12 Ocak 2023

,

İrlanda ve İngiltere

José Carlos Mariátegui La Chira (Moquegua, 14 Haziran 1894 - Lima, 16 Nisan 1930) Perulu yazar, gazeteci, siyasetçi ve Marksist felsefeci.

1928’de ölümü ardından Peru Komünist Partisi adını alan Peru Sosyalist Partisi’ni kurdu. 1929’da ise Peru Genel İşçi Konfederasyonu kuruldu.

Sosyolog ve felsefeci Michael Löwy’ye göre, Mariátegui “Latin Amerika’nın tanıdığı en etkin ve en özgün Marksist düşünürdür”. Onu aynı şekilde değerlendiren Arjantinli felsefeci ve kültür eleştirmeni José Pablo Feinmann’e göre Mariátegui “Latin Amerika’nın en büyük Marksist felsefecisidir”. Onun düşünceleri Vladimir Cerrón, Aníbal Quijano ve Abimael Guzmán gibi isimlere ilham vermiştir.

* * *


İrlanda sorunu, hâlen daha capcanlı. Sinn Feincilerin lideri De Valera, İrlanda’daki siyaset sahnesini bir kez daha sarsıyor. 1922’den beri Büyük Britanya’nın yörüngesinde, ahlaki, askeri ve uluslararası sınırları içerisinde özerk olarak yaşama hakkı tanındı. Fakat İrlanda halkı, bu bağımsızlığı yeterli bulmadı. Onlar, tüm baskılardan ve Britanya’nın vesayetinden kurtulmak istiyorlar. İçteki idareyi kendi ellerine almakla yetinmiyorlar, ayrıca dış siyasette de dizginleri ele almak istiyorlar. İrlanda’nın vaatler ve yenilgilerle terbiye edilemediği, diz çöktürülemediği koşullarda bu düşünce ve hissiyat daha da derinleşiyor. Bir halk, ancak bu tür bir düşünce ve hissiyat varsa bu kadar uzun süre mücadele yürütebilirdi.

Luis Araquistain, bir vakitler şunu söylemişti: “Katolik ve muhafazakâr İrlanda Büyük Britanya’nın dışına çıktığında demokrasi ve özgürlüklerden mahrum kalacak.” Dolayısıyla İrlanda, imparatorluğun içinde kalmalı, bu anlamda ona az da olsa zulmederek, İngiltere, aslında demokrasiye ve özgürlüklere hizmet ediyor.

Bu çelişkili ve alabildiğine basit olan yargı, o dönemde Araquistain gibi demokrat ve İngiltere’ye müttefik olan yazarların zihniyetiyle gayet iyi örtüşüyor. Gelgelelim gerçekler, yakından ve dikkatle incelendiğinde, onların başka şeyler söylediği görülüyor.

İrlanda’da İngiltere idaresine razı olan kesim, zengin ve muhafazakâr sınıf. Proletarya ise kendisinin cumhuriyetçi, devrimci, az çok Sinn Feinci olduğunu söylüyor ve ülkesinin kayıtsız şartsız özerk olmasını istiyor. Araquistain ise meseleyi incelemeden, ilk elden kendince yargıda bulunmak istiyor.

Buna karşılık, İrlanda’daki Katoliklikle ilgili değerlendirmesi yerinde, gerçekliğin bir kısmını doğru kavrıyor.

Katoliklikle Protestanlık arasındaki kavga, aslında metafizik bir ihtilafın ötesine uzanan bir olgu. Burada dinî ayrışmadan daha fazlası var. Protestan reformu, örtük olarak liberal düşüncenin özünü, aslını ihtiva ediyor. Kapitalist ekonominin ilk unsurlarıyla birlikte ortaya çıkan Protestanlık ve liberalizm, el ele ilerliyor. Kapitalizmin ve sanayileşmenin Protestan şehirlerde kendisine uygun bir yer bulmuş olmaları, asla tesadüf değil.

Kapitalist ekonomi, ancak İngiltere ve Almanya’da kemale erdi. Bu ülkelerde Katolik inancı, kırsalda, Ortaçağ’a ait tatların ve alışkanlıkların sınırları içerisinde sıkışıp kaldı. Örneğin Bavyera, köylülerin yoğun yaşadığı bir yer. Burada büyük sanayi gelişip serpilemedi. Katolik uluslar, benzer bir süreci yaşadılar. Tek başına Paris’teki kozmopolitlikle değerlendirilemeyecek bir ülke olarak Fransa, ağırlıklı olarak bir tarım ülkesi. İtalya ise çiftçi hayatını seviyor. Sanayileşme, bu sebeple hızlı ilerlemedi. Milano, Torino ve Cenova kapitalizmin önemli merkezleri hâline geldiler. Fakat İtalya’nın güneyinde feodal ekonominin kimi kalıntıları hâlen daha capcanlı.

Ülkenin kuzeyinde Katolik dogmalardan kurtulma çabası içine giren modernist harekete tanıklık ediliyor, buna karşılık, orta kesimi kitabın dışına çıkan girişimlerden uzak duruyor. Netice itibarıyla Protestanlık, tarihte kapitalist sürecin manevi mayası olarak ortaya çıkıyor.

Fakat kapitalist ekonomi kemale erdi, çöküş sürecine girdi, artık onun bağrında yeni bir ekonomi gelişiyor, kapitalizmin yerini almak için mücadele ediyor, kapitalizmin büyümesinde önemli roller oynayan manevi öğeler, zamanla anlamını, tarihsel değerini ve savaşçı ruhunu yitiriyor.

Bu süreçte Katolik kiliseler bir araya geliyorlar. Tüm kiliseleri tek bir kilise içerisinde birleştirme meselesini tartışıyorlar, aralarındaki husumetin zayıfladığı görülüyor. Reform çağında özgür inceleme yürütme çabası, Katolikleri fazlasıyla korkuturdu, artık korkutmuyor.

İrlanda ile İngiltere’nin birlikte oluşuna mani olan şey, yüzlerce yıldır susturulmuş olan, Katoliklikle Protestanlık arasındaki çatışma değil. İrlanda’da Katolikliğe bağlılık, milliyetçilik denilen arka planla ilişkili. İrlanda için Katolikliği ve dili, her şeyin ötesinde tarihinin bir parçası, kaderini özgürce tayin etme hakkının ispatı.

İrlanda, dinini kendisini İngiltere’den ayrıştıran, farklı kılan olgulardan biri olarak savunuyor, onu milli varlığının tanığı olarak görüyor. Bu tür sebeplere bağlı olarak meseleye dışarıdan, nesnel bakan bir kişi, bir tarafta gerici İrlanda’yı, diğer tarafta demokrat ve ilerleme yanlısı İngiltere’yi görüyor.

İngiltere, dünyayı İrlanda’daki isyanı abartmak, onu olduğundan daha büyük bir hacme sahip olduğuna ikna etmek için elindeki tüm propaganda araçlarını kullandı. Ulster meselesini İrlanda’nın bağımsızlığı önündeki engelmiş gibi göstermek için bu meseleyi suni bir müdahaleyle abarttı. Fakat ortadaki kanıtları gizleyemedi, İrlanda milletinin gerçeklerini, Britanya’nın kanunları ve çıkarları uyarınca yaşasın diye uygulanan askeri baskıyı ve gücü örtbas edemedi.

İngiltere, İrlanda halkını asimile edecek güçten de, imparatorluğuna bu halkı bağlayacak kudretten de, ondaki saf milliyetçi duyguları terbiye edecek imkândan da yoksun. Sıkıyönetim yöntemi, İrlanda’yı İngiltere’ye itaat ettirmek için devreye sokuldu, ama neticede halkın zihninde direnme iradesinin güçlenmesine neden oldu.

İrlanda’nın İngilizlerce işgal edildiği günden bugüne dek uzanan tarihi, bazen yeraltında sessizce ilerleyen, bazen de toprağa gömülmüş savaş baltalarının çıkartılıp şiddetin dilinin konuştuğu bir hikâye. Geçen yüzyılda İngiliz idaresini üç büyük ayaklanma tehdit etti. Sonrasında, 1870 yılına doğru Isaac Butt, İrlanda’da özerk yönetimi tesis etme amacı güden bir hareket başlattı. Bu eğilim güçlendi. İrlanda, özerkliğe rıza gösterdi ve özgürlük iddiasından vazgeçti. İngiliz halkının ekseriyeti, bu projeye destek sundu. Sona dünya savaşı patlak verdi, özerk yönetim fikri unutuldu.

Zamanla İrlanda milliyetçiliği güçlendi. Ayaklanmacı bir niteliğe büründü. 1916’daki girişim, bu gerçeklikte vücut buldu. İngiltere’nin tehdit ettiği İrlanda, nihai savaşa hazırlandı. Özerk yönetim fikrini destekleyen ılımlı milliyetçiler, özerklik hareketinin direksiyonunu da kontrolünü de yitirdiler. Onların yerini Sinn Feinciler aldı.

Arthur Griffith’in kurduğu Sinn Fein hareketi, 1906’da doğdu. İlk başta teorik çalışma yürüten hareket, politik ve toplumsal faktörlerin etkisiyle değişti ve İrlanda’nın bağımsızlığı fikrine birçok zinde askeri örgütledi. 1918 seçimlerinde Milliyetçi Parti, İngiliz Parlamentosu’nda altı koltuk kazandı. Sinn Fein Partisi meclise yetmiş üç vekille girdi.

Bu vekiller, meclisi boykot etme ve İrlanda meclisini kurma kararı aldılar. Bu, aslında İngiltere’ye savaş ilânı idi. Özerk yönetim projesi, o dönemde İngiliz Parlamentosu’nda kabul edildi, İrlanda’ya özerklik verildi. Ama Sinn Fein silâh bırakmadı. Liderliğini büyük ajitatör ve büyük lider De Valera’nın yaptığı İrlanda halkı, özerk yönetim fikrine rıza göstermedi. Ama bu hamlesiyle İngiltere, İrlanda’da kamuoyunu bölmeyi bildi. Milliyetçi hareket bölündü. Nihayetinde, 1921 yılının sonlarında İngiltere ve İrlanda, tavizde bulunmayı öngören bir formül arayışına girdi. İngiltere tarihinde taviz siyaseti, bir kez daha zafer kazandı. İrlanda’nın özerkliğinden yana olanlarla İngiliz hükümeti, Aralık 1921’de anlaşmaya vardı, böylelikle İrlanda, kendi anayasal yapısına kavuştu. İrlandalı vekiller ayrıştı. 64 vekil, İrlanda meclisinde İngiltere’ye taviz verilmesi fikrine destek sunarken, De Valera’nın başında olduğu azınlık grubu, 57 vekiliyle bu fikrin karşısında durdu. İki grup arasındaki gerilim zamanla iç savaşa evrildi. Bu savaştan İngiltere’yle barış yapılması fikrine destek sunanlar galip çıktı, De Valera hapse atıldı. Bugün hapisten çıkan De Valera, halkını devrimci yola sokmak için yürüttüğü çalışmalara devam ediyor.

Bu romantik Sinn Feinciler, asla mağlup edilemeyecekler. Onlar, İrlanda’nın özgürlüğe yönelik köklü hasretini temsil ediyorlar.

Neticede İrlanda burjuvazisi, İngiltere’ye teslim oldu, fakat küçük burjuvazi ve proletarya, milliyetçi taleplerine sadakatle bağlı kaldı.

Bu sayede İngiltere’ye karşı mücadele, devrimci bir anlama kavuştu. Milliyetçilik denilen iç gerilimlerle malul duygu, sınıfsal. İrlanda, özgürlüğü elde edene dek mücadeleyi sürdürecek. O ülkü gerçekleşme imkânı bulduğunda, özgürlük İrlandalılar için önemli olmaktan çıkacak.

İngilizi ve İrlandalıyı asıl uzlaştırıp birleştirecek olan şey ayırıyor. Dünya tarihi, aslında çelişki ve paradoks olmayan bu türden çelişkilerle ve paradokslarla dolu.

Jose Carlos Mariátegui
25 Ekim 1924
Kaynak

0 Yorum: