Orta Sınıftan Yoldaşlarla Örgütlenme Faaliyeti
Yürütmenin Yorucu Yanları Nedir?
Bu
yazı herkesi hedefe koymuyor, zira benim çok sevdiğim, orta sınıfa mensup
birçok dostum ve yoldaşım var. Ama onca yıl örgütlendikten, benzer hayal
kırıklıklarına meydan okuyup ortaya çıktıktan ve işçi sınıfından
arkadaşlarımızla bolca sohbet ettikten sonra kimi orta sınıfa mensup
aktivistlerle birlikte çalışmada insanı neyin tükettiğine dair bir şeyler
yazmak niyetindeyim.
Bu
yazıyı İngiltere’de yaşayan beyaz ve solcu bir kadın olarak yazdığımı söylemem
lazım. Sahip olduğumuz imtiyazların farkındayım. Bu makalenin belirli bir
tepkiyi tetikleyecek olması beni endişelendiriyor, bu nedenle tepki
geliştirecek orta sınıftan insanların orta sınıftan başka insanlarla
konuşmalarını, bu konuda bana epostalar göndermemelerini istiyorum. Lütfen bir
kere de dinleyin ve oturup düşünün.
Ayrıca
olabildiğince yapıcı olmak istediğimden, bu makalenin sonunda beni deli eden
orta sınıfa mensup dostlarımın ve örgütçülerin kimi karakter özelliklerini de
listeleyeceğim.
Neyse
artık başlayalım.
Orta
Sınıftan Yoldaşlarla Örgütlenme Faaliyeti Yürütmek Beni Neden Yoruyor?
İşçi
sınıfının homojen bir kitle olduğundan bahsedilip durulması beni yoruyor.
Belirli kültürel klişelerin işçilere ait olduğuna, bazılarının da işçilere ait
olmadığına dair edilen laf, sinir bozucu. Aynı şekilde, işçilerin iğrenç, koyun
sürüsü ya da beyni yıkanmış kitleler olduğunu söylemek de gayet kibirli ve
seçkinci bir tutum. Dahası, işçi sınıfına “ulaşmak”tan bahsetmek de aynı ölçüde
sorunlu.
İşçi
sınıfı kültürünün belirli yönlerini romantize etmek yorucu, oysa sıfır para ve
dibe vurmuş bir mali istikrar ortamında yetişmek hiç de romantik değil. Aynı
şekilde, yoksulluğu bir tür oyun ya da macera olarak fetişleştirmek de hiçbir
tercihi olmayan insanlara edilmiş bir hakaret. Buzdolabında yiyecek hiçbir
şeyin bulunmadığı o cehennemi bir daha yaşamayayım diye belirli bir geçim yolu
talep ettiğim için yargılanmak, gerçekten yorucu. Orta sınıfın aksine, bizim
herhangi bir sigortamız, sosyal güvenlik ağımız yok. Bizim on yıl yoksul ve
romantik anarşisti oynayıp, sonrasında kendisine bir miras kalan kişi gibi
yaşamamız mümkün değil. Yoksullukla bir tür yaşam tarzı tercihi olarak flört
etmek, yoksulluğun içinde büyümek ve yaşamak gibi bir şey değil.
İşçi
sınıfından, sorunun bizden kaynaklandığı, sistemin yol açtığı çilenin muhtelif
biçimlerini belirleyenin bizim yaşam tarzı tercihlerimiz olduğu tespiti
üzerinden bahsedilmesi, insanı gerçekten çileden çıkartıyor. Bu, politik açıdan
çocukça ve gayet tehlikeli bir yaklaşım.
Belki
de insanı insanlıktan çıkartan yaşamsal deneyimlerden biri de o insana
akademisyenler eliyle yürütülen bir çalışmaya ait bir tür özne/nesne olarak
muamele edilmesidir. Hapishanelerle alakalı bir konferansı sırf bu yüzden
ağlayarak terk etmiştim. Birer girdi olarak sınıflandırılmak ya da birileri
kariyer basamaklarını hızla arşınlasın diye kullanılmak, gaddarca. Bu gerçek,
beni akademi dünyasından tümüyle soğuttu (zaten o kapıdan içeri girmem de söz
konusu değildi).
Benden
ve diğer işçilerden, bir yandan yürüttüğünüz projeler, kampanyalar ve
girişimler karşısında heyecan duymamızı, bir yandan da bizim hayatlarımızla
hiçbir alakanızın olmamasını istiyorsunuz. Örgütlenme noktasında daha büyük
engellerle yüzleşen biziz, günbegün hayatta kalmak için çektiğimiz onca güçlük
karşısında yığınla ek iş yapmak zorunda kalan gene biziz. Bakıcı, ebeveyn ya da
hapishanede destekleyici arkadaş olan biziz, travmanın, alkolün, madde
bağımlılığının ve sizin belki de hiç deneyimlemediğiniz ev içi şiddetin
yaralarını sarmaya çalışan gene biziz. (Orta sınıfa mensup herkesin iyi bir
çocukluk geçirmediğinin farkındayım, ben, sadece ana seyri vurgulamaya
çalışıyorum). Seyahat masrafları, çocuk yardımları ve mitinglerdeki yiyecek
yardımları gibi bize destek sunacak, herhangi bir yapıya da sahip değiliz.
Sıklıkla
yaşam tarzına dair tercihlerimizi yargılıyor, ahlâkî üstünlüğe dayalı bir konum
alıyorsunuz. Benim en çok sevdiğim bilimsel çalışmalardan biri de sosyal
yardımlarla geçinen insanların orta sınıfa mensup tüketicilere kıyasla daha
düşük bir karbon ayak izine sahip olduğunu gösteren çalışmadır.
Orta
sınıfın tümüyle evrensel olan kimi deneyimlerden bahsedip durması, gerçekten
yabancılaştırıcı ve güçsüzleştirici bir yaklaşım. Bir seferinde bir sonraki
uluslararası seyahatini nereye yapacağından bahsedip duran insanlarla tüm bir
hafta sonumu geçirmek zorunda kalmıştım. O insanlarla farklı gezegenlerde
yaşadığım hissine kapılmıştım. Bunun bir uzantısı olarak bir başka seyir daha
var ortada: son on beş yıldır gözlemlediğim kadarıyla orta sınıf, yurtdışına
çıkma ve heyecan verici şeyler yapma konusunda daha hevesli, Sea
Shepherd gibi deniz hayatını koruma faaliyetlerine katılıyorlar ya da
dünyanın öbür ucunda ağaçlar için oturma eylemleri yapıyorlar veya Afrika gibi
yerlerde okul duvarlarını boyamak gibi gayet korkunç sömürgeci projelere imza
atıyorlar. Ama öte yandan Birleşik Krallık’taki hiçbir halk veya topluluk
örgütlenmesine iştirak etmiyorlar ve işçi sınıfından örgütçülerin bu tip
faaliyetlere ipotek koyduklarını söylüyorlar (sonra da onların yeterince
radikal olmadığına hükmediyorlar).
Oysa
orta sınıfın mitinglere, bilhassa kamusal eylemlere hâkim olması mümkün. Sanki
tüm dünyanın sizin görüşlerinizi duymaları gerekiyor ve sizde de her şeyin
cevabı var. Hiç o insanları dinlemeyi denediniz mi? Orta sınıf, ayrıca
hareketleri domine edebilir ve şiddete dayanmayan, imtiyazlı bir konum
alabilir. Benim de bulunduğum bazı protesto kamplarında bu insanların polisle
bayağı yağlı ballı olduklarını, iktidar yapılarına övgüler dizdiklerini
görmüştüm.
Sırf
dili, geçmişi ya da davranışı yüzünden muhtemel yoldaşlarınızı kenara atmak ve
nasıl eyleme geçeceğinizi öğrenmenin/unutmanın zaman aldığını bilmemek,
gerçekten yorucu ve faydasız. Kendime saygım olmasaydı, tüm bu hareketleri
yıllar önce terk etmiştim. Orta sınıfın bizim yazdıklarımıza, kullandığımız
dilbilgisine veya dile dair hiç de destekleyici olmayan yorumlarını işitmek,
insanı yoruyor. Herkes, aynı eğitim düzeyine sahip değil. Üniversiteye gitmedik
diye birilerinin size zeki olmayan insanlar olarak yaklaşması, gerçekten
kibirli bir tavır. Örgütlenme sürecimin ilk yıllarında orta sınıftan kişiler,
sanki söylediklerini anlamıyormuşum gibi, sürekli bana bir şeyleri izah etmeye
kalkıyorlardı.
İster
benzer imtiyazlı konumlarda bulunan insanlardan karakter referansları alarak,
isterse hukuk çalışmasına odaklanabilmenizi sağlayacak, hayatınıza yönelik mali
destek alarak, baskıya karşı imtiyazınızı artırmanız, yorucu bir süreç. Bu
kartı oynayan insanlar nezdinde söz konusu sürecin ne tür sonuçlar
doğurabileceğini sizin bilmeniz mümkün değil.
Son
olarak, birçok kez gözlemlediğim başka bir hususa değinmem lazım. Orta sınıfın
doğasında olan bu olgu şu: bu sınıf, duyguları sansürlemeye, kontrol altına
almaya ve onlara aracılık etmeye ihtiyaç duyuyor. Burada çatışma, statü kaybı
ve kontrol konusunda derin bir korku söz konusu. Birçoğu, bana gösterilerde
daha az öfkeli, eylemlerde ise daha az duygulu ve daha ciddi olmamı söylemişti.
Bana nasıl hissedeceğimi söyleyip durmayın artık. Ömrünüz, size nasıl hareket
etmeniz gerektiğini söyleyen öğretmenlerle, sosyal hizmet uzmanlarıyla ve
gözetim memurlarıyla geçiyor ise, ait olduğunuz kolektiflerde orta sınıfa has,
benzer bir aracılık davranışına da ihtiyacınız yoktur.
Bu
Moral Çöküntüsü Karşısında Ne Yapmak Gerek?
Tüm
bu meselelerle sürekli karşılaşmak gerçekten insanı yoruyor. Onlara uygun
düşmediğiniz hissine kapılmak sizi yabancılaştırıyor, tecrit ediyor ve
güçsüzleştiriyor. Sizin gerçekliğinizi paylaşmayan insanların sunduğu desteği
hissetmekse çok güç. İnsanlarla, gruplarla ve ağlarla kurduğunuz bağlar bir bir
kopuyor, moral çöküntüsünün ve ayrışmaların sebebi burada.
Devletle
mücadele etmek zaten yeterince zor, bir de buna orta sınıfın köşe başlarını
tuttuğu labirentte dolaşma zorunluluğu ekleniyor. Sonuçta bu hareketler, bana
hayatımı gerçek manada geliştirebilecek bir şeyler sunamıyorlar ve kapitalizmin
daha rahat bir biçimde hayatta kalmasını sağlıyorlar.
Yazının
başında belirttiğim üzre, çok sevdiğim kimi orta sınıfa mensup yoldaşlarımla
çalışmalar yürütüyorum. Burada sadece bu yoldaşlarımı farklı kılanın ne
olduğuna dair bazı düşünceler geliştirmeye çalıştım:
İmtiyazlarını
koşulsuz ve eksiksiz kabulleniyorlar. Bu konuda gayet dürüstler. O imtiyazları
makaraya almayı da biliyorlar. Olmadıkları bir şey olmaya çalışmıyorlar.
Empati
kurabiliyorlar, ama kimseyi yargılamıyorlar, kibre bulaşmıyorlar. Yaşadıkları
hayattan farklı bir hayat yaşıyorlarmış gibi yapmıyorlar.
Risk
alıyorlar ve öne atılıp, o imtiyazları tehdit edecek işlere imza atıyorlar.
Başkalarının sorumluluklarını üstlenme konusunda bir beklenti içinde değiller.
Aynı şekilde, perde arkasında durup sıkıcı işler de yapabiliyorlar.
Ellerindeki
imtiyazları başkalarını desteklemek için artırıyorlar. Birilerine borç
veriyorlar, bir süre kalsın diye bazı insanlara ücretsiz yer ayarlıyorlar ya da
mesela insanların yazım tekniklerini geliştirmeleri konusunda onlara gayri
resmi yollardan akıl veriyorlar.
Ne
konuştuklarını, ne yaptıklarını, dillerinden döküleni biliyorlar, bu sebeple
kimseye hakaret etmiyorlar.
Toplantıları
veya eylemleri domine etmek için çabalamıyorlar, tüm cevapların kendilerinde
olduğunu asla düşünmüyorlar.
Çocuk
bakımı veya seyahat masrafları ile başı dertte olan insanlara destek olmak için
etkinlikler düzenliyorlar. Kimsenin katkısı asla hafife alınmıyor.
Umarım
bu yazı herkesçe, eleştirel değil, yapıcı bir çalışma olarak görülür.
Nicole Vosper
8 Haziran 2016
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder