04 Kasım 2008

,

Gerilla Savaşı


Gerilla eylemi meselesi, Parti’mizi ve işçi kitlelerini büyük ölçüde ilgilendiren bir meseledir. Aradan geçen zaman dâhilinde biz, bu mesele ile birçok kez ele aldık. Geçmişte vaat ettiğimiz üzere, şimdi burada konuyla ilgili görüşlerimizin eksiksiz denebilecek bir biçimini sunmak niyetindeyiz.

I

Baştan başlayalım. Her marksistin mücadele biçimleri meselesinin incelenmesine dair temel talepleri nelerdir? İlk olarak marksizm, öteki tüm ilkel sosyalizm biçimlerinden, hareketi tek bir özel mücadele biçimine bağlamamak noktasında ayrışır. Mücadelenin her türlü biçimini kabul eder ve onları “tertip etmez”, ancak hareketin genel gidişatında açığa çıkan devrimci sınıfların bu mücadele biçimlerini yalnızca genele teşmil eder, örgütler ve onlara bilinçli bir ifade kazandırır. Tüm soyut formüllere ve doktriner reçetelere kesinkes düşman olan marksizm, hareketin gelişmesi, yığınların sınıf bilincinin artması, ekonomik ve politik krizlerin şiddetlenmesiyle yeni ve giderek çeşitlenen savunma ve saldırı yöntemleri üreten, ilerleme hâlindeki kitlesel mücadeleye dönük özenli bir tavrı talep eder. Bu nedenle marksizm, herhangi bir mücadele biçimini mutlak mânâda reddetmez. Marksizm, mevcut toplumsal durum tüm kaçınılmazlığıyla değiştiğinde, bu döneme katılanlarca bilinmeyen yeni mücadele biçimlerinin doğacağını kabul ederek, yalnızca o anda mümkün ve var olan mücadele biçimleriyle kendini hiçbir koşul altında sınırlamaz. Bu hususta marksizm, eğer bu şekilde ifade etmemiz mümkünse, kitlesel pratikten öğrenir ve “sistemleştiriciler”in münzevi gerçekliklerinde icat ettikleri mücadele biçimlerini kitlelere öğretme tarzlarını hiçbir şekilde sahiplenmez. Örneğin daha önceleri, toplumsal devrim biçimlerini incelerken Kautski’nin de tespit ettiği üzere biz, yaklaşan krizin bizi şimdiden öngörmemizin mümkün olamayacağı yeni mücadele biçimleriyle tanıştıracağını biliyoruz.

İkinci olarak marksizm, mücadele biçimleri meselesinin tarihsel incelemesini kesin olarak talep eder. Bu meseleye, somut tarihsel durumdan ayrı bir şey olarak yaklaşmak, diyalektik materyalizme dair temel bilgilerin anlaşılmasında bir hata olduğunu gösterir. Ekonomik evrimin farklı aşamalarında, politik, millî-kültürel, hayatî ve öteki koşullardaki farklılığa bağlı olarak, farklı mücadele biçimleri öne çıkıp mücadelenin aslî biçimleri hâline gelirler ve bununla bağlantılı olarak ikincil, yardımcı mücadele biçimleri değişikliğe uğrar. Hareketin gelişimindeki verili bir aşamaya ait somut durumun ayrıntılı incelemesi yapılmaksızın, herhangi bir özel mücadele aracının kullanılıp kullanılmayacağı sorusuna “evet” ya da “hayır” biçiminde cevaplamaya çalışmak, marksist konumu tümden terk etmek anlamına gelir.

Bunlar, bize rehberlik etmesi gereken iki ilkesel teorik önermedir. Batı-Avrupa'da marksizmin tarihi, yukarıda söylenenleri doğrulayan sayısız örnek sunmaktadır.

Günümüzde Avrupa sosyal demokrasisi, parlamentarizm ve sendika hareketini mücadelenin başlıca biçimleri olarak görmektedir; geçmişte bu hareket, ayaklanmayı kabul etmiş, zamanla değişecek koşullara bağlı olarak, bugün Rusya Kadetleri ve Bezzaglavtsi[1] gibi burjuva liberallerinin genel kanaatinin aksine, gelecekte onay vermeye hazır bir hâle geleceklerdir. Yetmişlerdeki sosyal demokrasi, genel grevi, her derde deva toplumsal bir ilâç anlamında, burjuvaziyi tek darbede alaşağı etmenin politik olmayan bir aracı olarak reddetmişti, ancak sosyal demokrasi, sadece kitlesel politik grevi (özellikle Rusya’nın 1905 deneyiminden sonra), belirli koşullar altında başta gelen mücadele yöntemlerinden biri olarak kabul etti. Kırklarda sokağı ve barikat savaşını benimsemiş olan sosyal demokrasi, on dokuzuncu yüzyılın sonunda kimi nedenlerden ötürü bu yöntemi reddetti ve onu gözden geçirip, Kautski’nin ifadesiyle, yeni barikat savaşı taktikleri öğreten Moskova deneyiminden sonra, barikat savaşı siyasetini kabul etmeye tümüyle hazır olduğunu belirtti.

II

Genel marksist önermeleri belirledikten sonra, şimdi Rus devrimine geri dönelim ve onun ortaya koymuş bulunduğu mücadele biçimlerinin tarihsel gelişimini hatırlayalım. Öncesinde işçilerin ekonomik grevleri (1896-1900) vardı, ardından bunları işçilerin ve öğrencilerin politik gösterileri (1901-02) ve köylü ayaklanmaları (1902), çeşitli gösterilerle birleşen kitlesel politik grevlerin başlaması (Rostov 1902, 1903 Yaz’ı ve 9 Ocak 1905’teki grevler), yer yer yereldeki barikat savaşlarının eşlik ettiği tüm Rusya’yı kapsayan politik grev (Ekim 1905), kitlesel barikat savaşı ve silâhlı ayaklanma (Aralık 1905), barışçı parlamenter mücadele (Nisan-Haziran 1906), kısmî askerî ayaklanmalar (Haziran 1905-Temmuz 1906) ve kısmî köylü ayaklanmaları (1905 Sonbahar’ı-1906 Sonbahar’ı) takip etti.

Mücadele biçimleri ile ilgili olarak, 1906 Sonbahar’ındaki genel durum bu şekildedir. Otokrasinin “misilleme” olarak seçtiği mücadele biçimi, Kara Yüzler’in 1903 Bahar’ından (Kışinev) 1906 Sonbahar’ına (Sedlet) kadar geçen sürede gerçekleştirmiş olduğu katliamdır. Bütün bu dönem boyunca Yahudilerin, öğrencilerin, devrimcilerin ve sınıf bilincine sahip işçilerin döven Kara Yüzler’in katliam örgütleme becerisi sürekli gelişti ve yetkinleşti, Kara Yüzler birliklerinin şiddeti, para ile tutulmuş zorbaların şiddeti ile birlikte, kasaba ve köylerde toplar kullanılmasına, herkesin gözü önünde yapılan işkence gösterilerine, işkence trenlerine, vb. kadar vardırıldı.

Resmin esas arka planı bu şekildedir. Bu arka planın karşısında, bu makalede incelenip değerlendirilecek olan, kısmî, ikincil ve yedek olduğu tartışma götürmez bir olgu durmaktadır. Bu olgu nedir? Biçimleri nasıldır? Nedenleri nelerdir? Ne zaman doğmuştur ve nereye kadar yayılmıştır? Devrimin genel gidişatı içindeki önemi nedir? Sosyal demokrasinin örgütlediği ve önderliğini yaptığı işçi sınıfı mücadelesi ile bağı nedir? Resmin genel arka planı çizildikten sonra, şimdi incelenmesine geçmemiz gereken sorular bunlardır.

Bizim burada ilgilenmekte olduğumuz olgu, silâhlı mücadeledir; bu mücadele, bireyler ve küçük gruplar tarafından yürütülmektedir. Bir bölümü devrimci örgütlere ait iken, diğer bölümü (Rusya’nın belirli kesimlerinde çoğunluğu oluşturan) herhangi bir devrimci örgüte bağlı değildirler. Silâhlı mücadele, birbirlerinden kesin surette ayrıştırılması gereken iki farklı amacı takip eder; bu mücadelenin ilk amacı, ordu ve polisteki bireylere, âmirlere ve astlara suikast düzenlemek; ikinci amacı ise hem hükümete hem de özel kişilere ait para kaynaklarına el koymaktır. Kamulaştırılan paralar, kısmen parti kasasına, kısmen özel silâhlanma amacına ve ayaklanma hazırlığına, kısmen de tanımlamakta olduğumuz mücadeleyle ilişkili kişilerin idâmesine harcanır. Büyük kamulaştırmalar (Kafkasya’daki 200.000, Moskova’daki 875.000 rublelik kamulaştırmalar) gerçekten de öncelikle devrimci partilere gitmiştir, küçük kamulaştırmalarsa çoğunlukla, bazen de tümüyle “kamulaştırıcılar”ın idamesine gider. Şüphesiz ki mücadelenin bu biçimi, ancak 1906’da, yani Aralık ayaklanmasından sonra geniş ölçüde gelişti ve yaygınlaştı. Politik krizin silâhlı mücadele noktasına dek yoğunlaşması ve özelde yoksulluk, açlık ve işsizliğin kasaba ve köylerde artması, tarif ettiğimiz mücadelenin önemli nedenlerinden biriydi. Bu mücadele biçimi, toplumsal mücadelenin tercih edilen, hattâ yegâne biçimi olarak, halkın başıboş unsurları, lümpen proletarya ve anarşist gruplar tarafından benimsendi. Burada sıkıyönetimin ilânı, yeni birliklerin harekete geçirilmesi, Kara Yüzler katliamı (Sedlet) ve askerî mahkemeler, otokrasi tarafından benimsenen “misilleme” niteliğinde bir mücadele biçimi olarak görülmelidir.

III

Sözünü ettiğimiz mücadeleye dönük olağan değerlendirme, onun, işçilerin moralini bozan, halkın geniş tabakalarını geri iten, hareketin örgütlenmesini dağıtan ve devrimi yaralayan anarşizm, blankizm ve eski terörizm türünden, yığınlardan kopmuş bireylerin hareketi olduğu yönündedir. Bu değerlendirmeyi destekleyen örnekler, her gün gazetelerde verilmekte olan olaylar arasında kolayca bulunabilir.

Ama bu örnekler inandırıcı mıdır? Bunu sınamak için, incelemekte olduğumuz mücadelenin en gelişkin olduğu yerlerden birini, Litvanya Bölgesi’ni ele alalım. Novoye Vremya [“Yeni Zaman”] 9 ve 12 Eylül tarihli nüshalarında, Litvanya sosyal demokratlarının eylemlerinden yakınıyor. Litvanya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin bir seksiyonunun) çıkarttığı gazete düzenli olarak 30.000 baskı yapıyor. İlân sütunlarında her dürüst insanın yok etmeyi görev addedeceği casusların listesini yayınlıyor. Polise yardımcı olan bir kimse, yok edilmeye lâyık, hattâ malları kamulaştırılması gereken “devrim düşmanı” olarak ilân ediliyor. Halkın Sosyal Demokrat Parti’ye, yalnızca imzalı ve mühürlü makbuz karşılığında para vermesi öğütleniyor. Yıllık toplam geliri 48.000 ruble olarak gösteren Parti’nin son raporu, bu miktarın içinde, Libau silâh kolunun kamulaştırarak temin etmiş olduğu 5.600 rublelik bir paranın da bulunduğunu söylüyor. Doğal olarak da Novoye Vremya bu “devrimci yasa”ya, bu “terör idaresi”ne karşı öfkelenip ateş püskürüyor.

Hiç kimse, Litvanya sosyal demokratlarının bu eylemlerini anarşizm, blankizm ya da terörizm olarak nitelemek küstahlığında bulunamaz. Peki, ama neden? Çünkü burada biz, mücadelenin yeni biçimi ile Aralık’ta patlak veren ve yeniden mayalanmakta olan ayaklanma arasında açık bir bağlantı buluyoruz. Rusya gerçeğinde bu bağlantı, bütün olarak algılanabilir düzeyde değilse de mevcuttur. Aralık’tan sonra “gerilla” savaşlarının belirgin bir biçimde yaygınlaşması ve onun yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda politik krizin şiddetlenmesi ile arasındaki bağlantı, tartışma götürmez bir gerçekliktir. Eski Rus terörizmi aydın komplocuların işi idi; bugün, genel bir kural olarak gerilla savaşı, işçi savaşçılarca ya da sadece işsiz işçilerce verilmektedir. Blankizm ve anarşizm, klişecilik zaafı olan kimselerin kafasında kolayca oluşur, ama bir ayaklanma ortamında ki bu Letonya bölgesinde çok açıktır, böylesine bilinen yaftaların işe yaramazlığı artık aşikârdır. Litvanyalılar örneği, aramızda çok yaygın olan, bir ayaklanma ortamının koşullarına atıfta bulunmaksızın yapılacak bir gerilla savaşı analizinin ne denli yanlış, bilimsel ve tarihsel olmaktan uzak olduğunu açıkça göstermektedir. Bu koşullar akılda tutulmalı, büyük ayaklanma hareketleri arasındaki ara dönemin kendine özgü özellikleri düşünülmeli, bu tür koşullar altında ne tür mücadele biçimlerinin kaçınılmaz olarak ortaya çıkacağı anlaşılmalı ve papağan gibi ezbere öğrenilen bir söz yığınıyla, tıpkı Kadetler ve Novoye Vremyacıların kullandıkları “anarşizm”, “hırsızlık” ve “holiganizm” gibi ifadelerle meseleden kaçmaya çalışılmamalıdır!

Gerilla hareketinin bizim çalışmamızı örgütsüzleştirdiği söyleniyor. Şimdi bu iddiayı Aralık 1905’ten bu yana var olan duruma, Kara Yüzler’in katliam ve sıkıyönetim dönemine uygulayalım. Böyle bir dönemde hareketi daha çok ne dağıtmaktadır: direniş yokluğu mu, yoksa örgütlü gerilla savaşı mı? Rusya’nın merkezini, batı sınırlarıyla, Polonya ve Litvanya toprakları ile karşılaştırın. Tartışma götürmez olan şu ki, batı sınır bölgelerinde gerilla savaşı çok daha yaygın ve gelişkindir. Ayrıca genel olarak devrimci hareket ve özel olarak da sosyal-demokrat hareketin, merkezî Rusya’da, batı sınır bölgelerine göre çok daha örgütsüz olduğu aynı ölçüde tartışma götürmez bir gerçekliktir. Elbette bundan, Polonya ve Litvanya sosyal demokrat hareketinin gerilla savaşı sayesinde daha az dağınık olduğu sonucu aklımıza gelmemelidir. Hayır. Çıkarılabilecek tek sonuç, 1906’da, Rusya’da sosyal demokrat işçi sınıfı hareketinin dağınıklığından ötürü gerilla savaşının suçlanmaması gerektiğidir.

Bu bağlamda millî koşulların özelliklerine sıkça anıştırmada bulunulur. Ancak bu anıştırma tüm açıklığıyla, yaygın iddianın zayıflığını ortaya koymaktadır. Eğer bu millî koşullara ait bir mesele ise o zaman tüm Rusya’nın, hattâ özellikle Rusların ortak birer günâhı olan anarşizmin, blankizmin ya da terörizmin değil, başka bir şeyin meselesidir. Beyler, bu başka şeyi somut olarak inceleyin! O zaman göreceksiniz ki, millî baskı ya da karşıtlık bir şey açıklamaz, çünkü bunlar, batı sınır bölgesinde her zaman var olmuştur, oysa gerilla savaşı, sadece bugünkü tarihsel dönemde ortaya çıkmıştır. Millî baskının ve karşıtlığın bulunduğu çok yer vardır, ama kimi zaman millî baskı ve benzeri şeyler varken bu sefer de gerilla savaşı orada mevcut değildir. Meselenin somut analizi, bunun bir millî baskı değil, ayaklanma koşulları meselesi olduğunu gösterecektir. Gerilla savaşı, kitlesel hareketin gerçek mânâda bir ayaklanma eşiğine ulaştığı ve iç savaştaki “büyük çarpışmalar” arasında epeyce geniş bir aralığın oluştuğu bir dönemde kaçınılmaz olan bir mücadele biçimidir.

Hareketi dağıtan gerilla eylemleri değil, bu tarz eylemleri kontrol altına alma yeteneğinde olmayan partinin zayıflığıdır. Biz Rusların, gerilla eylemlerine karşı sık sık savurduğumuz lânetlemelerin, gerçekten de Parti’yi dağıtan gizli, gelişigüzel ve örgütlenmemiş gerilla eylemleriyle el ele gitmesinin nedeni budur. Bu mücadelenin doğmasına neden olan tarihsel koşulların neler olduğunu anlama becerisi gösteremediğimizden, onun zararlı yanlarını giderme hususunda da yetersiz kalıyoruz. Oysa mücadele sürüyor. Güçlü ekonomik ve politik nedenlere bağlı olarak oluşuyor. Sözkonusu nedenleri ya da mücadelenin kendisini yok etmek bizim gücümüz dâhilinde olan bir şey değil. Bizim gerilla savaşına dönük şikâyetlerimiz, bir ayaklanma gerçeğinde partimizin yaşadığı güçsüzlükle ilgilidir.

Dağınıklık konusunda söylediklerimiz, moral bozukluğu için de geçerlidir. Moral bozukluğunu yaratan, gerilla savaşı değil, örgütlenmemiş, düzensiz, parti dışı gerilla eylemleridir. Biz, gerilla eylemlerini suçlayarak, ona söverek bu en tartışma götürmez moral bozukluğundan birazcık olsun kendimizi kurtaramayız, zira suçlama ve sövme, derin ekonomik ve politik nedenlerden ötürü ortaya çıkmış bulunan bir olguyu kesin olarak durdurmak gücünden mahrumdur. Olağandışı ve moral bozucu bir olguya son verme gücüne sahip olmayışımızın, Parti’nin olağandışı ve moral bozucu mücadele yöntemlerini benimsemesi için bir neden teşkil etmeyeceği yönünde bir itiraz geliştirilebilir. Ancak böylesi bir itiraz marksist değil, saf anlamda burjuva liberal bir itirazdır, çünkü bir marksist iç savaşa ya da onun biçimlerinden biri olan gerilla savaşına genel olarak olağandışı ve moral bozucu bir olgu olarak bakamaz. Marksist, toplumsal barışı değil, sınıf mücadelesini temel alır. Şiddetli ekonomik ve politik krizin belirli dönemlerinde sınıf mücadelesi, doğrudan bir iç savaşa, yani toplumun iki kesimi arasındaki silâhlı mücadeleye doğru olgunlaşır. Bu tarz dönemlerde marksistler, iç savaştan yana saf tutmak zorundadırlar. Marksist açıdan iç savaşa yönelik herhangi bir ahlâkî suçlama kesinlikle benimsenemez.

Bir iç savaş döneminde proletaryanın ideal partisi, savaşan bir partidir. Bu, tümüyle inkâr edilemez bir gerçekliktir. İç savaşa ilişkin genel bakış açısından yola çıkarak herhangi bir özgül harekette ortaya çıkmış belirli bir iç savaşa ait biçimlerin uygunsuzluğunu tartışıp ispatlamanın mümkün olduğunu kabul etmeye tümüyle hazırlıklıyız. Askerî uygunluğa ilişkin genel bakış açısına dayalı farklı iç savaş biçimlerine yönelik eleştiriyi tümüyle kabul ediyoruz ve bu meselede son sözü söylemesi gerekenin, her özel yerellikte pratik mücadele veren sosyal demokrat işçiler olduğu tespitinde uzlaşıyoruz. Ancak marksizmin ilkeleri adına biz, iç savaş koşulları analizinin anarşizm, blankizm ve terörizm ile ilgili basmakalıp, klişe sözler aracılığıyla savuşturulmamasını, ayrıca Sosyal Demokrat Parti’nin, genel olarak gerilla savaşına katılması gibi meselelerin tartışılması esnasında, Polonya Sosyalist Partisi’nin şu ya da bu örgütünün, şu ya da bu anda benimsediği anlamsız gerilla eylemleri yöntemlerinin bir tür umacı gibi kullanılmamasını talep ediyoruz.

Gerilla savaşının hareketi dağıttığına ilişkin tezin eleştirel bir gözle ele alınması zorunludur. Elbette yeni tehlikeleri ve yeni fedakârlıkları beraberinde getiren mücadelenin her yeni biçimi, bu yeni mücadele biçimine hazırlıksız olan örgütleri kaçınılmaz olarak “dağıtır”. Bizim eski propagandacı gruplarımız ajitasyon yöntemlerine rücu ettiklerinden dağıldı. Arkasından da komitelerimiz gösterilere rücu ettiğinden dağıldı. Her savaşta askerî harekât savaşçıların saflarını belli ölçülerde bozar. Ancak bu tespit insanların savaşmamaları değil, aksine onların savaşmayı öğrenmeleri gerektiğini anlatır, hepsi bu.

Sosyal demokratların gururla ve böbürlenerek, “biz, anarşist, hırsız, soyguncu değiliz, biz, bunların çok üstündeyiz, gerilla savaşını kabul etmiyoruz” dediklerini görünce kendime soruyorum: Bu adamlar ne söylediklerinin farkındalar mı? Ülkenin her yerinde Kara Yüzler hükümeti ile halk arasında silâhlı çatışmalar ve çarpışmalar oluyor. Devrimin bugünkü gelişme aşamasında bu, kesinlikle kaçınılmaz bir olgudur. Halk da kendiliğinden ve örgütsüz bir yoldan ve tam da işte bu nedenden, talihsiz ve arzulanmayan biçimlerde bu olguya silâhlı çatışma ve saldırı yoluyla tepki gösteriyor. Ben, örgütümüzün zayıflığı ve hazırlıksız oluşu yüzünden, belli bir yerde ya da zamanda, bu kendiliğinden mücadelede parti önderliğinden kaçınmamızı anlayabilirim. Ben, bu sorunun yerelde eylemdeki işçiler tarafından saptanması gerektiğinin, ayrıca zayıf ve hazırlıksız örgütlerin yeniden biçimlendirilmesinin kolay bir şey olmadığının farkındayım. Ama bu bir sosyal demokrat teorisyen ya da gazetecinin bu hazırlıksızlık karşısında pişmanlık duymaktan çok, gururlu bir böbürlenme ve kendini beğenmiş bir edayla anarşizm, blankizm ve terörizm konusunda papağan gibi ezberlediği cümleleri tekrarladığını gördüğümde, dünyanın en devrimci öğretisinin bu şekilde aşağılanması karşısında içerliyorum.

Gerilla savaşının sınıf bilincine ulaşmış proleterleri aşağılık ve sarhoş ayaktakımı ile yakın işbirliğine sokacağı söyleniyor. Bu doğrudur. Ancak bu sadece, proletaryanın partisinin gerilla savaşına, biricik ya da hattâ baş mücadele yöntemi olarak hiçbir zaman bakamayacağı anlamına gelir; bu, sözkonusu yöntemin diğer yöntemlere bağlanması, yani savaşın baş yöntemleriyle uygun hâle getirilip sosyalizmin aydınlatıcı ve örgütleyici etkisiyle yüceltilmesi gerektiğini anlatır. Ayrıca bu sonuncu koşul olmaksızın, burjuva toplumundaki mücadele yöntemlerinin eksiksiz tümü, proletaryayı altındaki ve üstündeki proleter olmayan çeşitli katmanlarla yakın ilişkiye sokup olayların kendiliğinden akışı içine terk ederse o yıpranır, yozlaşır ve fahişeleşir. Grevler, eğer olayların kendiliğinden akışına bırakılacak olursa “ittifaklar”a, tüketicilere karşı işçilerle patronlar arasındaki anlaşmalara doğru yozlaşır. Parlamento, bir burjuva politikacıları çetesinin, “millî özgürlük”, “liberalizm”, “demokrasi”, cumhuriyetçilik, kilise nüfuzu karşıtlığı, sosyalizm ve talep edilen tüm diğer satılık eşyaları toptan ve perakende takas ettikleri kokuşmuş bir geneleve dönüşerek yozlaşır. Bir gazete, umumî bir pezevenge, ayaktakımının düşük içgüdülerini tatmin edip kitleleri yozlaştıran bir araca ve benzerî şeylere dönüşerek yozlaşır. Sosyal demokrasi, proletaryayı biraz altında ya da biraz üstünde bulunan katmanlardan bir Çin seddi aracılığıyla ayıracak hiçbir evrensel mücadele yöntemi bilmemektedir. Farklı dönemlerde sosyal demokrasi, farklı yöntemler kullanır ve bu yöntemlerin seçimini tümüyle önceden tanımlı ideolojik ve örgütsel koşullar tarafından nitelendirir.[2]

IV

Avrupa’daki burjuva devrimleriyle kıyaslandığında Rus devrimindeki mücadele biçimleri sahip olduğu muazzam çeşitlilikle ayrışır. 1902’de Kautski, geleceğin devriminin (bir ihtimal Rus devriminin istisna teşkil edeceğini ekleyerek), halkın yönetime karşı mücadelesinden çok, halkın iki kesimi arasındaki mücadele biçiminde gerçekleşeceğini söylediğinde bunu kısmen öngörmüştür. Şüphe yok ki Rusya’da, halkın iki kesimi arasında cereyan eden mücadele biçiminin Batı’daki burjuva devrimlerinden daha kapsamlı bir gelişime tanık olduğunu görüyoruz. Devrimimizin düşmanları halkın arasında sayıca çok azdır, ancak mücadele büyüyüp şiddetlendikçe bu düşmanlar giderek daha çok örgütlenmekte ve burjuvazinin gerici katmanlarının desteğini almaktadırlar. Bu nedenle, millet genelinde politik grevlerin yaşandığı böylesi bir dönemde, bir başkaldırının çok kısacık bir zaman ve daracık bir alanla sınırlanmış eski bireysel eylem biçimini var sayamayacağı kesinlikle doğal ve kaçınılmaz bir gerçekliktir. Başkaldırının tüm ülkeyi kucaklayan uzun süreli bir iç savaş, yani halkın iki kesimi arasındaki silâhlı bir mücadele şeklinde, daha yüksek ve daha karmaşık bir biçimi varsayacağı kesinlikle doğal ve kaçınılmazdır. Böylesi bir savaş, nispeten uzun aralıklarla gerçekleşen birkaç büyük çarpışma ile bu aralıklardaki çok sayıda gerçekleşen küçük çarpışmadan oluşan bir çatışmalar dizisinden başka bir şey olarak düşünülemez. Tüm bunlar yaşanacaksa ki bu, şüphe götürmez bir gerçekliktir, sosyal-demokratların bu büyük çarpışmalarda ve aynı zamanda da olabildiği kadarıyla, ilgili küçük çatışmalarda kitlelere en iyi bir biçimde önderlik edecek örgütlerin yaratılmasını kendilerine görev edinmeleri kesinlikle zorunludur. Sınıf mücadelesinin iç savaş noktasına kavuştuğu bir dönemde, sosyal demokratlar, yalnızca bu iç savaşa katılmayı değil, aynı zamanda onun içinde önderlik rolünü oynamayı da görev edinmelidirler. Sosyal demokratlar, düşman güçlerine zarar verecek tek bir fırsatı bile kaçırmayan bir savaşçı cephesi olarak hareket edebilme becerisine sahip olmaları için tüm örgütlerini eğitmek ve hazırlamak zorundadırlar.

Bunun zor bir görev olduğu inkâr edilemez. Bu görev tek seferde başarılamaz. İç savaşın gelişimi içinde, tıpkı halkın tümünün yeniden eğitilmesi ve savaşmayı öğrenmesi gibi, bizim örgütlerimiz de eğitilmeli ve bu görevle eşdeğerdeki deneyimden çıkan derslerle uyumlu olarak yeniden kurulmalıdır.

Bizde mücadelenin herhangi bir yapay biçimini eylemdeki işçilere zorla kabul ettirme ya da hattâ Rusya’daki iç savaşın genel gelişimi dâhilinde gerilla savaşının herhangi bir özel biçiminin hangi rolü oynayacağına koltuğumuzda oturarak karar verme hususunda en ufak bir eğilim mevcut değildir. Biz, belirli gerilla eylemlerinin somut değerlendirilmesini, sosyal demokrasi içindeki bir eğilime ait bir gösterge olarak bakma düşüncesinin çok uzağındayız. Ancak öte yandan da biz, pratik yaşamın doğurduğu yeni mücadele biçimlerinin doğru teorik değerlendirmesine ulaşılmasına mümkün olduğu ölçüde katkı sunmayı görev addederiz. Biz, yeni ve zor bir meselenin doğru olarak takdim edilmesi ve çözümüne doğru olarak yaklaşılması konusunda sınıf bilincine sahip işçileri engelleyen basmakalıp klişelerle ve önyargılarla durmadan savaşmayı görevimiz olarak kabul ederiz.

V. I. Lenin
30 Eylül 1906
Proletari, Sayı: 5
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Bezzaglavtsi: Rus burjuva entelijansiyasına ait yarı Kadet, yarı Menşevik Rus grup. (Prokopoviç, Kuskova, Boguçarski, Portugalov, Kijniyakov ve diğerleri.) Grup, 1905-07 devriminin ilk çöküş aşamasında ortaya çıktı. Sonradan, Prokopoviç editörlüğünde, 1906 Ocak-Mayıs tarihleri arasında Petersburg’da yayımlanan Bez Zaglaviya [“İsimsiz”] adlı haftalık politik derginin ismini aldı. Sonradan sol Kadetlerin dergisi Tovariş’e (Yoldaş) katıldı. Resmî partidışılık kılıfı altında grup, burjuva liberalizminin ve oportünizmin propagandasını yaptı, ayrıca enternasyonal sosyal demokrasi ile revizyonist Rusları destekledi.

[2] Bolşevik sosyal demokratlar, gerilla eylemlerine karşı anlamsız bir tutku taşıdıkları suçlamasıyla sık sık karşılaşırlar. Gerilla eylemleri konusundaki karar taslağında (Partiniye Izvestia, Sayı: 2 ve Lenin’in Kongre’ye Raporu), gerilla eylemlerini savunan Bolşevik seksiyonunun, bu eylemlerin benimsenmesi için aşağıdaki koşulları önerdiğini anımsamak, bu nedenle, yanlış olmayacaktır: Hangi koşul altında olursa olsun, özel mülkiyete “el konulması”na izin verilmemeliydi; hükümet mallarına “el konulması” önerilmemeli, bu işlemlerin partinin kontrolü altında olmasına ve gelirlerinin bir ayaklanmanın ihtiyaçları için kullanılmasına imkân sağlanmalı, bu yönde hazırlıklı olunmalıydı. Terörizm biçimindeki gerilla eylemleri, zalim hükümet memurlarına ve Kara Yüzler’in faal üyelerine, salt şu koşullara bağlı olarak önerilmeliydi: 1) kitlelerin duyguları dikkate alınmalı; 2) ilgili yerellikteki işçi sınıfı hareketinin koşulları hesaba katılmalı ve 3) proletarya kuvvetlerinin ziyan olmaması hususuna dikkat edilmelidir. Bu taslak ile Birlik Kongresi’nin benimsediği karar arasındaki pratik farklılık, özellikle hükümet mallarına “el konulmasına” izin verilmemesi olgusuyla ilgilidir.

0 Yorum: