11 Haziran 2016

,

Orta Sınıftan Yoldaşlara


Orta Sınıftan Yoldaşlarla Örgütlenme Faaliyeti
Yürütmenin Yorucu Yanları Nedir?
Bu yazı herkesi hedefe koymuyor, zira benim çok sevdiğim, orta sınıfa mensup birçok dostum ve yoldaşım var. Ama onca yıl örgütlendikten, benzer hayal kırıklıklarına meydan okuyup ortaya çıktıktan ve işçi sınıfından arkadaşlarımızla bolca sohbet ettikten sonra kimi orta sınıfa mensup aktivistlerle birlikte çalışmada insanı neyin tükettiğine dair bir şeyler yazmak niyetindeyim.
Bu yazıyı İngiltere’de yaşayan beyaz ve solcu bir kadın olarak yazdığımı söylemem lazım. Sahip olduğumuz imtiyazların farkındayım. Bu makalenin belirli bir tepkiyi tetikleyecek olması beni endişelendiriyor, bu nedenle tepki geliştirecek orta sınıftan insanların orta sınıftan başka insanlarla konuşmalarını, bu konuda bana epostalar göndermemelerini istiyorum. Lütfen bir kere de dinleyin ve oturup düşünün.
Ayrıca olabildiğince yapıcı olmak istediğimden, bu makalenin sonunda beni deli eden orta sınıfa mensup dostlarımın ve örgütçülerin kimi karakter özelliklerini de listeleyeceğim.
Neyse artık başlayalım.
Orta Sınıftan Yoldaşlarla Örgütlenme Faaliyeti Yürütmek Beni Neden Yoruyor?
İşçi sınıfının homojen bir kitle olduğundan bahsedilip durulması beni yoruyor. Belirli kültürel klişelerin işçilere ait olduğuna, bazılarının da işçilere ait olmadığına dair edilen laf, sinir bozucu. Aynı şekilde, işçilerin iğrenç, koyun sürüsü ya da beyni yıkanmış kitleler olduğunu söylemek de gayet kibirli ve seçkinci bir tutum. Dahası, işçi sınıfına “ulaşmak”tan bahsetmek de aynı ölçüde sorunlu.
İşçi sınıfı kültürünün belirli yönlerini romantize etmek yorucu, oysa sıfır para ve dibe vurmuş bir mali istikrar ortamında yetişmek hiç de romantik değil. Aynı şekilde, yoksulluğu bir tür oyun ya da macera olarak fetişleştirmek de hiçbir tercihi olmayan insanlara edilmiş bir hakaret. Buzdolabında yiyecek hiçbir şeyin bulunmadığı o cehennemi bir daha yaşamayayım diye belirli bir geçim yolu talep ettiğim için yargılanmak, gerçekten yorucu. Orta sınıfın aksine, bizim herhangi bir sigortamız, sosyal güvenlik ağımız yok. Bizim on yıl yoksul ve romantik anarşisti oynayıp, sonrasında kendisine bir miras kalan kişi gibi yaşamamız mümkün değil. Yoksullukla bir tür yaşam tarzı tercihi olarak flört etmek, yoksulluğun içinde büyümek ve yaşamak gibi bir şey değil.
İşçi sınıfından, sorunun bizden kaynaklandığı, sistemin yol açtığı çilenin muhtelif biçimlerini belirleyenin bizim yaşam tarzı tercihlerimiz olduğu tespiti üzerinden bahsedilmesi, insanı gerçekten çileden çıkartıyor. Bu, politik açıdan çocukça ve gayet tehlikeli bir yaklaşım.
Belki de insanı insanlıktan çıkartan yaşamsal deneyimlerden biri de o insana akademisyenler eliyle yürütülen bir çalışmaya ait bir tür özne/nesne olarak muamele edilmesidir. Hapishanelerle alakalı bir konferansı sırf bu yüzden ağlayarak terk etmiştim. Birer girdi olarak sınıflandırılmak ya da birileri kariyer basamaklarını hızla arşınlasın diye kullanılmak, gaddarca. Bu gerçek, beni akademi dünyasından tümüyle soğuttu (zaten o kapıdan içeri girmem de söz konusu değildi).
Benden ve diğer işçilerden, bir yandan yürüttüğünüz projeler, kampanyalar ve girişimler karşısında heyecan duymamızı, bir yandan da bizim hayatlarımızla hiçbir alakanızın olmamasını istiyorsunuz. Örgütlenme noktasında daha büyük engellerle yüzleşen biziz, günbegün hayatta kalmak için çektiğimiz onca güçlük karşısında yığınla ek iş yapmak zorunda kalan gene biziz. Bakıcı, ebeveyn ya da hapishanede destekleyici arkadaş olan biziz, travmanın, alkolün, madde bağımlılığının ve sizin belki de hiç deneyimlemediğiniz ev içi şiddetin yaralarını sarmaya çalışan gene biziz. (Orta sınıfa mensup herkesin iyi bir çocukluk geçirmediğinin farkındayım, ben, sadece ana seyri vurgulamaya çalışıyorum). Seyahat masrafları, çocuk yardımları ve mitinglerdeki yiyecek yardımları gibi bize destek sunacak, herhangi bir yapıya da sahip değiliz.
Sıklıkla yaşam tarzına dair tercihlerimizi yargılıyor, ahlâkî üstünlüğe dayalı bir konum alıyorsunuz. Benim en çok sevdiğim bilimsel çalışmalardan biri de sosyal yardımlarla geçinen insanların orta sınıfa mensup tüketicilere kıyasla daha düşük bir karbon ayak izine sahip olduğunu gösteren çalışmadır.
Orta sınıfın tümüyle evrensel olan kimi deneyimlerden bahsedip durması, gerçekten yabancılaştırıcı ve güçsüzleştirici bir yaklaşım. Bir seferinde bir sonraki uluslararası seyahatini nereye yapacağından bahsedip duran insanlarla tüm bir hafta sonumu geçirmek zorunda kalmıştım. O insanlarla farklı gezegenlerde yaşadığım hissine kapılmıştım. Bunun bir uzantısı olarak bir başka seyir daha var ortada: son on beş yıldır gözlemlediğim kadarıyla orta sınıf, yurtdışına çıkma ve heyecan verici şeyler yapma konusunda daha hevesli, Sea Shepherd gibi deniz hayatını koruma faaliyetlerine katılıyorlar ya da dünyanın öbür ucunda ağaçlar için oturma eylemleri yapıyorlar veya Afrika gibi yerlerde okul duvarlarını boyamak gibi gayet korkunç sömürgeci projelere imza atıyorlar. Ama öte yandan Birleşik Krallık’taki hiçbir halk veya topluluk örgütlenmesine iştirak etmiyorlar ve işçi sınıfından örgütçülerin bu tip faaliyetlere ipotek koyduklarını söylüyorlar (sonra da onların yeterince radikal olmadığına hükmediyorlar).
Oysa orta sınıfın mitinglere, bilhassa kamusal eylemlere hâkim olması mümkün. Sanki tüm dünyanın sizin görüşlerinizi duymaları gerekiyor ve sizde de her şeyin cevabı var. Hiç o insanları dinlemeyi denediniz mi? Orta sınıf, ayrıca hareketleri domine edebilir ve şiddete dayanmayan, imtiyazlı bir konum alabilir. Benim de bulunduğum bazı protesto kamplarında bu insanların polisle bayağı yağlı ballı olduklarını, iktidar yapılarına övgüler dizdiklerini görmüştüm.
Sırf dili, geçmişi ya da davranışı yüzünden muhtemel yoldaşlarınızı kenara atmak ve nasıl eyleme geçeceğinizi öğrenmenin/unutmanın zaman aldığını bilmemek, gerçekten yorucu ve faydasız. Kendime saygım olmasaydı, tüm bu hareketleri yıllar önce terk etmiştim. Orta sınıfın bizim yazdıklarımıza, kullandığımız dilbilgisine veya dile dair hiç de destekleyici olmayan yorumlarını işitmek, insanı yoruyor. Herkes, aynı eğitim düzeyine sahip değil. Üniversiteye gitmedik diye birilerinin size zeki olmayan insanlar olarak yaklaşması, gerçekten kibirli bir tavır. Örgütlenme sürecimin ilk yıllarında orta sınıftan kişiler, sanki söylediklerini anlamıyormuşum gibi, sürekli bana bir şeyleri izah etmeye kalkıyorlardı.
İster benzer imtiyazlı konumlarda bulunan insanlardan karakter referansları alarak, isterse hukuk çalışmasına odaklanabilmenizi sağlayacak, hayatınıza yönelik mali destek alarak, baskıya karşı imtiyazınızı artırmanız, yorucu bir süreç. Bu kartı oynayan insanlar nezdinde söz konusu sürecin ne tür sonuçlar doğurabileceğini sizin bilmeniz mümkün değil.
Son olarak, birçok kez gözlemlediğim başka bir hususa değinmem lazım. Orta sınıfın doğasında olan bu olgu şu: bu sınıf, duyguları sansürlemeye, kontrol altına almaya ve onlara aracılık etmeye ihtiyaç duyuyor. Burada çatışma, statü kaybı ve kontrol konusunda derin bir korku söz konusu. Birçoğu, bana gösterilerde daha az öfkeli, eylemlerde ise daha az duygulu ve daha ciddi olmamı söylemişti. Bana nasıl hissedeceğimi söyleyip durmayın artık. Ömrünüz, size nasıl hareket etmeniz gerektiğini söyleyen öğretmenlerle, sosyal hizmet uzmanlarıyla ve gözetim memurlarıyla geçiyor ise, ait olduğunuz kolektiflerde orta sınıfa has, benzer bir aracılık davranışına da ihtiyacınız yoktur.
Bu Moral Çöküntüsü Karşısında Ne Yapmak Gerek?
Tüm bu meselelerle sürekli karşılaşmak gerçekten insanı yoruyor. Onlara uygun düşmediğiniz hissine kapılmak sizi yabancılaştırıyor, tecrit ediyor ve güçsüzleştiriyor. Sizin gerçekliğinizi paylaşmayan insanların sunduğu desteği hissetmekse çok güç. İnsanlarla, gruplarla ve ağlarla kurduğunuz bağlar bir bir kopuyor, moral çöküntüsünün ve ayrışmaların sebebi burada.
Devletle mücadele etmek zaten yeterince zor, bir de buna orta sınıfın köşe başlarını tuttuğu labirentte dolaşma zorunluluğu ekleniyor. Sonuçta bu hareketler, bana hayatımı gerçek manada geliştirebilecek bir şeyler sunamıyorlar ve kapitalizmin daha rahat bir biçimde hayatta kalmasını sağlıyorlar.
Yazının başında belirttiğim üzre, çok sevdiğim kimi orta sınıfa mensup yoldaşlarımla çalışmalar yürütüyorum. Burada sadece bu yoldaşlarımı farklı kılanın ne olduğuna dair bazı düşünceler geliştirmeye çalıştım:
İmtiyazlarını koşulsuz ve eksiksiz kabulleniyorlar. Bu konuda gayet dürüstler. O imtiyazları makaraya almayı da biliyorlar. Olmadıkları bir şey olmaya çalışmıyorlar.
Empati kurabiliyorlar, ama kimseyi yargılamıyorlar, kibre bulaşmıyorlar. Yaşadıkları hayattan farklı bir hayat yaşıyorlarmış gibi yapmıyorlar.
Risk alıyorlar ve öne atılıp, o imtiyazları tehdit edecek işlere imza atıyorlar. Başkalarının sorumluluklarını üstlenme konusunda bir beklenti içinde değiller. Aynı şekilde, perde arkasında durup sıkıcı işler de yapabiliyorlar.
Ellerindeki imtiyazları başkalarını desteklemek için artırıyorlar. Birilerine borç veriyorlar, bir süre kalsın diye bazı insanlara ücretsiz yer ayarlıyorlar ya da mesela insanların yazım tekniklerini geliştirmeleri konusunda onlara gayri resmi yollardan akıl veriyorlar.
Ne konuştuklarını, ne yaptıklarını, dillerinden döküleni biliyorlar, bu sebeple kimseye hakaret etmiyorlar.
Toplantıları veya eylemleri domine etmek için çabalamıyorlar, tüm cevapların kendilerinde olduğunu asla düşünmüyorlar.
Çocuk bakımı veya seyahat masrafları ile başı dertte olan insanlara destek olmak için etkinlikler düzenliyorlar. Kimsenin katkısı asla hafife alınmıyor.
Umarım bu yazı herkesçe, eleştirel değil, yapıcı bir çalışma olarak görülür.
Nicole Vosper
8 Haziran 2016

0 Yorum: