23 Ocak 2023

,

Paul Robeson’ın Dünya-Tarihsel Önemi

“Bir sanatçıdaki yetenekler Tanrı’nın armağanıdır. Onlar, kişiye özel şeyler olmadığı gibi, gururlanılacak şeyler de değildir. Sadece birer kutsal emanettir. Bana bahşedileni paylaşmalıyım. İnsan, sadece ekmekle yaşayamaz. Çiftçinin yaptığını ben de yapmalıyım. İnsanları şarkılarımla beslemeliyim.” [Paul Robeson]


Atlet, sanatçı, eylemci ve düşünür Paul Robeson (1896-1976) 23 Ocak 1976 günü aramızdan ayrıldı. Robeson’ın hayatı ve geride bıraktığı miras, sömürü ve zulme karşı mücadele açısından dünya-tarihsel öneme sahip. Bu, sadece onun da içinde yer aldığı, geçmişteki mücadeleler değil, ayrıca yirmi birinci yüzyılda hâlen daha devam eden ırklararası eşitlik ve ekonomik adalet mücadelesi için de geçerli bir tespit. Bu makalede eğitimciler ve eylemciler olarak bizim Paul Robeson’ın hayatından nasıl istifade edeceğimize dair değerlendirmelerde bulunulacak.

Robeson’ın başarıları ve yürüttüğü faaliyetler, bu makalenin sınırlarını aşan bir niteliğe ve niceliğe sahiptir. Bu konuda otobiyografik manifestosu Here I Stand [“Benim Durduğum Yer”] isimli kitaba bakılabilir.

Robeson, yirmiden fazla dilde konuşup şarkı söyleyebilen bir isimdi. Tüm Amerika genelinde kolejlerarası futbol müsabakalarında iki kez en iyi sporcu listesine girdi. Columbia Üniversitesi’nde hukuk okuyan Robeson, Ulusal Futbol Ligi’nde futbol oynadı. Zamanla işçi sınıfı enternasyonalizmi açısından önemli bir isim hâline geldi. Bunun üzerine yoğun bir saldırıya maruz kaldı. Rutgers’ta futbol oynadığı dönemi silmeye çalıştılar, müzik ve eğlence sektöründe ismi kara listeye alındı, ABD hükümeti pasaportuna el koydu, başka ülkelere gitmesine, oralarda konuşma yapmasına ve şarkı söylemesine mani oldu. Tüm bu saldırılara rağmen Robeson, yirminci yüzyılda kapitalist Amerika’yı ele geçirmiş olan “kızıl korkusu” üzerine kurulu taktiklere direnmeyi bildi.

Haziran 1956’da Robeson, sosyalist ve komünist politik örgütlere sempati duyduğu iddiasıyla ABD Kongresi Amerika Karşıtı Faaliyetler Komitesi’nin huzuruna çıkartıldı. Komite üyeleri, Robeson’a ırkçı bir üslupla eleştiriler yönelttiler ve ona Afrika’da sömürgecilik karşıtı kurtuluş hareketlerine destek sunduğu, bağımsızlık yanlısı olduğu ve Sovyetler’i ziyaret ettiği gerekçesiyle saldırdılar.

Sorgu sırasında Sovyetler’i neden ziyaret ettiği sorusuna Robeson şu cevabı verdi:

“Orada ilk kez insan olduğumu hissettim. Orada Mississipi’deki ve Washington’daki siyahilere yönelik önyargılardan eser yoktu.”

Sorgunun bir yerinde Robeson, komite başkanı, Demokrat Partili Kongre üyesi Francis E. Walter’a, “tüm iyi kalpli insanların ülkeden kaçmasına neden olan o kanun tasarılarının altında sizin imzanız yok mu?” sorusunu yöneltince Walter, “sadece senin gibilerin kaçması içindi onlar” cevabını verdi. Komitenin başvurduğu göçmen, Siyah ve sosyalizm karşıtı dili, bu diyalogda da kendisini ele vermekteydi.

Sorguda Robeson, Siyahların ve tüm ezilen halkların kurtuluşu davasına yönelik ahlaki bağlılığından zerre taviz vermedi. Konuşmasında hep ABD hükümetini suçlayan Robeson, kongre üyelerine asıl “Amerika karşıtı sizsiniz” dedi. Hatta bir yerde doğrudan komite üyelerini hedef alarak, “beyler, siz Yabancı Unsurlar ve Fitneciler Kanunu gereği yargılanmalısınız, siz vatansever değilsiniz, Amerika karşıtısınız, bu hâlinizden utanmalısınız” dedi.

Paul Robeson, aynı zamanda antifaşist mücadele içerisinde de yer almış bir isimdi. Franco karşıtı direnişle dayanışma içerisinde olduğunu göstermek için İç Savaş döneminde İspanya’ya gitti. Faşizmle mücadele etmek üzere ülkeye dünyanın dört bir yanından gelen isimlerden oluşan Abraham Lincoln Tugayı’na katıldı. Bu tecrübesi sayesinde dünya genelinde onlarca ülkede bu antifaşist koalisyona yönelik hayranlık ve sevgi daha da arttı.

Kendisini sorgulayan komite, komünistlerle kurduğu bağları sorduğunda, Robeson şu cevabı vererek, konuyla ilgili kararlı duruşunu sürdürdü:

“İskandinavya, İngiltere ve daha birçok yere gittim. Dünyada nereye gitsem faşizme karşı mücadelede ilkin komünistlerin öldüklerini gördüm, gidip o komünistlerin mezarlarına çelenk bıraktım.”

Robeson, ABD’deki siyahların kurtuluşu hareketi ile Afrika’daki kurtuluş hareketleri arasında bağlar kurmuş bir isimdi. Dünya sistemi içerisinde ırkçılığın kapladığı alana dair düşüncesini, sorduğu şu soru gayet açık bir biçimde ortaya koyuyordu:

“Güney Carolina’da beyazların üstünlüğü fikrine karşı koyup, aynı sisteme Güney Afrika’da karşı koymamak mümkün müdür?”

Devamında şu tespitini dile getiriyordu:

“Kimlerin çıkarına dokunursa dokunsun, sömürge halkları, dünyanın o beyaz olmayan halkları, eşit ve özgür olacaklar.”

Sömürgeci kapitalizmin ideolojik dayanaklarını sert bir dille eleştiren Robeson, onun bayrağını eline alıp dünya genelinde hegemonya peşinde koşan siyasetçilerin Siyahların kurtuluşu mücadelesinin hızını kesmek için uğraştıklarını söylüyordu.

Bugün ABD’de sosyologlar, Siyahi aydınların teorik katkılarını ve geçmişi dikkate almaya başladılar. Örneğin Aldon Morris, José Itzigsohn, Karida L. Brown ve Michael Schwartz gibi isimler, W. E. B. Du Bois’in çalışmalarını inceliyorlar. Ayrıca Zophia Edwards, Charisse Burden-Stelly ve Kristin Plys gibi akademisyenler, radikal Siyahi teorisyenlerin sömürgecilik, kapitalizm ve ırkçılık ile ilgili çalışmalarına önem veriyorlar. Bu süreçte Walter Rodney, Cedric Robinson gibi isimlerin çalışmalarına yönelik ilgi artıyor. Paul Robeson’ın önemini görenlerin sayısının artması da bu yoğun ilgiyle alakalı. Bu ilginin, Siyahların kurtuluşu için tüm dünya genelinde ayaklanmaların yaşandığı bir dönemde ırkçılık karşıtı mücadelelere dair görüşlerimizi ve teorilerimizi zenginleştirebileceğini görmek gerekiyor.

W. E. B. Du Bois, The Souls of Black Folk [“Siyahi Halkın Ruhları” -1903] isimli kitabında beyaz üstünlükçülüğü fikrinin hâkim olduğu bir toplumda yaşayan Siyahi Amerikalıların ötedünyadan gelen vahiyle geleceği gördüğünden söz ediyor. Bu hissiyat, çifte bilinçlilik hâli, bu sürekli başkalarının gözüyle kendisine bakması ile Siyahiler, kendi ruhlarını dünyaya göre ölçüp biçiyorlar, kendilerine yönelik acıma duygularını ve hakir gören bakışları izliyorlar.”

Robeson da hatıratında benzer bir tespitte bulunuyor:

“Çok erken yaşlarımda beyazların üstün olduğu fikrine inananların o zulmeden elleri karşısında tüm Siyahi Amerikalıların koruma amaçlı geliştirdikleri taktiği benimsedim ve bu taktiğe göre hareket etmeye başladım.”

Robeson’ın gözlemine göre, “Siyahi Amerikalı, eşit olduğunu ispatlasa bile o, beyazlardaki üstünlüğe karşı koyamıyordu. Hep ona minnet etme gereği duyuyordu. Oysa onlar, tek yumrukta o verdiklerini de geri alıyorlardı.”

Robeson’ın sosyolojik tespitleri oldukça önemli. Du Bois ve Robeson’ın sömürgecilik karşıtı, ırkçılık karşıtı ve barış yanlısı pratiğe birlikte destek sunmuş olmaları, asla tesadüfi değil.

Paul Robeson, dünya sistemindeki ırkçı, ekonomik, politik ve ideolojik dinamikleri net bir biçimde idrak edebilmiş bir isimdi. Bu hâliyle Robeson, ortak çıkarlara sahip güçlerin uluslararası kardeşlik anlayışını gerçeğe taşıyacağının bilincindeydi. Sosyoloji temelli yüksek görüşünün eşlik ettiği, ezilenlerle radikal eylemlilik zemininde kurduğu dayanışma ilişkisi, bize bugünkü politik gerçekliğe dair yeni ve net bir bakış açısı kazandıracak, bu gerçekliğe odaklanmamızı sağlayacaktır. Bugün dünya sistemi kriz içerisindedir. Paul Robeson, bugün bizim anımsamamız gereken, dünya tarihsel açıdan önemli bir simadır.

Jason C. Mueller
25 Ocak 2022
Kaynak

0 Yorum: