15 Ocak 2024

, ,

Bir Şair İki Kitap

1.

Hüseyin Can, 2010’da Peri Yayınları’ndan Nazım Hikmet ve Kürtler: İttihatçı-Kemalist İdeolojiden Kurtulmamış Sosyal Şoven TKP’nin Üyesi Bir Şair adlı kitabı çıkardı. Yazarın başka kitaplarını Çağrı ve Güney dergilerine yakın yayınevi olan İnter Dönüşüm Yayınları çıkardı. İlgili kitabın arka kapak/tanıtım yazısı şu şekilde:

“Nazım Hikmet;

Egemen ulusun egemenleri, başka başka halkların varlığını kendine feda ederken suskun kaldın.

Diğer halkların jenoside uğratılmasına seyirci kaldın.

Kürt ulusunun yok sayılmasına, yok edilmesine, trajedi derecesinde uzun sürece yayılan ve uygulanan soykırımını görmezden geldin.

Egemen ve hâkimiyet kurmak isteyen Kuvayilere methiyeler dizdin, onların atlarına, paşalarının “çakmak çakmak gözleri”ne hayranlığını dizelerinde işledin...

Koçgiri’de, Zilan’da, Dersim’de, Piran’da, Palu’da, Geliye Sapo’da ve daha evvelinde Haput’ta, Sivas’ta, Adana’da, Trabzon, Samsun, Rize’de ya da Hakkari’de, Mardin’de, Erzurum’da, Van’da vs. oluk oluk her karışında akan kan ve gözyaşlarına kalemin ve ellerin tutuk kaldı, dillendirmedin.

Eğer dillendirseydin, bugün Onur Öymen’ler de çıkıp “Dersim’de, Piran’da anaların gözyaşlarına” bu kadar seslice “bakmayın!” deme cüretini göstermezdi. Katliama maruz kalan sürgün ailenin çocuğu Kılıçdaroğlu gibileri de ona ‘avukat’ olmazdı!”

2.

5 Harfliler adlı internet sayfası, Hazal Atay imzalı “Kadınlar, Sizin Kadınlarınız Olmak İstemiyorlar!” başlıklı bir yazıyı 12 Mart 2015’te yayınlıyor. Yazıda 8 Mart’ta erkeklerin 8 Mart algısının dile yansımasını özel mülkiyet ve ataerkillik üzerinden tartışarak erkeklere zaten feminist duyarlılık kazandırmanın zorluğunu eleştiriyor. 8 Mart kutlamalarının erkeklerin söyleminde “kadınlarımız” şeklinde geçmesine itiraz geliştiriyor. Bu söylemin esin kaynağının da Nazım’ın şiirinden kaynaklandığını ona atıf yaparak belirtiyor:

“Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
kadınlar
bizim kadınlarımız”

3.

Bir de Nazım Hikmet’in adını kültür merkezine tabela yapan Kadıköy Partisi var. İçinde etkinliklerin yapıldığı, Ovacık’tan gelen doğal ürünlerin satıldığı, kitap satışlarının yapıldığı, yazın bahçesinde, kışın bina içerisinde dostlarınızla civardaki kafe-barlara göre daha pahalı içki içeceğiniz, kültür merkezinin sokağa bakan arka duvarında Ege tarzı meyhane masalarında rakı demleneceğiniz ferah, nezih, steril bir ortam. Yobazın karanlığından, zalimin zorbalığından “sürüden ayrılanlarla” yoldaşça alkol alıp düzenin dertlerini unutabileceğiniz, orta sınıfla yoldaş olabileceğiniz yaşam alanı.

4.

Geçtiğimiz aylarda akademik kitaplar basan Nobel Akademik Yayıncılık tarafından yayımlanan Büyük Türk Şairi Nazım Hikmet ve Türk Dünyası adlı kitap, Prof. Dr. Ali Kafkasyalı imzasıyla yayımlandı. Ali Kafkasyalı, 71 yaşında. 80 öncesi dönemde milliyetçi hareketin içinde yer alan bir insan. Fransa’da öğretmenlik yapıyor. Daha sonra uzun yıllar Atatürk Üniversitesi’nde akademisyen olarak görev yapıyor, 3 Mayıs Türk Dünyası Şöleni düzenleyerek Türk ülkelerinden sanatçıları davet ediyor. İran Türkleri ve edebiyatı hakkında kitaplar yazıyor. Turancı düşünceleriyle tanınan biri. İdeali, Türk ülkeleri arasında birlik kurmak. İlgili kitabın arka kapak/tanıtım yazısı şu şekilde:

“Cennetten kovulmuş Âdem gibi, cennet bildiği memleketinden, vatanından kovulmuş bir âdemdir Nâzım Hikmet. Devletini, istemediklerini kovabilecek kadar sahiplenenlerden çok daha fazla seven bir adam. Hem sevgisinden hem bağlılığından hem de kendine sövenlerin cehaletini anlayıp onlardan nefret etmeden, yalnız onların olmadığını bildiği devletine ve yalnız onlardan ibaret olmayan milletine büyük bir şevkle, kararlılıkla ve inançla hizmet edişinden şüphe edilemeyecek bir adam. Aymazların sevmediği, kıymetini bilmediği, hain belleyip bellettiği bir adam. Yâd ellerde, özgenin takdiriyle, sevsin istediklerinin husumetiyle ve hasretiyle geçen ömrünü, sanat, edebiyat, fikir ve ülkü bakımından fevkaladeliği ancak zamanla anlaşılabilen eserler vererek doldurmuş bir adam. Saygısızca yaşayıp ölen ve tükenen hasımlarına mukabil eserleriyle yücelen ve ebedîleşen bir adam.

Nâzım Hikmet’in, yıldızlar kadar, hatta gençliği kadar uzak olduğunu bildiği memleketine duyduğu hasret ve platonik aşk, böylesine bir bilmenin yakıcılığıyla, tükenmez bir ümitle ve gayretle birleşerek hem hizmetlerini çok değerli hem eserlerini ölümsüz eylemiş.

Bu eser, sinesinden çıktığı milletinin sözde mümessillerinin sevgisinden mahrum kalsa da yüceliğinden emin olduğu milletinin sevgisiyle ve himayesiyle hikmetini gösterip yetiştirdiği bir eser üzerinedir.

Bu eser; fikirleriyle, çalışmalarıyla, hizmetleriyle ve eserleriyle kendini vakfettiği yüce milletinin bir eseri olmuş Nâzım Hikmet üzerinedir.”

[Prof. Dr. Muhammet Savaş Kafkasyalı]

Yazımızın bu bölümüne kadar Nazım Hikmet’in hangi kesimler tarafından nasıl algılandığını birer örnekle betimlemeye çalıştık. Üzerine tartışma yürütmek uzun bir yazının konusu fakat şairle ilgili birkaç hususu belirtmek, tarihe not düşmek açısından önemli. Hoca’nın şair hakkında belirttiklerinin üzerine ekleme yapılabilir. Aslında o, söylenmesi gerekenleri özetlemiş, hakkını teslim etmek gerek.

Nazım Hikmet, varsıl bir aileden gelme bir insan. Sınıf değiştirerek sınıfsız sömürüsüz bir düzenin kurulması yolunda 13 yılını hapiste geçiren biri. Bugünün şairlerinin göze almadığı bedel ödemeyi yaşamıyla ödemiş bir şair. Bugün baskı ve sansür gerekçe olarak gösterilse de Nazım, en yetkin şiirlerini hapiste kaleme almıştır. Genç yaşta, Anadolu’nun bağımsızlığını savunmak için yurt savunması savaşına gönüllü yazılan biri fakat sağlık durumu müsait olmadığı gerekçesiyle başka görevleri üstlenir. Gerçek anlamda bir yurtseverdir. Karadeniz açıklarında katledilen Suphilerin yoldaşı. 1938’e kadar defalarca yargılanır. Cezaevinde tanıştığı Orhan Kemal’i anlatı yazması konusunda yüreklendirir ve edebiyatımıza Murtaza karakterinin kazandırılmasında öncülük eder. Attila İlhan, lise yıllarında onun şiirlerinden dolayı yargılanır. 1951’de Cahit Sıtkı, Orhan Veli ve Sait Faik öncülüğünde başlatılan açlık grevleri ve çeşitli girişimlerle cezaevinden çıkar. Askerliğe sağlığı uygun olmadığı hâlde askere alınmak istenmesi üzerine, bu şüpheli durumdan kaynaklı, yurt dışına çıkar. Vatan haini ilân edilir. Sovyetler’e ulaştığında da bir süre gözetlenir. Zor bir yaşamı vardır ama bu zorluğu göze alan bir insandır. 3 Haziran’da aramızdan ayrılır. (O hep yaşıyor.) Altmışlı yıllara kadar da kitaplarının basılması yasaklanır.

Bugün “SAHİPLENİLİYOR” adı altında da olsa Nazım’a saldırılıyor. Gerek soldan gerek sol görünümlü liberallerden geliyor bu saldırı. Adını yaşattığı kültür merkezinin sahip olduğu ideolojik hat ne bedel ödemeyi göze alıyor ne de halkla ve işçiyle bütünleşmeyi. Milyonlarca Sovyet yurttaşının canı ve kanıyla sahiplendiği sosyalizmin anayurdunun bayrağına uluslararası tekellerden ve emperyalistlerden fon alan bayrağını ekliyor. Bir oy “Kemal’e” istiyor, kapitalizm gitsin diye değil, tasvip etmediği parti gitsin diye. Özneye aldanıyor. Sorunu öznede görüyor ama eleştiriye tabi tuttuğu liberalizmle aynı hataya düşüyor. Bilmiyor ki karşı çıktığı parti ve düzen kendisine solu geriletmek adına alan açıyor. Nazım adını tekeline aldığı gibi komünist parti adını da tekeline alıyor. Sermaye düzeniyle çelişkisi yok, kıyamda değil, kıvamda komünistlik nasıl yapılırı sergiliyor. “Hiç yoktan iyidir” motivasyonuna örüyor solu. Nazım olmanın gereğini yerine getirmiyor, getirenlerden de uzak duruyor. Asıl görevi de bu, görevini icra ediyor.

Feministler, Nazım üzerinden Sovyet ideolojisine saldırıyor, bunu bilinçli yapıyorlar. Sovyet, Çin, Küba liderlerine saldırmanın köprüsünü Nazım üzerinden kuruyorlar. Evet, kadın, değil erkek, kimsenin mülkü değildir. Onun “Kadınlarımız” dediği feminizme uygun kadınlar değildir. Kimdir Nazım’ın yücelttiği kadınlar? Erkeklerle birlikte faşizme karşı savaşan Sovyet kadınlarıdır, Anadolu’nun düşman işgalinden kurtuluşu için savaşanlara yemek, giysi ve savaş için ne gerekiyorsa çocuğunu evde bırakıp taşıyan kadınlardır. Şair, Yunus’a da Şeyh Bedrettin’e de Hoca Nasreddin’e de savaşa katıldığı için mezun veremeyen lise öğrencilerine de köylüye de yoksula da yani bir bütün olarak Anadolu’ya da sahip çıkar. Vasiyeti yerine getirilmeyen, vatanından uzakta yaşamını yitirip ailesinden uzak kalandır. Anadolu'daki mütevazı bir köy mezarlığında bir çınarın altında yatmak ister ama o çoktan sınıfsız sömürüsüz düzen mücadelesinin tarihinde Çınar olmuştur. O çınarın gölgesinde büyüdü bu kavga, orman oldu. Ondan öğrendik sol mememizin altındaki cevahiri karartmamayı, meselenin esir düşmek değil teslim olmakta bittiğini, kalbimizin bir yarısının Çin’de Sarı Nehir’e doğru aktığını, hep “doğru” akması gerektiğini, Hiroşima’da ölen kız çocuklarını kendi evlatlarımız gibi belleyip dünyayı çocuklara vermek gerektiğini, dertliyle dertlenmeyi, tarihimizden ama bizim tarihimizden utanmamayı, ateşi ve ihaneti görmeyi, kime saygı duymamızın önemini, kalbe bıçak gibi saplanan hatıraları, gerektiğinde ceviz ağacı olabilmeyi, kararlığı, bedel ödemeyi, ücreti, fedakarlığı, küçük burjuva kişilikten sıyrılmayı, halkını ve vatanını sevebilmeyi, yaşam sevincimizi ne olursa olsun kaybetmemeyi, aşkı, sevgiyi, neler uğruna dövüşeceğimizi, dostluğu, arkadaşlığı, enternasyonal bilinci, kahramanlığı, tevazuyu, paylaşmayı...ve daha birçok değeri ondan öğrendik. Nazım, ezilenlerin ve sömürülenlerin tarihinde köşe taşı. O taş çekilirse tarihimiz tahrip edilir.

Feministlerin Nazım’ın özel hayatı üzerinden başlattığı tartışma, solun değerleri olan insanlara ve Yılmaz Güney’e saldırmaya kadar vardı. Bu isimler, saldırı için sadece bir gerekçe, asıl saldırı sınıfsız sömürüsüz düzen ideolojisine. Bu görülmediği zaman, varılacak yer özne sorununa teşne olmaktır. “Özel olan politiktir” safsatası altında solun ideolojik bunalımını katmerlemektir asıl amaç.

Bu amacın bir diğer sürdürücüsü de Hüseyin Can. Onun da asıl derdi “ittihatçı” dediği Nazım üzerinden Sovyetler ve Komintern’in bölgemizde yaşanan sorunlara yaklaşımı. Milliyetçilik çıkmazına saplananlar, sömürüsüz düzenin ideolojisine ve değerlerine saldırmak için bu ideoloji uğruna bedel ödeyenlere özel yaşamları üzerinden saldırıyor.

Nazım’ın da Yılmaz Güney’in de sanatı eleştiriden azade değildir, zaten kara propaganda da onların bu yönü üzerinden yürümüyor. Nazım ile başlatılan saldırı dalgası Turgut Uyar’ın bir şiiri üzerinden başlatılan tartışma “Türk şiiri ırkçıdır” söylemine kadar vardırılarak milliyetçiliğin en bağnaz hâli sergilendi ama soldan İştirakî haricinde bu saldırıya karşı tek bir ses çıkmadı, ama Nazım’a saldıran Hüseyin Can’ın kitapları Çağrıcılar tarafından yayımlandı. Öyle bir noktaya geldik ki Nazım’ın hakkı Turancı bir akademisyen tarafından teslim edildi. Hem de kendisine saldıranlara karşı bile yüce gönüllü mealinde yorumlanarak.

Tüm bu tartışma solun ideolojik bunalımı üzerine. Kendine gelmesi gerekenlerin atacağı ilk adım, ideolojiyle, tarihe, geleneğe, değerlere ve kavgaya sahip çıkmak. Ezilen ve sömürülenlerin derdiyle dertlenmeyip orta sınıfın küçük burjuva birey ideolojisine kendisini örgütleyenlerden bunu beklemek iyi niyetlilik olabilir ama o hareketlerin var olması için yaşamıyla bayraklaşanların hakkı görmezden gelinemez.

Hüseyin Can ve temsil ettiği ideoloji, bugünden bakıp Nazım’ı neyi eksik bıraktığı üzerinden değerlendiriyorsa o zaman Nazım’ın şu şiirini paylaşalım:

"bakkal karabetin ışıkları yanmış
affetmedi bu Ermeni vatandaş
Kürt dağlarında babasının kesilmesini
fakat seviyor seni çünkü sen de affetmedin
bu karayı sürenleri Türk halkının alnına” [Nazım Hikmet]

S. Adalı
13 Ocak 2024

0 Yorum: