Lenin bir yerde, “Marksist, toplumsal barışı değil, sınıf mücadelesini temel alır” der.[1]
Başka bir yazısında ise şu tespitini aktarır: “İç savaşı reddetmek veya
onu akıldan çıkartmak, uçlara savrulmuş oportünistlerin, sosyalist devrimden
vazgeçmişlerin işidir.”[2]
Bugün
Türkiye’de “Marksistler”in önemli bir kısmı, devrimden vazgeçmişlerden ve
oportünistlerden oluşuyor.
Komünist
hareket, kuruluş aşamasında ezilen-sömürülen halk kitlelerinin kavgasını,
mücadelesini, savaşını omuzlayamamış olması sebebiyle, Türk devletinin
Sovyetler’le kurduğu ilişkilere kul ve râm olmuş bir siyasetten başka bir şey
değildir. O ilişkilerin seyrine tabidir.
Ülkedeki
burjuva partinin lideri, Sovyetler’e teknik sebeplerle yanaştığında, içteki
komünist hareket de başka bir hâle ve merhaleye geçmiştir. İçteki eleştirilere
bu geçiş biçim vermiştir. Demirel’in ilişkisi, 1931’de Rusya’yı ziyaret eden
Falih Rıfkı Atay’ın “inkişaf” dediği süreç için atılan adımların bir devamıdır.
CHP
zihniyeti Atay’da özetlenir: Atay, “Rusya’nın kabuğunu, şeklini, inkişafını
alalım, özünü çöpe atalım”dan başka bir şey söylemez. Şura hükümetleri, Halk
Zümresi faaliyetleri, Yeşilordu pratiği, Halk İştirakiyyun’un ve TKP’nin
kavgası mas edilip kontrol altına alınsın diye var edilen CHP, tarihsel süreç
boyunca bu görev yerini hiçbir vakit terk etmemiştir. Tabii ki bu CHP’ye
“Demirel’i Sovyetler’e işçi sınıfı olarak bizim mücadelemiz yanaştırdı” diyen
“komünistler”, eklenti olarak eşlik etmek zorundadır. O yanaştıkları,
eklendikleri Atay Kemalizmi için komünizm, şeriat kadar tehlikelidir:
“İsmet Paşa, Moskova’da 1
Mayıs geçit resmini seyrederken, Süleymaniye Camii’ne asıldığını işittiğimiz
kırmızı bayrak da bizi tasalandırmaz. Bu, tıpkı yeşil şeriat bayrağıdır. Bu bir
iktisadî sistem, bir içtimaî nizam bayrağı değil, bir anarşi bayrağıdır.
Nizamsızlıkta menfaat arayanlar, hiç değişmeyen direğe, o günkü iktidara karşı,
o günün moda rengine boyanmış bez parçasını çekeceklerdir: Ya şeriatın yeşil
rengi, ya demokrasinin beyaz rengi, ya anarşinin kırmızı rengi! Türk
inkılâpçılarının adı, Kemalizmdir.”[3]
Falih
Rıfkı’ya göre, “Moskova’dan yığın terbiyesi yöntemleri, faşist Roma’dan
korporasyon yöntemleri” alınmalıdır. İlerleme ve kitlelerin terbiye edilmesi
için her tür yönteme başvurulmalıdır. Atay, Moskova’da sadece “Kara kalabalığa
ilk emri veren adamlar, muharrirler, âlimler ve hatipler”[4] görür. Görmek
istediği şeylere kilitlenir. “Lenin’in ameleyle aydın arasında mütareke
imzaladığını” düşünür.[5] Bu mütarekeyi buraya öğütler.
Atay,
Anadolu’da gördüğünü ve görmek istediğini Rusya’da görmekte, Moskova’yı kendi
çıkarlarına göre konuşturmaktadır. 70 yıl sonra Sovyetler’e gönderilen TKP
kadroları da orayı buranın ihtiyaçları ve çıkarları ölçüsünde
değerlendirecektir. O kadrolar, kabuğu öz olarak algılamış, gelecek kuşaklara o
kabuğu ezberletmiştir.
Bir
muharririn “Bütün yeni Rusya ilme bağlanmıştır. İhtilalin başlıca
kelimelerinden ilki tekniktir”[6] sözünü aktaran Falih Rıfkı, buranın CHP’sini
konuşturur. Komünist hareketin Sovyet devletleriyle kurulan ilişkiler
dolayımıyla, devlete içerildiğini, burjuvaziye yedeklenildiğini görmek
gerekmektedir. Bugün konuşan, güç sahibi olan, sahnede dolaşan odur. “Devleti
tehdit eden akımlar”ı[7] tespit eden, şiddet karşıtı laflar sıralayan Falih
Rıfkı gibilerde temsil olunan, oralarda üretilen Kemalizmi “komünizm” olarak
önkabul etmekte, o vantrologun kuklası olmayı içine sindirebilmektedir.
TKP
şahsında küçük burjuva sol, “çakma Atatürk” olma derdindedir. Bugün TKP’nin tek
siyaseti, Falih Rıfkı’nın Kemalizmini millete “komünizm” diye pazarlamaktan
ibarettir.
Çünkü:
“Falih Rıfkı Atay’ın bu
yıllardaki Kemalizm tanımı içindeki önemli vurgularından biri, inkılabın
ideolojisinin durağan olmadığı, daima hareket halinde olduğudur.” [8]
Demirel’in
Moskova’ya gittiği dönemde Almanya’da TKP’nin çıkarttığı İşçi Postası gazetesinde
“Dinamik Atatürkçülük” yazısı yayımlanır.[9] “Ata’yı Anıyoruz” ana başlığıyla
çıkan sayıda yer alan yazıda asıl dert, “Atatürk ve Atatürkçülük”te “Sovyetik
bir öz” bulmak, böylelikle bir yerlerden icazet almaktır. Bu özün bulunması
gerektiğini söyleyen yazar, Atatürkçülüğü Osmanlı’ya karşı gerçekleştirilmiş
bir devrim olarak tanımlar. Çar’ın yerine padişahı koyan yazar, kendisine göre
Atatürkçülüğün içini doldurduktan sonra, devletin temelinin “akıl ve müspet
ilim” olduğunu söyler. Halkçılığı ve devletçiliği “çağdaş uygarlığa ulaşma”;
devrimciliği “sadece yapılan devrimleri korumak değil geliştirmek” olarak
tanımlar. Sonra da şunu söyler:
“Eğer toplum hâlâ
istenilen düzeye ulaşamamışsa, bunun sorumlusu elbette Atatürk değildir.
Sorumluluk, Atatürk’ü devam ettiremeyen, her ölüm yıldönümünde onu bir matem ve
övgü çemberi içinde yeniden öldüren sonraki kuşaklardadır. Düşüncelerimiz şu
sonuca bağlanıyor: Statik Atatürkçülük yoktur, dinamik Atatürkçülük
vardır.”[10]
Bu
TKP’nin inkişafçı, ilerlemeci “dinamik Atatürkçülüğü”, Falih Rıfkı’nınkinden
farksızdır. Bu anlamda, “bu ülkede hiç burjuva devrimi olmadı” diyenlerle,
“oldu, onun adı da Kemalizm, onu sonuna kadar savunmak gerek” diyenler, aynı
yerde durmaktadırlar.
Burjuva
siyasetinin tasmasından kurtulamamanın sebeplerini, bir yönüyle, TKP’nin Orak
Çekiç dergisinin 5 Mart 1925 tarihli nüshasında yapılan “kara kuvvet bizim
de burjuvazinin de düşmanıdır, biz her şeyden evvel bu müşterek düşmanı
yenmeliyiz; burjuvazi ile de ayrıca kozumuzu paylaşırız”[11] diyen açıklamada
aramak gerekmektedir. Çünkü bildiğimiz üzere, hep bir “kara kuvvet bulunmuş,
onun düşman olduğu burjuvaziyle ortaklık edilmiş, o koz hiçbir vakit
paylaşılmamıştır. Dünyaya ve hayata her daim Falih Rıfkı gibi bakılmıştır.
O
Falih Rıfkı, 7 Nisan 1970 günü gazetesinde şunları söylemektedir:
“Biz, İnönü Harbi
sıralarında yalnız emperyalizme karşı değil, ileride o kırk gencin şimdi temsil
ettiği aşırı solculuğa karşı savaşıyorduk. Yahya Kaptan o sıralardadır ki,
İsmail Suphi ve onunla birlikte Türkiye’ye sokulan Lenincileri denizde
boğmuştur. Ankara’dakiler de hapiste idiler.”[12]
Falih
Rıfkı, burjuvazinin sunağında kurban edilecek olan İsmail’i kasten mi
yanlışlıkla mı andı, bilinmez, ama onun Lenincilere ve Ankara’dakilere düşman
olduğu açıktır.
Atay’ın
kurucu ideoloji olarak inşa ettiği ve benimsediği Kemalizminin temelinde
antikomünizm vardır. O katliam, inkişaf için yapılmış, o komünistler o sebeple
hapse tıkılmıştır. Demek ki bugün o takada Falih Rıfkı’nın ideolojisine
örgütlenenler, o katliamın ortağıdır. “Emperyalizme ve Osmanlı gericiliğine
karşı” inşa edilmiş mutlak ve tartışma götürmez gücün gölgesine sığınıp,
kendilerini sağlama alanlar, bugünde antiemperyalist mücadeleyi de Leninciliği
de boğmaya mecburdur.
Kendisini
sınıf mücadelesi değil toplumsal barış temelinde inşa edenler, sınıfı o barışın
sunağında kurban ederler. “Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka,
Araplaşmamış Türk’e az rastgeliyordum”[13] diye yakınan Falih Rıfkı, bu
ırkçılığı, başkalarını yaban, aşağı ve barbar görmeyi bugünün sosyalistlerine
öğretmiştir. Bugün solcular, sınıfı, halkı, ezilenleri, bireyciliğin yüce,
tanrısal hâli olarak Türk ölçütüne göre değerlendirmeye tabi tutmaktadırlar.
O
sosyalistler, bugün olduğu gibi geçmişte de “kara kuvvet” bulmakta hiç
zorlanmadılar. İş tanımları ve varlık gerekçeleri buydu. Onlara bu ölçüt
üzerinden kum havuzu açılmıştı. Orada oynamaya, oyalanmaya mecburlardı.
Örneğin,
doksanlarda metal sanayicileri sendikası MESS için raporlar hazırlayan TKP
yöneticisi Ahmet Kardam[14], partide 1973 tarihli, Akgünler başlığını
taşıyan CHP seçim bildirgesini sosyalistlere tanıtma, benimsetme işini
üstlendi. Güya CHP eleştirisi sunan CHP Nedir Ne Değildir? isimli
kitabında, Ecevit’in “Ortanın solu, aşırı sol akımların yaratacağı seli
durduracak duvardır”[15] sözünü aktarıyor, devamında, “başta işçi sınıfı olmak
üzere halkın büyük bir çoğunluğu, oylarını CHP’ye vererek faşizme bir kez daha
‘hayır’ dedi” diyor.[16] Daha ileride, “CHP, 1930’ların ve 1940’ların faşizan
tek şef partisi iken, bugün işbirlikçi burjuvazinin, toprak beylerinin,
faşizmin boy hedefi bir parti haline gelmiştir”[17] tespitini yapıyor. CHP’ye
ısındırma girişimi dâhilinde, “Saldırılar ve kitle basıncı ile CHP, işçi
sınıfına yakınlaşacaktır”[18] öngörüsünde bulunuyor. Bugün de sosyalistler,
benzer değerlendirmeler yapıyorlar. CHP’ye onun kendisine inandığından daha
fazla inanıyorlar, bu partiye onun kendisine yüklediğinden daha fazla anlam yüklüyorlar.
“Ecevit’in
emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin programını uyguladığını” söyleyenler,
sele karşı inşa edilmiş duvarı tahkim ediyorlar. O emperyalistler ve
işbirlikçileri, bugün Harari türü ajanlarını İş Bankası üzerinden Türkiye’ye
getiriyor. Aklın, ilmin ve tekniğin iplerini tutanların ajanı olarak Harari, o
sempozyumda, “geleceğe bakın, arının, geçmişi unutun” diyor.
Bu
unutmaya uygun bireyler yetiştirme görevini, genel inkişafçılığı dâhilinde, sol
üstleniyor, emperyalistler ve işbirlikçileri için toplumsal araştırmalar
yapıyor, kültür-sanat çalışmaları yürütüyor, bu bağlamda, bireylere yoga ve
yaratıcı dans dersleri veriyor. Şiddetten arınmayı ve barışmayı öğretiyor. Yeni
kent ve yeni ülke için uysal kâhyalar ve bekçiler yetiştiriyor. Toplumsal barış
için sınıf mücadelesini öldürüyor. Suphi, tam da bu inkişaf için İsmail oluyor,
bu sebeple kurban ediliyor.
Eren Balkır
28
Ocak 2024
Dipnotlar:
[1] V. I. Lenin, “Gerilla Savaşı”, 30 Eylül 1906, İştiraki.
[2]
V. I. Lenin, “Proleter Devrimin Askeri Programı”, Eylül 1916, İştiraki.
[3]
Falih Rıfkı Atay, Moskova, Roma, Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi, 1932,
s. 4-5.
[4]
Falih Rıfkı Atay, Yeni Rusya, Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi, 1931, s.
57.
[5]
Falih Rıfkı Atay, a.g.e., s. 58.
[6]
A.g.e., s. 61-62.
[7]
“TKP Asıl Güvenlik Tehditlerini Açıkladı”, 13 Ocak 2024, Sol.
[8]
Funda Selçuk Şirin, “Ulus Devlet İnşasında Bir Aydın: Falih Rıfkı Atay”, Türk
Dünyası İncelemeleri Dergisi, Cilt 10, Sayı 1, s. 140.
[9]
Fazıl Sağlam, “Dinamik Atatürkçülük”, İşçi Postası, 2 Kasım 1967, Sayı
2, PDF.
[10]
A.g.e., s. 3.
[11]
Orak Çekiç, “Şeyh Said Ne Biçim Eşkıyadır”, Sayı 7, s. 3. PDF.
[12]
Aktaran: Ant Dergisi, “İşte Mustafa Suphi’nin Katilleri”, 14 Nisan 1970,
Sayı 172, s. 16, PDF.
[13]
Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, Cumhuriyet, Aralık 1998, s. 37.
[14]
Atılım, “Kriz ve Çıkış Yolu”, Kasım 2011 TKP.
[15]
Ahmet Kardam, CHP Nedir, Ne Değildir?, Ülke Yayınları, Ankara 1976, s.
12.
[16]
A.g.e., s. 16.
[17]
A.g.e., s. 174.
[18]
A.g.e., s. 175.
0 Yorum:
Yorum Gönder