.
Eren Balkır
3 Haziran 2016
Dipnotlar
[1] Veysi Sarısözen, “Ulusalcı Kahrolsun PKK Diyor”, 2 Haziran 2016, YÖP.
[2] İnönü Alpat, “Devrimci Yol Neydi; Biz Neyiz?”, 18 Nisan 2016, Sendika.

0 Yorum: