İmralı’da
kurulan masa, yerli yerinde duruyor olabilir mi?
Erdoğan’ın
“izleme heyetinden haberim yok”[1] dediği tarih 20 Mart. İmralı Notları’nın
son tarihi, 14 Mart. Notlar, Öcalan’ın “benim ruhum genç” sözüyle son
buluyor.
Erdoğan, “bu iş istihbaratla yürümeli” diyor. Öcalan Notlar’da Erdoğan’ın Perinçek çizgisine yaklaştığından bahsediyor ama nasıl oluyorsa görüşmeler sürüyor.
Bizim Erdoğan’a kilitlenmemizin istendiği manzarada başka ilişkiler
gelişiyor. İstihbarat temsilcisi, Öcalan’ın “politika ustalığı”nı övüyor, ona
“burası sizin toprağınız, ülkeniz, kimsenin haddine değil sizi buradan kovmak”
diyor. Devletin bir “deli”nin kaprisi yüzünden belirli bir planını iptal
edebileceğine inandırılmak isteniyoruz.
Peki
masa dağılmamış olabilir mi?
Erdoğan,
ikide bir, “PKK ile görüşen ben değilim” diyordu. Burada şizofrenik bir durum
mu söz konusu? Erdoğan, esasında yeri geldiğinde kendi, bazen AKP, kimi zaman
da devlet adına konuşuyor. Mesajlar buna göre iletiliyor. Belirli mesajlar,
onun ağzından bu tip dolayımlarla aktarılıyor.
Şimdi
de masanın İncirlik ve Kobanê’ye doğru uzatıldığından bahsediliyor. Notlar’da
belirgin Esad-İran hattı düşmanlığı göze çarpıyor. Karşılıklı ilişkiler
dâhilinde kimi hamleler yapılıyor. Demirel’den ve AKP hükümetinden bahseden
Öcalan, “rodeocu” örneğini aktarıyor. Onun da devlet atına rodeocu misali
bindiği anlaşılıyor. Erdoğan’daki siyaset bilgisi de “eline kırbaç niyetine
yılan alıp aslanın sırtına binmek”ten bahseden eski siyasetnamelerden ibaret.
* * *
Notlar’daki
ifadelere bakılacak olursa, IŞİD’in Kobanê saldırısına dair sosyal medyadaki
hava, yalan üzerine kurulu. Türkiye’nin direnişe gizli ya da açık destek
verdiği anlaşılıyor. Öcalan, “HDP Cemaat’le işbirliği kuramaz” diyor. 6-8 Ekim
olaylarının “provokasyon” olduğunu söylüyor, darbeye zemin teşkil etme
ihtimalinden dem vuruyor. Bu karışık manzaranın değiştirilmesi gerekiyor.
Millet, ölümle korkutulup sıtmaya razı ediliyor.
Fukara
insanlar ise bu noktada şunu merak ediyorlar: Kobanê için ülkeyi yakanlar Sûr,
Cizre, Yüksekova için neden yakmıyorlar? Oralar daha az mı değerli? Değer
ölçütü mü değişti, TOKİ midir artık o ölçüt?
* * *
Sonra
HDP, Erdoğan’ın diplomasını temize çekiyor. Demirtaş, “MİT tırlarındaki
silâhları Türkmenler PYD’ye satıyorlar” diyerek IŞİD iddialarını
dinamitliyor.[2] Masa sallansa da yerinde duruyor. Sırrı Süreyya, Önder’in
baştemsilcisi olması hasebiyle, ortalıkta görülmüyor. Devlet, o masada
değiştiriyor manzarayı. Tüm mesele ise Suriye odaklı olarak ilerliyor.
Levent
Gültekin[3] de TKP’liler[4] gibi muhayyel bir bürokratla konuşmasını aktarıyor.
“Meczup” Erdoğan’ın iç savaşı göze aldığından bahsediyor. Devletin içeriyi
konsolide etme girişimine bir “fail” olarak katkı sunuyor. Konsolidasyon,
herkesin herkese karşı sivrilttiği dişlerinin söküldüğü, ortak
“liberal-cumhuriyetçi” devlet kurgusu önünde diz çöküldüğü bir pratik olarak
cereyan ediyor.
Her
kabilenin putunun yan yana durduğu bir manzara, o kutsal pazar için kuruluyor
masa. Her şeyin başı ve sonunun kendisi olduğunu düşünenler, herkesi
kendilerine mecbur etmeye çalışıyorlar. “Fikrini dayatma!” ya da “eylemini
dayatma!” diyorlar. Masa sallansa da hükmünü yürütüyor.
* * *
Öcalan,
kendi varlığı ile müşahhas kılınmış olan halk hareketini devlet içi
çatlaklardan ilerletmeye gayret ediyor. Meşru olan bu pratik, sol siyasetin
kısırlaşması, tecrit edilmesi ile sonuçlanıyor. İlerleme için bedel ödenmesi
gerekiyor. İlerleme tanrısına, o putlara kurbanlar verilmesi zaruri. Solun bu
kurbanlardan biri olduğunu görmesi gerekiyor.
Bu
kurban töreninin bir göstergesi, “hem aydınlanmacılık eleştirisi yaptık” deyip
hem de “Ne Kemalizm bizim çıkış referansımızdır ne de tersinden Kemalizm,
Ermeni ve Kürt karşıtlığına indirgenerek tanımlanıp, tarihsel anlamda oynadığı
rol itibariyle, göz ardı edilecek bir çizgidir (Türk modernleşmesinde oynadığı
rol ve Cumhuriyet’in kurucu ideolojisi olması, Kemalizm’in bir 'burjuva
ideolojisi' olduğu gerçeğini değiştirmez)” demektir.
Kemalizm,
bu düzlemde “kitleleri özne kılmayan, yukarıdan aşağıya gerçekleşmiş bir
modernizm” olarak eleştirilmektedir. Böylelikle ilgili siyasi özne, aşağıdan
modernizm ve Kemalizm peşinde olduğunu ikrar etmektedir. Türk ilerlemeciliğinin
kazanımlarına sonuna dek sahip çıktığını söyleyen bu sol özneler, lafız
düzeyinde, ideolojik katmanda devletle fikrî-zihnî rabıta kurmayı politika
zannetmektedirler.
Osmanlı’dan
bugüne özel kişilerin eylemleriyle rabıta kurmak sağcılara; laflarıyla rabıta
kurmak solculara düşmüştür. Bu nedenle, “Türk modernleşmesinin ve
ilericiliğinin birikimlerini sahiplenmek ve ileriye taşımak gerek” denilmek
zorundadır.
* * *
Notlar’da
PKK’nin geçmişte AKP’ye iki yüz bin kişi gönderdiği de söylenmektedir.
Modernleşme ve ilericilikle girilen flört ilişkisi de CHP’ye dairdir. Burjuva
partilerle ve tabanlarıyla kurulan bu ilişkide bir sorun olduğu açıktır.
Meseleler, gene yukarıda, yukarıdan, yukarıdaki rüzgârlarla çözülmek
istenmektedir. “Kitleleri özne görmeyen Kemalizm” söylemi, bu solcular şahsında
yeniden üretilmektedir.
Kemalizm,
biraz da İran’a nispetle oluşmuş bir ideolojidir. “Hakan Fidan’ın meseleleri
felsefî ele aldığını” söyleyerek onu öven Sırrı Süreyya, Kasım Süleymani için
şu ifadeyi kullanmaktadır: “Kasım Süleymani’nin devreleri biraz karışmış.
Kayışı kopmuş boşa dönen motor gibidir.” O “motor” bugün Bahreyn’de
vatandaşlıktan[5] çıkartılan muhalefet lideri için o devleti tehdit etmektedir.
Buradan da anlaşılıyor ki PKK, otuz yıl sonra İran devrimi ile sarsılan Türk
müesses nizamına hâlâ kendisini işaret etmek zorunda.
* * *
Bülent
ise parmaksız, işaret ettiği bir ufuk yok. Direkt Öcalan ile onun solculuğu
üzerinden rabıta kurarak, burada “Türk PKK’si” kurabileceklerini zannediyorlar.
O nedenle, “Sosyalizmi Türk kültürünün içinden, bu kültürden beslenerek, bu
kültüre yaslanarak kuracağız” diyorlar. “Yurtsever” olduklarını haykırıyorlar.
Ardından da “Kürd’ü Türk’le birleştirenin sol olduğunu söylüyorlar. “Bize
destek verin ki Kürdler ayrılmasın” diyorlar. Bu söylemin TKP’nin yirmi yıldır
ürettiği ideolojinin bir karikatürüne yol açacağına şüphe yok.
İslam
ile ilgili değerlendirme de aynı birlikçi düstur üzerine kurulu. Manzarayı
dağıtan bir olgu olarak İslam, politik niteliğinden arındırılmak isteniyor. O
kültürel, bireysel bir değere kapatılmaya çalışılıyor. Masa ve manzaranın
ilişkisi, hep bu yaklaşım üzerine kurulu. İslam’ın hayatı örgütleyen bir güç
olmaktan çıkartılması zorunlu. Bunun için İslam içinden o muhayyel sosyalizm
siyaseti için seçki yapmak, onu gereksizleştirmek gerek. Bu, Müslümanlarla
değil, liberallerle ilişki kurulacağının ikrar edilmesidir. “IŞİD’in esas
nedeni dışsaldır” deyip “AKP-IŞİD faşizmi” söylemini programının başına yazmak,
buradan tüm Müslümanlara savaş açmak, ama o dışsal olana zerre laf etmemek, bu
liberalizmin tezahürüdür. “Çokluk birliğe aşkındır” denilen teoloji, bu
ideolojinin bir parçasıdır. “Çemberler demokrasisi”, hayata efendilerin
aritmetiği ve matematiği ile bakanların fikrî pratikleridir. Zira bu pratik
“tek dünya tarihi vardır” demekte, sadece onunla ilgili malumatına
odaklanmaktadır.
* * *
Evet,
o masa bu tarihe içrektir, ona uygun bir manzara lazımdır.
İrade,
o masaya layık görülmeyenlerin, oradan düşen kırıntılara razı edilmeye
çalışılanlarındır. Manzarayı değiştirecekler onlardır.
Eren Balkır
20 Haziran 2016
Dipnotlar:
[1] “Erdoğan’dan İzleme Heyeti Açıklaması”, 20 Mart 2015, Radikal.
[2]
“Demirtaş’tan Çarpıcı İddia”, 19 Haziran 2016, Cumhuriyet.
[3]
Levent Gültekin, “Erdoğan İç Savaşı Göze Almış”, 13 Haziran 2016, T24.
[4]
Bir değerlendirme için bkz.: Eren Balkır, “İşkil”, 8 Mayıs 2016, İştirakî.
[5]
“Bahreyn’e Bir Uyarı da İran’dan”, 20 Haziran 2016, Sputnik.
0 Yorum:
Yorum Gönder