08 Ocak 2024

,

Devrimci Dinamizmin Tıpası: Radikal Demokrasi

Coğrafyamız, çok uzun bir süre zarfı içerisinde büyük bedellerin ödendiği, bununla beraber, muazzam direnişlere tanıklık etmiş bir bölge özelliğini taşımaktadır.

Mustafa Suphi ve arkadaşları ile başlayan ve 68 devrimci çıkışıyla kitleselleşip ivme gösteren mücadele tarihi, o günlerden bugünlere inişli çıkışlı seyri ile destansı bir öyküye dönüşmüş ve hâlihazırda bunu devam ettirmektedir. Zira bu durum, dost düşman herkesin malumudur. Dolayısıyla uzun uzun betimleme yahut güzelleme yapmak beyhude bir çaba olacaktır.

Yazının temel muhtevası, coğrafyamız üzerinde yaşam bulmuş devrimci damarların ve mücadele azminin amiyane tabiri ile kan emicisi olmuş bir dinamizm tıpası olma görevini layıkıyla yerine getiren Radikal Demokrasi.

1980’nin antifaşist cephesinden sonra coğrafyamız devrimci nüvelerinin aldığı ağır yenilgi, Avrupa sosyalizmi merkezli birçok tasfiyeci akımın yaşadığımız coğrafya üzerinde yaşam bulmasının önünü açmış, seksenlerin ikinci yarısından itibaren Sovyetler’in çöküşü ve dağılışı ile beraber Dünya’da yaratılan “sosyalizm bitti” algısıyla beraber palazlanmış ve birçok örgütü tasfiye edip tarihin karanlık sayfalarına gömmüştür.

Bu tasfiyeci akımların bayrak koşucusu olan radikal demokrasi, işi burjuvaziye mülkiyet hakkı tanımaya kadar ileri götüren, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi savunan, sosyalizmin minimize edilmiş hâli olarak sınıftan ve ezilen emekçi yığınlardan uzak bir biçimde sınıf mücadelesinin dışında ne varsa esas mücadele biçimi hâline getirip sınıf mücadelesini maniple ederek, uzlaşmacı bir çizgiye güdümleyen ve coğrafyamız üzerinde en çok rağbet gören akımların başat aktörü olma özelliğini taşımaktadır.

Şunu belirtmek elzemdir ki Avrupa sosyalizminin burjuva demokrasisinin güdümünde yürüttüğü parlamenter-STK’cı “mücadelenin” en olmaz yerlerinden biri, hiç kuşkusuz yaşadığımız coğrafyadır.

Son yıllarda Avrupa’da başta SYRIZA olmak üzere Alman Yeşiller Partisi ya da Hollanda’da Sosyalist Parti’nin göstermiş olduğu çıkış, daha önceki yıllarda ÖDP’nin görece olarak devrimci güçlerin dinamik bir süreç yaşadığı 96 sürecinde ortaya çıkarak programı ve pratikleriyle herkesin malumu olan devrimcilik anlayışı ve “çözüm süreci”nin akabinde 2015 seçim sürecinde HDP’nin seçim barajını aşması, yine HDP’nin radikal demokrasi akımının her platformda ve her fırsatta bezirgânlığını yapması ile beraber Türkiye solunun ezici çoğunluğunun nihai olarak 7 Haziran seçim sürecinin sonunda HDP’nin barajı geçmesine neredeyse Ekim Devrim’i ile kıyaslamaya götürecek boyutta önem atfetmesinin bir başka sonucu olarak bol bol feminizm, LGBTİ, ekoloji, parlamento ağırlıklı, lakin sınıfın olmadığı sosyalizm propagandaları, cafcaflı programlar gündemleşerek ezen-ezilen çelişkisi yok sayılıp en alt derekeye indirilmiş, ancak nihayetinde hepsi bir bütün olarak 2015 Temmuz süreci ile beraber diyalektiğin ağır ve sağlam tokadını yiyerek kaçınılmaz sessizliğe mazhar olmuşlardır.

1980’nin antifaşist cephesi, SSCB’nin çöküşü, 2000 hapishaneler katliamı ile beraber palazlanan, 2015 seçim süreciyle beraber coşa gelen kimi reformist örgütlenmeler, görünen o ki yaşadığımız süreci kınama bildirileri dışında, HDP’ye eklemlenmiş bir biçimde politikasızlık ve büyük bir sessizlikle geçiştirecekler.

Nerede ve nasıl yaşadığını unutarak, modern hippiliği kitlelere devrimcilik diye kakalamaya çalışanlar bilmeli ki yaptıkları belirlemeler, İsviçre ya da Norveç’te pekâlâ karşılık bulabilir, lakin coğrafyamızda bulamaz, bulması da imkânsızdır. Sınıf gerçekliğini yok sayan, her kim olursa olsun hezimete uğramaktan kaçamayacaktır.

LGBTİ’ler, kadınlar, ekoloji, kimlik meselesi tabii olarak sosyalistlerin sahiplenmek zorunda oldukları önemli meselelerdir. Elbette sosyalistler, bu sorunların çözümü için arayışlara girecekler ve programlarında onlara yer vermeleri gerekecektir. Lakin metal işçilerinin grevine nötr kalarak tüm LGBTİ eylemliliklerinde yer almak, amiyane tabiri ile pusulası şaşmış ve büyük bir gaflette olan kimselerin işidir.

Burada sorun, LGBTİ eylemlerine katılmak değil, onu esas hâline getirmektir. Mevzu bahis tüm meseleler, kati surette sınıf sorununun üstünde değildir. Tersi durumlarda hâlihazırda birçok mesele vuku bulurken, belediyelere neden kadın kayyum atanmadığının peşine düşen Filiz Kerestecioğlu’nun ya da Amed’e kadın emniyet müdürü atanmasını öven kimi feministlerin düştüğü duruma düşülür, muhalefet örmek şöyle dursun, ciddiye dahi alınmak artık güç bir uğraş hâlini alır.

Popüler hâle gelmiş ve alıcısı bol olan her şeyi pazarlayarak muhalefet örme gayesinde olanlar, ancak suni gündem yaratarak, muhalefeti maniple etmekten öteye gidemezler. Kaldı ki kadın sorununu, kadın mücadelesini sınıf merkezli ele almak yerine, burjuva liberal akımların peşi sıra koşturmak, tam da yazı boyunca bahsi geçen ideolojik tasfiyenin birer yansıması, teşhiridir.

Fabrika işçisi, ırgat, ev emekçisi kadınlar tali, “seks işçisi” kadın esas. Çünkü radikal demokrasinin kapsamı onu ziyadesiyle karşılıyor. Tüm mesele bu. İşte bu döngü, kargalara dahi kahkaha attıracak cinsten.

Kadın örgütlenmelerinin örgütlenme perspektifi radikal demokrasi olduğu müddetçe, üzülerek ifade etmek gerekir ki, fabrika ve atölyelerden ziyade Taksim-Kadıköy-Beşiktaş üçleminin dışına çıkılamayacak. Bu durum da körler sağırlar birbirini ağırlar sonucunu kaçınılmaz kılacaktır.

Son kertede coğrafyamız üzerindeki devrimci damarı gün geçtikçe daha fazla tıkayan bu aymazlık, birçok meseleyi manipüle ederek coğrafyamız üzerinde gelişecek, gelişebilecek bir muhalefetin rotasını şaşırtıp onu kör bir dehlize atmaktan başka hiçbir işe yaramayacak, onu yok edecektir.

Ezilen emekçi yığınların, sosyalizmi boş bir uğraş olarak gören ve burjuvaziye koltuk değneği olmaktan öteye gidemeyen akımlara hiç ama hiç ihtiyacı yoktur.

Delil Derviş
İştirakî Dergisi
Sayı 11 s. 93-95.

0 Yorum: