Hem “ben biriciğim” deniliyor hem de kolektif
mücadeleyi emreden politika alanında duruluyor. Bu, mümkün değil. İşi yokuşa
sürmek… Padişahın kızını vermemek için delikanlıyı Kaf Dağı’nın ardına
göndermesi. Siyasette hem devrimden söz edip hem de “bana benzeyenleri
bulmazsan, ben gelmem” diyenlerin sözünün bir hükmü yok.
Yani esasen Kurtuluş üzerinden dönen tartışma
Tuncay Yılmaz dolayımıyla yol alıyor. Geçmişteki ayrışma, bugün madde olarak
Kürt ve madde olarak silâh başlıklarında, kaf dağının ardına atılıyor.
Yılmaz’ın partisi SYKP, 1 Mayıs sonrası “ne kadar da disiplinsiz bir partiyiz,
bizi çok sevecekler, çok kitleselleşeceğiz” diyerek videolar yayınlıyor. Genel
planda teorik-ideolojik çalışma boşa düşürülüyor, gençlik devrim öncüsü olarak
gaza boğuluyor. Tüm tartışmalardan bıkmış kesimin gündelik hayatı böylelikle
rahata erdiriliyor.
Kurtuluş bağlamında uç veren tartışmanın alan
kavgası ile de alakası var. Malum, Suriye ve AKP sayesinde birçokları ülkede
Hatay diye bir yerin, Arap Alevîleri diye dinî bir halk hareketinin bulunduğunu
öğrendiler. Kavga bu “pazar”la da alakalı. Zaten kavga, oranın pazar, Arap
Alevîlerinin müşteri olarak görünmesinin bir ürünü. Kimsenin Hatay gerçeğine
nüfuz etme, Arap Alevîlerinin derdiyle dertlenme gibi bir meselesi yok.
Bu sebeple biri “kahramanlık” diyor, diğeri
“kitlesel eylem.” Özünde Devrimci Parti’nin SYKP eleştirisi ile SYKP’nin örtük
eleştirisi aynı zeminde duruyor. Bunlara “durun, siz kardeşsiniz!” demek
gerekiyor.
Marx, Alman
İdeolojisi’nde solculara yönelik olarak, “bunlara işin temelini anlatmak
gerek. İnsanlar karınlarını doyurmak, giyinmek, barınmak için üretim yaparlar”
mealinde sözler sarfediyor. O bu müdahaleyi, bilimin özel kişilerin özel zihin
dünyalarına hapsolmuş ideolojiler âleminden ayrıştırılması gerektiği için
yapıyor. Bu yapılan vurgunun ve ayrımın küçük burjuva elinde tekrar istismara maruz
kaldığını görmek gerekiyor. Küçük burjuva, tüm ideolojik âlemi geçersiz kılmak,
kendi karnının doymasına, üzerindeki kıyafete, içine girdiği eve değer yüklemek
için yüce maddeye, daha doğrusu, onun dolayımıyla, kendisine sığınıyor.
Kendisini aşan ideolojik âlem fazlalık hâline geliyor.
Yani Marx’ın müdahalesi işe yaramıyor. Yeni
dükkânlar kuruluyor, yeni mülk ilişkileri tesis ediliyor. Bunları tarumar
edecek ideolojik mücadele anlamsızlaştırılıyor. Burjuvazinin ve devletin de
istediği bu: kitlelerin tarihsel pratikte edindiği, yüklendiği ideolojiler kapı
dışarı ediliyor. Geriye “birey” denilen posa kalıyor, onu yaldızlamak da gene
solculara kalıyor. Gündelik hayatın içindeki maddî pratiğin parlatılması için
ideolojiler âlemi dinamitleniyor. O dinamitleri döşedikten sonra, “örgüt” ve
“örgütlenme” diyenler yalan söylüyorlar.
Akademinin yazılarını ve imzasını mülk edinmesi de
burada. Yazılar ve imza burjuvaziye ve devlete takdim edildiği için asla
kolektifin ateşine fırlatılıp atılamıyor. Dolayısıyla teori ve zihin maddî
olana değil maddeci olana kilitleniyor. İdeolojiler âlemi geri bulunuyor,
fazlalık görülüyor, atık olarak değerlendiriliyor. Bunu yapanların imzası
parlatılıyor. Sol bu nedenle gazetecilik ve akademisyenlik hattına geri
çekiliyor.
Basit bir maddeye indirgenen işçi ile basit bir
maddeye indirgenen Kürd arasında bir fark bulunmuyor. Eski metinlerde “işçi”
kelimesinin yerine kadın veya Kürd kelimesi ikame ediliyor. Bu, yukarıda
anlatılan sığ, kaba maddecilik adına yapılıyor. Silâh da kaba maddeciliğin bir
türevi olarak anlaşılıyor.
Özünde bugün “71 devrimcilerini aştık” diyenlere,
“önce o devrimcilerin tırnağının kiri olun!” demek gerekiyor. O devrimcileri
yüce madde olma adına istismar edenlerden, ideolojik âlemden söküp alanlardan
kurtarmak gerekiyor. O devrimciler, dönemin ideolojik âlemi içinde kalarak,
orada devrim ve devrimcilik yaparak bir anlam ve değer kazanıyorlar.
Birilerinin biricikliğini yaldızladıkları için değil.
Bu biricikliğe iman eden öznenin kendi
bireyliğini, tek bir birey olarak Tayyip denilen “güç”e karşı kurması zorunlu.
Faşizm-oligarşi tartışması bu minvalde gerçekleşiyor. Oligarşi çoklu, kolektif
bir iktidar yapısını anlatıyor. Doğru yanlış, belirli bir politik dönemin çok
boyutluluğunu karşılıyor. Faşizm ise meseleyi bireye indirgiyor, kendisini
biricik zanneden bireyleri çağırıyor, ideolojik âlemden sıkılanları, o âlem
karşısında kendi maddiyatını yüceltmek isteyenleri cezbediyor. Liberalizmin
imkânlarından istifade etmek isteniyor. Bu anlamda dönemin “refahını” görmüş, tatmış,
daha fazlasını isteyen, sınırlarını aşma arzusunda olan küçük burjuvanın kanını
kaynatıyor. Maddî geçim imkânları sınırlı olanları ise fazlalık ya da sürü
olarak değerlendiriyor. İki örgüt arasındaki tartışmanın bir boyutu da bu.
Yani SYKP’nin “halk” dediği şey, Tayyip’i
sevmeyenler. DP’nin “direnişçi” dediği şey, Tayyip’i istemeyenler. Geriye
çekilip bakıldığında, biçimde görülen karşıtlığın özdeki benzerliği gizlediği
anlaşılıyor: Devlet ve burjuvazi Tayyip sopası ile bir hiza çekiyor.
Bu hizada duran iki örgütün de üyesi olduğu
HDP’nin yeri geldiğinde NATO, ABD, Brooking Enstitüsü, Avrupa Parlamentosu’na
seslenmesine, oralardan yardım istemesine nedense ses edilmiyor, ama bir anda
anti-emperyalist olunup bir örgüt diğerinin BM başvurusunu, “Tayyip Yargılansın”
kampanyasını eleştiriye tabi tutuyor. O emperyalistlerin Tayyip kadar günahkâr
olduğundan bahsediliyor. Ama bu laf, nasıl oluyorsa, HDP çatısı altında
yapılıyor!
Ve onca “direnişçilik”, “kahramancılık” edebiyatı
özünde HDP’yi boşa düşürüyor. “Lafla peynir gemisi yürümez, kitle çalışması boş
iş, işçi sınıfını örgütlemek anlamsız, bunların hepsi burjuva, oradan kurtulmak
lazım, burjuva dışı komün ilişkilerine biat etmek gerek, kurtuluş orada”
deniliyor. Tüm bu laflar, direnişçiliğin yıldızını, madde olarak varlığını
yaldızlamak için dillendiriliyor. O direnişçinin sırtını yaslayacağı duvar
yıkılıyor, besleneceği kök kesiliyor. Maddesine iman edenler, ideolojik âlemi
değersiz görenler, kitlelerin maddî geçim mücadelesine ideolojik-politik
faaliyetle nüfuz etme girişiminin o maddeye zarar vereceğini düşünüyorlar.
Bugün ayrıca kitlelerin maddî geçim mücadelesi gibi, sola yönelik ideolojik
mücadele de yok edilmek isteniyor. Her ikisi de ya yok hükmünde kabul ediliyor
ya da bu tür bir çalışmanın anlamsız olduğuna vurgu yapılıyor. Ekmeğini soldan
yiyenlerle, kendi maddî geçimini put eyleyenler aynı kavşakta buluşuyorlar.
Geçmişte Hikmet Kıvılcımlı’nın öncülüğünü yaptığı
hareket, mahallelerde belirli bir çalışma yürütüyor. 15-16 Haziran sürecinde bu
kadrolar önemli roller oynuyorlar. Ardından 12 Mart darbesi geliyor. Daha
öncesinde Kıvılcımlı ile belirli bir temas kurmuş, ama birliği
gerçekleştirememiş THKP kadrolarının mapus damına düşmeyen kısmı bu mahallelere
çekiliyor. O kadrolar önemli ölçüde, 12 Mart ardından kurulan ilk sosyalist
parti olan ve Kıvılcımlı’dan feyz alan TSİP içine akıyor. Tarihin cilvesi ki
bugün o kadrolara “mahalleler burjuva, oralara gitmeyin” deniliyor. Bu söz,
sosyal medyanın, imaj dünyasının parıltılı gerçekliği adına dillendiriliyor.
Duvarın yıkıldığı, kökün kesildiği görülmüyor.
Faşist ya da oligarşik, ne dersek diyelim, iktidar,
sol içindeki bu rekabet ve mülkiyet ilişkilerinden de güç alıyor. İleride
hazırlanacak sol örgütler sözlüğünde bir madde, başlık olabilmek için harcanan
çaba, iktidar nezdinde sivrisinek etkisine yol açıyor. İktidar, uzun soluklu
planları ile muhalif unsurları parçalıyor, eziyor, dağıtıyor, sabun köpüğü
işlere kul-köle ediyor.
Örgütlerin kadrolarını
motive etmek için “üç yıl içinde devrim yapacağız” yalanını artık söylememesi
gerekiyor. Onlar kadrolara, Lenin gibi, “siz devrimi görmeyeceksiniz!” demeli.
Böylelikle o kadroların, yükün ağır olduğunu bilen bir işçi gibi, o yükü
birlikte kaldıracak yoldaşlar arayıp bulmaları sağlanmalı. O yükün altına
birlikte girilmiyorsa, yoldaşlar aranmıyorsa, “üç yıl içinde devrim yapacağız
arkadaşlar!” deniliyorsa, bilinsin ki bu heveskârlığın erimi ve menzili asla
uzun değildir. Ama iktidar, erimini ve menzilini belirli insanların
kaprislerine, öznelliklerine katiyen indirgeyemez. Bu açıdan bize “üç yıl
içinde devrim oldu oldu, olmazsa ben gider maddî geçimime, çıkarıma bakarım”
diyen kişiler lazım değildir. Elzem olan, devrimi geçmişin bağları ile bugünde
ilmek ilmek dokuyan, sabır işçileridir.
Eren Balkır
8 Haziran 2016
0 Yorum:
Yorum Gönder