“Bir
sanatçıdaki yetenekler Tanrı’nın armağanıdır. Onlar, kişiye özel şeyler
olmadığı gibi, gururlanılacak şeyler de değildir. Sadece birer kutsal emanettir.
Bana bahşedileni paylaşmalıyım. İnsan, sadece ekmekle yaşayamaz. Çiftçinin
yaptığını ben de yapmalıyım. İnsanları şarkılarımla beslemeliyim.” [Paul Robeson]
Atlet,
sanatçı, eylemci ve düşünür Paul Robeson (1896-1976) 23 Ocak 1976 günü
aramızdan ayrıldı. Robeson’ın hayatı ve geride bıraktığı miras, sömürü ve zulme
karşı mücadele açısından dünya-tarihsel öneme sahip. Bu, sadece onun da içinde
yer aldığı, geçmişteki mücadeleler değil, ayrıca yirmi birinci yüzyılda hâlen
daha devam eden ırklararası eşitlik ve ekonomik adalet mücadelesi için de
geçerli bir tespit. Bu makalede eğitimciler ve eylemciler olarak bizim Paul
Robeson’ın hayatından nasıl istifade edeceğimize dair değerlendirmelerde
bulunulacak.
Robeson’ın
başarıları ve yürüttüğü faaliyetler, bu makalenin sınırlarını aşan bir niteliğe
ve niceliğe sahiptir. Bu konuda otobiyografik manifestosu Here I Stand [“Benim
Durduğum Yer”] isimli kitaba bakılabilir.
Robeson,
yirmiden fazla dilde konuşup şarkı söyleyebilen bir isimdi. Tüm Amerika
genelinde kolejlerarası futbol müsabakalarında iki kez en iyi sporcu listesine
girdi. Columbia Üniversitesi’nde hukuk okuyan Robeson, Ulusal Futbol Ligi’nde
futbol oynadı. Zamanla işçi sınıfı enternasyonalizmi açısından önemli bir isim
hâline geldi. Bunun üzerine yoğun bir saldırıya maruz kaldı. Rutgers’ta futbol
oynadığı dönemi silmeye çalıştılar, müzik ve eğlence sektöründe ismi kara
listeye alındı, ABD hükümeti pasaportuna el koydu, başka ülkelere gitmesine,
oralarda konuşma yapmasına ve şarkı söylemesine mani oldu. Tüm bu saldırılara
rağmen Robeson, yirminci yüzyılda kapitalist Amerika’yı ele geçirmiş olan “kızıl
korkusu” üzerine kurulu taktiklere direnmeyi bildi.
Haziran
1956’da Robeson, sosyalist ve komünist politik örgütlere sempati duyduğu
iddiasıyla ABD Kongresi Amerika Karşıtı Faaliyetler Komitesi’nin huzuruna
çıkartıldı. Komite üyeleri, Robeson’a ırkçı bir üslupla eleştiriler yönelttiler
ve ona Afrika’da sömürgecilik karşıtı kurtuluş hareketlerine destek sunduğu,
bağımsızlık yanlısı olduğu ve Sovyetler’i ziyaret ettiği gerekçesiyle
saldırdılar.
Sorgu
sırasında Sovyetler’i neden ziyaret ettiği sorusuna Robeson şu cevabı verdi:
“Orada ilk kez insan olduğumu
hissettim. Orada Mississipi’deki ve Washington’daki siyahilere yönelik önyargılardan
eser yoktu.”
Sorgunun
bir yerinde Robeson, komite başkanı, Demokrat Partili Kongre üyesi Francis E.
Walter’a, “tüm iyi kalpli insanların ülkeden kaçmasına neden olan o kanun
tasarılarının altında sizin imzanız yok mu?” sorusunu yöneltince Walter, “sadece
senin gibilerin kaçması içindi onlar” cevabını verdi. Komitenin başvurduğu
göçmen, Siyah ve sosyalizm karşıtı dili, bu diyalogda da kendisini ele
vermekteydi.
Sorguda
Robeson, Siyahların ve tüm ezilen halkların kurtuluşu davasına yönelik ahlaki
bağlılığından zerre taviz vermedi. Konuşmasında hep ABD hükümetini suçlayan Robeson,
kongre üyelerine asıl “Amerika karşıtı sizsiniz” dedi. Hatta bir yerde doğrudan
komite üyelerini hedef alarak, “beyler, siz Yabancı Unsurlar ve Fitneciler
Kanunu gereği yargılanmalısınız, siz vatansever değilsiniz, Amerika karşıtısınız,
bu hâlinizden utanmalısınız” dedi.
Paul
Robeson, aynı zamanda antifaşist mücadele içerisinde de yer almış bir isimdi.
Franco karşıtı direnişle dayanışma içerisinde olduğunu göstermek için İç Savaş döneminde
İspanya’ya gitti. Faşizmle mücadele etmek üzere ülkeye dünyanın dört bir
yanından gelen isimlerden oluşan Abraham Lincoln Tugayı’na katıldı. Bu tecrübesi
sayesinde dünya genelinde onlarca ülkede bu antifaşist koalisyona yönelik
hayranlık ve sevgi daha da arttı.
Kendisini
sorgulayan komite, komünistlerle kurduğu bağları sorduğunda, Robeson şu cevabı
vererek, konuyla ilgili kararlı duruşunu sürdürdü:
“İskandinavya, İngiltere
ve daha birçok yere gittim. Dünyada nereye gitsem faşizme karşı mücadelede
ilkin komünistlerin öldüklerini gördüm, gidip o komünistlerin mezarlarına çelenk
bıraktım.”
Robeson,
ABD’deki siyahların kurtuluşu hareketi ile Afrika’daki kurtuluş hareketleri
arasında bağlar kurmuş bir isimdi. Dünya sistemi içerisinde ırkçılığın kapladığı
alana dair düşüncesini, sorduğu şu soru gayet açık bir biçimde ortaya
koyuyordu:
“Güney Carolina’da beyazların
üstünlüğü fikrine karşı koyup, aynı sisteme Güney Afrika’da karşı koymamak
mümkün müdür?”
Devamında
şu tespitini dile getiriyordu:
“Kimlerin çıkarına dokunursa
dokunsun, sömürge halkları, dünyanın o beyaz olmayan halkları, eşit ve özgür
olacaklar.”
Sömürgeci
kapitalizmin ideolojik dayanaklarını sert bir dille eleştiren Robeson, onun
bayrağını eline alıp dünya genelinde hegemonya peşinde koşan siyasetçilerin
Siyahların kurtuluşu mücadelesinin hızını kesmek için uğraştıklarını söylüyordu.
Bugün
ABD’de sosyologlar, Siyahi aydınların teorik katkılarını ve geçmişi dikkate
almaya başladılar. Örneğin Aldon Morris, José Itzigsohn, Karida L. Brown ve Michael
Schwartz gibi isimler, W. E. B. Du Bois’in çalışmalarını inceliyorlar. Ayrıca Zophia
Edwards, Charisse Burden-Stelly ve Kristin Plys gibi akademisyenler, radikal Siyahi
teorisyenlerin sömürgecilik, kapitalizm ve ırkçılık ile ilgili çalışmalarına
önem veriyorlar. Bu süreçte Walter Rodney, Cedric Robinson gibi isimlerin
çalışmalarına yönelik ilgi artıyor. Paul Robeson’ın önemini görenlerin
sayısının artması da bu yoğun ilgiyle alakalı. Bu ilginin, Siyahların kurtuluşu
için tüm dünya genelinde ayaklanmaların yaşandığı bir dönemde ırkçılık karşıtı
mücadelelere dair görüşlerimizi ve teorilerimizi zenginleştirebileceğini görmek
gerekiyor.
W.
E. B. Du Bois, The Souls of Black Folk [“Siyahi Halkın Ruhları” -1903]
isimli kitabında beyaz üstünlükçülüğü fikrinin hâkim olduğu bir toplumda yaşayan
Siyahi Amerikalıların ötedünyadan gelen vahiyle geleceği gördüğünden söz
ediyor. Bu hissiyat, çifte bilinçlilik hâli, bu sürekli başkalarının gözüyle
kendisine bakması ile Siyahiler, kendi ruhlarını dünyaya göre ölçüp biçiyorlar,
kendilerine yönelik acıma duygularını ve hakir gören bakışları izliyorlar.”
Robeson
da hatıratında benzer bir tespitte bulunuyor:
“Çok erken yaşlarımda
beyazların üstün olduğu fikrine inananların o zulmeden elleri karşısında tüm
Siyahi Amerikalıların koruma amaçlı geliştirdikleri taktiği benimsedim ve bu
taktiğe göre hareket etmeye başladım.”
Robeson’ın
gözlemine göre, “Siyahi Amerikalı, eşit olduğunu ispatlasa bile o, beyazlardaki
üstünlüğe karşı koyamıyordu. Hep ona minnet etme gereği duyuyordu. Oysa onlar,
tek yumrukta o verdiklerini de geri alıyorlardı.”
Robeson’ın
sosyolojik tespitleri oldukça önemli. Du Bois ve Robeson’ın sömürgecilik
karşıtı, ırkçılık karşıtı ve barış yanlısı pratiğe birlikte destek sunmuş
olmaları, asla tesadüfi değil.
Paul
Robeson, dünya sistemindeki ırkçı, ekonomik, politik ve ideolojik dinamikleri net
bir biçimde idrak edebilmiş bir isimdi. Bu hâliyle Robeson, ortak çıkarlara sahip
güçlerin uluslararası kardeşlik anlayışını gerçeğe taşıyacağının bilincindeydi.
Sosyoloji temelli yüksek görüşünün eşlik ettiği, ezilenlerle radikal eylemlilik
zemininde kurduğu dayanışma ilişkisi, bize bugünkü politik gerçekliğe dair yeni
ve net bir bakış açısı kazandıracak, bu gerçekliğe odaklanmamızı sağlayacaktır.
Bugün dünya sistemi kriz içerisindedir. Paul Robeson, bugün bizim anımsamamız
gereken, dünya tarihsel açıdan önemli bir simadır.
Jason C. Mueller
25 Ocak 2022
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder