06 Ocak 2024

,

Hepten Yavaşlatılmış Karbonsuz Luddculuk


Breaking Things at Work: The Luddites Are Right About Why You Hate Your Job [“İşte Her Şeyi Kırıp Dökmek: Luddcular İşinizden Neden Nefret Ettiğiniz Konusunda Haklılardı”] isimli kitabında Gavin Mueller, hepimizden frene basmamızı istiyor. Son süreçte teknoloji şirketleri, muazzam bir mali ve ideolojik güç biriktirdiler, bu hâlleriyle, bugün toplumu gözetleme ve algoritma temelli yönetim üzerine kurulu bir geleceğe taşıyorlar. İşyerindeki yeni teknolojilerin hayatlarımızı kolaylaştırmak yerine genellikle işçileri kontrol etmek için uygulandığı gerçeğini görmemizi engelleyen teknolojik ilerleme vizyonu, bizi fazla büyüledi.

Mueller, yeni kitabında otomasyonun sunduğu vaatlere “saçmalık” diyen yeni yavaşlamacı siyasetine hizmet etmek adına, Luddcuların o hep yanlış anlaşılan mirasını diriltiyor. İşçilerin bilimsel yönetime ve fabrika disiplinine karşı mücadelelerinin tarihinden ilham alan kitap, işyerinde işçilerin özerkliğini tehdit eden yeni teknolojik müdahalelere karşı militan bir muhalefeti nasıl geliştirebileceğimize dair bir vizyon sunuyor.

Kitap, Silikon Vadisi’ndeki fikir ve uygulamaların ilerici amaçlar için benimsenebileceği görüşünü eleştiren, solda giderek büyüyen bir hareketin parçası. Aaron Benanav’ın Automation and the Future of Work [“Otomasyon ve İşin Geleceği”] ve Jason E. Smith’in Smart Machines and Service Work [“Akıllı Makineler ve Hizmet İşi”] isimli eserleriyle birlikte okunduğunda, rüzgârın artık teknoloji konusunda iyimser olan ve “paylaşım” ekonomisinde komünist geleceğe ait parıltıları, Amazon’da ise merkezi planlamayla ilgili bir imkânı gören yaklaşımdan yana estiğini görebiliriz. Mueller, “Marksistleri Luddculara dönüştürmek istiyor” ve bu teknoloji yanlısı solun ilgili kesimine odaklanıyor.

Mueller, bizi geleceği icat etmeden önce geçmiş üzerine yeniden düşünmeye çağırıyor. İddiasına göre “Marksistler, teknoloji, iş yerlerinde işçiler için zararlı olacak şekilde kullanıldığında bile onu eleştirmediler.” Teknoloji, sol tarafından sıklıkla kazanılabilecek ve özgürleştirici amaçlarla kullanılabilecek, tarafsız bir güç olarak görülüyor. Mueller’a göre, Karl Kautsky ve Rosa Luxemburg’dan Lenin ve Bolşeviklere kadar pek çok Marksist, kapitalist üretim ve örgütlenmenin gelişiminin kaçınılmaz olarak sosyalist bir topluma yol açacağını düşünen ekonomik determinizmin ve kaderciliğin kurbanıydı. Bu teknolojiye dair görüş, yirminci yüzyılın örgütlü işçi hareketlerine ve oradan da çağdaş çalışma sonrası teorisyenlerine kadar varlığını sürdürüyor. Bu başarısızlıkların ışığında kitap, kapitalizm sonrası bir gelecekte teknolojinin rolünün derinlemesine yeniden kavramsallaştırılması için önceki işçi mücadelelerine ve “Marksizmin sapkın akımlarına” yüzünü dönüyor.

Bir Luddcu Ne İster?

Şaşırtıcı olan şu ki bu yeni Luddcu projenin çok ufak bir kısmı, Luddculuğun tarihyazımına dair yeni yorumu temel alıyor. Luddcuları tarihin aptalları olarak gören, “kaçınılmaz olarak gerçekleşmiş olan bugünümüze uzanan yol üzerindeki hız tümseği” şeklinde değerlendiren yaklaşım tabii ki eleştirilmeli, fakat işçi mücadeleleri tarihiyle ilgilenenler açısından bugün elimizde ilgili hareketin nasıl anlaşılması gerektiğini radikal manada yeniden değerlendirebilmek için hiçbir yeni kanıt bulunmuyor. Luddcuların teknoloji düşkünü çağımıza dair geliştirdikleri ana görüşlerden birisi, “teknolojinin politik olduğu, birçok hâlde ona karşı çıkılabileceği, hatta çıkılması gerektiği” yönündedir. Luddcular, teknolojiye makinelerden nefret ettikleri veya aklı kıt teknoloji düşmanları oldukları için karşı çıkmadılar, onların teknolojiye karşı çıkmalarının sebebi, küçük ölçekli imalatı temel alan hayat tarzlarını, zanaatlarını ve özerk varlıklarını korumak istemeleriydi.

Bugün yeni Luddcu olmaksa, yeni teknolojinin işçilere karşı silah olarak kullanılma biçimlerine karşı duyarlılık geliştirmek demektir. Yeni Luddculuk, sömürünün ve teknolojik kontrolün yeni biçimlerine karşı militan bir itiraz geliştirmeyi ve diğer işçilerle dayanışma içinde olmayı önemser. Daha da önemlisi, yeni Luddculuk, işçilerin özgürlüğü ve işin yeniden örgütlenmesiyle ilgilidir. Teknolojiye eleştirel bir bakış açısı, işi bir mücadele alanı ve sermaye ile emek arasındaki temel karşıtlığın temeli olarak görmemizi sağlar. Yeni Luddculuğun olumlu içeriği, üretim noktasında yeni işçi kontrolü biçimleri kurarak işçilerin çalışma hayatlarında daha fazla özgürlük için nasıl mücadele edebilecekleriyle ilgilidir.

Bu sebeple Mueller’ın kitabının yürüttüğü asıl tartışma, Luddcularla değil, Otonomcu Marksizmden çıkartmamız gereken derslerle ve onun bugün sosyalist mücadeleyle ilişkisi içerisinde bizi nasıl yönlendirdiğiyle ilgilidir. Yazarın yürüttüğü polemiğin ana hedefinde, son dönemin “çalışmanın aşılması”nı öngören, “hızlandırmacı” teorisyenler durur. Bu isimler arasında Paul Mason, Aaron Bastani, Nick Srnicek ve Alex Williams gibi isimler bulunmaktadır. Bu yazarları birbirine bağlayan bağ ise genelde Otonomcu Marksizmin etkisi, özelde de kapitalizm sonrası gelecekte teknolojinin olası olumlu rolüne dair anlayıştır. Bu isimler, bu süreçte önemli bir rol oynayan enformasyon ve haberleşme teknolojileriyle birlikte, kapitalist üretimin mevcut kabuğunun altından yeni bir komünizmin doğduğu görüşünde ortaklaşmaktadırlar.

Kitabın ana iddiası, Antonio Negri değil de daha çok Raniero Panzieri üzerinden hareket eden Otonomcu Marksizmi kesen farklı bir yolun yürünebileceği yönündedir. Kitapta İtalyan geleneği içerisinde yürütülmüş tartışmalar pek fazla öne çıkmasa da Panzieri’nin makinelerin altmışlarda İtalyan fabrikalarında meydana gelen dönüşümde oynadığı role dair analizi, arka planı teşkil etmektedir. Panzieri, teknolojik-bilimsel gelişimin sorunsuz ve ilerici bir hareket olarak anlaşılabileceğine inanan bir isim değildi. Bu noktada Panzieri, daha fazla üretim ve daha fazla kâr için işçileri disipline eden teknik aklın ürettiği “makinelerin kapitalizmdeki kullanımı” konusunda daha ciddi bir değerlendirme sunuyor. Panzieri'ye göre sendikalar, fabrikalara yeni teknolojinin getirilmesine razı olurken, ücretler konusundaki mücadelelere odaklanma eğilimindeydi.

Otonomcu Marksizmin öneminin bu şekilde yeniden yorumlanması, aynı zamanda Marx'ın kendi yazılarının farklı bir şekilde okunduğuna da delalettir. Öyle ya, madem Kapital’deki “Makineler ve Geniş Ölçekli Sanayi” başlığı altında daha gelişkin ve daha derinlikli bir değerlendirme sunuluyor, neden gidip Marx’ın Grundrisse’sindeki “Makinelere Dair Parçalar” başlıklı o ünlü bölüme kafa patlatalım ki? Kapital’deki ilgili bölümde Marx, “1830’dan beri yapılan icatların tüm tarihini yazan kişi, bu icatların tamamının yegâne amacının, işçi sınıfının isyanına karşı sermayeye gerekli silâhları temin etmek olduğunu görecektir” diyor. Bu anlamda Marx, teknolojiye şüpheyle yaklaşan bir bakış açısına sahip ve teknolojiyi büyük ölçüde çözümden çok sorunun bir parçası olarak görüyor.

Marksizm ve İşin Dönüşümü

“Çalışma sonrası” teorisyenlerine ek olarak Mueller’ın kitabı, bir yandan da on dokuzuncu ve yirminci yüzyıl Marksistlerinin oluşturduğu geleneğe karşı da konum alıyor. İddiasına göre bu geleneğin üyeleri işçinin özerkliği fikrine karşı çıktılar, bunun yerine, üretimin örgütsel niteliğinin politik değil, bilimsel olması gerektiği üzerinde durdular.

Benim Alman işçi hareketine dair araştırmamın da ortaya koyduğu biçimiyle, yeni Luddcuların bu hareket içerisinde beklenenden daha fazla müttefik bulacağını söyleyebiliriz. Marx kadar İkinci Enternasyonal’in önemli birçok teorisyeni de kaba ekonomik ve teknolojik determinizmin özellikleriyle örtüşen isimler değillerdi.

Kendi döneminde “Marksizmin papası” olarak anılan Karl Kautsky, üretim süreci dâhilinde sanayinin demokrasiyle taçlandırılması ve “işçilere geniş ölçüde özyönetim imkânı sunacak yönetim tarzı”nın devreye sokulması fikrini güçlü bir dille savunmaktaydı. Kautsky, iş yeri demokrasisi yoksa “komünist ekonominin despotizme temel teşkil edeceğinin farkındaydı.” Kautsky, millileştirmenin tek başına yeterli olmayacağını, özel mülk sahibi kapitalistlerin yerine devlet memurlarının getirilmesinin işçilerin işteki özgürlüklerine dair endişeleri gidermeyeceğini açık bir dille ifade ediyordu. Ona göre, “ekonomik hayatın demokratik yollardan örgütlenmesi ve ekonomik kurumlara işçilerin demokratik yollardan müdahalesi şarttı. Belirli iş kollarında işçi yönetimi devlet bürokrasisinden bağımsız olmalı, sanayideki demokrasi dâhilinde işçilere özyönetim imkân ve becerileri kazandırılmalıydı.”

Kautsky'nin teorisinin (Otto Bauer, Rudolf Hilferding ve Karl Korsch gibi dönemin diğer Marksistleriyle birlikte) sağladığı diğer bir fayda da, saf işçi kontrolüne ilişkin sendikalist görüşlerin aksine, üreticilerin çıkarlarının genel toplumun çıkarlarıyla nasıl dengelenebileceğine dair geliştirdiği görüştü. Kautsky'nin işyerleri üzerindeki kontrolün herhangi bir aracı kurum olmaksızın doğrudan işçilere devredilmesinde gördüğü tehlike, güçlü endüstrilerde işçi aristokrasilerinin oluşması riskiyle ilgiliydi. Asıl endişe veren husus, “İşçilerin toplumu rahatsız etmeden ücretleri artıracak, çalışma saatlerini azaltacak, üretim hacmini düşürecek ve ürünlerinin fiyatlarını artıracak olması”ydı.

Sendikalizmde “özel kapitalistler üzerine kurulu kapitalizmin yerini ancak üretici kapitalizminin, yani belirli üretici gruplarının özel sahipliğinin alma ihtimalini” gören bir isim de Karl Korsch’tu. Bu açmazdansa ancak farklı ekonomik yapılar arasında koordinasyon tesis edecek ve toplumun farklı kısımlarının çıkarlarının dengelenmesine katkıda bulunacak devlet benzeri bir kurumla kurtulmak mümkündü. Bu yaklaşım, belirli düzeyde merkezi planlanmaya dayalı yatırımla bağlantılı tekil firmalarda işçi kontrolüne imkân vermekteydi.

İkinci Enternasyonal içerisindeki Marksistler de işin kendisinin nasıl dönüştürüleceğine dair planlara sahiplerdi. İşçiler üzerinde kapitalist hâkimiyeti sağlamak için kullanılan yöntemlerden uzak duran Rosa Luxemburg, sosyalist bir toplumda “fabrikaların, işin ve tarım işletmelerinin eşyaya dair yeni bir bakış açısı üzerinden yeniden organize edilmesi gerektiğini, herkesin kendi esenliği için, birlikte çalıştığı sosyalist bir toplumda işçilerin sağlığının ve çalışma hevesinin işte en fazla dikkat edilmesi gereken husus olduğunu” söylüyordu. Luxemburg, ayrıca “Olağan imkân ve becerileri aşmayan kısa çalışma saatleri, sağlıklı atölyeler, işçinin kendisini toparlamasını sağlayacak tüm yöntemler ve çalışma tarzları devreye sokulmalı, böylelikle herkes kendi yaptığı işten keyif alabilmeli” diyordu.

Kautsky de işbirliğine dayalı sosyalist üretimde “emekçilerin demokratik örgütü”nün çalışma koşullarını düzeltecek delegeler seçebileceğinden bahsediyordu. Ona göre, çalışmanın kendisi de reforma tabi tutulmalı, çalışma saatleri kısaltılmalı, iş yeri daha güvenli ve daha hijyenik kılınmalı, çalışmanın kendisini daha keyifli hâle taşımalıydı.

Pek çok Marksistin, kapitalist üretim tarzında kullanılan makineleri ve örgütsel biçimleri, “kendi politikaları olmayan” tamamen tarafsız araçlar olarak gören yaklaşımı asıl meselenin üzerinden atlıyor. Teknolojinin politik olduğunu söyleyen görüş, meseleye dışarıdan bakan küçük bir eleştirmen grubuna özgü bir görüş değil. Marksistlerin mücadeleye yönelik vurgusu, teknolojinin kullanımını kimin kontrol ettiği ve onun getirdiği ilerlemelerden kimin yararlanması gerektiğiyle ilgilidir.

Aslında Mueller’ın düşünmeyi tahrik eden kitabının rahatsız edici yönlerinden birisi de çalışmanın aynı fikirde olmadığı teorisyenlerin çoğunun aldıkları konumları karikatürize etmesidir. Kitapta Aaron Bastani’nin pek ciddiye alınamayacak olan çalışması Fully Automated Luxury Communism [“Tam Otomatik Lüks Komünizmi”] günümüz solunun neredeyse tamamını temsil eden bir esermiş gibi takdim edilirken, yirminci yüzyılın kimi Marksist teorisyenlerinden, meseleye ilgisiz otoriterler, hatta kapitalist soyguncu baronlardan kimi yönlerden daha iyi olan kişilermiş gibi bahsedilmektedir. Ancak biz, oluşmakta olan yeni Luddcu konumla teknolojinin kapitalizmden kurtarılmasının nispeten daha makul yollarını teorileştirmiş sosyalistler ve sosyal demokratlar arasında ileride bir diyalogun oluşacağına dair umuda sırtımızı gene de dönmemeliyiz.

Teknolojiye Dair Bazı Sorular

Yeni Luddcu proje, hangi tür teknolojilere karşı çıkmamız gerektiği sorusunu gündeme getiriyor. Bu proje bir yandan, içinde olduğumuz çağa hâkim olan “teknoloji her şeyi çözer” diyen genel anlayışa eleştirel bir saldırı anlamında teknolojiye karşı bir polemik yürütmektedir. Mueller’ın kitabında da teknolojiyi savunmayan, hatta ona karşı olan Luddcu konum kendince dil bulmakta, söz konusu konum, bir yerde “teknolojinin işçilerin özgürlük alanını daralttığını”, bir yerde de “onun insanların kendi hayatlarını kontrol edebileceklerine dair hissi onlardan çaldığını” söylemektedir. Bu tür lafların edildiği yerlerde kitap, modern teknolojinin insanları makinenin güçsüz birer dişlisine indirgediği yollara karşı Haydegerci bir itiraz geliştirmektedir. Makineleri parçalama ve sabotaj eylemlerine dair hikâyeler, tam bu çerçeveye oturmaktadır.

Bir yandan da kitap, “yüksek teknoloji Luddcuları”na dair tarihsel örnekler aktarmakta, buradan teknolojinin reforma tabi tutulup iyileştirilmesine vurgu yapmaktadır.

Orduya yönelik belirli projelerde çalışmayı reddeden Google çalışanları veya alternatif amaçlara hizmet etmek için cihazları yeniden düzenleyen bilgisayar korsanları, esasen teknolojinin nasıl kullanılacağı konusunda seçici olan, bu meseleye kafa yoran, ayrım yapan, teknolojinin kimlerin çıkarlarına hizmet ettiğini düşünen kişilerdir.

“Teknoloji” teriminin tam anlamının neden muğlâk bırakıldığı merak konusudur. İşçileri takip eden bilgisayarlar, akıllı telefonlar ve Amazon bilekliklerinin hepsi teknolojidir; ancak kitaplar, aletler ve William Morris'in arseniğe daldırılmış duvar kağıtları da teknolojidir.

Mueller, bazen üretim araçlarının gelişiminden bahsederken, “kapitalist teknoloji” terimini kullanıyor, bazı yerlerde ise iş yerindeki disiplin uygulamalarına, fabrika içerisindeki belirli tipte teçhizata, bilgisayarlara ve donanıma atıfta bulunuyor. Kitabın önemli bir kısmında asıl hedefte olan husus, teknik cihazlar değil, çalışma sürecini yöneten sistemlerdir. Kitap, çoğu zaman yeni teknolojiler içeren bu sistemlerin birçoğunun, işyerindeki patronlar tarafından, işçilerin terini dökerek üretkenliği ve kârı artırmak için uygulandığı sezgisinden hareket ediyor gibi görünüyor. Bu şüphesiz ki doğrudur, ancak teknolojinin zararlı kullanımlarının yararlı olanlardan nasıl ayırt edileceği sorusunu cevapsız bırakmaktadır.

Srnicek ve Williams’ın Inventing the Future [“Geleceği İcat Etmek”] kitabında, bir yandan da teknoloji siyasetine dair daha detaylı bir görüşü içeren, teknolojiyi ilerici amaçlar için “yeniden kullanma”ya dair her türden çabanın tehlikeleri ve sınırlarıyla ilgili bir tartışmaya yer verilmektedir. Yazarların tespitine göre, “her türden teknoloji politik olduğu kadar esnektir de, zira teknoloji, her zaman tasarlanma amaçlarını aşan bir varoluşa sahiptir. Bir teknolojinin tasarımı, anlamı ve tesiri, kullanıcılar onu dönüştürdükçe, onun ortamı değiştikçe, sürekli değişir, farklılaşır.”

Yeni Luddcular gibi Srnicek ve Williams da işçileri sömürmek için teşkil edildiğinden Taylorizme karşı çıkıyor ve şu tespitlerini aktarıyorlar:

“Teknolojilerin büyük bir kısmı giderek daha fazla muğlaklaşacak. […] Altyapılar üzerindeki karar almayı merkezileştiren bir teknoloji, özel kontrolü kolaylaştırıyorsa, aynı zamanda kolektif karar alma için de bir düğüm noktası sağlıyor. Bu teknolojiler her iki imkânı bünyesinde barındırıyor. Yeniden kullanma denilen görev, iki imkân arasındaki dengenin nasıl değiştirileceğiyle ilgilidir.”

Bazı çalışanlar artık evden çalışabiliyor veya rutin görevleri daha kolay yerine getirebiliyor. Neticede yeni teknolojiler sayesinde çalışanların özerklikleri artıyor. Ayrıca, birçok yeni teknoloji, aslında hayatımızı daha kolay kılıyor, ancak çoğu zaman bizi gözetleyen ve bizden değer çıkaran mekanizmalarla birleşiyor. Bu zorlukların nasıl çözüleceğini anlamak, yeni teknolojiye karşı basit bir muhalefetten daha fazlasını gerektiriyor.

Marx'ın teknolojiyle ilgili spesifik alıntıları çelişkili görünebilir, çünkü onun konuya yaklaşımı diyalektiktir. Fabrikalardaki bazı makineler işçilere karşı bir “işkence aracı” olarak çalıştırılırken, aynı zamanda iletişim ve ulaşımın gelişmesi, uluslararası işçilerin mücadelesini teşvik edecek devrimci bir potansiyel barındırıyor.

Hepten yavaşlatılmış karbonsuz Luddculuk, tam otomatik lüks komünizmine tercih edilebilse de genel manada teknolojiye yönelik muhalif yaklaşımı aşırı vurgulamada bir risk mevcuttur ve bu risk de teknolojinin ilerici olma ihtimali bulunan boyutlarını değerlendirememekle ilgilidir.

James Muldoon
26 Nisan 2021
Kaynak

0 Yorum: