“Paydos” - diyecek bize
birgün tabiat anamız,-
Gülmek, ağlamak bitti
çocuğum
Ve tekrar uçsuz bucaksız
başlayacak:
Görmeyen, konuşmayan, düşünmeyen hayat...
Yortunun pazartesi günü, sabah, onun düşüşünden
bir iki saat sonra, telefon. Nazım. Ey ölüm, günümüzde ne de hızlı gidiyorsun!
İki saat bile geçmeden bütün Avrupa'yı geçmiş beni aramış Yuelines'lerin evinde
bulmuş, yüreğimi işlemiştin. Ey ölüm. Telefonla gelen, görünmeyen,
düşünülmeyen, daha bir sözcükten, bir addan başka bir şey olmayan ölüm ve hayır
diyorum. Nazım olmaz. Evet. O Nazım... ta kendisi, başkası değil. Bütün
insanlar gibi o da. Ve şiirindekilerden bir çocuğu anımsadım:
Recep damdan düşer gibi
karıştı söze:
“Harbe girdiğin zaman, bir
gâvur öldürüp
bir
yudum içersen kanını
korku kalmazmış.”
Ben onun kanından bir
damla içmeyeceğim. Konuşmayan... uçsuz bucaksız hayat... Nazım, senden bana ilk
1934'de söz ettiler, sen hapisteydin, o zaman bir şeyler yazabildim.
Dostluğumuz otuz yıl sürmeyecekti. Ne kadar az, otuz yıl. 1950'de, bizler, yani
Türk halkı, dünyanın her köşesindeki şairler seni hapisten kurtardığımız zaman,
bir on dört temmuz günü dosdoğru hayatın içine daldın. Ama bu yıl,
sabırsızlığından, temmuzu bekleyemedin... Hapisane dışında on üç yıl, ya da
buna yakın bir şey, kırksekizinden altmışbirine dek, güzel bir yaşam bu. On üç
yıl, çok şey. Hapisane dışında öldün. Bu da çok şey. Çünkü öldün. Bu fikre
alıştıracağız kendimizi. İnsan Manzaraları'nı sensiz hayal etmeye
çalışacağız... Senin deyiminle, manzarayı bu ağaç olmadan hayal etmeye
çalışacağız. Uçsuz bucaksız hayat'ı...
6 Haziran 1963
Çeviri: Bertan Onaran
0 Yorum:
Yorum Gönder