03 Ocak 2023

Kapitalizmin Saray Soytarısı: Slavoj Žižek

Günümüz dünyasında “en fazla öne çıkan aydınlar” listesinde hep başa oynayan isimlerden biri, 2012’de Foreign Policy dergisinin hazırladığı “Dünyanın En İyi 100 Düşünürü” listesine girdi.[1] Bu kişi, söz konusu ayrıksı konumu Dick Cheney, Recep Tayyip Erdoğan, Benjamin Netanyahu ve eski Mossad direktörü Meir Dagan gibi isimlerle paylaşıyordu. ABD dışişleri bakanlığının uzantısı olan bu çok ünlü dergiye göre, teorisyenin en iyi fikri şuydu:

“Solun beklediği o büyük devrim, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek.”[2]

Bu kişinin diğer fikirlerine güçlü itirazlar gerçekleştirildi. İtirazlarla karşılanan konumlarına başka örnekleri eklemek mümkün. Dünyanın en iyi düşünürleri arasına giren bu kişinin yaklaşımlarına birkaç örnek verilebilir. Bu kişiye göre, yirminci yüzyıl komünizmi, daha da özelde, Stalinizm, “insanlık tarihinin tanık olduğu en kötü ideolojik, politik, ahlakî ve toplumsal felâket”ti.[3] Sözünün ağırlığını artırmak için bu kişi, sonrasında şunu söyledi: “Soyut düzeyde yol açtığı acılar üzerinden ölçüldüğünde Stalinizm, Nazizmden daha kötüydü.” Bu sözlerde, Stalin komutasında hareket eden Kızıl Ordu’nun Nazilere ait savaş mekanizmasını mağlup etmesi karşısında duyulan pişmanlık vardı.[4]

Bu ünlü isme göre, Nazi iktidarı, uyguladığı şiddet konusunda komünizm kadar “radikal” değildi. “Hitler’in asıl sorunu, yeterince şiddet uygulamamış olmasıydı.”[5] Teori âleminin bu asilzadesine göre Stalin, muhtemelen on milyonlarca insanı açlığa mahkûm edip acımasızca öldüren Mao Zedung’dan kimi ipuçları almıştı.[6]

Bu tür iddialarıyla söz konusu yazar, aslında Mao’nun kendi yurttaşlarını öldürmek niyetinde olmadığını söyleyen antikomünist Komünizmin Kara Kitabı’nın bile sağında konumlanıyordu.[7] Tabii teorisyenimiz, bu tür bir bilgiyi paylaşma gereği duymuyordu, çünkü o, modern dünyada insanlığa karşı işlenmiş en ağır suçun altında Nazizmin veya faşizmin değil, komünizmin imzası olduğu tespiti üzerinden hareket ediyordu.

Düşünürümüz, aynı zamanda Avrupa’nın politik, ahlakî ve düşünsel açıdan gezegenin diğer tüm bölgelerinden üstün olduğunu, imalı olarak dile getiren, Avrupamerkezci olduğunu söyleyen bir isim.[8] Tüm Akdeniz bölgesinde Batı’nın sert askerî müdahaleleri sebebiyle Avrupa’da mülteci krizinin yoğunlaştığı süreçte bu düşünürümüz, “mültecilerin büyük bir kısmı, Batı Avrupa’ya ait insan hakları anlayışıyla uyumsuz olan bir kültürden geliyor” diyerek, Samuel Huntington’ın “medeniyetler çatışması” ezberini papağan gibi yineleme gereği duydu.[9]

Dünyanın en iyi âlimleri listesinde üst sıralara adını yazdırmayı bilmiş olan bu düşünür, 2016 seçiminde Trump’a destek verdi.[10] Kısa süre önce ise “Avrupa’nın birliğini savunmak için güçlü bir NATO’ya ihtiyacımız var” dedi, Ukrayna’da ABD’nin yürüttüğü vekâlet savaşına desteğini açıkladı, ayrıca sürekli savaş propagandası yapan Henry Kissinger’ı bile “pasifizm”le suçlayarak, onun sağında konumlandı.[11]

Ulusal güvenlik devletinin muhafazakâr ajanı Huntington’ın kurduğu derginin sürekli övdüğü bu küresel süperstar, uluslararası planda üniversite hocalarının nadiren kavuştukları bir şöhrete sahip oldu.[12] Kapitalist dünyada önde gelen kurumlarda prestijli işler kapan, uluslararası gezilerde kendisine sürekli yer bulan, akademi âleminin ünlülerinden olan bu düşünür, medyada muazzam bir yere sahip oldu ve bu yerini sürekli pekiştirdi. En önemli yayınevlerinde kitapları, en önemli dergilerde makaleleri çıkan bu düşünür, birçok filme katkıda bulundu, televizyon yüzü hâline geldi, büyük medya kuruluşlarında arz-ı endam etmeyi bildi.

Aldığı politik konumların niteliği üzerinden burjuva kültür aygıtınca bir balon misali sürekli şişirilen bu isim, ABD ulusal güvenlik bakanlığının ve emperyalist düşünce kuruluşlarının beslediği sağcı bir ideolog değil. Bilâkis, bu isim, solu temsil ettiği düşünülen, en fazla göz önünde olan aydın olması sebebiyle, radikal teori, hatta Marksizm ile ilgili internet sitelerini takip eden herkesin her an yüzleştikleri bir kişi: Slavoj Žižek.

Donald Trump, bir seferinde ABD’nin elindeki propaganda mekanizmasının gücüne olan inancını anlatmak için şu tür bir ifadede bulunmuştu:

“New York’un ünlü Beşinci Caddesi’nin ortasında durup birini vurayım, seçimde tek bir oy bile kaybetmem.”[13]

Emperyalizmin merkezinde duran, yoldan çıkmış ve çürümekte olan bu gösteri toplumunda aynı durum, küresel teori endüstrisinin poster çocuğu için de geçerli. Akla hayale gelebilecek en gerici politik konumları alabilecek bir isim olarak Žižek, kapitalist kültür aygıtı eliyle tüm dünyaya görüşlerini yayabiliyor ve hâlen daha solun en büyük aydını olarak takdim edilebiliyor. Aslında bu, onun bizatihi yaptıklarının bir sonucu.

Eğitimsizler İçin Hazırlanmış Bir Söylem Çorbası

Kabul etmeliyim ki bu madrabaz ve onun reklâmını yapan sistem, doksanların başında ABD’de felsefe okuyan bir gençken benim de gözümü boyamıştı. Üniversite öğrencisiydim ve bu adam, sahneye teori endüstrisinin Evel Knievel’ı (Amerikalı şovmen) gibi fırlamıştı. Hakkında hiçbir şey bilmediğim Avrupa felsefesi tarihine dair bitmek bilmez nutuklar atmak yerine, karşımızda bu felsefe tarihini 19 yaşındaki, başkalarına özenip duran, yeterince eğitimden geçmemiş kişilere anlatırmış gibi anlatmıştı. O gün Hollywood filmlerinden, bilim kurgu hikâyelerinden, tüketim toplumundan, internet kültüründen, Avrupa kaynaklı havalı teorilerden, pornodan, seksten, evet, fazlasıyla seksten bahsetmişti. Kapitalist ideolojik aygıtın cahil bıraktığı, farklı bir şeymiş gibi pazarlanan şeylere aç olan insanları okumaya teşvik ediyordu.

Doksanlarda ve yirmi birinci yüzyılın başlarında çıkan tüm kitaplarını bir çırpıda okudum. Ayrıca onun adımlarını izledim. Gidip, o günlerde Paris’te olan, düşünsel baba figürü Alain Badiou yönetiminde doktoramı tamamladım. Ama sonra kendimi eğittikçe, onun kimi hususları tekrarlıyor oluşundan, teorik yüzeyselliğinden ve alışıldık retoriksel hamlelerinden bıkıp usanmaya başladım. Giderek, onun insanları kışkırtmak için başvurduğu maskaralıkların tarihsel ve materyalist analizin eksikliğinin bir dışavurumu olduğunu gördüm. 11 Eylül olaylarını Matrix filmine dair Lakancı yorum üzerinden açıkladığı 2001 yılında bu kanaatim daha da pekişti. Bir yandan kışkırtıcı yorumlar dile getiriyor, ama bu yorumları bir tür kek gibi satmaya çalışıyor, bu çabası dâhilinde, ABD emperyalizminin ve ulusal güvenlik devletinin başvurduğu mekanizmaların tarihini materyalist açıdan analiz etme gereği duymuyor, bu açıdan, Noam Chomsky, hatta Michael Parenti’nin bile gerisine düşüyordu.[14]

Sonra, lisansüstü öğrencisiyken Jacques Rancière’nin kitabını çevirdiğimde, Žižek’in söylem çorbasının nasıl yapıldığını görme fırsatı buldum. O dönemde İngilizce konuşulan ülkelerde pek bilinmediği için yayıncılar, Rancière’nin kitaplarına pek yüz vermiyorlardı. Nihayet bir yayınevi, kitaplardan birini dikkate almayı kabul etti. İlk başta itiraz ettikten sonra, bugün artık piyasada olmayan bu yayınevinin tedarik bölümü yayın yönetmeni bana şu koşulu sundu: “Kitabın satışının çok olabilmesi için Žižek gibi radikal teori alanının önde gelen isimlerinden birinden bir önsöz koparmalısın.” Žižek öneriyi kabul etti ve sonrasında Gıdıklanan Özne adıyla yayımlanan kitabında Rancière’ye ayırdığı bölüme fazlasıyla benzeyen, karmakarışık bir metin gönderdi.[15] Bu metne kitabında Rancière’nin sinema ile ilgili kitaplarından birine dair, derin tefekkür üzerine kurulu, takdim amaçlı kimi yorumlar ekledi. Buradan da görülüyordu ki aslında Žižek, ne benim çevirdiğim Estetik ve Politika Üzerine isimli kitabı ne de estetikle ilgili çalışmaları hakkında bir şey biliyordu. Akademik ihtimam konusunda utanmak nedir bilmeyen bir tutumla sergilenen bu saygısızlık mide bulandırıcıydı, ama sonuçta kurumsal bir gücüm yoktu, derin bir politik analizden de yoksundum, elim kolum bağlıydı, zira yaptığım çevirinin yayımlanmasını istiyorsam, teori endüstrisinin bu şarlatanı ürünü pazarlamak için kullanmasına ses çıkartmamam gerekiyordu. Önsöz olarak gönderilen yazıyı ek yazı hâline getirmeye ve Rancière’nin çalışmalarına dair akademi kaynaklı değerlendirmelerle boğmaya çalıştım. Bugün geriye dönüp baktığımda, projeyi sonlandırmam gerektiğini düşünüyorum.

Emperyalizmin merkezinde, yıldızı parlayan, yanlış bir eğitimden geçmiş profesyonel yönetici sınıfı, kültür teorisi’nin “Elvis”i olarak görülen bu kişinin maskaralıklarının ana hedef kitlesiydi. 1989’da Berlin Duvarı yıkıldı. O günlerde Žižek’in ilk önemli kitabı, İngilizcede Verso yayınlarından çıktı: İdeolojinin Yüce Nesnesi. Çalışmanın önsözünü anti-Marksist radikal demokrat Ernesto Laclau kaleme aldı. Kitap, Chantal Mouffe’un hazırladığı yeni dizinin en iyi kitabı olarak takdim edildi. Söz konusu dizide yer alan ve ilhamını Heidegger’den alan, Fransa’da ortaya çıkmış “özcülük karşıtı” teorik eğilimlerden beslenen bu çalışmalar, sosyalizme destek sunmak yerine, radikal ve çoğulcu demokrasi üzerinden algılanmış yeni bir sol anlayışını öne çıkartmak için kaleme alınmışlardı.[16] “Demokrasi yanlısı” olarak takdim edilen ve sosyalist ülkeleri parçalamak için kullanılan antikomünist hareketlere benzer bir politik yönelime sahip olan bu iki radikal demokrat, Žižek’in reklâm edilmesi konusunda önemli bir rol üstlendi. Laclau ve Mouffe, kitabını İngilizce konuşulan dünyada takdim etmesi için Žižek’e davetiye gönderdi ve prestijli yayınevlerinin kapısını kendisine açtı. Buna karşılık Žižek, ilk kitabının çerçevesini, Laclau ve Mouffe’un postmarksist çalışmaları Hegemonya ve Sosyalist Strateji (1985) kitabı üzerinden çizdi ve çalışmasını ikilinin geleneksel Marksizmin “küresel sorunlara çözüm olarak sunulan devrim” anlayışına karşı geliştirdiği görüşü üzerine kurdu.[17]

1991’de SSCB dağıldı. Batı’nın ihtiyacını karşılamak için can atan postmarksist teorisyen, iki kitap daha yazdı. Bunlardan biri, Laclau-Mouffe’un hazırladığı dizi içerisinde çıktı, diğeri de Ekim Devrimi ile ilgiliydi.[18] Böylelikle Žižek, emperyalist devletlerin destekledikleri demokrasi yanlısı muhalif hareketler gibi radikal demokrasinin yükselmekte olan teorik dalgasına binmeyi bildi. Bu dönem, emperyalist devletlerin ve istihbarat kuruluşlarının servetin yukarıya doğru akıtılması, bu amaç doğrultusunda işçi sınıfının elindeki kazanımların alınması için uğraşıyorlardı.

Sovyet tarzı sosyalizmin parçalanması ile birlikte bu Doğu Avrupalı yerli muhbir, kendi postmarksizmini Marksizmin en radikal biçiminden mahrum olmayan bir fikirmiş gibi takdim etti. Gerçek mücadelelerden kök alan, Siyahlara ait müziği temellük edip, evcilleştiren ve ana akımın parçası kılan Elvis gibi, Žižek de en önemli görüşlerini Marksist gelenekten ödünç alıp onların özünü ortadan kaldırmak adına, eğlenceli postmodern bir kültürel aşureye malzeme kılmak suretiyle, ilgili görüşleri neoliberalizmin komünizmden intikam aldığı dönemde birer tüketim nesnesine dönüştürerek meta hâline getirdi.

Burada şu önemli notu düşmek gerekiyor: doksanlarda sözde “tarihin sonu” fikrinin keyfini çıkartan kapitalist müesses nizam, bir yandan da radikal liberal aydınlar için kapitalizmin estirdiği rüzgârla sağa sola savrulan bir tür kırmızı balon misali, özünden arındırılmış sembolik bir Marksizm imal etti. Žižek, işte bu sürecin parçasıydı. O, neoliberalizmin giderek yoğunlaştırdığı antikomünist faaliyetlere tanıklık eden dönemin en ünlü Marksisti hâline geldi. “Felsefenin Borat’ı” olarak anılan, “deli Marksist” olarak karikatürize edilen, Doğu’nun bu gizemli adamı, Sovyet tarzı sosyalizmi yok etmiş olan alevlerin üzerinde, herkesin içerisinde mastürbasyon yapan sapık bir anka kuşu gibi kanat çırpıyordu.

Diyalektik Safsata

Kendisi kadar üçkâğıtçı olan radikal düşünürler gibi Žižek de anlaşılması zor yazıları ve hatalarla yüklü davranışları ile övünen bir isim. Onu okuyan kişi, her sayfayı çevirirken “ha anladıım!” diyor, ama sonra anlıyoruz ki o, aslında bir önceki sayfada inanmamızı istediği şeyin tam tersini söylüyor. Saklanmayı bir türlü beceremeyen, ama saklambaç oynamaktan da hiç bıkmayan çocuk gibi bu Sloven harika çocuk da anlaşılmamak ve yürüdüğü yolu sürekli gizlemek umuduyla, her şeyi ve karşıtını söylemek için sürekli yan çiziyor, yoldan çıkıyor. Aslında kendisi gibi bukalemun karakterli olan aydınlarda aleni ve tutarlı bir ideolojinin iş başında olduğu gerçeğinden habersizmiş gibi görünüyor. Bu ideolojiye “oportünizm” deniliyor.

Abercrombie & Fitch katalogu için verdiği röportajda kendisiyle röportaj yapan kişi, Žižek’e yayınlanmadan önce metni kendisiyle paylaşabileceğini söylüyor. Kadını tersleyen Žižek, ona şunu söylüyor: “A hayır, buna gerek yok. Sözlerimi, söylediklerimin tam tersini söylemiş gibi aktarabilirsin.”[19] Bir oportünist için bir şeyi söylemek, tam aksini söylemek kadar iyi bir şeydir. Çünkü bir oportünistin ana amacı, ismini yaldızlamaktır.

Žižek, yorucu söylemsel hamlesini kurnaz bir tutumla, “diyalektik” olarak pazarlıyor, bunu da kendisindeki hilekârlığı gizlemek için sözde bir entelektüel kılıf temin etmek amacıyla yapıyor. Mekânsal alanını her daim genişletiyor, zamansal varlığını hep uzatıyor, böylelikle gerçekten de söyleyecekleri olanlara alan ve vakit bırakmıyor. Burjuva kültür aygıtı, kendisine muazzam bir alan açıyor. Bunun nedeni, Žižek’in gerçekten de radikal olan analiz biçimlerini ahmaklıkla örtbas etme, etkisiz kılma eğilimi içerisinde olması. Ondaki her şeyi alıp süpüren diyalektik, sınır mınır tanımıyor. Bu sebeple, onun ağzından şöyle bir sözü hiç işitmiyoruz: “Hâkim ideoloji, sürekli reel sosyalizmin tümüyle korkunç olduğunu söylüyor, oysa o öyle değil!”

Kendinden menkul bir Marksistin kendisinin reklâmını yapıp duran kültür endüstrisinin en yavan unsurlarını hiç eleştirmeden neden benimsediği merak konusu. 2010’da düzenlenen Uluslararası İşçi Hakları Forumu’nun hazırladığı utanç listesine şirket yanlısı çizgisi sebebiyle girdi. Bu, tüketimci kapitalizmin genel endüstrisi ile küresel teori endüstrisi arasındaki samimi ilişkinin somut tezahürlerinden biri yalnızca.

Žižek, sadece kitap satmıyor, o aynı zamanda işporta tezgâhında sinema, sanat, edebiyat, dergi, gazete, gözlük, A&F şirketinin CEO’sunun sözüyle, “havalı ve iyi görünümlü insanlar için” Amerikan tarzı kıyafetler satıyor.[20]

Batı Yanlısı Antikomünist Muhalif

Bahsini ettiğimiz bu üçkâğıtçı, her konuda konuşuyor ve hep söylediklerinin tersini de dile getiriyor. Bu sebeple, esas onun pratikte yaptıklarına ve teorik pratiğinin niteliğine odaklanmak gerekiyor. Teorik pratiğinin niteliğini tam anlamıyla kavrayabilmemiz için onu ve yaptığı hilekârlığı, düşünce üretiminde kurulan toplumsal ilişkiler bağlamına oturmalıyız. Başka bir ifadeyle ben, burada “teorik pratik” derken, sadece Žižek’in bir entelektüel olarak ortaya koyduğu öznel faaliyetleri değil, ayrıca içinde faaliyet yürüttüğü, onu uluslararası süperstar olarak öne çıkartan nesnel toplumsal bütünlüğü kastediyorum. Burada kısmen şunu söylüyorum: Žižek, nevi şahsına münhasır bir özne olarak değil, küresel teori endüstrisinin kültürel bir ürünü olarak anlaşılmalı.

Žižek, 1949 yılında Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nde doğup büyüdü. Elimizde “komünist bir devlette yaşamak, kapitalist devlette yaşamaktan daha kötüydü” tespitini doğrulayacak herhangi bir kanıt yok.[21] Oysa biz, Yugoslavya’nın kitlelere kaliteli bir hayat sunduğunu biliyoruz.

“1960-1980 arası dönemde Yugoslavya, büyüme oranın oldukça yüksek olduğu ülkelerden biriydi. Sağlık hizmetlerinin ve eğitimin ücretsiz olduğu ülkede herkesin bir geliri vardı, ayda bir tatil için ödeme yapılıyordu, okuma-yazma oranı yüzde 90’ın üzerindeydi, ortalama insan ömrü yetmiş ikiydi. Ekonominin büyük bir kısmının kamunun elinde olduğu, piyasa sosyalizmi ile yönetilen Yugoslavya, aynı zamanda birçok farklı etnisiteye mensup yurttaşlarına ulaşım hizmetlerini, barınma imkânını ve elektrik-su gibi hizmetleri makul fiyata sunuyordu.”[22]

Hayat hikâyesini kaleme alan Tony Myers’in aktardığına göre, Žižek kendi ülkesindeki komünist kültürden haz etmeyen bir isimdi. Kapitalist dünyada sosyo-ekonomik açıdan, kişisel düzlemde ilerlemek isteyen, karşısına çıkan fırsatları değerlendiren, bu paraya tamah eden genç entelektüel, kendisini Batı’nın pop kültürünü özümsemeye vakfetmişti. Mayers’ın aktardığına göre, “öğrenciyken Žižek, resmi komünist görüşler yerine Fransız felsefesine ilgi duydu ve bu konuda yazmaya başladı.”[23] Fransız teorisi üzerine hazırladığı yüksek lisans tezi, politik açıdan şüpheyle yaklaşılması gereken bir çalışmaydı. Zira arkadaşı Sloven felsefeci Mladen Dolar’ın ifadesiyle, “okul yetkilileri, Žižek’in karizmatik tespitlerinin muhalif düşünce yapısıyla öğrencileri uygunsuz bir biçimde etkileyebileceğini düşündüler.”[24]

İlk kitabı, Nazi geçmişi konusunda nedamet getirmemiş bir isim olan Martin Heidegger ile ilgiliydi. Heidegger, Žižek’e göre, Slovenya’daki antikomünist muhalefetin baktığı en önemli isim, en temel referans noktası idi. Žižek, ayrıca İkinci Dünya Savaşı sonrasında Heidegger’in yeniden muteber olmasına katkıda bulunmuş olan Fransız felsefeci Jacques Derrida’nın bir çalışmasını Slovenceye çevirip yayımladı.[25] Yapısöküm dininin ünlü Fransız rahibinin asıl derdi, Çekoslovakya’daki hükümete karşı yürütülen antikomünist faaliyetlere katkıda bulunmaktı.[26] Derrida, şirketlerden ve Batılı hükümetlerden önemli destekler alacak olan Jan Hus Eğitim Vakfı’nın Fransız şubesini kurdu. Vakıf, aralarında Margaret Thatcher Vakfı, Açık Toplum Fonu (Soros), Ford Vakfı, ABD Enformasyon Dairesi ve CIA’in uzantısı olan Ulusal Demokrasi Vakfı (NED) gibi kuruluşların yürüttüğü antikomünist faaliyetlere destek sunma konusunda önemli bir sicile sahipti.[27]

İkinci doktora tezini tamamlamak üzere Paris’e giden Žižek, bir süre bu şehirde kaldıktan sonra, 1985’te ülkesine döndü. Kamuoyunun dikkatini ilk kez Batı’nın yönlendirdiği, Fransız teorisinden beslenen muhalefetin parçası olan antikomünist bir muhalif olarak çekti.[28] Kendi ifadesiyle, “seksenlerin sonunda Yugoslavya’daki sosyalist düzenin altını oyacak çalışmalarda yer aldı.”[29] Komünist hükümete karşı faaliyet yürüten muhalif hareketin parçası olarak yayın yapan haftalık dergi Mladina’da politika yazıları yazdı.[30] Her hafta Žižek’in yazılarına yer veren dergi, Yugoslavya Komünist Partisi’nin hazırladığı o uzun ve detaylı raporda CIA destekli olmakla suçlanıyordu. Raporda aynı zamanda ülkedeki sosyalist hükümetin bekasını ve varlığını tehdit eden karşı-devrimcilerin sayısının hızla arttığından söz edilmekteydi. [31]

Sonrasında Žižek, birkaç kez komünizmin çöküşüne katkıda bulunan bir muhalif olarak çalıştığını ikrar etti.[32] Başka çalışmaların yanında, Dört Suçlu İçin İnsan Haklarının Korunması Komitesi’nde yer aldı. 1988’de kurulan bu komite, Žižek’in ifadesiyle, “mevcuttaki sosyalist sistemin yıkılmasını ve sosyalist rejimin tüm dünyada ortadan kalkmasını talep etmekteydi.”[33] Bu talep, ABD Başkanı Ronald Reagan’ın imzaladığı 133 sayılı Ulusal Güvenlik Kararnamesi ile uyumluydu. 1984 tarihli kararnamede, “Yugoslavya ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinde komünist hükümetlerin yıkılması için ‘sessiz devrim’ fikrinin güçlendirilmesine dönük çabaların artırılması” görüşü savunulmaktaydı.[34]

Sonrasında Žižek, Liberal Demokrat Parti’nin kurucuları arasında yer aldı ve partinin sözcülerinden biri olarak hizmet verdi.[35] “Çoğulculuk” fikrini savunan liberal gelenekten kök alan parti, sosyalizm döneminin sona ermesini müteakip on yıl boyunca Slovenya’ya hâkim oldu.[36] Žižek, Slovenya’nın ayrılıp bağımsız olduğu dönemde yapılan ilk cumhurbaşkanlığı seçiminde seçmenin karşısına çıkan dört adaydan biriydi. Bu seçim süreci, Slovenya’nın Yugoslavya’dan tümüyle kopması noktasında bir tür kama görevi gördü.

Žižek, 1990’da televizyonda yayınlanan tartışmada şu vaadini dillendiriyordu: “Cumhurbaşkanlığı makamının parçası olarak, devlete ait reel sosyalizmin imal ettiği ideolojik aygıtın sökülüp atılmasına katkıda bulunacağım.”[37] Seçim süresince işçiler açısından felâketle sonuçlanacak olan liberal ekonomik yeniden yapılanma önerisi üzerine kurulu politikaları uygulamak istediğini dile getirip duran Žižek, bir yandan da bu konuda “pragmatist” olduğunu söylüyor, “madem işe yarıyor, bu ilâçtan biz niye almayalım?” diyordu.[38]

“Planlı özelleştirmeler” fikrini açıktan savunan Žižek, her iyi kapitalist ideolog gibi, görüşünü çekincesiz dile getiriyordu: “Bizde kapitalizmin ağırlığı arttıkça toplumsal güvenlik de artacaktır.”[39] Bu görüş de Reagan’ın imzaladığı 133 sayılı ulusal güvenlik kararnamesiyle uyumluydu. Orada “Yugoslavya’nın uzun vadede içerideki zincirlerden kurtulmasından ve ülkedeki ekonomik yapının piyasa güdümlü hâle getirilmesinden” söz edilmekteydi.[40]

Doğulu liberalimiz, antikomünist felsefeci Karl Popper’nın “açık toplum” dediği düzen adına kısa vadede sosyalizmin yıkılmasına dönük çalışmalara desteğini her daim dile getirdi. İddiasına göre, Açık Toplum Fonu’nun kurucusu (Popper’nın eski öğrencisi) George Soros, “eğitim, mülteciler gibi alanlarda iyi işler yapıyor, teorinin ve sosyal bilimlerin ruhunu diri tutuyor”du.[41]

Popper, Yugoslavya’ya yönelik NATO müdahalesine destek sundu. Kültürel Özgürlük Kongresi denilen, CIA’e bağlı o ünlü örgüt eserlerinin reklâmını yaptı. Soros, Doğu Avrupa’da yürütülen antisosyalist rejim değişikliği ile alakalı operasyonlara büyük miktarlarda para akıttı. Yugoslavya’da “Açık Toplum Enstitüsü, Miloseviç karşıtı muhalefetin cebine 100 milyon dolardan fazla para koydu, bunun yanında, politik partileri, yayınevlerini ve ‘bağımsız’ medyayı besledi.”[42] Dahası, Soros’un da açıktan kabul ettiği biçimiyle, kendisi, vakfının antikomünist örgütlere ve faaliyetlere akıttığı paralarla, Sovyet sisteminin dağılmasını sağladı.”[43]

Her ne kadar Žižek, küçük bir oy farkıyla cumhurbaşkanlığı yarışında ipi göğüsleyemese de sonrasında yeni kurulan cumhuriyette bilim elçisi olarak görev üstlendi ve hükümete resmi olmayan yollardan sunduğu tavsiyelerini aktarmaya devam etti.[44] Kendi ifadesiyle, “doksanlarda kapitalizmin yeniden tesis edilmesi sonrası Sloven devletine açıktan destek sundu” ve antikomünist liberalizme bağlı kaldı.

“Uğruna tüm dostlarımı yitirdiğim, hiçbir iyi solcunun yapmayacağı bir şey yaptım: Slovenya’daki iktidar partisine tam destek verdim.”[45]

Sermayenin partisi olarak LDP, milletin elindeki malları ve hizmetleri milletin olmaktan çıkarttı ve yoğun bir özelleştirme politikası uyguladı. Bu süreç, IMF ve Dünya Bankası’nın ağır ekonomik reformları dayattığı koşullarda işletildi. Reformlar, sanayi sektörünü yok etti, refah devletini parçaladı, reel ücretleri düşürdü, çok sayıda işçinin korkunç bir hızda işten çıkartılmasına neden oldu (ülkede sanayide çalışan toplam 2,7 milyon işçinin 614.000’i 1989-1990’da işten çıkartıldı.)[46] Žižek’in açıktan destek sunduğu, özelleştirme yanlısı parti, “dünya nüfusunun önemli bir kısmının yaşam standartlarının iyice kötüleştiği dönem”de bir yandan da ülkesini emperyalist kampın küçük ortağı hâline getirmek için çabaladı. Parti, bu süreçte AB ve NATO üyeliği için uğraştı.[47] Doksanlarda başlayan bu süreçte Slovenya, 2003’te AB’ye, ertesi yıl da NATO’ya girdi.[48]

Şu husus atlanmamalı: bu müteşebbis yanlısı aydınımız, devleti sosyalistken Batı yanlısı sivil toplumdan yana saf tutup devlete karşı çıktı, devlet kapitalist olunca, sivil topluma karşı çıkıp devletten yana saf tuttu. Bu süreçte kapitalist ve emperyalist ulusötesi örgütlere üye olmak için uğraştı.[49]

Aslında o, yürüttüğü cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyasında devlet aygıtının sosyalistlerden arındırılması fikrini savunmuş, içişlerinin idaresi ve polis kurumu gibi yapılar konusunda katı bir tutum içerisinde olacağını, bunları tepeden tırnağa değiştireceğini vaat etmişti.[50]

Žižek, ilgili süreçte tüm sosyalist unsurların kökten tasfiye edilmesini sağlayacak bir istihbarat kurumunun kurulması fikrini de savundu. Ayrıca CIA’in Yugoslavya’dan ilk kopan cumhuriyetle ilgili temennisini dillendirdi. Bu da onun CIA ile ilişkilerinin sorgulanmasına neden oldu. Zira dünya genelinde sosyalist hükümetlerin yıkılmasında önemli bir rol üstlenmiş olan CIA, çoğunlukla o hükümetleri bulunduğu ülkelerdeki antisosyalist politik partilerle, istihbarat kurumlarıyla, yayınevleriyle ve aydınlarla kurduğu işbirliği üzerinden hareket ediyordu:

“İçişlerinde ve poliste yürütülecek çalışmalar konusunda en uygun isim benim. Hatta daha fenasını söyleyeyim. Bu çalkantılı dönemde Slovenya, yeni bir istihbarat kurumuna ihtiyaç duyuyor, çünkü egemenlik konusunda verilen bu mücadelede ülkeyi istikrarsızlaştıracak eylemlere tanık olunacaktır. Fakat bu noktada ilgili kurumun mevcutta varolan (yani sosyalist olan) içişlerinin devamı olmaması gerekmektedir. Ben, bu noktada bir kopuşun şart olduğunu düşünüyorum.”[51]

Bu Batı yalakasına göre komünistler kendisinden nefret ediyorlardı. Komünistler, esasen onun kariyer basamaklarını tırmanmak için oldukça tehlikeli bir oyun oynayan bir oportünist olarak görüyorlardı. Bu oyun tehlikeliydi, çünkü işçi kitleleri aleyhine işleyecek, özelleştirme programları ve emperyalizmin alanının genişlemesini sağlayacak adımlarla tanımlı bir süreci savunuyordu. Bizim Lakancı soytarımız, Slovenya’da nasıl göründüğü konusunda şunu söylüyordu:

“Karanlık, netameli, fesatçı bir politik manipülatör olarak algılanıyordum. Bu, benim epey haz duyduğum, fazlasıyla hoşuma giden bir roldü.”[52]

Her ne kadar Yugoslavya’nın dağılmasının ana sebebinin etnik nefret olduğuna dair Batı propagandasına ait anlatıya hafiften karşı çıksa da bu duruşunun arkasındaki gerekçe, esasında aldığı diğer politik konumların önemli bir kısmında olduğu gibi, Ruder & Finn gibi kapitalizm yanlısı halkla ilişkiler şirketlerinin ve CIA’e bağlı medya kuruluşlarının beslediği propagandayla uyumluydu. Žižek, “NATO: Tanrı’nın Sol Eli” başlıklı yazısında açıktan şunu söylemekteydi: “Savaşın çıkmasına neden olan, etnik çatışma değil, Sırbistan’ın gerçekleştirdiği saldırıydı.”[53] Bu açıklamasının sebebini Parenti’nin tespitinde bulmak mümkün: “Sırplar, komünist parti içerisinde diğer milliyetlere nazaran daha fazla üyeye sahiplerdi.”[54] Bu anlamda Žižek, aslında kendisine çalışan kalemşorların Yugoslavya için bir “iyi insanlar-kötü insanlar” hikâyesi kaleme alma becerisiyle övünen Ruder & Finn halkla ilişkiler şirketinin direktörü James Harff’la aynı şeyi söylüyordu.[55]

Bizim doğulu liberalimiz, bu süreçte daha da ileri gitti ve çok etnisiteli bir devleti onlarca yıl yönetmeyi bilmiş olan komünistleri, milliyetçilik üretmekle ve “insanları zorla milli davaya bağlamak”la suçladı.[56] Žižek, ayrıca liberal at nalı teorisine sırtını yaslamak suretiyle, sosyalist cumhurbaşkanı Slobodan Miloseviç’e yönelik Batı kaynaklı karalama kampanyasına ortak oldu ve bu süreçte Miloseviç’in “faşizmle Stalinizmi akla hayale gelmeyecek bir tarzda birleştirmeyi başardığını” söyledi.[57] Oysa konuya dair, gerçeklerden beslenen kitabında Michael Parenti’nin izah ettiği biçimiyle, “sosyalistler, ne tür yanlışlar yapmış olurlarsa olsunlar, ne tür kabahatler işlemiş olurlarsa olsunlar, “ülke, ne bir iç savaşa, ne herkesin birbirini boğazladığı sahnelere, ne de etnik temizliğe tanık oldu, ta ki Batılı güçler, Yugoslavya’nın içişlerine müdahale edip ayrılıkçı örgütleri paraya boğana ve politik çatışmayı tetikleyen politik-ekonomik krize sebep olana dek.”[58]

NATO’nun “insani yardım” olarak nitelediği, sivil halkın ve sosyalist altyapının üzerine yağdırdığı bombaların gerçek amacı, sosyalizm döneminden kalanlardan kurtulma fikrine karşı çıkan, bölgedeki tek ulusun üçüncü dünyalılaştırılması ve pratikte sömürgeleştirilmesiydi. O dönemde Žižek, imzasını ve adını provokasyon için kullanarak şunu söyledi:

“Bir solcu olarak ben, ‘bombalansın mı bombalanmasın mı?’ sorusuna şu cevabı veriyorum: Yeterince bomba atılmadı, üstelik bombardıman için çok geç kalındı.”[59]

İnternette dolaşıma sokulan bir metinde, sivillerin kanunlara aykırı bir biçimde toplu kıyımdan geçirilmesi fikrine açıktan destek sunan Žižek’in bu sözleri yayınlanınca metinden çıkartıldı. Oysa o, başka mülâkatlarında da bu fikrini lafı dolaştırmadan dile döktü ve şunu söyledi: “Ben, hep Batı’nın gerçekleştirdiği askerî müdahalelerden yana oldum.”[60]

Dünyada en fazla göz önünde olan aydınlardan biri olarak önemli bir kariyere sahip olan Žižek, reel sosyalizme hep karşı durdu. O, “Küba’nın tembellere sürekli geçmişi anımsatan nostaljik bir hikâye” olduğunu, “bu hikâyenin geleceğe dair zerre ümit vermediğini” ifade ediyor, Küba’nın “ihtiyatlı bir desteği bile hak etmediğini” söylüyordu.[61]

Bugün Çin konusunda da kapitalist propagandaya uygun bir tavır alan Žižek, bu ülkeyi varoluşsal bir tehdit olarak görüyor, ayrıca Çin’in başındaki komünist lider Xi Jinping’i Trump, Putin, Modi ve Erdoğan’ın yer aldığı ahlaksızlar çetesinin bir üyesi olan otoriter bir kapitalist olarak değerlendiriyor.[62] Radikal yazılarında yaptığı onca hokkabazlığa rağmen, Margaret Thatcher’ın o ünlü neoliberal sloganı “başka alternatif yok”u diline doluyor.

Žižek, gerçekte şunu söyleyen biri: “Ortada insanı ikna edebilecek herhangi bir radikal sol alternatifin bulunmadığını düşünüyorum. Sosyalist devrim gibi bir şeyden de umudum yok.”[63]

1990’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi televizyonda katıldığı tartışmada Žižek, karşımıza Winston Churchill’in görüşlerini benimseyen biri olarak çıkıyor. Bilindiği üzere Churchill, “kapitalizm tüm sistemlerin en kötüsü, ama elimizde de daha iyi olabilecek başka bir sistem yok”[64] diyen, İngiliz emperyalizminin en acımasız ve en gaddar ismi olarak sömürgelerde halkı kıyımdan geçirme fikrini savunan bir devlet adamı.

Žižek, aynı zamanda sık sık kamusal alanda süren tartışmalara dâhil oluyor ve Avrupa Birliği’ne desteğini her fırsatta dile getiriyor. Aslında Avrupa Birliği, ABD’deki ulusal güvenlik devletinin komünizme karşı bir kale olarak görüp uzun zamandır desteklediği kapitalist bir proje. Bu tartışmalarda Žižek, ayrıca Batı emperyalizminin eylemleri arasında ayrıma gidiyor, örneğin Avrupa içinde veya yakınlarında NATO eliyle gerçekleştirilen askeri müdahaleler konusunda farklı konumlar alıyor.[65]

Žižek, insanlığın geleceğinin emperyalizme karşı başarılı sömürgecilik karşıtı mücadeleler vermiş güneyin yoksul ülkelerindeki sosyalist devletlerinde olmadığını düşünüyor. Onun yerine, tarihin merkezine sömürgeciliği ve emperyalizmi koyuyor.

“Bugünün küresel kapitalist dünyasında, ulusların egemenliğini sınırlama yetkisine bir tek Avrupa denilen fikir sahip. Ekolojik ve toplumsal esenlikle ilgili normları asgari düzeyde güvence altına alma görevini bir tek o üstleniyor. Bu fikirde mevcut olan hususlar, Avrupa Aydınlanması’na ait en iyi geleneklerin doğrudan ürünü.”[66]

Aslında ondaki Avrupamerkezli, oradan çıkış alan tarih anlatısına göre, üçüncü dünyadaki sömürgecilik karşıtı mücadeleler de Batı’dan ithal edilmiş anlayışlara tabi. “Avrupa’nın üçüncü dünyadaki şiddetini ve sömürüsünü eleştirel açıdan incelemeye tabi tuttuğunu” söyleyen Žižek[67] bu incelemeye zemin sunan fikrin de Batı’ya ait olduğu üzerinde duruyor.

Avrupa’nın dünyadaki gelişmenin doğal lideri olduğuna tüm kalbiyle inanan bir sosyal şovenist olarak Žižek, nihayetinde Bruno Latour’nun “bizi ancak Avrupa kurtarabilir” ifadesinde dil bulan gericiliği kabul ediyor.[68]

Komünist Maskesi

Sosyalizmin kapitalizm lehine yıkılışına destek çıkan Žižek, Batı yanlısı antikomünist bir yönelim içerisinde olsa da bu nevi şahsına münhasır adam, o tuhaf hâliyle bir komünist olduğunu söylemekten hiç bıkıp usanmadı. Hatta Žižek, kendisini Doğu’nun “muzır komünisti” olarak takdim etmeye çalışıyor. O sakalı ve darmadağınık görünümüyle Žižek, muhataplarıyla sert bir dille konuşuyor, fazla hızlı ve çok konuşan bu sözde aydın, demode olmayayım diye sürekli o beş para etmez, solcu provokatif laflarını kusuyor. Aslında Žižek, on dokuzuncu yüzyılın çöküş döneminin sanat pratiği Dekadans hareketine mensup sanatçılara benzer bir performans ortaya koyuyor.

Žižek, neoliberal kapitalizmin saray soytarısıdır. Marksistmiş gibi görünen antisosyal bağnaz tiplemesini taklit edip duran Žižek, bir yandan gerçek dünyaya dair sosyalizm projesini hor görüyor, bir yandan da pop kültürü ürünleriyle yapılmış çorbası üzerinden, Batı’nın tüketim toplumuna ait malları işporta tezgâhında satmaya çalışıyor. Bu afacan bebenin ortaya koyduğu, kural tanımaz tiyatro performansının, nihayetinde kapitalizme ait sahnede sergilendiği unutulmamalıdır. Sahnedeki kişi, düzenbaz paragöz herifin tekidir, neoliberalizme ait kültürel aygıta ait çarpıcı bir semptomdur. Sırf rolünü gayet iyi oynadı diye onu saray soytarısı olmaktan çıkartıp bir süperstara dönüştüren, kapitalist sarayın ta kendisidir. Tüm iyi saray soytarıları gibi Žižek de sarayda sergilenen oyunun kurallarının mevcut sınırlarını zorlar ve o histerik eleştiri gösterisinde en öfkeli lafları sıralar, ama bir yandan da kuklanın sahibine (sermaye denilen krala) sadakatini göstermek suretiyle, önünde uzanan o en önemli çizginin üzerinde büyük bir temkinlilikle yürümeyi ihmal etmez.

Kışkırtıcılık rolünü, izleyeni ikna eden bir üslupla oynayabilmek için bu palyaço, Marksist olduğunu söylemekle kalmaz, ayrıca ısrarla bir Leninistten geri kalır yanı olmadığını iddia eder. Şimdi olağan ve sıradan pratiğinin parçası olan, dolayısıyla, birçok metinde tekrarladığı, gevezeliklerinden birine kulak verelim:

“Ben Leninistim. Lenin, ellerini kirletmekten korkmazdı. […] Mümkün olduğu vakit iktidara geldiğinizde, onu bırakmayın. Mümkün olan her şeyi yapın.”[69]

Komünist maskesi takan Žižek, bu lafıyla aslında Leninizmin ellerini kirletmekten ve sürekli iktidar peşinde koşmaktan ibaret bir şey olduğunu söylüyor. Bu anlamda Žižek, özelde Lenin’i, genelde Marksizm-Leninizmi samimiyetsiz bir üslupla, başka bir şey olarak takdim ediyor. Bu takdimin, ideolojinin o uzun tarihiyle uyum içerisinde olduğunu görmek gerekiyor.

Bir vakitler İtalyalı liberal ve faşizm sempatizanı Benedetto Croce, Marx konusunda birebir aynı şeyi söylemişti: Ona göre Marx, “proletaryanın Makyavelli’siydi, çünkü Marx, gücü başa yazmış, sürekli iktidarı ele geçirmek için uğraşmıştı.”[70]

Leninizmi kaba iktidar temelli siyasetle ilişkilendiren anlayıştan beslenen Steve Bannon da Žižek gibi kendinden menkul bir “Leninist.[71] Neonazi liderlerinden Richard Spencer’ın şu lafı etmesinin bir sebebi de bu: “Slavoj Žižek, benim en çok sevdiğim solcu. Onun alternatif sağcılara öğretecekleri, bir milyon Amerikalı gerzeğin öğreteceklerinden çok daha fazla.”[72]

Bu saray soytarısının her konuya dair bir lafı var. Şimdi 2009’da Leninist olmanın anlamına dair sözlerine kulak verelim. Orada yukarıda aktardığımız “Ben Leninistim” lafını ediyor, devamında da “Obama’ya işte bu yüzden destek verdim” diyor.[73] Muhtemelen bu, tüm zamanların en iyi esprilerinden biri. Suratında hiçbir ifade belirmeksizin esprisini yapan kişi katildir, çünkü o, aslında bahsini ettiği şeyi öldürme niyetindedir.

Bu anlamda Žižek, neoliberal düzenin başında olan kişiyle Leninizmini ilişkilendirir. Dünya genelinde emperyalist mekanizmaya ait motorun üzerini çeşitlilik örtüsüyle örten kişiye destek sunar, Obama’nın “insanları öldürmekte gayet iyi olan” programına arka çıkar.[74]

Žižek, eski başkanın sağlıkla ilgili “devrimci yaklaşım”ını destekler, ama bu yaklaşımın Cumhuriyetçi Mitt Romney’nin planını model alan, herkese dayatılmış zorunlu özel sigorta anlayışını ifade ettiğini görmek istemez. Žižek, Obama’nın sağlık hizmetleri konusunda verdiği mücadelenin çok önemli olduğunu, çünkü egemen ideolojinin tam da özünü hedef aldığını” söyler.[75] Buna karşılık, herkesin hatırlayacağı üzere, Obama, sosyalizmden kök alan herkese sağlık hizmeti sunulmasını öngören sistemin tartışılmasına hiçbir şekilde izin vermemiş bir isimdir.

Žižek gibi idealist bir şakacı iseniz, Leninizm, sizin için sadece basit bir kelimeden, ikide bir kurcalayabileceğiniz, yüzergezer bir göstergeden, aksesuar veya süs niyetine kullanabileceğiniz bir eşyadan başka bir şey değildir. Bu anlayışın tüm çıplaklığıyla görüldüğü çalışma ise, bir mizah kitabı olarak kaleme aldığı Repeating Lenin’dir (“Lenin’i Tekrarlamak”).

Kitabın başlığı, konuya yabancı olanlar için meramını doğrudan söylüyormuş gibi görünse de Žižek, esasında şunu söylemektedir:

“Ben, Lenin’i tekrarlamaktan söz etmiyorum. Bu konuda dikkatli davranıyorum. Neticede bugün Lenin’i tekrarlamak, Leninist işçi sınıfı partisine geri dönmek demek değil.”[76]

Onun Lenin’de en çok sevdiği şeyse insanların ondan korkmasına neden olan, tüm önyargıları çöpe atma iradesidir.

“Peki ondaki şiddeti neden sevmiyorum? Kulağa ne kadar korkunç bir şeymiş gibi gelirse gelsin, kanaatimce şiddet, elini kire bulaştırmayan, beyhude, politik açıdan hep doğruları söyleyen her türden pasifizmin karşısında işe yarayacak bir panzehirdir.”[77]

Žižek, hep o dizginsiz ölüm dürtüsüne geri döner. Ona göre Lenin’i tekrarlamak, Lenin’e geri dönmek demek değildir.

“Lenin’i tekrarlamak, Lenin’in öldüğünü, kendince sunduğu çözümün başarısız olduğunu, ama öte yandan, o çözümün içerisinde kurtarılmayı hak eden ütopik bir kıvılcım bulunduğunu kabul etmek demektir. […] Lenin’i tekrarlamak, Lenin’in yaptıklarını tekrarlamak değil, yapamadıklarını yapmak, kaçırdığı fırsatları yakalamaktır.”[78]

Herkesin gözü önünde bulunan bu “Leninist”imiz, komünizmin eskiden olduğu gibi bugün de dehşet verici bir hata olduğunu, bıkıp usanmadan yineleyip duruyor. Neden bu fikri tekrarlamak zorunda hissettiğinin izahını ise Beckett’in “Olsun. Gene dene. Gene yenil. Daha iyi yenil” dizesini aktararak veriyor. Akıntıya kürek çeken bu isyancıya göre gelecek, hep daha iyi bir hâl alan bir hatadan başka bir şey sunmuyor:

“Komünizmin kazanmasının imkânsız olduğu gerçeğini kabullenmek zorundayız […] yani bu anlamda komünizm, akıntıya karşı boşa çekilen kürektir, boş hayaldir.”[79]

Yüzüne komünist maskesi geçiren saray soytarısının ödülü de aşırı zenginlerin ellerindeki içki kadehleriyle kendisine gülümseyip, ondan reklâmlarını yazmalarını istemeleri oluyor. Profesyonel yönetici sınıfa mensup kimi kişiler ve bazı öğrencilerse Marksizm hakkında bir şeyler öğreneceğim diye gidip Žižek’in popüler felsefesini satın alıyorlar. Oysa bu insanlar, Marksizmin ne kadar saçma olduğunu ortaya koyan, bir yandan da Hollywood’un gişe rekorları kıran filmlerinin, TV şovlarının, bilim kurgu romanlarının ve küresel teori endüstrisinin muhtelif tüketici ürünlerinin reklâmının yapıldığı o teorik âlemin sihirli halısına biniyorlar.

Küçük Burjuvazinin Silik Cazibesi

Žižek, tıpkı Badiou gibi, tarihsel materyalist değil.[80] Bu iki felsefeci de kapitalizmin somut, maddi tarihini ve dünya sosyalist hareketini yoğun bir analize tabi tutmadığı gibi, burjuva kültür aygıtına ait üstyapısal unsurları ve ürünleri tartışmak adına ciddi bir politik ekonomi çalışması da ortaya koymuyor. Her iki isim de açıktan, fikirlere ve söylemlere imtiyaz bahşeden idealist felsefe temelli bir yaklaşımı dillendirmekten keyif alıyor. Bu anlamda, Žižek ve Badiou, batıl inanca yönelik bilim karşıtı bağlılığı savunan birer metafizikçi.

Kendilerine has sözcükleri paranteze alıp kültürel meta fetişizminin ideolojik sınırları dışında ortaya koydukları teorik pratikleri incelediğimizde, bu isimlerdeki idealizm tarzını en iyi hâliyle aşkın idealizm olarak tanımlayabiliriz. Žižek ve Badiou, (büyük ölçüde Jacques Lacan ve G. W. F. Hegel’in söylemleri türünden, Marksist olmayan söylemlere dönük kişisel yorumlarını temel alan) marka yönetimi üzerinden oluşturulmuş kavramsal çerçevelerini gerçekliğin aşkın yapısı olarak takdim ediyor. Ardından bu iki isim, fiiliyatta yaşanan olay, bir metin, yeni piyasaya çıkan bir Hollywood filmi, bir şeker ambalajı, mısır gevreği kutusunun sırtı, bir Starbucks bardağı, porno sitesi gibi herhangi bir şeyi, herhangi bir empirik unsuru seçiyor, bunlar, bir biçimde önceden belirledikleri teorik modeli teyit ediyor, böylelikle modelin doğru olduğunun ispatlandığına dair bir yanılsamaya yol açıyor. Oysa bu türden bir iddiayı kolektif düzlemde sınamak mümkün değil, çünkü teorik varsayımlarını hangi empirik verilerin doğrulayacağı (dolayısıyla, hangi bilgilerin göz ardı edileceği) spekülasyon sevdalısı hokkabazın yüce gönlüne kalmış.

Bu anlayışları, en net biçimde, komünizme yönelik yaklaşımlarında ortaya çıkıyor. Komünizmin mevcut ahvali ortadan kaldıracak gerçek hareket olduğunu söyleyen Marx ve Engels’ten farklı olarak, Žižek ve Badiou, komünizmin bir “Fikir” ve “arzu” olduğunu söylüyor.[81] Aynı zamanda, kana susamış terörizme, şiddet araçlarını kullanan diktatörlüğe ve soykırıma başvurduğu iddiasıyla komünizmin gerçek hareketini mahkûm etmek suretiyle kapitalist propagandaya uygun düşen bir hattı takip ediyor. Ama bir yandan da bu iki isim, Açık Toplum Fonu ve ABD dışişleri bakanlığının para temin ettiği gerici antikomünistlerin veya kaynakların çalışmalarını birer kanıtmış gibi öne sürüyor ve kendi iddialarını ispatlayacak kanıtları sunma ihtiyacını duymuyor.[82] Badiou’nün Çin Kültür Devrimi’ne dair yorumunda görüldüğü üzere[83], sosyalist devletler de dâhil tüm devletlere ve partilere karşı gerçekleştirilen isyanları yücelttikleri için, daha çok birer anarşist gibi hareket ediyorlar. Buna karşılık, reel sosyalizme destek sunanları geçmiş dönemin kalıntıları veya ideolojilerine kanmış, kapitalist ideolojinin tuzağına düşmüş olanlar gibi muhayyel bir dünyanın tuzağına düşmüş ahmaklar olarak görüyorlar. Onlara göre, “reel sosyalizm”den yana saf tutan sol, yok olmuş veya tarihsel bir merak konusuna dönüşmüştür.” İşte Komünizm Fikri isimli, o çok övülen kitabın girişinde bize bu söylenmektedir.[84]

2010’de bu kitap Verso’dan çıktığında, 80 milyon üyesi bulunan Çin Komünist Partisi, Fransa’nın ve Slovenya’nın toplam nüfusundan 16 milyon daha fazla üyeye sahip olmakla övünüyordu. Dolayısıyla, bu sosyal şovenistlerin dünyanın mevcut hâline dair bilgileri nereden aldıkları merak konusu. Bu idealist felsefecilerin nereden beslendikleri sorusunun cevabı aslında çok basit: Jacques Lacan ve Louis Althusser’in kitaplarındaki Lakancı öğeler. Bu noktada Lacan’ın ayna aşaması ve o ünlü çağırma sahnesi dâhilinde tasvir ettiği ideolojiye dair anlayıştan besleniyorlar.[85]

Önceki analiziyle çelişen pasajında Althusser, bireyin sokakta bir polis tarafından çağrılıp kabul gördüğünde ideolojik bir özne hâline geldiğini söylüyor. Yani ona göre birey, başkasının sunduğu imajla birlikte tanımlanıyor, mevcut sembolik düzende belirli bir yere sahip oluyor.

Oysa bir de Lacan’ın yedinci seminerinde kişinin kendi arzusuna ödün vermeme, ona teslim olmama zorunluluğu olarak ifade ettiği başka bir olasılık daha var. Žižek, bunu “ahlaki eylem” düzleminde teorize ediyor. Sembolik düzen içerisinde toplumsal üretim ilişkileriyle kurduğu muhayyel ilişkinin tuzağına düşmüş ideolojik bir özne olarak kalmak yerine kişi, gerçeğin peşinden korkusuzca gitmek suretiyle, Badiou’nün ifadesiyle, Özne hâline geliyor. Bu kişi, bilmezliğiyle sembolik düzene karşı koyuyor (aynı zamanda Gerçek olan, Sembolik olanın eksik sebebi olduğu ölçüde tam da o sembolik biçim içerisinde kalıyor.[86] Lacan’ın küçük a nesnesi (objet petit a), Žižek’in “Gerçek olandaki boşluk dediği arzunun nesnesi-sebebi, yaratıcı bir sembolik kurguyla dolduruluyor.”[87] Bu da bizdeki hazza yön veriyor, öyle ki biz, aslında o şeyi tam da imkânsız olduğu için arzuluyoruz. Gerçek olan, dikişsiz bir biçimde, sembolik düzenle bütünleştirilemiyor, Lacan’ın “gerçeklik” dediği şeye tercüme edilemiyor.[88]

Badiou, dağınık bir isim olan Žižek’e göre daha sistemli ve daha özenli bir isim, ayrıca Žižek, yaşayan Platon olarak gördüğü idealist düşünürün fikirlerini bol miktarda kullanıyor. Bu açıdan, Badiou'nün “komünizm fikri”nin temel Lakancı yapısına bakmak gerekiyor: “Komünizm fikri, hayali bir işlemdir. Bu işlem aracılığıyla bireyin özneleştiği süreç, politik gerçek olana ait bir parçayı Tarih’e dair sembolik anlatıya katar.”[89] Az çok dolaysız bir ifadeyle, burada komünizm fikrinin bireyin kendisini açıklanamayan bir politik olaya ideolojik düzeyde (hayali düzlemde) sebep olduğu bir işlem olduğundan söz ediliyor. Burada Badiou’nün aklında Mayıs 1968 vardır. Bireyler, belirli bir tarihsel durum dâhilinde (sembolik düzeyde) bu olayın sonuçlarını belirlemeye, izini sürmeye çalışırlar. Fransız metafizikçiye (Badiou’ye) göre bu, gerçekte yapılabilecek bir iş değildir, çünkü gerçek olan olarak Olay, Tarih ve Devlet denilen sembolik alana ayak direr. O, ancak birey denilen Özne eliyle, o da hayal âleminde gerçekleştirilebilir.[90]

Badiou’nün “komünist”in gerçekte bir parti veya devleti tarif etmek için kullanılabilecek bir sıfat olmadığını, tartışma kabul etmez bir üslupla dile getirmesinin sebebi budur.[91] Kolektif arzuların ve korkuların biçimlendirdiği yüzyıllık sürecin de ortaya koyduğu biçimiyle, “sosyalist Devlet gibi Parti denilen biçim de bundan sonra Fikrin gerçek manada desteklenmesini güvence altına alma konusunda yeterli olmayacaktır.”[92] Aslında komünist Fikir, ancak “onların komünist olduğunu söylemenin kesin olarak saçma olduğunu görmek suretiyle” siyaseti sürdürebilir.[93]

Burada aslında en yavan hâliyle anarşizm vardır. İsyancı anarşizm, bu tür kişiler şahsında bünyeye fazla gelen metafizik ve ütopik sosyalizmle cem olur. Her şeyden önce bu tür bir siyasette birey, tarihe müdahil olan, anlaşılması güç Olay’a sadık olmak suretiyle Özne olur ve İsa’nın takipçileri gibi, o Olay’ın sonuçları üzerinden hareket eder.

Bu anlamda, “Gerçek komünizm”, Lakancı Gerçek olanın metafizik komünizmidir. Burada bize söylenen şudur: dünyayı maddi düzeyde dönüştürme denilen kolektif proje, esasında parti veya devlet biçimi aldığı takdirde yenilmeye mahkûmdur, çünkü parti ve devlet, ötedünyaya ait Gerçek olana somut bir biçim verir ya da onu “sembolize eder”. Bu anlayış uyarınca komünizm, sosyalist devlet inşa etme amacı güden projelere yönelik kolektif eylem alanından çekip alınır. İlgili anlayışa göre, emperyalizme ait zinciri kırmanın ilk ve zaruri aşaması olan sosyalist devlet inşası fikri, yerini bireyin bilincine, Nietzsche’nin “özgür ruhlar” dediği bir avuç imtiyazlı kişinin öznel deneyimine bırakmalıdır.

Dünyada faal olan ve büyük düşünürlerle sanatçılardan oluşan bu küçük grubu özel bir yere yerleştiren Žižek, bir yandan da işçi sınıfını hor görür, “somut insanlar”dan oluşan yüzde 99’u “sıkıcı aptallar” olarak değerlendirir.[94] Zira bu bahtsız işçiler ve köylüler, küresel teori endüstrisinin küçük burjuva aydınları ile birlikte Paris’te okuyamamışlardır, dolayısıyla bunlar, en zaruri unsurlar olarak görülmemelidirler: komünizmse mevcuttaki toplumlara ait sembolik düzene öznel olarak direnme süreci, imkânsızın arzulanması, hatta bu arzu üzerinden bireysel olarak hareket etme olarak anlaşılmalıdır.[95]

İdealistler, materyalistler hakkında küçümseyici bir ifadeyle konuşmayı severler. Onları kaba indirgemeci ve “felsefe dışı” olmakla suçlarlar. İdealistlerin materyalistleri hor görmelerinin bir sebebi de materyalistlerin idealistlerin oynadıkları kavramsal oyunların arkasında işleyen ve onları tayin eden maddi yapıları açığa çıkartmalarıdır.

Gerçek olan fikri üzerine kurulu idealist komünizmi sınıf analizine tabi tuttuğumuzda, bu anlayışın, “reel sosyalizm” başlığı altında, kitleleri, o arzularına ait Gerçeği tarihsel gerçekliğe dönüştürebileceklerini hayal eden alt insanları temel alan projeye karşı çıktıkları açık biçimde görülür.

Bu radikal aristokratlardaki Niçeci yönelim, en yalın biçimde, ayaktakımındaki cehaleti alaya aldıkları vakit görünür hâle gelir. O kaba materyalizmleri üzerinden, onunla çelişecek bir biçimde, bu Hakiki komünistlerin herkesin içilebilir su, gıda, barınma, sağlık hizmeti gibi başlıklara somutta kurulacak antiemperyalist devletler üzerinden erişmesi gibi bir dertleri yoktur (tüm bu başlıklar, Lacan’ın “arzuyla çelişen ihtiyaçlar” dediği alanda ele alınırlar.)

Lakancı anlamda Hakiki komünistler, şimdi burada kitlelerin hayatlarının iyileşmesine katkıda bulunabilecek şeyleri değil, imkânsızı bireysel olarak talep etmeyi en yüce öznel onur meselesi olarak görürler.[96]

Bu kendinden menkul radikal düşünürler, yapılamayacak şeyleri talep ederler. Bu tutum, esasında küçük burjuva radikalizminin özünü verir. Onlardaki sözde entelektüel narsistik vurdumduymazlığı materyalist açıdan ele aldığımızda, onların aslında gerçekte hem en radikal taleplerin görünür olmalarını istediklerini hem de emperyalizmin merkezinde önde gelen aydınlar olarak bu isimleri belirli bir mertebeye kavuşturan, toplumsal hiyerarşilerden oluşan maddi sistemin tehditlerinden de uzak durmaya çalıştıkları görülür. Bu radikal düşünürler imkânsızı arzularlar, hatta bu arzu üzerinden “hareket ederler”, çünkü aslında bu isimler, somutta hiçbir şeyin değişmesini istemezler. O büyük Komünizm Fikri, esasen imkânsız bir şeydir.[97]

Lenin, Lakancı-Altuzerci kesimdeki liberal eğilimleri önceden ortaya koyan bir pasajında bize şunu söyler:

“Marksistlerin işi zordur, fakat onları liberallerden farklı kılan, Marksistlerin imkânsız olanda neyin zor olduğunu herkese söylemiyor oluşlarıdır. Liberaller, zor gördükleri işi ‘imkânsız’ olarak nitelerler, böylelikle o işe sırtlarını döneceği gerçeğini gizlemek isterler.”[98]

Marx da bu konuda öngörülü bir değerlendirmede bulunur ve kapitalizmle uzlaşmayı savunanlara dair teşhisini çok önceden dile getirir. Anarşizmle ilgili eleştirisinde Marx, küçük burjuvanın diline doladığı safsataların özünü inceler ve bunları temel noktalarda liberal ideolojiyle ilişkilendirir. Bu eleştiri dâhilinde Marx, o safsataların maddi köklerini kapitalizmin merkezinde faal olan oportünist kariyerizmde bulur. Marx’ın Proudhon konusunda söyledikleri, esasen Badiou’deki idealist safsataları ve Žižek’in sırf havalı görünmek adına dile getirdikleri çelişkileri, net bir biçimde tarif etmektedir.

“Proudhon’da diyalektik konusunda doğal bir eğilim söz konusuydu. Fakat Proudhon, gerçekte bilimsel diyalektiği hiçbir vakit kavrayamadığından, safsatalar dile getiren pratiğinin ötesine geçemedi. Bu, esasında ondaki küçük burjuva bakış açısıyla alakalı bir durumdu. Tarihçi Raumer gibi küçük burjuvaların zikri de fikri de hep iki tarafa vurguyla maluldür. Ekonomiyle de politikayla da dinle de bilimle de sanatla da bu anlayış üzerinden ilişki kurar. Ahlak da dâhil her konuda iki tarafa bakarlar. Küçük burjuva, yaşayan çelişkidir. Proudhon gibi küçük burjuva da kendine samimi bir insansa eğer, kendi çelişkileriyle yaşamayı kısa süre içerisinde öğrenecek, onları içinde bulunduğu koşullar uyarınca, çarpıcı, gösterişli, artık bir biçimde lekeleyici ve ışıltılı olan paradokslara dönüştürebilecektir. Bilimde üçkâğıtçılık, siyasette uzlaşmacılık, bu tür bir bakış açısı dâhilinde asla ayrıştırılamayacak şeylerdir. Küçük burjuvayı tek bir dürtü harekete geçirir: kibir. Tüm kibirli insanlar gibi onun için de tek mesele, o an başarılı olmak, gün içerisinde alkışlanıp övülmektir. Dolayısıyla, misal, Rousseau’nun iktidarlarla uzlaşmanın kıyısından bile geçmemesini sağlayan ahlak anlayışı, küçük burjuvada birdenbire gözden kaybolur.”[99]

Radikal Şifacı

Biyosferde yaşanan yıkım, faşizmin yükselmesi, “yeni” Soğuk Savaş’ın Üçüncü Dünya Savaşı’na evrilmesi denilen tehdit gibi günümüzde sınıf mücadelesinin dert edineceği konular, hiçbir şekilde yüceye yerleştirilmemelidir. Zira, kendi türünden diğer aydınlar gibi kapitalizmin saray soytarısı da egemen sınıfa bağlı seçkin yöneticilerce alkışlanmakta, uluslararası planda “Gerçek olan”ın felâketine korkusuzca koşmamız konusunda bizim teşvik edilmemiz için sürekli beslenmektedir. Bir yandan da bu egemenler, bizim onun sıcağı sıcağına dile getirdiği kışkırtıcı görüşlerini alelacele yutmamızı, onun reklâmını yaptığı, gişe rekorları kıran filmleri ve dizileri oturup aralıksız izlememizi istemektedir.

Neoliberalizmin başımıza belâ ettiği bu soytarı, esasında radikal şifacılığın somut örneğidir. Žižek’in asıl derdi, o emperyalizm yanlısı antikomünizm kılıfı içerisinde, bilhassa gençler ve öğrenciler gibi, radikal olma potansiyeli bulunan toplumsal unsurları ıslah etmek, zararsız kılmak, böylelikle “topluma şifa sunmak” amacıyla radikallik denilen imajı üretip pazarlamaktır. Onun kapitalist dünyadaki en ünlü Marksist olmasının, ABD emperyalizminin ana merkeziyle bağlantılı bir dergi tarafından allanıp pullanmasının ana sebebi budur. O, tam da bu sebeple Komünist Manifesto’nun son cümlesini oportünist bir üslupla çarpıtmaktadır: “Batı yanlısı dünyanın kültürel tüketicileri, birleşin, gidip yeni kitabımı satın alın, film izleyin, falan filan!”

Gabriel Rockhill
2 Ocak 2023
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Burada bu makaleyi yazma konusunda beni teşvik edip, yazıya dair fikirlerini sunan Jennifer Ponce de León, Eduardo Rodríguez ve Marcela Romero Rivera’ya, bu isimlerin yanında, Helmut-Harry Loewen ve Julian Sempill’e teşekkürlerimi sunmak isterim. Tüm hataların ve uygunsuz ifadelerin sorumluluğu bana aittir.

[2] Bkz.: Foreign Policy (Aralık 2012): Archive (erişim tarihi: 22 Kasım 2022).

[3] Bkz.: 4 Kasım 2009’da BBC’de yayınlanan “Hardtalk” programına verdiği röportaj: Youtube.

[4] A.g.e. Ayrıca bkz.: Slavoj Žižek. Did Somebody Say Totalitarianism? Five Interventions in the (Mis)use of a Notion (Londra: Verso, 2001), s. 127-129.

[5] Slavoj Žižek, In Defense of Lost Causes (Londra: Verso, 2009), s. 151 (vurgu Žižek’e ait).

[6] A.g.e., s. 169.

[7] Domenico Losurdo’nun Žižek’le ilgili fikir açıcı eleştirileri için şu eserine bakılabilir: Western Marxism. Çeviri: Steven Colatrella (New York: 1804 Books, yakında çıkacak).

[8] Örneğin bkz.: Slavoj Žižek. “A Leftist Plea for ‘Eurocentrism.’” Critical Inquiry 24:4 (Yaz 1998): s. 998-1009; Slavoj Žižek. “Nous pouvons encore être fiers de l’Europe!” Le Figaro (31 Ekim 2022); ve Avrupa’nın geleceğine dair, sözlü olarak ilettiği yorumlar: Youtube.

[9] Aktaran: Thomas Moller-Nielsen. “What Is Žižek For?” Current Affairs (Eylül-Ekim 2019): CA.

[10] Örneğin 2016’da Channel 4’e verdiği röportajdaki ifadelerine bakılabilir: Facebook.

[11] Bkz.: Slavoj Žižek. “Pacifism Is the Wrong Response to the War in Ukraine.” (21 Haziran 2022): Guardian.

[12] Huntington, Ulusal Güvenlik Konseyi için yürütülen güvenlik planlaması ile ilgili çalışmada Beyaz Saray koordinatörü olarak görev aldı. Ayrıca, ırk ayrımcısı Güney Afrika’da P.W. Botha’nın güvenlik hizmetlerine danışmanlık hizmeti verdi (Botha, açıktan Siyahların politik iktidarına ve uluslararası komünizme karşı çıkan, aynı zamanda ırk ayrımcılığını zerre pişmanlık duymadan savunan bir isimdi.)

[13] Reena Flores. “Donald Trump: I could ‘shoot somebody and I wouldn’t lose any voters.’” CBS News (23 Ocak 2016): CBS.

[14] Örneğin bkz.: Noam Chomsky. 9/11: Was There an Alternative? (New York: Seven Stories Press, 2001) ve Michael Parenti. The Terrorism Trap: September 11 and Beyond (San Francisco: City Lights Books, 2002).

[15] Žižek’in çalışmaları konusunda intihal ve kendi yazılarını yeniden yayınlama vakalarına sıklıkla şahit olundu, hatta Wikipedia’da konuyla alakalı birçok makaleye bağlantı veren bir sayfa bile var. Bkz.: Jay Pinho. “A Year of Writing Dangerously: Žižek’s Serial Self-Plagiarism.” The First Casualty (22 Eylül 2012): Jay.

[16] Fronez isimli kitap dizisi konusunda ikilinin yaptığı tanım için bkz.: Slavoj Žižek. The Sublime Object of Ideology (Londra: Verso, 1989). Radikal demokrasi anlayışının fikir açıcı bir eleştirisi için bkz.: Larry Alan Busk. Democracy in Spite of the Demos: From Arendt to the Frankfurt School (Londra: Rowman & Littlefield International, 2020).

[17] Žižek, The Sublime Object of Ideology, s. 6 (Žižek’in Laclau-Mouffe’un teorik matriksini benimseyip benimsemediğini anlamak için xvi. sayfadaki teşekkür bölümüne bakılabilir.) Ayrıca okur, Žižek ve Laclau’nun Fronez dizisi için “totalitarizm karşıtı” radikal demokrat Judith Butler ile birlikte kaleme aldıkları kitaba bakabilir. Birlikte yazdıkları giriş bölümünde kitap, Hegemonya ve Sosyalist Strateji çalışmasını temel alan bir eser olarak takdim ediliyor ve onun totalitarizm karşıtı radikal demokrasi projesinin oluşumu için önemli olan dil sorununu ele alan, Marksizm içinde postyapısalcı teoriye sapan bir yol olduğu söyleniyor.” (Contingency, Hegemony, Universality: Contemporary Dialogues on the Left. Londra: Verso, 2000, s. 1, vurgu bana ait).

[18] Žižek, Fronez dizisi için yazdığı ikinci kitabın Slovenya’da verilmiş, “demokrasi hareketinin itici gücü olan aydınlar kitlesini hedef alan ders dizisini temel aldığını” söylüyor. (For They Know Not What They Do: Enjoyment as a Political Factor. Londra: Verso, 1991, 3). Žižek’in İngilizce konuşulan ülkelerde yıldızının parlamasına katkıda bulunan Laclau ve Mouffe’un yanında, bir de Lakancı Joan Copjec’in adını da anmak gerekiyor. Copjec, Fransız teorisinin yön verdiği, New York’ta çıkan October (“Ekim”) isimli derginin etrafında toplaşmış insanlara Žižek’in çalışmalarının reklâmını yapıyor. 1991’de çıkan, MIT Press’in bastığı, October dergisinin bir yayını olarak yayımlanan Looking Awry (“Yamuk Bakmak”) kitabı için yazdığı teşekkür bölümünde Copjec, projenin doğuşundan itibaren işin içinde olan, kitabı yazmaya kendisini teşvik eden ve ilk matbu olmayan metnin düzeltilmesi için vakit harcayan kişi olarak takdim ediliyor (Looking Awry: An Introduction to Jacques Lacan through Popular Culture. Cambridge, Massachusetts: The MIT Press, 1991, s. xi).

[19] Jodi Dean. Žižek’s Politics (New York: Routledge, 2006), s. xi.

[20] Benoit Denezit-Lewis. “The Man Behind Abercrombie and Fitch. (24 Ocak 2006): Salon.

[21] Slavoj Žižek. “The Communist Desire.” Los Angeles Review of Books. “The Philosophical Salon” (25 Temmuz 2022): Salon.

[22] Michael Parenti. To Kill a Nation: The Attack on Yugoslavia (Londra: Verso, 2000), s. 17. Sosyalizm yanlısı olmadığı açık olan Dünya Bankası’na ait verilerden istifade eden Michel Chossudovsky The Globalization of Poverty and the New World Order (“Yoksulluğun Küreselleşmesi ve Yeni Dünya Düzeni” -Pincourt, Canada: Global Research, 2003) isimli çalışmasında, 1980 öncesi Yugoslavya konusunda benzer bir portre sunuyor (s. 259).

[23] Tony Myers. Slavoj Žižek (New York: Routledge, 2003), s. 10.

[24] A.g.e., s. 7.

[25] Haydegerci “muhalefet” ve Žižek’in ilk kitabı konusunda bkz.: Christopher Hanlon ve Slavoj Žižek. “Psychoanalysis and the Post-Political: An Interview with Slavoj Žižek.” New Literary History 32:1 (Kış 2001): s. 1-21.

[26] Örneğin bkz.: Barbara Day. The Velvet Philosophers (Londra: The Claridge Press, 1999).

[27] NED konusunda bkz.: William Blum. Rogue State: A Guide to the World’s Only Superpower (Londra: Zed Books, 2014), s. 238-243. NED’in kurulmasını sağlayan kanun tasarısının hazırlanmasına katkıda bulunan Allen Weinstein’in de açıktan kabul ettiği biçimiyle, “Bugün yaptığımız işlerin büyük bir kısmını 25 yıl önce CIA gizlice yapıyordu” (A.g.e., s. 239).

[28] Örneğin bkz.: Ian Parker. Slavoj Žižek: A Critical Introduction (Londra: Pluto Press, 2004). CIA’in Fransız teorisine ve düşünce dünyasındaki antikomünizme sunduğu destek konusunda bkz.: Gabriel Rockhill. “The CIA Reads French Theory: On the Intellectual Labor of Dismantling the Cultural Left.” Los Angeles Review of Books. (28 Şubat 2017): Salon. Türkçesi: İştiraki.

[29] Thomas Moller Nielsen. “Unrepentant Charlatanism (Slavoj Žižek’in cevabı ile birlikte).” Los Angeles Review of Books. (25 Kasım 2019): Salon.

[30] Ernesto Laclau. “Preface.” Žižek, The Sublime Object of Ideology, s. xi.

[31] Bkz.: BBC’nin “Yugoslavya’nın Ölümü” belgeseli: Youtube). Žižek’in her hafta yazı yazdığı köşe konusunda Encyclopedia Britannica’da kendisiyle ilgili maddeye bakılabilir: Britannica.

[32] Diğer kaynakların yanında 4 Kasım 2009’da Hardtalk programına verdiği röportaja bakılabilir: Youtube.

[33] Žižek, “A Leftist Plea for ‘Eurocentrism,’” s. 990.

[34] Akt.: F. William Engdahl. Manifest Destiny: Democracy as Cognitive Dissonance (Wiesbaden: mine.Books, 2018), s. 101.

[35] Matthew Sharpe’ın aktardığına göre Žižek’in adı, Felsefenin İnternet Ansiklopedisi’nde Sloven felsefeciyle ilgili bölümde LDP’nin kurucularından biri olarak anılıyor: IEP. Her ne kadar başka kaynakların bu bilgiyi teyit ettiğini doğrulayamamış olsam da şurası açık ki Žižek, partinin önemli sözcülerinden biri.

[36] Örneğin bkz.: “Lacan in Slovenia: An Interview with Slavoj Žižek and Renata Salecl.” Radical Philosophy 58 (Yaz 1991). Michael Parenti’nin Yugoslavya’nın dağılmasına dair o muhteşem analizinin açtığı yoldan ilerleyip, bu partinin finans kaynaklarının hikâyesini ortaya koymak ilginç olacaktır. “Bu süreçte ABD’li liderler, Ulusal Demokrasi Vakfı’nı ve CIA gibi kurumlara bağlı muhtelif yapıları kullanarak, ABD medyasında ‘Batı yanlısı’ ve ‘demokratik muhalefet’ olarak tarif edilen, muhafazakâr ve ayrılıkçı politik örgütlere yürütecekleri kampanyalara destek olacak paraları ve faaliyetlerle ilgili tavsiyeleri aktarıyorlar.” (To Kill a Nation, s. 26).

[37] 1990’da televizyonda yayınlanan seçim tartışması için bkz: Youtube.

[38] “Lacan in Slovenia,” s. 30.

[39] 1990’daki seçim tartışmanın diğer kısmı için bkz.: Youtube.

[40] 133 sayılı kararname için bkz.: IRP.

[41] Geert Lovink. “Civil Society, Fanaticism, and Digital Reality: A Conversation with Slavoj Žižek.” Ctheory (21 Şubat 1996): Uvic.

[42] Neil Clark. “NS Profile—George Soros.” New Statesman (2 Haziran 2003): Slobodan. Clark’ın tespitine göre, 1979 yılından itibaren Soros Sovyetler Birliği’nde faaliyet yürüten Andrey Saharov’a, Çekoslovakya’da faaliyet yürüten Charter 77 isimli örgüte ve Polonya’da faal olan Dayanışma hareketi gibi muhaliflere 3 milyon dolar dağıtıyor. 1984’te aynı Soros, ilk Açık Toplum Enstitüsü’nü Macaristan’da kuruyor ve muhalif hareketlerle bağımsız medya kuruluşlarına milyonlarca dolar akıtıyor. Görünüşte ‘sivil toplum’ inşa etme amacı güden bu girişimlerin amacı, mevcut politik yapıları zayıflatıp, Doğu Avrupa’nın küresel sermaye eliyle sömürgeleştirilmesi için yol açmak.”

[43] Akt.: Néstor Kohan. Hegemonía y cultura en tiempos de contrainsurgencia “soft” (Ocean Sur, 2021), s. 63.

[44] Bkz.: Myers, Slavoj Žižek, s. 9.

[45] Lovink, “Civil Society, Fanaticism, and Digital Reality.”

[46] Örneğin bkz.: Chossudovsky, The Globalization of Poverty, s. 267: “Hırvatistan, Slovenya ve Makedonya, Yugoslavya’nın borcu içerisindeki paylarını ödeyebilmek için kredi almayı kabul etti […]. Üç ülke de 1996’dan sonra [yani Kasım 1995’teki Dayton Anlaşması sonrası] fabrikaların kapandığı, bankaların iflas ettiği, yoksullaşmanın yoğun bir biçimde yaşandığı bir sürece tanıklık etti. Peki bu IMF emirlerini kim uyguladı? Yeni kurulan egemen devletlerin liderleri kredi kuruluşlarıyla işbirliği içerisinde hareket ettiler.”

[47] Minqi Li’nin tespitiyle, “Berlin Duvarı’nın yıkılışını dünya nüfusunun büyük bir kısmının yaşam standartlarının iyice kötüleştiği süreç takip etti. Sosyalist ekonomilerin dağılması, tüm dünya işçi sınıfının gücünün kırıldığı sürece katkıda bulundu. Dünyanın neredeyse her yerinde ulusal gelir emeğin elinden alınıp sermayeye dağıtıldı.” (“The 21st Century: Is There an Alternative (to Socialism)?” Science & Society 77:1 (Ocak 2013): s. 11). Ayrıca bkz.: Božo Repe. “Slovenia”, Günther Heydemann ve Karel Vodicka. From Eastern Bloc to European Union: Comparative Processes of Transformation since 1990 içinde (New York: Berhahn Books, 2017) ve Leopoldina Plut-Pregelj ve Carole Rogel. The A to Z of Slovenia (Lanham, Maryland: Scarecrow Press. 2010), s. 241. Yugoslavya, emperyalizm tarafından parçalandı. Bu gelişme, halkın büyük bir kısmı için korkunç sonuçlara yol açtı. Buna karşılık, kapitalist yönetici sınıf kârlarını artırdı. Ayrıca bkz.: Boris Malagurski’nin “Weight of Chains”(“Zincirlerin Ağırlığı” -2010) isimli belgesel filmi ve Michael Parenti’nin 1999’da verdiği “ABD’nin Yugoslavya’ya Açtığı Savaş” başlıklı dersi: Youtube ve Youtube.

[48] Bkz.: Matjaž Klemenčič ve Mitja Žagar. The Former Yugoslavia’s Diverse Peoples (Santa Barbara, California: ABC-CLIO, Inc., 2004), s. 300-301.

[49] Örneğin bkz.: Lovink, “Civil Society, Fanaticism, and Digital Reality.”

[50] Yukarıda bahsi edilen, 1990 tarihli cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde gerçekleşen tartışmanın ikinci bölümü: Youtube.

[51] A.g.e.

[52] Lovink, “Civil Society, Fanaticism, and Digital Reality.”

[53] Slavoj Žižek. “NATO, the Left Hand of God.” Nettime (29 Haziran 1999): Lacan.

[54] Parenti, To Kill a Nation, s. 81.

[55] Akt.: A:g.e., s. 92.

[56] Slavoj Žižek. “Eastern Europe’s Republics of Gilead.” New Left Review I/183 (Eylül-Ekim 1990): s. 58.

[57] Žižek, “Lacan in Slovenia,” s. 29. Denildiğine göre, Miloseviç, 1989’da yaptığı konuşmada, Kosova’ya karşı bir “etnik temizlik” harekâtı düzenledi. Žižek’in birçok konuda olduğu gibi bu konuda da dile getirdiği, bilgiye ve gerçeğe dayanmayan görüşüyle çelişen bir bağlamdan söz eden Michael Parenti, Miloseviç’in sözünün bir kısmını aktarıyor: “Farklı milliyetlere, dinlere ve ırklara mensup yurttaşlar daha fazla bir arada yaşadılar ve daha fazla başarılı oldular. İlerici ve adil bir demokratik toplum olarak sosyalizm, insanların ulus ve din temelinde bölünmesine, ayrışmasına asla izin vermemelidir.” (To Kill a Nation, s. 188).

[58] Žižek, “NATO, the Left Hand of God.”

[59] Akt.: Parker, Slavoj Žižek, s. 35.

[60] Lovink, “Civil Society, Fanaticism, and Digital Reality.”

[61] “Slavoj Žižek on Cuba and Yugoslavia” (1 Aralık 2016): Zizek. Ayrıca bkz.: Žižek, “The Communist Desire.”

[62] Žižek, “Nous pouvons encore être fiers de l’Europe!”

[63] Hardtalk’a verdiği röportaja ayrıca Lovink’in “Civil Society, Fanaticism, and Digital Reality” isimli makalesine bakılabilir.

[64] Televizyonda yayınlanan tartışmadan bir bölüm şurada mevcut: Youtube. Churchill’in üç milyon insanın ölümüne sebep olan, 1943 tarihinde Bengal’de yaşanan kıtlık gibi emperyalizmin gerçekleştirdiği zulümlere sunduğu katkıların kısa bir özeti için bkz.: Johann Hari. “Not His Finest Hour: The Dark Side of Winston Churchill.” Independent (28 Ekim 2010).

[65] Avrupa konusunda bkz.: Steve Weissman, Phil Kelly ve Mark Hosenball. “The CIA Backs the Common Market.” Dirty Work: The CIA in Western Europe içinde. Yayına hazırlayanlar: Philip Agee ve Louis Wolf (New York: Dorset Press, 1978). Burada şu husus not edilmeli: Avrupa Birliği önemi bir antikomünist güç olarak faaliyet yürüttü. Avrupa Parlamentosu komünizmle faşizmi eşitleyen bir karar aldı ve “Nazizm ve komünizm gibi totaliter ideolojilerin her türden dışavurumunu ve bu ideolojilerin propagandasına dönük her türden çalışmayı mahkûm ettiğini dile getirdi. EP.

[66] Žižek, “Nous pouvons encore être fiers de l’Europe!”

[67] Slavoj Žižek. First as Tragedy, then as Farce (Londra: Verso, 2009), s. 115.

[68] Žižek, “Nous pouvons encore être fiers de l’Europe!”

[69] Slavoj Žižek. “New Statesman Interview, with Jonathan Derbyshire.” New Statesman (29 Ekim 2009): Zizek.

[70] Örneğin Domenico Losurdo’nun Croce’yle ilgili fikir açıcı eleştirileri için bkz.: Antonio Gramsci: Del liberalismo al comunismo crítico (Madrid: disenso, 1997).

[71] Ronald Radosh. “Steve Bannon, Trump’s Top Guy, told Me He Was ‘a Leninist.’” Daily Beast (13 Nisan 2017): DB.

[72] Spencer’ın tweet’i şurada kayıtlı: Archive.

[73] Slavoj Žižek. “New Statesman Interview.”

[74] Michael B Kelley. “Last Year President Obama Reportedly Told His Aides that He’s ‘Really Good at Killing People.’” Business Insider (2 Kasım 2013): BI.

[75] Žižek, “New Statesman Interview.”

[76] “Doug Henwood Interviews Slavoj Žižek.” No Subject – Encyclopedia of Psychoanalysis (27 Şubat 2002): No.

[77] A.g.e.

[78] Slavoj Žižek. Repeating Lenin (Zagreb: bastard books, 2001), s. 137.

[79] Žižek, “The Communist Desire.”

[80] Örnek olarak şu hususa işaret edilebilir: Žižek büyük bir cüretle şunu söyleyen kişidir: “Sınıf mücadelesi nesnel toplumsal gerçekliğin parçası değildir. O, Lakancı manada Gerçek olandır. Yani sınıf mücadelesi, toplumsal bütünlük içerisinde konumlanmış, nesneleştirilemeyen, akıl sır ermeyen o sınıra verilen isimden başka bir şey değildir.” (Yayına hazırlayan: Slavoj Žižek. Mapping Ideology. Londra: Verso, 2000, s. 25, 22).

[81] Karl Marx ve Friedrich Engels. Collected Works. Cilt. 5 (Moskova: Progress Publishers, 1976), s. 49.

[82] Badiou, Hienrich Böll ve onun Almanya’da parçası olduğu CIA şebekelerinin büyük bir sevgiyle kucakladığı sağcı muhalif Aleksandr Soljenitsin’in kitaplarının üzerinde özel olarak duruyor (Bkz.: Hans-Rüdiger Minow’un 2006 tarihinde ARTE televizyonu için çektiği Quand la CIA infiltrait la culture [“CIA Kültür Sahasına Sızdığında”] isimli belgesel: Youtube. Metafizikçimiz, aynı zamanda J. Arch Getty’nin “muhteşem kitabı” The Road to Terror: Stalin and the Self-Destruction of the Bolsheviks 1932-1939 [“Teröre Uzanan Yol: 1932-1939 Arası Dönemde Bolşeviklerin Kendilerini Yok Etmesi”] isimli, temelde Stalinist terörü ve tepedeki isimlerin aldığı konumları ele alan, “yadsınması mümkün olmayan önemli çalışmaya da atıfta bulunuyor (Yayına hazırlayan: Slavoj Žižek, The Idea of Communism. Cilt. 2. Londra: Verso, 2013, s. 6). Badiou, bu çalışmasının ABD dışişleri bakanlığı, Ulusal Beşeri Bilimler Vakfı ve Açık Toplum Fonu tarafından fonlandığını söylemekten imtina ediyor. O, ayrıca kitabın danışma kurulunda ABD dışişleri bakanlığı ajanı Strobe Talbott ve antikomünist Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski’nin bulunduğu kitap dizi içerisinde yayımlandığından da hiç bahsetmiyor. Bilindiği üzere, Brzezinski, başka çalışmalar yanında, CIA’in Afganistan’da Sovyetler Birliği’yle mücadele etsinler diye Usame bin Ladin gibi Mücahidlere para ve silâh desteği sunduğu gizli operasyonlara katılmış bir isim (bkz.: Chomsky, 9/11, s. 82).

[83] Bu anlayışa uygun olarak kaleme alınmış, mükemmel bir Badiou eleştirisi için bkz.: Losurdo, Western Marxism.

[84] Yayına hazırlayanlar: Costas Douzinas ve Slavoj Žižek, The Idea of Communism (Londra: Verso Books, 2010), s. viii.

[85] Bkz.: Gabriel Rockhill ve Jennifer Ponce de León. “Toward a Compositional Model of Ideology: Materialism, Aesthetics and Social Imaginaries.” Philosophy Today 64:1 (Kış 2020).

[86] Žižek, Looking Awry, s. 39; Slavoj Žižek. Metastases of Enjoyment: Six Essays on Woman and Causality (Londra: Verso, 1994), s. 30. Žižek’in ifadesiyle, “Gerçek olan, esasında Sembolik olanın kendisini ele geçirmesi ihtimalinden hep kaçınan, bu duruma karşı koyan, neticede Sembolik olanın maruz kaldığı arızaların sunduğu kılıf altında, ancak o durumda Sembolik olanın içerisinde tespit edilebilen bir şeydir.” (Metastases of Enjoyment, s. 30).

[87] A.g.e., s. 76.

[88] Žižek, Looking Awry, s. 12. Bence Žižek, politik konum konusunda gayet istikrarlı. Lacan gibi konu başlıkları konusunda da aynı durum geçerli. Bir oportünist olduğu için farklı konumlar alıyor, hatta bazen bu konumlar birbirleriyle çelişebiliyor. Ben, burada daha çok eserlerinde karşımıza çıkan ve gayet tutarlı ilerleyen hatlardan biri üzerinde duruyor, ondaki ahlaki eylem denilen, Badiou’nün özne teorisiyle de kesişen anlayışını ele alıyorum.

[89] Alain Badiou. L’hypothèse communiste (Paris: Nouvelles Éditions Lignes, 2009), s. 189. Birçok yerde Žižek, Badiou’nün Komünizm Fikri’ni benimsediğini ortaya koyuyor. Žižek, bu fikrin, kendisinin ahlaki eylemle ilgili yazılarıyla uyuştuğunu düşünüyor. Bunun bir örneği şu: “Dolayısıyla komünizm Fikri ayak diriyor: tekrar tekrar ortaya çıkan bir hayalet olarak, gerçekleşmesindeki hatalar karşısında yaşama tutunuyor, Beckett’in ‘Olsun. Gene dene. Gene yenil. Daha iyi yenil’ dizesinde en iyi şekilde yinelenen o bitimsiz ısrar dâhilinde varlığını sürdürüyor.” (Yayına hazırlayanlar: Douzinas ve Žižek, The Idea of Communism, s. 217).

[90] Badiou, L’hypothèse communiste, s. 188.

[91] A.g.e., s. 189.

[92] A.g.e., s. 202. Žižek, Badiou’nün konumunu benimsiyor, hatta onu daha da ileri götürüyor: “Hayatta kalmak istiyorsa, radikal sol, faaliyetlerinin temel öncüllerini yeniden gözden geçirmelidir. Bu noktada yirminci yüzyılda görülen devlet sosyalizminin iki biçimini de (sosyal demokrat refah devleti ve Stalinist parti diktatörlüğünü) bunun yanında, radikal solun genelde ilk ikisinin hatalarını ölçmek için kullandığı, birlik, çokluk, temsiliyet karşıtı, yurttaşların daimi katılımı üzerine kurulu doğrudan demokrasi fikrini esas alan liberter komünizm anlayışını da çöpe atmalıdır.” (Taek-Gwang Lee ve Slavoj Žižek. The Idea of Communism. Cilt 3. The Seoul Conference. Londra: Verso, 2016).

[93] Badiou, L’hypothèse communiste, s. 190. Badiou, şu türden örneklere atıfta bulunuyor: 1980-1981’de Polonya’da faal olan Dayanışma hareketi, İran Devrimi’nin ilk kesiti, Fransa’da Badiou’nün de içinde yer aldığı Politik Örgüt, Meksika’daki Zapatist hareket, Nepal’daki Maoistler.” (a.g.e., s. 203.) Kapitalist bir devlet ve fiili olarak ordunun işgali altında bulunan bir ABD sömürgesi olan Güney Kore’de verdiği konferansta Badiou, konuşmasının başlarında konferansa katılanların Kuzey Kore’nin milliyetçiliği ve askerî devletiyle bir alakası bulunmadığını söylüyor ve devamında “en genel manada şurada veya burada geçen yüzyılın eski tarzını sürdüren komünist partilerle (yani reel sosyalizmle) bir alakamız yok” diyor.

[94] “Slavoj Žižek: ‘Humanity Is OK, but 99% of People Are Boring Idiots.” (10 Haziran 2012): Guardian.

[95] Žižek, sanki kendisi devlete başkaldırıyormuş ve arzusuna tavizsiz bir biçimde bağlı olmak adına “gerçeklik ilkesi”nin hükümranlığına itiraz ediyormuş gibi sürekli (kendi kardeşini toprağa vererek tanrıların yüce kanununa riayet eden) Antigon’dan bahsedip duruyor. Antigon’un bireysel arzusunu yücelten tespitinde Žižek şunu söylüyor: “Bir eylem, imkânsızı yapan bir hareket olmanın ötesinde, ‘mümkün’müş gibi görünenin koordinatlarını değiştiren toplumsal gerçekliğe yönelik bir müdahaledir.” (Did Somebody Say Totalitarianism?, s. 167).

[96] Badiou ve Žižek, ara sıra işçi sınıfına destek çıkan politik konumlar alıyorlar. Fakat benim eleştirdiğim konu bu değil. Ben, daha çok ufak kimi ve belirli sebeplere dayanan istisnalar haricinde, SSCB’den Vietnam, Çin ve Küba gibi örneklere uzanan hat boyunca antiemperyalist bir devlet inşa etme amacı güden projelerde karşılık bulan ve 1917’den bugüne dek uzanan beynelmilel sosyalist harekete yönelik coşkulu itirazlarını eleştiriyorum.

[97] Bkz.: Radhika Desai. “The New Communists of the Commons: Twenty-First-Century Proudhonists.” International Critical Thought 1:2 (1 Ağustos 2011): s. 204-223.

[98] V.I. Lenin. Collected Works. Cilt. 19 (Moskova: Progress Publishers, 1977), s. 396.

[99] Karl Marx ve Friedrich Engels. Collected Works. Cilt. 20 (Moskova: Progress Publishers, 1976), s. 33.

0 Yorum: