“1968 Düşüncesi” Efsanesi ve Fransız Aydınları:
Tarihsel Meta Fetişizmi ve İdeolojik Geri Dönüş
“Küçük burjuvazi sınıf
mücadelesinden korkar, onu mantıksal sonucuna, ana hedefine taşıyamaz.”[1]
[V. I. Lenin]
1968’in Diyalektik Analizi
“Olaylar tarihin gerçek
diyalektiğidir.”[2]
[Antonio Gramsci]
Diğer birçok önemli toplumsal ve politik hareket gibi
Mayıs 1968’de yaşanan olaylar da farklı yönlere ve iç çelişkilere sahiptir. Bu
olaylar, tek bir anlam üzerinden kavranamazlar. Bunlar, farklı grupların
iktidar için mücadele yürüttükleri, süreci farklı yönlere doğru itip çektikleri,
sınıflar mücadelesi alanına aittirler. Bu, geçmiş kadar bugün için de geçerli
olan bir tespittir. Zira, tarihsel anlama dair kavga, bahsi edilen olayın
üzerinden çok zaman geçmiş olmasına rağmen, devam etmektedir.
68 meselesi konusunda geliştirilecek diyalektik bir
yaklaşım, yola olayların alabildiğine karmaşık yapısını kabul ederek koyulmalı,
ayrıca, onların kimi temel özelliklerini anlamamızı sağlayacak bir çerçeve inşa
etmek adına, olaylardan somutta kopulmalıdır. Bu çerçeve ise az çok soyutlama
düzeyinde belirlenebilir. Böylelikle birden fazla sayısal analiz
gerçekleştirilmelidir. Bu noktada kişi, ya olayları makro düzeyde ele alacak ya
da mikro gelişmelere odaklanacaktır. Elbette bu türden bir analizin
gerçekleştirilebilmesi için farklı skalalar arasında tutarlı bir ilişkinin
kurulması gerekir. Bu, o farklı skalaları birbirinin içine yerleştirmek için
şarttır.
Bu çalışmanın amaçları doğrultusunda ben, Fransız
aydınlarının, daha da özelde “Fransız teorisi” denilen şeyin oynadığı role
geçmeden önce, genel çerçeveyi çizmeye çalışacağım.
Fransa’daki 68 ayaklanmalarında en az iki önemli güç
iş başındadır. Bir yanda, savaş sonrası doğum oranlarında patlamanın yaşandığı
dönemde kısmen orta sınıftaki büyümenin ve öğrenci nüfusundaki hızlı artışın
yön verdiği gençlik ve öğrenci hareketi durmaktadır. Müesses nizam karşıtı
dünya görüşlerinin damgasını vurduğu bu hareket, Michel Clouscard’ın “hadsiz
liberterizm” dediği (bazen Daniel Cohn-Bendit gibi isimlerdeki aleni
antikomünizmle hemhal olan) şeyle birlikte kemale ermiştir. Diğer yanda ise Avrupa
tarihinde görülen en büyük greve ön ayak olan ve sınıf adına somut kazanımlar
elde eden kitlesel işçi hareketi durmaktadır.[3] Öğrenci hareketi, büyük ölçüde
özgürlükçü ve kültürcü yönelimleri de içeren Yeni Sol ile ilişkiliyken, işçi
sınıfı hareketi, kimi zaman emeğin sermayeye karşı verdiği mücadelede hâkim
olan ve “Eski Sol” olarak nitelendirilen yönelim üzerinden tarif
edilmektedir.[4]
Burjuva tarihi, 68’i Paris’in merkezinde öğrencilerin
öncülük ettikleri isyanlar üzerinden anlar ve sadece Latin Mahallesi’nde kurulan
barikatlara, Sorbonne Üniversitesi’nin işgaline ve özgürlükçü sloganlara bakar.
O dönemde aydınların önemli bir kısmı, bilhassa anarşist, Maoist, Troçkist, özgürlükçü sosyalist ve Marksist isimler, yazılarıyla bu isyanlara destek
çıktılar, çoğunlukla sokaklardaki eylemlere ve muhtelif işgal eylemlerine
iştirak ettiler.
Marksist-Leninist aydınlarsa genelde öğrencilerin
örgütsüz küçük burjuva eylemliliğini ve antikomünist siyasetini eleştirdiler,
onları devrimci duruma dair vehmi temel alan bir inançla yüklü “solcular”
olarak değerlendirdiler.[5] Aynı zamanda bu aydınların önemli bir kısmı, bir
yandan da gençlik ayaklanmasını sınıf mücadelesinin yeni aşaması için önem arz
eden bir katalizör olarak gördü ve işçilerin hareketine kararlılıkla destek
sundu.
İleride göreceğimiz üzere, bu aydın kitlesi
içerisindeki farklı kesimler şöhretlerini, dünya genelinde Fransız teorisi olarak bilinen olguya önemli
katkılar sunmuş kişiler olmalarına borçlu değillerdi.[6] Buna
karşılık, 68 düşünürleri olarak pazarlanan Michel Foucault, Jacques Derrida,
Jacques Lacan, Pierre Bourdieu gibi isimlerse, tarihsel işçi hareketinden kopuk
olan ve çoğunlukla onu önemsemeyen isimlerdi. Ama bu teorisyenler, bir yandan
da öğrenci hareketine de düşmanlardı ya da ona şüpheyle yaklaşıyorlardı.
Aslında bu kişiler, gösterilere şüpheyle yaklaşan 68 düşünürleri karşıtı
teorisyenlerdi. Bu isimler, kendilerini “68’in radikal teorisyenleri” olarak
pazarlayan küresel teori endüstrisi eliyle popüler edildiler, dolayısıyla,
kimse bu tarihsel gerçeği göremedi.
İdealist Analoji
“Yapılar sokaklara dökülmez.” [Les
structures ne descendent pas dans la rue].”
[Sorbonne’un işgali esnasında kara tahtaya yazılmış olan bir ifade]
Hâkim tarihsel ideolojide, “Fransız teorisi” olarak
bilinen şey ile 1968 ayaklanmaları arasında o kadar yakın bir ilişki kurulur ki,
aralarında herhangi bir somut maddi bağlantının varlığını göstermeye genellikle
ihtiyaç duyulmaz. Altmışların son dönemi boyunca yapısalcılık ve
postyapısalcılık gibi sorunlu, ama her yana galebe çalan etiketlerle bağlantılı
aydınların artan şöhretini ve bu süreçte Lacan’ın Écrits [“Yazılar”
1966] ve The Order of Things [“Şeylerin Düzeni” 1966] gibi kitapların
piyasada elde ettiği önemli başarıları dikkate alanlar, sıklıkla, bu teorik
gelişmelerle statükonun pratikteki reddi arasında nedensel ilişki olduğu
varsayımına ulaşırlar. Teorik gelişmelerle statükonun pratikteki reddi arasında
ilişki kurulmasının en önemli sebebi, ilgili düşünce akımlarının ABD’ye alay ü
vâlâ ile takdim edilmesi ve bu akıma ait ürünlerin sonrasında dünyaya hep
birlikte Fransız teorisi etiketiyle pazarlanmasıdır. Böylece bu
çalışmaların önemli bir bölümü, uluslararası planda 1968 denilen tarihsel
konjonktürle bağlantılı olarak kabul görmüştür. Örneğin Gary Gutting, “Louis Althusser, Foucault,
Deleuze ve Derrida gibi moda felsefecilerle 1968 öğrenci isyanları arasında var kabul edilen bağlantıyı” tartışırken şöyle yazıyor: “Cazip olan, bu isimlerdeki felsefi
radikalizmi öğrencilerin politik radikalizmiyle bir şekilde bağlantılı görmekti.”[7]
Ancak çoğu kez Fransız teorisi ile 68 arasında kurulan
bağ hiçbir somut kanıta dayanmayan, ucu açık ve serbestiliği esas alan bir bağdır.
Bu yazarların şu türden iddiaları, söz konusu ucu açıklığı ve serbestiliği temel almaktadır:
“1968’de,
o ayaklanma yaşandığı, bildirilerin havalarda uçuştuğu yılda Roland Barthes,
‘Yazarın Ölümü’ denilen fikrini, ilk kez Fransızca olarak yayımlanan bir
makalesinde tümüyle tesadüfen dile getirmişti.”[8]
İçerikten yoksun olan bu türden ifadeler, esasen
yanlış da değil, zira bunlar, gerçekte kronolojik yakınlıktan başka bir iddiaya
sahip değiller. Bu ifadelerin sahipleri, Jason Demers’ın “post-yapısalcı
felsefeyi oluşturan düşüncelerin çoğunun bağlamının Mayıs 68 olduğu”na[9] dair iddiasında
olduğu gibi, bir tür bağlantı olması gerektiğini öne sürmek adına, bağlantı ve
ilişkilendirme yoluyla kanıtlama çabasını temel alıyorlar. Dahası, Derrida’nın
Ekim 1968’de verdiği “İnsanın Amaçları” başlıklı dersin ilk satırlarında Mayıs
olaylarına sık sık atıfta bulunmasında olduğu gibi, ünlü Fransız teorisyenlerinden
bazıları da aynı şeyi yapmışlardır. Olayları kısaca hatırlattıktan sonra, Derrida,
uzun bir araştırma gerektireceğini iddia ederek, derhal tüm analizleri
paranteze almış ve alenen şu sonuca ulaşmıştır:
“Bu
sunumu hazırladığım tarihsel koşullara mim koymayı, onları tarihlendirmeyi ve
bilinir kılmayı gerekli buldum. […] Bana öyle geliyor ki bunlar, her hâlükârda
konferansımızın alanına ve sorunsalına aittirler.”[10]
Ardından Derrida, 68 olaylarıyla açıktan hiçbir
ilişkisi bulunmayan ve esasında antikapitalist veya antiemperyalist aktivizme
yönelik ilgisinden ziyade, Nazizme verdiği destekle bilinen bir felsefecinin
(Martin Heidegger’in) yoğun bir biçimde okunmasını temel alan bir ders sunmayı
sürdürdü.[11]
Bazen bu anlamsız, ucu açık ve serbestiliği temel alan bağlar, Gutting’in
“Foucault ve Deleuze de dâhil olmak üzere, diğer birçok Fransız felsefeci gibi Derrida
da Mayıs 1968’deki öğrenci isyanıyla arasındaki mesafeyi belli ölçüde
korumuştur” iddiasında olduğu gibi, manidar ifadelere dönüşür.[12] İfrata varan
biçimlerinde Luc Ferry ve Alain Renaut’nun La pensée 68 [“68 Düşüncesi”]
başlıklı küstah kitabında olduğu gibi, bir argümana benzer bir şey illâki
formüle edilir. Her ne kadar bu kitabı yazmaktaki temel amaçları, “68 düşüncesi”nin
“anti-hümanizm”i olarak algıladıkları şeye karşı liberalizmi savunan kendi
çalışmalarını tanıtmak olsa da, dayandıkları baştan savma tarihsel metodoloji,
Fransız teorisine ve onun sözde politik veya etik radikalliğine saygı duyanlar
tarafından da kullanıldı. Gerçekte var olan toplumsal ilişkilerin ve
pratiklerin materyalist bir tarihiyle uğraşmak yerine bu felsefeciler,
kavramsal soyutlamaları temel alan, anlaşılmaz bir idealist tarihle, hiçbir
şeyle bağı olmayan bağlantılarla ve yaygın bir biçimde kullanılan, tartışmalı
bir “altmışlar ruhu” üzerinden meşrulaştırılan yardımcı fiillerle meşgul oldular.
Bu sebeple, ilgili yazarlar, neredeyse sadece gerçekte yapılana değil, 68
hakkında söylenenlere odaklandılar ve Fransız teorisi ile Mayıs-Haziran 1968
aktivizminden ortak bir öz ya da “mantık” damıttıklarını iddia ettiler.[13]
Şimdi Ferry ve Renaut’nun “68 düşünürleri” olarak görüp
saldırdıkları Foucault, Bourdieu, Derrida ve Lacan’ı bu ışık altında ele alalım.
Öncelikle belirtmekte fayda var: Foucault, ayaklanmaların
sadece ilk birkaç gününde Fransa’daydı, eylemlere hiç katılmadığı gibi,
harekete açıktan destek sunmadı, herhangi bir dayanışma eylemi içerisinde yer
almadı.[14] Bunun sebebi ise Foucault’nun üniversiteyi modernize edilmiş
teknolojik-bilimsel kapitalist ekonominin çıkarlarına daha iyi hizmet edecek
hâle sokmayı amaç edinmiş Eğitim Bakanı Christian Fouchet’nin akademide
yürüttüğü Dögolcü reformların bizatihi parçası olmasıydı. “Fouchet Reformu”
olarak anılan bu reform, herkes tarafından 68 hareketini tetikleyen ana
unsurlardan biri olarak kabul ediliyor.
Öğrenciler, müfredatla ilgili tercihlerini
sınırlandırdıklarını düşündükleri, sırtlarına mali yük bindirecek olan, uygun
kişilerin seçilmesine dayalı eğitim anlayışının örtük biçimi olarak gördükleri,
toplamda, kendilerini kapitalizm denilen makinenin dişlilerine dönüştürecek
sürecin akacağı zemini hazırlayan unsur olarak değerlendirdikleri reforma karşı
harekete geçtiler.[15] Görev yaptığı edebi ve bilimsel öğretim komisyonunun
toplantı tutanaklarına bakıldığında, Foucault’nun bu reforma karşı çıktığına dair
herhangi bir işarete rastlanmıyor, hatta kendisinin komisyonun çalışmaları için
birkaç hazırlık raporu kaleme aldığı görülüyor.[16]
Didier Eribon’un o haklı hatırlatmasında dile
getirdiği biçimiyle, bizim yetmişlerin başında politikleşmiş Foucault imajını École
Normale Supérieure’nun [“Yüksek Öğrenim Okulu” -ENS] elit öğrencilerinden
oluşan iktidar ağına yakalanmış, geleceğini o ağa bağlamış akademisyene ve işine
saygılı idareciye yansıtırken dikkatli olmak gerekiyor.[17] Gerçekte Foucault,
68 öncesinde herkesçe “ağır antikomünist” bir “züppe” olarak
tanınıyordu.[18] 1967-68 yıllarında Tunus’taki öğrenci mücadelelerinin bazı
yönleriyle dayanışma içinde olduğunu zımnen ifade etmesine ve daha sonra Mayıs
ayının çalışmalarının yeniden yönlendirilmesindeki önemini kabul etmesine
rağmen, 1968’de Fransız barikatlarının diğer tarafında olduğu da aynı ölçüde
açık bir husus.[19] Foucault, 68’in sonlarında Fransa’ya döndüğünde solcu
aydınların ona şüpheyle yaklaşmasının sebebi budur. Bernard Gendron’un
ifadesine göre:
“Foucault,
politikayı küçümsemesiyle, bu anlamda alabildiğine apolitik olmasıyla, Fransız
Komünist Partisi’ni şiddetle eleştirmesiyle, Dögolcü teknokrat oluşuyla ve
insanın failliği denilen melekeyi redde tabi tutmasıyla ün kazanmış bir
isimdi.”[20]
Cornelius Castoriadis de benzer bir değerlendirmede
bulunuyor: “Foucault, 1968’e dek aldığı gerici konumları hiç saklamadı.”[21]
Jean-Claude Passeron, France Culture radyo
kanalına verdiği bir röportajda, Bourdieu’nün ayaklanmalar sırasında Paris
kafelerinde kendisiyle birlikte sınav kâğıtlarını okuyup not verdiğini ve
toplumsal mücadelelere çok az ilgi gösterdiğini anlatıyor. Pierre Mounier ise
değerlendirmesinde, “Bourdieu’nün Mayıs 1968 olayları esnasında ortalıkta
görünmemesinin dikkat çekici bir husus olduğunu” söylüyor, “ondaki aktivizm,
birçok sosyolog meslektaşından farklı olarak, yüksek eğitime uzman müdahaleleri
gerçekleştirmekle sınırlıydı” diyor.[22] Craig Calhoun ise “bilimle siyaset
arasındaki ayrımı ortadan kaldırmayı öngören solcu eğilime özel olarak karşı çıkan ve o dönem Marksizme
hâkim olan versiyonların etkisi altında olan Bourdieu’ye eylemci öğrencilerin
romantizmi hiç cazip gelmedi” tespitinde bulunuyor.[23]
Bourdieu’nün başında bulunduğu araştırma merkezi,
Mayıs ayı boyunca Centre National de la Recherche Scientifique’teki
[“Ulusal Bilim Araştırmaları Merkezi”] faaliyetlerini sürdüren tek merkezdi. 1968’de
merkezinde araştırma görevlisi olan ve harekete aktif olarak katılan Christine
Delphy’nin aktardığına göre, Bourdieu, Mayıs ayında onu aradı ve harekete dâhil
olup olmayacağını, kendisinin katılmasının gerekli olup olmadığını sordu.
Delphy verdiği cevapta, katılımın önem arz ettiğini, zira öğrencilerin The
Inheritors: French Students and Their Relations to Culture [“Varisler:
Fransız Öğrencileri ve Onların Kültürle İlişkileri” 1964 Fransızca] isimli
çalışmasındaki tezlerden ilham aldığını söyledi. Buna rağmen Bourdieu, hayat
hikâyesini kaleme alan Marie-Anne Lescourret’nin aktardığına göre, “sokağa hiç
çıkmadığı gibi, solla birlikte de hareket etmedi. Sadece 13 Mayıs günü yapılan
protesto yürüyüşüne katıldı.[24] Delphy sonrasında, Bourdieu’nün eylemlere
katılmasının onun ne anlama geldiğini anladığını söyleyecekti: “Asistanlarından
bürolarında kalıp çalışmalarının fotokopisini almalarını ve onları
göstericilere dağıtmalarını istedi.”[25]
Bourdieu’nün bu araştırma merkezini 68 karşıtı Raymond
Aron için yönettiğini hatırlamakta fayda var. Raymond Aron’un anti-Marksist
sosyal-bilimsel araştırmalar için önemli miktarda ABD fonuna doğrudan erişimi
vardı ve Kültürel Özgürlük Kongresi’nin (CIA için bir paravan olduğu ortaya
çıkan antikomünist bir propaganda örgütü) Fransa’daki başlıca entelektüel
sözcüsüydü.[26] Bourdieu, ilk çalışmalarını Aron’un gözetimi altında
geliştirmiş, Sorbonne’da onun asistanı olarak görev yapmış ve sohbetlerinde ona
samimi bir ifadeyle “tu” [“sen”] diyecek kadar onunla dost olmuştu. Aralarındaki
ilişki, Bourdieu’nün Varisler’i yayımlanmasıyla gerildi. İkili arasındaki ilişki, 1968
civarı koptu. Bourdieu, neoliberalizme karşı refah devletine
yönelik savunusu ve bu davaya bağlılığı sebebiyle ancak doksanlarda muteber bir
isim hâline gelebildi.[27]
Science of Science and Reflexivity [“Bilimin Bilimi ve Düşünümsellik” Fransızcada 2001,
İngilizcede 2004] isimli eserinin son bölümünde geliştirmeye başladığı argümanı
üzerine kurulu Sketch for a Self-Analysis’da [“Kendi Kendini Analiz Etme
Pratiği İçin Taslak” Fransızcada 2004, İngilizcede 2008] Bourdieu, kendisinin 68
isyanlarının dile döktüğü beklentilerine, iddiasına göre, şans eseri cevap
veren felsefecilerle arasına net bir mesafe koydu. Kurumsal ve özel güç
oyunlarına dair içsel analizine göre bu düşünürler, “sosyal bilimlerin,
özellikle dilbilim ve ‘yapısalcı’ antropoloji yoluyla yükselişinin felsefeciler
için temsil ettiği tehdide karşı muhafazakâr bir tepkinin her işaretini ortaya
koymuşlardı.”[28] Akıl hocası Aron’un geleneğini takip eden Bourdieu, sözde
ampirik kanıtları, solculuğun “devrimci yapmacıklığı” olarak reddettiği şeye
tercih etti. “Postmodernizm” ve “radikalizm” arasındaki yaygın, ancak hatalı
tarihsel birleşime tanıklık eden aşağıdaki ifade, tümüyle alıntılanmaya değer:
“Aldığım,
kayıtsız ve ihtiyatlıymış gibi görünen konumum, bir yandan da beni
‘kahramanlık’, ‘devrimcilik’, ‘radikalizm veya daha doğrusu, ‘radikallere has
şıklığı’ esas alan duruşu, hâsılı, felsefi derinlikle tanımlı postmodern
radikalizmi, ayrıca sadece (Foucault ve Deleuze’den farklı olarak) ‘aşırı
solculuğu’ ve bunun yanında, Fransız Komünist Partisi ile (Althusser’e tam zıt
konum almak suretiyle) Mao’yu redde tabi tutmaya iten düşünsel eğilimlere çok
şey borçludur. Aynı şekilde, söyleyenlerin [phraseurs] ve yapanların [faiseurs]
bende uyandırdığı antipatiyi ve ‘kanıtın emekçilerine’ [travailleurs de la
preuve] duyduğum saygıyı açıklayan da hiç şüphesiz ki bu düşünsel eğilimlerdir.”[29]
Bourdieu, böylece kendisini Aron’un çizgisini
titizlikle takip eden bir sosyal bilimci olarak konumlandırıyor, iddialı bir biçimde,
kendisini siyasetin ve sınıf mücadelesinin küçük kavgalarının üzerine
çıkartıyordu (sanki Aron’un yönelimi, mali destekçilerinden ve ondaki bağnaz
antikomünizmden de anlaşılacağı üzere, baştan aşağı politik değilmiş gibi).
“Tüm gösterilerde, tüm genel toplantılarda bulunan,
broşür ve önergelerin hazırlanmasında yer alan” arkadaşı Maurice Blanchot’nun
aksine Derrida, “Mayıs 68 hareketinin bazı yönleri konusunda biraz içine
kapanık, hatta çekingen bir isimdi.”[30] Derrida, 13 Mayıs günü öğrencilerle
birlikte yürüdü, Yüksek Öğrenim Okulu’ndaki genel meclisi bizzat örgütledi.
Ancak öte yandan, harekete yönelik tepkisini şu şekilde ifade ediyordu:
“Nihayet
‘özgürleşmiş’ olan ifadedeki ve yeniden kazanılmış olan ‘şeffaflık’taki o
coşku, örgütler kaynaşsın diyen harmancılar, sendika karşıtı öfori ve o
kendiliğindenlik dini fazlasıyla endişelendiriyor beni, artık kendimi onlara
karşı gardımı almak zorunda hissediyordum. Ben, bu tür şeylere hiçbir zaman
inanmadım.”[31]
Kendisinin de dile getirdiği biçimiyle, Derrida bir
“68’li değildi, kalbi hiçbir vakit barikatlarda olmadı.” “Şeffaflık, aktarmasız
ve gecikmesiz iletişim, her türlü aygıttan, partiden ya da sendikadan kurtulma
çağrısı” olarak adlandırdığı şeyden rahatsız olan Derrida, “kendiliğindenciliğe”
olduğu kadar “işçiciliğe ve yoksulluğa” karşı da dikkatli olunması gerektiği
uyarısında bulunuyordu.[32]
Derrida, 1989’da “68 dönemini ve Althusserci Marksizm
ile Fransız Komünist Partisi’ne (PCF) duyduğu nefretini açıktan dile döktüğü
bir röportajda, miras alındığı şekliyle “sınıf” kavramının anlamsız olduğunu
açıktan ilân etti:
“Toplumsal
sınıf ifadesini kullanarak bitmiş tamamlanmış veya makul karşılanacak
cümleler kuramıyorum. Toplumsal sınıf ne anlama geliyor, gerçekten
bilmiyorum.”[33]
Bir küçük burjuva aydın olarak Derrida’nın fikirlerine
yön veren temel önermenin “bendeki öznel beceriksizlik, nesnel gerçekliğin
tezahürüdür” olduğunu gözden kaçırmayalım: Bu bağlamda Derrida esasında şu
şekilde düşünüyor: “Sınıf anlamsızdır (yani madem ben, ‘sınıf’ terimini
kullanarak makul cümleler kuramıyorum, o vakit demek ki bu terim kimse için
anlamlı değildir).”
Marksizmin gerçekte varolan geleneği dâhilinde
üretilmiş sayısız metni tümüyle görmezden gelen ve her yana yerleştirilen o
“Marksizmin ekonomizm dogması” denilen bostan korkuluğuna bel bağlayan Derrida,
aynı röportajın devamında, bu geleneğin kavram ve söylem açısından arınmadığı
gerekçesiyle, onu azarlayan cümleler kuruyor, ardından da şu önerisini
dillendiriyordu: “Heidegger’le ya da Haydegerci sorunsalla biraz olsun iştigal
etmek zaruri kılınmalı.”[34]
Esasında burada Derrida’nın sınıf kategorisine yönelik
reddiyesine, bir biçimde Marksizmle iştigal edenlere Naziliği konusunda hiç
pişmanlık duymamış bir Nazi’nin felsefesini dayatma teşebbüsü eşlik ediyordu. Bu
anlamda, 1968’deki kitlesel hareketler konusunda Derrida’nın sırf o hareketler
içerisinde “toplumsal sınıf” kategorisine başvuranlar dâhil oldu ve bu insanlar
Heidegger okumadılar diye onları kolektif cehaletin tezahürü olarak görmesi ve
bu hareketlere yönelik tiksintisini dile getirmesi hiç de şaşırtıcı değil.
Derrida, ayrıca öğrenci hareketini, tıpkı Fransa’da iki ay sonra en sağcı
temsilciler meclisinin seçilmesinde olduğu gibi, tehlikeli sonuçlara yol açma
potansiyeline sahip olduğu, “gerçeklikle alakası bulunmadığı” için yerden yere
vurdu.[35] Bazıları, tüm saflığıyla yaz boyu mücadeleye devam ederken, Derrida,
sağduyulu bir insan olarak, Paris’teki işinden emekli olup yazı yazmak için
ailesinin evine yerleşti.
Lacan da hareketin kıyısında köşesinde kalmayı tercih etmiş isimlerden
birisiydi. Hareketi merak edip onu az buçuk desteklemiş olsa da Lacan,
Elisabeth Roudinesco’nun ifadesiyle, o süreçte “hiçbir devrimin, tebaasını kölelikten
kurtaramayacağını” her fırsatta anımsatıp duran “sert baba” rolünü oynadı.[36] Lacan, 1968
baharında Cohn-Bendit ve öğrenci hareketinin diğer liderleriyle görüşmek
istedi, onların hazırladıkları dilekçeleri imzaladı ve bazı eylemler için “etkili ve gizli” kimi mali
destekler sundu.[37] Ayrıca, 10 Mayıs’ta Le Monde’da yayımlanan
öğrencilere destek mektubuna da imza attı. Ancak Jacques Sédat ve diğer
akademisyenler, Lacan’ın Mayıs olayları sırasında ve takip eden aylarda,
özellikle de yükselen Maoist akım karşısında hayal kırıklığı ile karışık bir
kızgınlık yaşadığını vurguladılar.[38] Lacan’ın kızı ve damadı, ENS’deki Les
Cahiers pour l’analyse [“Analiz Defterleri”] dergisiyle bağlantılı Lakancı
grupta yer alan, davaya bağlı Maoistlerdi.[38] Roudinesco’ya göre, bu Lakancı
grubun Maoizme bağlılığı “Lacan için bir felâketti”, çünkü umutlarını bağladığı
öğrenci grubu, siyasi bağlılıkları nedeniyle onu terk etmekteydi.[39] Alain
Geismar, Gauche prolétérienne’e [“Proleter Sol”] mali destek için
Lacan’a gittiğinde, anladığımız kadarıyla Lacan şu cevabı vermişti: “Devrim mi,
ben zaten devrimin kendisiyim. Anlamadığım şu: ben sizi niye destekleyeyim? Siz benim
devrimimi imkânsız kılıyor, öğrencilerimi elimden alıyorsunuz.”[40]
Lacan, Aralık 1969’da Vincennes kampüsüne geldiğinde
hareket tarafından tepkiyle karşılandı ve öğrenciler, bir özeleştiri yapması
için ona baskı uyguladılar.[41] Kendisini “ilerleme karşıtı” bir “liberal”
olarak tanımlayan Lacan, “bu rejimin [muhtemelen Pompidou rejiminin] helotları
[ilotes -köleleri] rolünü” oynadıkları için öğrencilerle alay ediyor, onlara
şunu söylüyordu: “Devrimci özlemin her daim tek muhtemel sonucu vardır, o da
efendinin söylemi hâline gelmektir [L’aspiration révolutionnaire, ça n’a
qu’une chance, d’aboutir, toujours au discours du maître]. Deneyimlerin
kanıtladığı şey de budur. Devrimciler olarak arzuladığınız şey, bir efendidir. O
efendiyi bulacaksınız.”[42] Lacan, “devrimcileri” kendisinin ait olmadığı bir
grup olarak dışsallaştırmak suretiyle kendisini efendinin ya da en azından
başarısız devrimcilerin durumuna hâkim olan bağımsız ve müstakil aydınların
safında konumlandırıyordu.[43]
Özgürlükçü sosyalist örgüt Ya Sosyalizm Ya Da Barbarlık’taki çalışmaları 68 öğrenci ve gençlik hareketinin öncüsü olarak
kabul edilen Castoriadis, Renaut ve Ferry’nin baştan savma analizini ustalıkla
düzeltmeyi bilmişti. Castoriadis, bu analizi tümüyle saçma olarak nitelendirdi,
çünkü Renaut ve Ferry’ye göre “68 fikriyatı” 68 karşıtı bir fikriyattı ve temelde
68 hareketinin yıkıntıları üzerinden başarı kazanmış, hareketin elde ettiği
başarısızlıkla birlikte işlevli hâle gelmişti.”[44] Gerçekten de aydınlar,
öğrencilere bazen çekingen ve ihtiyatlı bir destek sunsalar da, Fransız
teorisiyle bağlantılı olan önemli profesörler işçi hareketini sessizlikle
geçiştirdiler, bazen ondan şüphe edip uzaklaştılar, bazen onu eleştirdiler ya
da harekete karşı çıktılar bazen de harekete sırtlarını dönüp kaçtılar. Daniel
Bensaïd’in tespitiyle, “Mayıs 68, kesinlikle Paris entelijansiyasının sokaktan
oturma odasına yükselen mikrokozmosu değildi.”[45] 1965-1975 arası dönemde ENS’de
politik faaliyetlerde bulunmuş bir isim olan Dominique Lecourt’un da aktardığı
biçimiyle, “gerçekte Mayıs 68’deki olaylar altmışların düşünürlerini lâl etti. Bu
düşünürlerin öğrencileri bu suskunluk karşısında kafa karışıklığına duçar oldu.
Anımsadığım kadarıyla, bazı isimler gizliden taşraya kaçıp sığındı, bazıları, değirmenin suyu kesildiği vakit anne-babalarının yanlarına koştu.”[46]
Mayıs ayında Paris’teki öğrenci hareketlerinin
yoğunlaştığı Latin Mahallesi’nin merkezinde çalışma yürüten Claude
Lévi-Strauss, Collège de France’taki araştırma merkezini terk edip lüks on
altıncı bölgeye sığındı. Mayıs 1968’i “iğrenç” bulduğunu söyleyen hocaya göre
hareket, üniversitedeki yozlaşmanın bir başka aşamasıydı.[47]
Hayat hikâyesini kaleme alan Tiphane Samoyault’nun ifadesiyle,
Roland Barthes da olaylara “göreceli bir kayıtsızlıkla” tepki verip geri çekilenlerdendi.[48]
14 Mayıs günü Sorbonne civarında dolaşan Barthes, 16 Mayıs’ta yapılan hararetli
tartışmaya katıldı ve orada “kendisini şiddetle eleştiren sözlerin muhatabı
oldu.”[49] Ne var ki bunun dışında eylemlerden uzak durdu, bu anlamda, Tel
Quel’in [“Bu Hâliyle”] dergisinin 34. sayısındaki “Devrim, Burada ve Şimdi”
manifestosunu imzaladı ne de (Jean-Pierre Faye tarafından Michel Butor, Jacques
Roubaud, Marguerite Duras, Maurice Nadeau, Blanchot ve Nathalie Sarraute ile
birlikte kurulan) Comité d'action étudiants-écrivains révolutionnaires’in
[“Devrimci Öğrencilerin ve Yazarların Eylem Komitesi”] kuruluşunda yer aldı. Kamuya
açık ve özel yazılarında olayların yıkıcı teatralliğine yönelik hem doğrudan
hem de dolaylı eleştiriler dile getiren Barthes, mektuplarında Mayıs-Haziran
aylarından kaygı verici, “acı dolu zamanlar” olarak bahsediyor, olup bitenlerin
içinde kendi yerini bir türlü bulamadığını itiraf ediyordu.[50]
Öğrenci hareketinin başladığı Nanterre’deki Paris
Üniversitesi’nde bulunan Hélène Cixous, topyekûn bir ayaklanma arzusu
karşısında şaşkınlık içinde, olayları izledi.[51] Emmanuel Lévinas da aynı
üniversitedeydi ve Mikel Dufrenne gibi hareketin destekçileriyle birlikte
felsefe bölümünde ders veriyordu. Ne var ki, biyografi yazarının ifadesiyle,
Lévinas, “otoriteye, düzene ve hiyerarşilere saygı duyan, gençlerin kendi
yasalarını yaşlılara dikte etmek istemelerini takdirle karşılamayan” bir isimdi.[52]
Hayat hikâyesinde aktarıldığı biçimiyle Lévinas, “öğrencileri açıktan mahkûm
etmese de olaylara hiçbir yerde katılmadı; bir öğrencisinin aktarımına inanacak
olursak, görünüşe göre o, öğrencilerden kaçmıştı.”[53]
Gilles Deleuze, (1969’da tanışacağı) gelecekteki
arkadaşı Félix Guattari tarzında bir militan olmaktan uzaktı, ancak Lyon’daki
öğrenci hareketine açıktan destek sundu ve öğrencilerin düzenlediği bazı
etkinliklere katıldı.[54] Ardından, işgalden sonraki ilk tez savunmalarından
birinde, 1969 başlarında Sorbonne’da savunduğu tezini bitirmek için yazı
ailesinin Limousin’deki evinde geçirdi. Anladığımız kadarıyla, tez komitesi, öğrencilerin
sunum için düzenlenecek oturumlara müdahale etmesinden korksa da hiçbir
müdahale yaşanmadı.
Hayatının ilerleyen aşamalarında Deleuze, geliştirdiği
bir dizi gerici görüşünü olayların tarihi konusunda bilgisizmiş pozu keserek
daha da pekiştirdi ve kendisine dair her türlü tartışmayı gereksiz kılacak şu
açıklamayı yaptı:
“Tüm
devrimler başarısızlığa mahkûmdur. Bu gerçeği herkes bilir: biz, sadece burada
Glucksmann ve Furet’nin antikomünist yazıları üzerinden bu gerçeği yeniden
keşfetmiş gibi yapıyoruz. Bu gerçeği bilmiyorsanız, demek ki siz tam bir
aptalsınız.”[55]
Nisan 1968’den beri hasta olan ve olaylardan uzak
duran Althusser, Fransız Komünist Partisi’nin olaylara dair konumunu belirli
bir mesafeden destekledi ve bu bağlamda, yaşananın devrimci bir durum olmadığını
söyledi.[56] Bu açıklama, öğrencilerin “Althusser bir hiçtir!” sloganını
atmasına neden oldu.
Ama bu noktada Althusser’in 15 Mart 1969’da Mayıs
olayları üzerine bir makale yayımladığını ve burada “son derece ilerici” olan öğrenci
isyanının “emperyalizme karşı küresel sınıf mücadelesine’ dünya tarihi düzleminde
sunduğu katkıyı kabul ettiğini belirtmek gerek.[57] Aynı zamanda Althusser,
medyanın öğrencilere odaklanan pratiğini eleştirdi ve işçilerin
gerçekleştirdiği genel grevin çok daha önemli olduğu üzerinde durdu. Bunun dışında
Althusser, FKP’nin ve öğrencilerin ideolojik sınırlarına dair olumlu bir
eleştirinin yapılmasının, bu konuların sistematik bir analize tabi tutulmasının
gerekli olduğunu söyledi. Yeniden Üretim Üzerine başlığıyla yayımlanan,
1969-1970 sonrası kaleme aldığı yazılarda, Mayıs 68’deki olayların ve sonrasında
yaşanan olayların kendisinin sınıf mücadelesinin okul, aile, kilise gibi
devletin ideolojik aygıtlarında her daim varolduğuna dair tezini empirik
düzeyde doğruladığını iddia etti.[58]
1965’te Kapital’i Okumak eserini birlikte kaleme aldığı öğrencileri açısından durum nispeten daha zordu.[59] François Dosse’ye göre, Pierre Macherey Sorbonne’daki derslerine zor koşullarda devam etmek zorunda kaldı. Étienne Balibar, 1969’da Vincennes’deki Paris Üniversitesi’nde ancak birkaç ay kalabildi, zira dersleri André Glucksmann ve Maoist eylemcilerin “Balibar-toi!” [“Balibar-ra!”] sloganlarıyla kesilmişti. [Kıbrıs şivesinde ve Arapçada “Barra” kelimesi, “defol, yürü git, dışarı” gibi anlamlara sahip. Fransızca sloganda atıfta bulunulan “Barre-toi” de aynı anlamda. -çn.]
Jacques Rancière harekete hiç dâhil olmadı. “Hiçbir
militan örgütle bağ kurmadı”, ama burjuva düzenine karşı harekete destek
sunmadığını düşündüğü için üstadına hızla mesafe aldı. 1974’te ise Altuzerci
Marksizmin sert bir eleştirisini kaleme alıp yayımladı.[60]
Kapital’i Okumak kitabının
yazarlarından biri olmamasına rağmen, Alain Badiou de Altuzerci çevre içerisinde
yer alıyordu. O dönemde sosyal demokrat olan Baidou, Birleşik Sosyalist Parti’nin
üyesiydi.[61] Zamanla radikalleşti ve yüzünü Maoizme, “zamana yayılmış olan
hareket” olarak tarif ettiği “dördüncü Mayıs 68”e çevirdi, bu bağlamda, takip
eden elli yıl boyunca yeni politika anlayışı arayışı içinde oldu.[62]
Eylemlere katılan bazı isimlerin ve konuyla ilgili
yorumda bulunan kişilerin açıklamalarına bakılacak olursa, profesörlerin
belirli bir kısmı ayaklanmaya kısmi destek sundu.[63] Ancak birkaç istisna haricinde,
mücadele içerisinde yer alan öğrenciler, bilhassa işçiler, en önemli Fransız
teorisyenlerince şüpheyle karşılandılar. Bu aydınlar, ne maddi fayda
sağladıkları, kapitalist toplumda işler olan bilgi aygıtına pratikte meydan
okudular, ne de sermayeye karşı emeğin mücadelesini verme konusunda hevesli
oldular. Bu sebeple, söz konusu isimler, isyan sürecinin kıyısında köşesinde
kalmayı tercih ettiler, onu doğrudan eleştirmediklerinde veya redde tabi
tutmadıklarında ise bu “duygu yüklü heyecan”ın [“l’émoi” gelip geçmesini
beklediler. (Bu “l’émoi” kelimesi Lacan’ın tercih ettiği bir terimdi. Zira
Lacan, yaşananın bir olay olduğu fikrini reddediyordu. Dolayısıyla, öğrencilerin
“et moi?” [“Peki ben?”] sorusuyla dalga geçmek için bu kelimeyi kullanan
Lacan, “Peki ben ne olacağım?” sorusunun narsistçe olduğu üzerinde duruyordu.)[64]
Mücadeleye 68’in gerçek düşünürleri ve aktörleri
katılırken, Fransa’nın önemli teorisyenleri, 68 karşıtı düşünürler ya da en iyi
hâliyle, 68’e teorik açıdan şüpheyle yaklaşan düşünürler olarak tepki geliştirdiler.
Sonuç olarak şu hususu dile getirmekte fayda var: Castoriadis’in gerçeğe aykırı
bir tahayyül dâhilinde “Lacan, Derrida, Foucault ve Bourdieu’nün yazıları barikatlardaki
eylemcilerce elden ele dolaştırılsa ne olurdu?” sorusuna verdiği cevabın
yerinde olduğunu görmek gerekiyor: “O yazılar o barikatlarda okunsaydı,
muhtemelen en iyi hâliyle eylemciler arasında dizginlenemeyen bir gülüşmeye
neden olur, en kötü hâliyle, hareketin ve katılımcıların kanı çekilir, o
kalabalık birden dağılır giderdi.”[65]
Gabriel Rockhill
1 Haziran 2023
Kaynak
İkinci Bölüm
Dipnotlar:
[1] I. Lenin, Proletarian Revolution and the Renegade Kautsky, Collected
Works, Cilt. 28 (Moskova: Progress Publishers, 1981), s. 261.
[2] Antonio Gramsci, Selections from Political
Writings: 1921–1926, Yayına Hz.: Quintin Hoare (Minneapolis: University of
Minnesota Press, 1990), s. 15.
[3] Bu iki 68 konusunda bkz.: Michel Simon, “Mai–Juin
1968, deux mois de luttes de classes en France,” La Nouvelle Critique 197
(Eylül 1968): s. 2–9; Aymeric Monville, Misière du nietzschéisme de gauche:
De Georges Bataille à Michel Onfry (Brüksel: Éditions Aden, 2007), s. 61; ve Ossian
Gani ile Fabien Trémeau’nün çektiği Tout
est permis mais rien n’est possible (“Her Şeye İzin Yok Ama Her Şey Mümkün” 2011)
isimli belgesel.
[4] Bu terimleri son derece dikkatli kullanıyorum, zira,
“Eski” ve “Yeni” Sollar arasındaki ayrım, genellikle “Eski Sol”un bir şekilde
ırk, toplumsal cinsiyet, cinsellik, çevre ve benzeri konulardaki mücadeleler
pahasına, ağırlıklı olarak beyaz erkeklerin emek mücadelelerine adanmış olduğu
şeklindeki yanlış ve samimiyetsiz bir tasvire dayanıyor.
[5] “Goşist”, kelimenin tam anlamıyla “solcu” olarak
çevrilebilse de, bu bağlamda “aşırı solcu” anlamına geliyor. Goşist ya da aşırı
solculuk, Simon’un açıkladığı gibi, “Aynı anda bir programın yokluğu ve
güçlerin maceracı bir şekilde değerlendirilmesi, sınıf güçlerinin dikkatli bir
şekilde değerlendirilmesi üzerine kurulu bir strateji ve taktiğin
reddedilmesidir. Bu karakter özelliği tipik olarak küçük burjuvadır.” Simon,
“Mai-Juin 1968,” s. 9. Aksi belirtilmedikçe tüm çeviriler bana aittir.
[6] Burada yaptığımız analizin amaçları doğrultusunda “Fransız
teorisi” ifadesi, yazı boyunca toplumsal düzlemde (İngilizce konuşan dünyada
postyapısalcılığı da içerecek biçimde) yapısalcılıkla bağlantılı, eğilim
belirleyici, küresel teori endüstrisinde birer yıldıza dönüşmüş isimlerden
oluşan aydın zümresini anlatmak için kullanılacaktır. Bu isimler arasında
Claude Lévi-Strauss, Jacques Lacan, Michel Foucault, Pierre Bourdieu, Jacques
Derrida, Hélène Cixous, Gilles Deleuze, Roland Barthes, Julia Kristeva ve Luce
Irigaray yer almaktadır.
[7] Gary Gutting, French Philosophy in the
Twentieth Century (Cambridge: Cambridge University Press, 2001), s. 371.
[8] Catherine Belsey, Poststructuralism: A Very
Short Introduction (Oxford: Oxford University Press, 2002), s. 18. Burada
alıntı yapılabilecek çok sayıda başka örnek var. Bu isimlerden biri olarak Noëlle
McAfee, Julia Kristeva’nın hayatına ve bu hayatın cereyan ettiği bağlama dair
sunduğu özette Mayıs 68’e bir paragraf ayırmış, Mayıs 68 ile Kristeva
arasındaki bağlantıyı hiçbir şekilde izah etmemiştir. Ancak önceki paragraflarda
yazar, Kristeva’nın hem felsefi hem de politik bir olgu olarak tarif ettiği
dildeki devrime dair araştırmasının genel çerçevesini sunmuş, bir sonraki
paragrafta ise Kristeva’nın 68’in başarısız olması sonrası ısrarla muhafaza
ettiği Maoizmi tartışmıştır. Yazarın aktarımına göre Kristeva, “politikaya 1974’te
gerçekleştirdiği Çin seyahatine dek veda etmemiştir.” Noëlle McAfee, Julia
Kristeva (New York: Routledge, 2004), s. 8. Yazar McAfee okurda, bu
tespitleri ışığında, bunu açıktan dile getirmese bile, Kristeva’nın hayatının
ve asarının Mayıs 68’le sorunsuz bir biçimde iç içe geçtiği izlenimi bırakmaktadır.
[9] Jason Demers, The American Politics of French
Theory: Derrida, Deleuze, Guattari, and Foucault in Translation (Toronto:
University of Toronto Press, 2019), s. 4. “Küresel 68 yıllarının bir ürünü
olarak Fransız teorisi konusunda fikir yürütmenin ne anlama geldiğini anlama”
amacını güden kitabında Demers, serbest çağrışım pratiğinden bir yöntem
devşirmeyi önerir: “Teoriye çağrışımsal düzeyde yaklaşmak […] metonimik düşünmek
demektir. Bir sistem için bir terim kullanmak yerine çağrışımsal veya metonimik
düşünmeye asıl yön veren, yakınlıktır, düşüncenin etkilediği, onu etkileyen ve
sınırlayan etkilere dair düşünme pratiğidir.” Demers, The American Politics
of French Theory, s. 6–7.
[10] Jacques Derrida, Margins of Philosophy (Şikago:
University of Chicago Press, 1982), s. 114, çevirisi bir miktar değiştirildi. Ayrıca,
Gary Gutting’in “solcuların güttükleri davalara olumlu yaklaşan ama onlara uzak
duran tavrın Derrida’ya has olduğu”na dair değerlendirmesine bakılabilir. Gary
Gutting, Thinking the Impossible: French Philosophy Since 1960 (Oxford:
Oxford University Press, 2013), s. 21.
[11] Oysa Derrida’nın felsefe ve politika konusunda
geliştirdiği özcü ve belirlenimci yaklaşım, bir sonraki cümlede aktaracağımız
cümlesinde net bir biçimde görülmekte, okur, akademik konferanslarındaki sunumlarıyla
bahsini ettiği olaylar arasında özsel bir ilişki bulunmasının zaruri
olduğunu düşünmeye itilmektedir: Bir dersinin başında Derrida, “her felsefe
konferansı, mutlaka bir politik anlam ve öneme sahiptir” der. Devamında da
şu tespitini yapar: “Üstelik bunun sebebi, felsefi olanın özüyle politik
olanın özü arasında her daim bir bağ olması değildir.” Özsel
ve genel olan bu politik anlam, gene de onun öncülüne galebe çalar, onu bir
şekilde derinleştirir, ayrıca felsefe konferansının uluslararası bir konferans
olduğu açıklandığında onu tayin eder. Burada da böylesi bir durum söz konusudur”.
Jacques Derrida, Margins of Philosophy, s. 111, vurgular bana ait,
çeviri bir miktar değiştirildi.
[12] Gutting, Thinking the Impossible, s. 20–21.
[13] Kendi tarihsel iddialarına geçerlilik
kazandırmak adına, Ferry ve Renaut, “68 düşünürlerinin politik harekete
katılmadıklarını”, parçası oldukları düşünce akımlarının hareketin “nedeni ve
sonucu” olmadığını, gene de “aynı mantık” dedikleri şeye sahip olduklarını
kabul etmek zorunda kalmıştır. Luc Ferry ve Alain
Renaut, La Pensée 68: Essai sur l’anti-humanisme contemporain (Paris:
Éditions Gallimard, 1988), s. 16; Bu “Önsöz”, İngilizce baskıda yer almıyor. Orada
şunu söylüyorlar: “Mayıs krizini önceleyen yıllar, hatta aylar içerisinde, saçma
bir yaklaşım dâhilinde olayların seyrini etkilediği iddia edilen, 68
hareketiyle hiçbir açıktan ilişkisi bulunmayan, kısmen dolaylı yoldan
bağlantılı olabilecek düşünceler geliştirildi: bu yayınlar ve Mayıs’taki
isyan, esasında aynı kültürel olguya aitti ve tıpkı birer semptom gibi,
farklı tarzlarda onu bizzat teşkil etmişti.” Ferry ve Renaut, La
Pensée 68, s. xviii–xix, vurgular bana ait, çeviri bir miktar değiştirildi.
[14] David Macey’ye göre Foucault, “17 Mayıs’ta
Charléty stadyumunda düzenlenen ve fabrikalarda işçi, üniversitelerde öğrenci
iktidarı talep eden 50.000 kişilik mitingde hazır bulunmuştur.” David Macey, The
Lives of Michel Foucault (New York: Vintage, 1994), s. 207. Kendisi de özel
olarak olup bitenlere dair bazı merak ve hayranlık duygularını dile getirmiş,
fakat o sırada bizzat dâhil olmamış ya da herhangi bir dayanışmayı açıkça ifade
etmemiştir.
[15] 22 Mart hareketine katılan, sonraki gelişmeler
içerisinde bir biçimde yer alan Jean-François Lyotard’ın tespitiyle, “Nanterre’deki
mücadelenin çıkış noktası, Fouchet reformlarına yönelik itiraz”dı.
Jean-François Lyotard, Political Writings (Minneapolis: University of
Minnesota Press, 1993), s. 41. Bu reformlar konusunda bkz.: Jacques Sauvageot,
Alain Geismar, Daniel Cohn-Bendit ve Jean-Pierre Duteuil, La Révolte
étudiante: Les Animateurs parlent (Paris: Éditions du Seuil, 1968), s. 40–41;
ve David Caute, The Year of the Barricades: A Journey Through 1968 (New
York: Harper & Row, 1988), s. 211–36.
[16] Bkz.: Didier Eribon, Michel Foucault (Cambridge,
Massachusetts: Harvard University Press, 1991), s. 128–43.
[17] Eribon’un tespitiyle, “Her şeyden evvel, sonraki
dönemin Foucault’suna dair imajı 1968 öncesi dönemin Foucault’suna yansıtma çabasından
uzak durmak gerekiyor. O dönemki meslektaşları, genel manada Foucault’yu ‘daha
çok solda’ konumlandırma konusunda uzlaşma içerisinde olsalar da bu, yaygın ve
herkesçe kabul gören bir değerlendirme değildir. Bu isimler, Foucault’yu her
türden militan faaliyetten uzak duran, ama bir yandan da politikayla epey ilgilenen
bir kişi olarak tarif ediyorlar. O dönemki arkadaşları, Foucault’nun yetmişlerde
radikal konumlar alıp aşırı sola kayması karşısında, en hafif deyimiyle, epey
şaşkına dönmüşlerdir.” Eribon, Michel Foucault, s. 132, tuhaf bir
biçimde tüm pasajların tamamı İngilizce çevirisinde yer almadığı için çeviri
değiştirildi.
[18] Eribon, Michel Foucault, s. 136, 138. Foucault’nun
politikasına dair eleştirel tutumunu her satırında muhafaza eden bir çalışma
için bkz.: Gabriel Rockhill, “Foucault: The Faux Radical,” The Philosophical Salon, 12 Ekim 2020.
Türkçesi: İştiraki.
[19] Macey’nin iddiasına göre, sonrasında Foucault, o
dönem hakkında tek satır yazmadığı, Tunus’taki öğrenci mücadelesinin
yoğunluğunu ve içerdiği riskleri epey abartmış, Mayıs 68 denilen politik
sahnedeki yokluğunu bu şekilde telafi etmeye çalışmıştır: “Tunuslu öğrencilerin
Fransız öğrencilerine kıyasla çok daha fazla risk aldığına tabii ki hiç şüphe
yoktu, ama sonrasında bu konuyla ilgili olarak yaptığı yorumlarda Foucault’nun kendisini
haklı çıkartma çabası içinde olduğunu görmek gerekiyor. 1970 sonrası içinde
faaliyet yürüttüğü ortamda Mayıs olaylarına katılmamış olmak, politik sahada
işlenmiş bir kusur ve ciddi bir günah olarak değerlendiriliyordu. Dolayısıyla,
Foucault, eylemlere katılmamış olmasını daha fazla risklerle yüklü bir mücadelede
doğrudan yer almış olduğunu sürekli dile getiren değerlendirmeleriyle izah
edip, kendisini eleştirmesi muhtemel kişilerin salvolarından kurtulmanın cazip
bir şey olduğunu gördü.” Macey, The Lives of Michel Foucault, s. 207.
[20] Bernard Gendron, “Foucault’s 1968,” The Long
1968: Revisions and New Perspectives içinde, Yayına Hz.: Daniel J. Sherman,
Ruud van Dijk, Jasmine Alinder ve A. Aneesh (Bloomington: Indiana University
Press, 2013), s. 21–48.
[21] Cornelius Castoriadis, La Montée de
l’insignifiance (Paris: Éditions du Seuil, 1996), s. 35.
[22] Pierre Mounier, Pierre Bourdieu, Une
Introduction (Paris: Pocket/La Découverte, 2001), s. 217.
[23] Craig Calhoun, “Centralité du social et
possibilité de la politique”, Le Symbolique et le social: La Réception
internationale de la pensée de Pierre Bourdieu içinde, Yayına Hz.: Jacques
Dubois, Pascal Durand ve Yves Winkin (Liège: Presses Universitaires de Liège,
2015), s. 236.
[24] Marie-Anne Lescourret, Pierre Bourdieu: Vers
une économie du bonheur (Paris: Éditions Flammarion, 2008), s. 233. Bourdieu
ayrıca 21 Mayıs 1968’de Le Monde’da, aralarında Derrida ve Paul
Ricœur’ün de bulunduğu 130 profesörün imzaladığı, öğretim ve araştırma üzerine
bir “Genel Meclis” (états généraux) düzenlenmesi çağrısında bulunan bir
makale yayımladı. Bkz.: Pierre Bourdieu, Political Interventions: Social
Science and Political Action, Yayına Hz.: Franck Poupeau ve Thierry
Discepolo (Londra: Verso, 2008), s. 41–45; ve Lescourret, Pierre Bourdieu,
s. 241–43. Hervé Hamon ve Patrick Rotman’ın aktarımına göre, Sartre’ın büyük
amfide konuşma yaptığı 20 Mayıs günü Sorbonne’da gerçekleştirilen konferans konuşmacıları
listesinde Bourdieu’nün adı da vardı. Hervé Hamon ve Patrick Rotman, Génération,
Cilt. I, Les Années de rêve (Paris: Éditions du Seuil, 1987), s. 523. Bourdieu’nün
1968’le ilişkisine dair başka detaylar konusunda bkz.: Jeremy F. Lane, Pierre
Bourdieu: A Critical Introduction (Londra: Pluto, 2000) s. 80–85; Michael
James Grenfell, Pierre Bourdieu: Agent Provocateur (Londra: Continuum,
2004), s. 65–71; ve 68: Une Histoire collective 1962–1981, Yayına Hz.: Philippe
Artières ve Michelle Zancarini-Fournel, (Paris: La Découverte, 2008), s. 191–97.
[25] Christine Delphy, “La Révolution sexuelle,
c’était un piège pour les femmes,” Libération, 21 Mayıs 1998 (Bu metin
yayınlandığında Delphy'nin adı “Delphi” olarak yazılıyordu). Ayrıca bakınız:
Lescourret, Pierre Bourdieu, s. 238–39.
[26] Diğer kaynaklar yanında bkz.: Pierre Bourdieu, Sketch
for a Self-Analysis (Şikago: University of Chicago Press, 2008), s. 33–34. Aron
ve Kültürel Özgürlük Kongresi konusunda bkz.: Gabriel Rockhill, “The CIA Reads
French Theory: On the Intellectual Labor of Dismantling the Cultural Left,” The Philosophical Salon, 28 Şubat 2017
[Türkçesi: İştiraki]; Frances Stonor Saunders, The
Cultural Cold War: The CIA and the World of Arts and Letters (New York: The
New Press, 2000); Pierre Grémion, “Écrivains et intellectuels à Paris,” Le
Débat 103 (1999): s. 82; ve Peter Coleman, The Liberal Conspiracy: The
Congress for Cultural Freedom and the Struggle for the Mind of Postwar Europe (New
York: The Free Press, 1989).
[27] Aron’dan kopuşu konusunda bkz.: Lescourret, Pierre
Bourdieu, s. 240–41.
[28] Bourdieu, Sketch for a Self-Analysis, s. 76–77,
çeviri bir miktar değiştirildi. Bourdieu’nün 1968’le ilgili sayısız
açıklamalarından bir örnek için bkz.: Pierre Bourdieu, Homo Academicus (Stanford:
Stanford University Press, 1988), s. 159–93; Pierre Bourdieu, Acts of
Resistance (New York: The New Press, 1999), s. 7; Bourdieu, Political
Interventions, s. 31–53.
[29] Pierre Bourdieu, Science of Science and
Reflexivity (Şikago: The Chicago University Press, 2004), s. 107, çeviri
bir miktar değiştirildi.
[30] Benoît Peeters, Derrida: A Biography (Cambridge:
Polity, 2013), s. 197 ve Geoffrey Bennington ve Jacques Derrida, Jacques
Derrida (Şikago: University of Chicago Press, 1993), s. 332. Blanchot, Derrida’dan
broşürler kaleme almasını istemiş, ama Derrida bu isteği geri çevirmiştir.
Blanchot’nun sürece dâhli ve Derrida’nın aldığı mesafe konusunda bkz.:
Christophe Bident, Maurice Blanchot: Partenaire invisible (Seyssel:
Éditions Champ Vallon, 1998), s. 469–83 ve Maurice Blanchot, Mai 1968,
révolution par l’idée (Paris, Gallimard, 2018).
[31] Jacques Derrida, Points…: Interviews,
1974–1994, Yayına Hz.: Elisabeth Weber (Stanford: Stanford University
Press: 1995), s. 347.
[32] Jacques Derrida ve Maurizio Ferraris, A Taste
for the Secret (Cambridge: Polity, 2001), s. 50.
[33] Jacques Derrida, Negotiations: Interventions
and Interviews, 1971–2011, Yayına Hz.: Elizabeth G. Rottenberg (Stanford:
Stanford University Press, 2002), s. 170.
[34] Derrida, Negotiations, s. 170, 173.
[35] Derrida ve Ferraris, A Taste for the Secret,
s. 49.
[36] Elisabeth Roudinesco, Jacques Lacan (New
York: Columbia University Press, 1997), s. 343.
[37] Jacques Sédat, “Lacan et Mai 68,” Figures de
la psychanalyse 18, Sayı. 2 (2009): s. 336; Ayrıca bkz.: Roudinesco, Jacques
Lacan, s. 336.
[38] Ayrıca bkz.: Jean-Michel Rabaté, “Lacan’s ‘année
érotique’”, Jacques Lacan: Between Psychoanalysis and Politics içinde, Yayına
Hz.: Samo Tomšič ve Andreja Zevnik (Londra ve New York: Routledge, 2016).
[39] Roudinesco, Jacques Lacan, s. 338. François
Wahl’a göre, Lacan “Maocuların yanıldığını düşünüyordu ama damadının ve kızının
bağlılığını çok ciddiye alıyor ve onlarla asla dalga geçmiyordu” (aktaran:
Roudinesco, Jacques Lacan, s. 337).
[40] Roudinesco, Jacques Lacan, s. 338.
[41] Bkz.: Roudinesco, Jacques Lacan, s. 342.
[42] Jacques Lacan, The Seminar of Jacques Lacan:
The Other Side of Psychoanalysis (17. Kitap) (New York: W. W. Norton &
Company, 2007), s. 207, 208. Roudinesco’nun tespitine göre, “Lacan’ın ‘devrim
arzusu, bir efendi arzusunun tezahüründen başka bir şey değil’ demesinin
nedeni, esasında ‘totaliter’ olarak nitelediği Maoist devrimin karşısına, bir
bütün düşüncesinin ve ona denk düşen, düşüncenin bütünlüğünü yok etmeye
amaçlayan eylemin yegâne muhtemel alternatifi olarak gördüğü Froydcu devrimle
çıkmanın görevi olduğunu düşünmesiydi.” Lacan, The Seminar of Jacques Lacan (17.
Kitap), s. 344.
[43] Bu konuda, Nicos Poulantzas’ın yeni felsefecilerin
“içi boş ve iddialı İktidar ve Devlet metafiziği” üzerine çalışmalarında içkin
olan Lakancı söyleme yönelik çarpıcı eleştirisine bakılabilir: “Tüm iktidarı
Devlet’e indirgeyen, tüm iktidarda İktidar-Devlet denilen özgün gerçekliğin
sonucunu gören, Marksizm değil, tam da bu anlayışın kendisidir. İlgili anlayışta
her şey, (tam da Lakancı psikoanaliz anlayışının gerekli kıldığı biçimiyle) Efendi’nin,
Devlet’in ve Hukuk’un kopyasıdır; bu anlayışa göre, her türden mücadelenin
yanında, güç, dil, konuşma, yazı ya da arzu gibi her türden toplumsal gerçeklik,
ancak İktidar-Devlet aracılığıyla varolabilir.” Nicos Poulantzas, State,
Power, Socialism (New York: Verso 1980), s. 40–41, çeviri bir miktar
değiştirildi.
[44] Cornelius Castoriadis, La Montée de
l’insignifiance (Paris: Éditions du Seuil, 1996), s. 39.
[45] Alain Krivine ve Daniel Bensaïd, Mai si!
1968-1988: Rebelles et repentis (Montreuil: PEC-La Brèche, 1988), s. 13.
Daniel Cohn-Bendit ve Jean-Pierre Duteuil, ayrıca solcu aydınların “olan
bitenden az çok bihaber olduklarını, bunun da hayırlı bir durum olduğunu” söylemektedir.
Sauvageot vd., La Révolte étudiante, s. 70.
[46] Dominique Lecourt, The Mediocracy: French
Philosophy since the mid-1970s (Londra: Verso, 2001), s. 27, çeviri bir
miktar değiştirildi.
[47] Bkz.: Emmanuelle Loyer, Lévi-Strauss: A
Biography (Cambridge: Polity Press, 2018), s. 468 ve Claude Lévi-Strauss ve
Didier Eribon, De près et de loin (Paris: Éditions Odile Jacob, 1988), s.
114, 116.
[48] Tiphane Samoyault, Barthes: A Biography (Cambridge:
Polity Press, 2017), s. 307.
[49] Samoyault, Barthes, s. 311.
[50] Samoyault, Barthes, s. 312.
[51] Peeters, Derrida, s. 200.
[52] Marie-Anne Lescourret, Emmanuel Lévinas (Paris:
Éditions Flammarion, 1994), s. 241.
[53] Lescourret, Emmanuel Lévinas, s. 240. Christophe
Bident, Lévinas’ın harekete dair “sert” değerlendirmelerini ve ona dönük tepkisini,
Lévinas’taki coşkuyu hiçbir şekilde paylaşmayan dostu Blanchot’nun tepkisiyle
birlikte ele alıyor. Bident, Maurice Blanchot, s. 470.
[54] Bkz.: François Dosse, Gilles Deleuze et Félix
Guattari: Biographie croisée (Paris: Éditions la Découverte, 2007), s. 216–18
ve Frida Beckman, Gilles Deleuze (Londra: Reaktion, 2017), s. 39–41). Anglosakson
dünyasındaki görünürlüğünün büyük kısmını Deleuze ile olan ilişkisine borçlu
olan Guattari, Odeon Tiyatrosu ve Ulusal Pedagoji Enstitüsü’nün işgaline katılmıştır.
Dosse, kendisini 68 sırasında “sudaki bir balık” olarak tasvir ediyor. Dosse, Gilles
Deleuze et Félix Guattari, s. 208–16.
[55] Pierre-André Boutang, L’Abécédaire de Gilles
Deleuze (1996), deleuze.cla.purdue.edu adresindeki hâlinden istifade
edilmiştir.
[56] Bkz.: Douglas Johnson’ın Louis Althusser’in The
Future Lasts Forever: A Memoir [“Gelecek Uzun Sürer”] çalışmasına yazdığı
önsöz (New York: The New Press, 1993), s. xii. 1968’de Fransız Komünist Partisi
içerisinde ve etrafında dönen çok boyutlu tartışmalar ve mücadeleler konusunda bkz.:
Simon, “Mai–Juin 1968”; Roger Martelli, Communistes en 1968: Le Grand
Malentendu (Paris: Les Éditions sociales, 2018); ve Artières ve
Zancarini-Fournel, 68: Une Histoire collective, s. 336–47.
[57] Louis Althusser, “À Propos de l’article de Michel
Verret sur ‘Mai étudiant,’” La Pensée 143 (Şubat 1969): s. 11, 12.
[58] Louis Althusser, On the Reproduction of
Capitalism (Londra: Verso, 2014), s. 158, 220.
[59] Bkz.: François Dosse, History of Structuralism,
Cilt 2: The Sign Sets, 1967–Present (Minneapolis: University of
Minnesota Press, 1997), s. 107–88.
[60] Bkz.: Jacques Rancière, The Method of Equality
(Cambridge: Polity, 2016), s. 15.
[61] Bkz.: Alain
Badiou, On a raison de se révolter: L’Actualité de Mai 68 (Paris:
Librairie Arthème Fayard, 2018), s. 43–45.
[62] Bkz.: Alain Badiou, The Communist Hypothesis
(Londra: Verso, 2015), s. 33–51.
[63] Bkz.:
Sauvageot vd., La Révolte étudiante, s. 43, 76; Bernard Brillant, Les
Clercs de 68 (Paris: Presses Universitaires de France, 2003), s. 563;
Simone de Beauvoir, All Said and Done (New York: Paragon, 1993), s. 425;
François Dosse, La Saga des intellectuels français 1944–1989 Cilt. II: L’avenir
en miettes (Paris: Éditions Gallimard, 2018), s. 21–28; ve Alain Touraine, Le
Mouvement de mai, ou le communisme utopique (Paris: Éditions du Seuil,
1968), s. 239–44. Nanterre’deki Paris Üniversitesi’nde ders veren ve hareketin
aktif bir katılımcısı olan Épistémon (Didier Anzieu), profesörlerin yaklaşık
dörtte birinin devrimci, yarısının reformist ve diğer dörtte birinin de
harekete karşı olduğunu iddia etmiştir. Bkz.: Épistémon, Ces Idées qui ont
ébranlé la France (Paris: Fayard, 1969), s. 89.
[64] Jacques Lacan, “En conclusion,” Lettre de
l’École freudienne 9 (Aralık 1972): s. 512. Sonraki sayfada Lacan sözlerine
şu şekilde devam eder: “İsyanı, düzeni her daim yeniden sağlayan devrime
indirgediğim için bağışlayın beni.” Lacan, “En conclusion,” s. 513.
[65] Castoriadis, La Montée de l’insignifiance, s. 34.
0 Yorum:
Yorum Gönder