04 Ocak 2024

Sol Liberalizm ve Yeniden Feodalleşme


Son yirmi-otuz yıllık dönemde Batı toplumlarında insanların yaşama ve çalışma tarzları ile emekleriyle ortaya koydukları ürünlerin dağıtılma yolları önemli ölçüde değişti. Bu değişimler, esas olarak teknolojik değişimin değil, politik kararların neticesi. Bugün birçok alanda bize vaat edilenin tam zıttı gelişmeler yaşanıyor.

Neoliberalizmin rekabet edebilirlik üzerine kurulu, uzun süre küreselleşmeyi, ekonomik liberalizmi ve özelleştirmeleri meşrulaştırılmak için kullanılan ilmihali, adil rekabeti geri plana itti. Piyasaların aklına yönelik körü körüne inanç, büyük ve her şeye hâkim şirketlerin ve aşırı güç biriktirmiş dijital tekellerinin ortaya çıkmasına neden oldu. Bugün bu tekeller ve şirketler, pazardaki diğer tüm unsurları haraca bağlamış durumda ve pratiğiyle demokrasiyi ortadan kaldırıyor.

Dinamik bir ekonomi yerine kamuoyuna zarar veren ve bizim gerçekten önem arz eden sorunlarımızı çözüme kavuşturmamızı neredeyse imkânsızlaştıran işletme modellerine tonla para yatıran tembel bir ekonomi çıktı ortaya.

Ekonominin ve Toplumun Yeniden Feodalleşmesi

Bugün Batılı ülkeleri asıl tanımlayan şey, artan eşitsizlikler ve derinleşen yoksulluk. Toplumda bir arada yaşama imkânı, yerini güvensizliğin ve düşmanlığın tanımladığı, birbirine düşman ama bir arada varolan farklı alanlara bıraktı. Bu alanlarda insanlar, kendi âleminde yaşıyor, özel hayatlarında pek bir araya gelmiyorlar.

Zengin sınıfların kendilerini tecrit etmeleri ve eğitim alanındaki imtiyazlara el koymaları sebebiyle yaşamsal fırsatlar, bir kez daha kökenin belirlenimine tabi hâle geldi. Artık insanların kişisel performanslarının ve çabalarının bir önemi yok. Daha fazla özerklik ve özgürlük kazanmak yerine hepimiz, ekonomiyle toplumun yeniden feodalleştiği sürece tanıklık ettik. Bu da toplumun büyük bir kısmını daha bağımlı ve daha esir kıldı.

Bu gelişim sürecinin asıl kaybedenleri, avam. Lise veya üniversite diploması olmayan sıradan insanlar, eskiden güvenceleri olan, iyi ücretler alan, gelişmekte olan iş kollarında gerçek fırsatlara kavuşan işçiler, gün boyu onca ter dökmesine rağmen açlık sınırında yaşayan hizmet sektöründeki düşük ücretli işçiler.

Bir de tabii avantajdan çok dezavantajlarla yüzleşen zanaatkârlar, serbest meslek sahipleri ve tüccarlar var. Geçmişinde imtiyazlı bir hayatı olmamış ama sonrasında akademiye dâhil olmuş birçok genç bugün geçinemiyor, büyük kısmı geçici işlerde, düşük maaşlara çalışıyor. Sol partiler saf değiştirdikleri için bugün emekçiler, bilhassa düşük ücretliler, politik alanda her türden temsiliyetten mahrum hâlde.

Eskiden sol, sunduğu imajı dâhilinde, yüksek eğitim imkânına kavuşmamış, hayatın daha az güldüğü, zengin ailelerden gelmeyen insanlardan yana dururdu. Bugün “Sol” denilen etiket, genelde akademideki orta sınıfı ve onun biçimlendirip desteklediği çıkarları ifade diyor. Oysa bu sınıf, üst sınıfla birlikte, son otuz yıllık dönemde yaşanan değişimlerden en çok kazanan kesim.

Bu kesim, küreselleşmenin, AB’ye entegrasyon sürecinin, göçlerin, kısmen de ekonomik açıdan liberal olan statükonun ekmeğini çok yedi. Eskiden sol partilere oy veren seçmen kitlesi için hayatı daha da içinden çıkılmaz bir hâle sokan söz konusu gelişme süreci, bir yandan da kentlerde yaşayan, akademi yüzü görmüş kesimin güçlenip imtiyazlı bir konuma gelmesini mümkün kılacak koşulları oluşturdu.

Akademik Orta Sınıfın Çıkarları

Bugün sol liberalizm, akademik orta solun dilinden dökülen büyük anlatı. Sol liberalizm, bu sınıfın değerlerinin, yaşamsal pratiğinin ve çıkarlarının yansıması. Tam da bu sebeple, sol liberalizm, son otuz yılın hikâyesini ilerleme ve özgürleşme tarihi olarak görüyor ve bu dönemi kazananların gözüyle okuyor.

Sol liberalizmin merkezinde, modern kentli akademisyenlerin yaşam tarzına damga vuran bireyci ve kozmopolit değerlerin olmasının sebebini burada aramak gerekiyor. Sırf bu yüzden çeşitliliğe ve kotalara vurgu yapıyorlar. İyi ücretlerin ödendiği işler için verilen mücadelede imtiyazlı kadınlara ve azınlıklara daha iyi fırsatlar sunulmasını istiyorlar.

Öte yandan, yoksul kadınlar ve göçmenlerin yoksul çocukları kimlik politikasına dair tartışmalardan zerre istifade etmiyorlar. Bugün otuz yıl öncesine kıyasla kariyer basamaklarını tırmanma ve az çok iyi bir hayata sahip olma imkânına daha az sahipler.

Bu kesimlerin durumunun kötüleşmesinin bir sebebi de kimlik politikası. Ülkedeki nüfusu kökene ve cinsel tercihe gören bölen, azınlıklarla çoğunluk arasında uzlaşmanın mümkün olmadığı bir karşıtlık inşa edenler, içsel bağlılığı ve dayanışmayı ortadan kaldırıyorlar.

Birlikte olma fikrinin ve güvenin olmadığı koşullarda ücret mücadeleleri asla başarıya ulaşamıyor. Birlik ve ortak kimlik anlayışı yoksa demokrasi ve refah devleti en önemli temelinden mahrum kalıyor. Toplum bilinci yoksa, toplumsal hayatın önemli alanlarını ticaret mantığından kopartma konusunda kamu sektörüne yetki ve otorite bahşeden kamu yararından da söz edilemiyor.

Bireyciliği ve kozmopolitizmi toplumun kılavuzu, ilericiliğin köşe taşı hâline getiren sol liberalizm, artık kişisel tercihlerin ve yaşam tarzlarının basit bir ifadesi olmaktan çıkmış, politik bir ifade hâlini almıştır. Her şeyin ötesinde bu tür değerler, ulus-devletin sınırları içerisinde örgütlü olan bir refah devletinin meşruiyetini ve demokrasiye dair cumhuriyetçi anlayışı ortadan kaldırmak için pekâlâ kullanılabilir.

Bu değerlerin inşa ettiği nizamdan beslenen ekonomik liberalizm, küreselleşme ve toplumsal kesintiler, bunları ilerici değişimler olarak gösteren bir anlatıya kolaylıkla yedirilebilir. Ulusal yalnızlığı, taşraya has dar kafalılığı, baskıcı cemaat ilişkilerini temel alan anlatının karşısına, kozmopolitizm, bireysel özgürleşme ve kendini gerçekleştirme üzerine kurulu anlatı çıkartılıyor.

Akademi Dışı Kitlelere Yönelik Tahkir

Akademi dışı kitleler, sol liberallerin mesajlarına tepki geliştirirler. Bu tepkinin sebebi, ilgili kitlenin modası geçmiş fikirlere ya da sağcı fikirlere bağlı olması değil, sol liberalizmin bu sınıflara mensup insanlara hakaret etmesidir. Burada esasen alt sınıfların toplumsal haklarına yönelik bir saldırı söz konusudur. Zira sol liberalizm, akademi dışı kitlelerin elindeki refahın ve güvenliğin onlardan sökülüp alınmasını ilerici modernleşme olarak görüp yüceltir. Yaşanan değişime onay verir.

Burada bir yandan da sol liberal anlatının ahlaken küçümsediği, gerici görüp aşağıladığı değerlere ve yaşam tarzlarına yönelik bir saldırı söz konusudur. Çünkü toplumda, geleneksel toplumun yön verdiği değerler ve adalet fikri hâlen daha canlıdır. Bu fikir ve değerler, hem işçi sınıfında hem de geleneksel orta sınıfta ve hizmet sektöründeki temel mesleklerde hâlâ caridir. Akademi dışı kitlelerin kullandığı dili sol liberalizmin küçümsemesinin sebebi, bu dilin politik doğruculuğun en yeni ve en tuhaf şartlarını yerine getiremiyor olmasıdır.

Kendisini toplumsal düzeyde terk etmiş, kültürel düzlemde hor gören bir partiye kimse destek olmaz. Tam da bu sebeple sol liberalizm, eski kitle desteğinden zamanla mahrum kalmış, akademi dışı sınıflardan aldığı oyları günbegün kaybetmiştir. Birçok işçi ve düşük gelirli, sırtlarını kendilerini hayal kırıklığına uğratan siyasete dönmüş, bir kısmı da bugün öfkeyle ve alternatif yokluğu yüzünden, gidip sağa oy verir hâle gelmiştir.

Sağın politik gelişiminin en önemli sebebi, sol liberalizmin son dönemde önerilen politikalarla çöpe atılan ya da hayatları giderek kötüleşen insanlara cazip bir program sunamıyor oluşudur. Bu insanların toplumsal çıkarlarıyla, bunun yanında, onların değerleriyle bağ kurabilen bir programa ihtiyaç vardır.

Toplumsal çıkarlar ve değerler birlikte ele alınmalıdır, zira ikisi birbiriyle bağlantılıdır. Geleneksel topluma ait değerler ne gericidir ne de demode, bilâkis, bu değerler, toplumsal eşitliği ve piyasanın yol açtığı sonuçların düzeltilmesi ile ilgili politikanın en önemli zeminidir. Küresel kapitalizmin ilerici yeni yorumuna denk düşen sol liberalizmin değerlerinden farklı olarak müşterek değerler, fiiliyatta gemi azıya almış piyasa toplumuna ilerici bir alternatif sunabilmek için gerekli kılavuzdur.

Toplumun Değerlerine Saygı

Kitabımızın ikinci bölümünde, halkın çoğunluğunun kimliğini oluşturmaya devam eden, toplumca yön verilmiş değerleri tanıyan, geleceğe yönelik programın köşe taşları aktarıldı. Bu program, toplumsal değerlere yönelik hürmeti ve saygıyı temel almalı, yenilikçi ekonomi ve hakiki meritokrasi talebini karşılayacak toplumsal değişimleri önerebilmeli. Bu programın uygulamaya konulması durumunda büyük çoğunluğun yaşam koşulları iyileşecektir.

Sadece emekçiler, hizmet sektörü çalışanları ve geleneksel orta sınıf değil, sayıları giderek artan düşük gelirli akademisyenler, hatta akademik orta sınıfın belirli kısımları da daha iyi koşullarda yaşayacaktır.

Kişisel yaşam tarzları özel meseledir, artık hiçbir şekilde politikleştirilmemelidir. Bu tarzlar, yaşanılan ortama, eğitime, mesleğe ve tabii ki finansal araçlara tabidir. Akademisyenler, akademi dışı insanlardan hep farklı bir hayat sürmüşlerdir.

Yüksek eğitim üzerinden edinilmiş vasıflara sahip insanlar, geleneksel toplumlardaki insanlara kıyasla bağımsızlığa ve özerkliğe daha fazla değer verirler. Bu insanlar yerleşik değil, gezgindirler. Farklı kültürlere aşinadırlar. Bu sebeple, kendilerini pek kendi kültürleriyle tanımlamazlar.

Weimar Cumhuriyeti’nde bile kent hayatı ve solcu aydınların değerleri, işçi sınıfının kültüründen ve yaşam tarzından fersah fersah uzaktı. Fakat o dönemin solcu aydınları, sol partilere verdikleri desteğin bu partilerin kendi kültürel değerlerini benimsemesine bağlı olduğunu hiçbir zaman söylemediler, bu partiler, kendi değerlerine iman etsin diye uğraşmadılar.

Eğer bugün de sol liberal akademisyenler, kendi yaşam tarzlarının ilerici yaşam için ölçüt hâline gelmesini sağlamanın, başka değerlere inanan, farklı dünya görüşlerine bağlı olan insanları küçük görmenin kendilerine has birer hak olmadığını idrak ederlerse, çok şey kazanırlar.

Sahra Wagenknecht

[Kaynak: Die Selbstgerechten: Mein Gegenprogramm für Gemeinsinn und Zusammenhalt, Campus Verlag, Frankfurt/New York 2021, s. 330-334.]

0 Yorum: