İrlanda etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İrlanda etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ocak 2023

,

İrlanda ve İngiltere

José Carlos Mariátegui La Chira (Moquegua, 14 Haziran 1894 - Lima, 16 Nisan 1930) Perulu yazar, gazeteci, siyasetçi ve Marksist felsefeci.

1928’de ölümü ardından Peru Komünist Partisi adını alan Peru Sosyalist Partisi’ni kurdu. 1929’da ise Peru Genel İşçi Konfederasyonu kuruldu.

Sosyolog ve felsefeci Michael Löwy’ye göre, Mariátegui “Latin Amerika’nın tanıdığı en etkin ve en özgün Marksist düşünürdür”. Onu aynı şekilde değerlendiren Arjantinli felsefeci ve kültür eleştirmeni José Pablo Feinmann’e göre Mariátegui “Latin Amerika’nın en büyük Marksist felsefecisidir”. Onun düşünceleri Vladimir Cerrón, Aníbal Quijano ve Abimael Guzmán gibi isimlere ilham vermiştir.

* * *


İrlanda sorunu, hâlen daha capcanlı. Sinn Feincilerin lideri De Valera, İrlanda’daki siyaset sahnesini bir kez daha sarsıyor. 1922’den beri Büyük Britanya’nın yörüngesinde, ahlaki, askeri ve uluslararası sınırları içerisinde özerk olarak yaşama hakkı tanındı. Fakat İrlanda halkı, bu bağımsızlığı yeterli bulmadı. Onlar, tüm baskılardan ve Britanya’nın vesayetinden kurtulmak istiyorlar. İçteki idareyi kendi ellerine almakla yetinmiyorlar, ayrıca dış siyasette de dizginleri ele almak istiyorlar. İrlanda’nın vaatler ve yenilgilerle terbiye edilemediği, diz çöktürülemediği koşullarda bu düşünce ve hissiyat daha da derinleşiyor. Bir halk, ancak bu tür bir düşünce ve hissiyat varsa bu kadar uzun süre mücadele yürütebilirdi.

Luis Araquistain, bir vakitler şunu söylemişti: “Katolik ve muhafazakâr İrlanda Büyük Britanya’nın dışına çıktığında demokrasi ve özgürlüklerden mahrum kalacak.” Dolayısıyla İrlanda, imparatorluğun içinde kalmalı, bu anlamda ona az da olsa zulmederek, İngiltere, aslında demokrasiye ve özgürlüklere hizmet ediyor.

Bu çelişkili ve alabildiğine basit olan yargı, o dönemde Araquistain gibi demokrat ve İngiltere’ye müttefik olan yazarların zihniyetiyle gayet iyi örtüşüyor. Gelgelelim gerçekler, yakından ve dikkatle incelendiğinde, onların başka şeyler söylediği görülüyor.

İrlanda’da İngiltere idaresine razı olan kesim, zengin ve muhafazakâr sınıf. Proletarya ise kendisinin cumhuriyetçi, devrimci, az çok Sinn Feinci olduğunu söylüyor ve ülkesinin kayıtsız şartsız özerk olmasını istiyor. Araquistain ise meseleyi incelemeden, ilk elden kendince yargıda bulunmak istiyor.

Buna karşılık, İrlanda’daki Katoliklikle ilgili değerlendirmesi yerinde, gerçekliğin bir kısmını doğru kavrıyor.

Katoliklikle Protestanlık arasındaki kavga, aslında metafizik bir ihtilafın ötesine uzanan bir olgu. Burada dinî ayrışmadan daha fazlası var. Protestan reformu, örtük olarak liberal düşüncenin özünü, aslını ihtiva ediyor. Kapitalist ekonominin ilk unsurlarıyla birlikte ortaya çıkan Protestanlık ve liberalizm, el ele ilerliyor. Kapitalizmin ve sanayileşmenin Protestan şehirlerde kendisine uygun bir yer bulmuş olmaları, asla tesadüf değil.

Kapitalist ekonomi, ancak İngiltere ve Almanya’da kemale erdi. Bu ülkelerde Katolik inancı, kırsalda, Ortaçağ’a ait tatların ve alışkanlıkların sınırları içerisinde sıkışıp kaldı. Örneğin Bavyera, köylülerin yoğun yaşadığı bir yer. Burada büyük sanayi gelişip serpilemedi. Katolik uluslar, benzer bir süreci yaşadılar. Tek başına Paris’teki kozmopolitlikle değerlendirilemeyecek bir ülke olarak Fransa, ağırlıklı olarak bir tarım ülkesi. İtalya ise çiftçi hayatını seviyor. Sanayileşme, bu sebeple hızlı ilerlemedi. Milano, Torino ve Cenova kapitalizmin önemli merkezleri hâline geldiler. Fakat İtalya’nın güneyinde feodal ekonominin kimi kalıntıları hâlen daha capcanlı.

Ülkenin kuzeyinde Katolik dogmalardan kurtulma çabası içine giren modernist harekete tanıklık ediliyor, buna karşılık, orta kesimi kitabın dışına çıkan girişimlerden uzak duruyor. Netice itibarıyla Protestanlık, tarihte kapitalist sürecin manevi mayası olarak ortaya çıkıyor.

Fakat kapitalist ekonomi kemale erdi, çöküş sürecine girdi, artık onun bağrında yeni bir ekonomi gelişiyor, kapitalizmin yerini almak için mücadele ediyor, kapitalizmin büyümesinde önemli roller oynayan manevi öğeler, zamanla anlamını, tarihsel değerini ve savaşçı ruhunu yitiriyor.

Bu süreçte Katolik kiliseler bir araya geliyorlar. Tüm kiliseleri tek bir kilise içerisinde birleştirme meselesini tartışıyorlar, aralarındaki husumetin zayıfladığı görülüyor. Reform çağında özgür inceleme yürütme çabası, Katolikleri fazlasıyla korkuturdu, artık korkutmuyor.

İrlanda ile İngiltere’nin birlikte oluşuna mani olan şey, yüzlerce yıldır susturulmuş olan, Katoliklikle Protestanlık arasındaki çatışma değil. İrlanda’da Katolikliğe bağlılık, milliyetçilik denilen arka planla ilişkili. İrlanda için Katolikliği ve dili, her şeyin ötesinde tarihinin bir parçası, kaderini özgürce tayin etme hakkının ispatı.

İrlanda, dinini kendisini İngiltere’den ayrıştıran, farklı kılan olgulardan biri olarak savunuyor, onu milli varlığının tanığı olarak görüyor. Bu tür sebeplere bağlı olarak meseleye dışarıdan, nesnel bakan bir kişi, bir tarafta gerici İrlanda’yı, diğer tarafta demokrat ve ilerleme yanlısı İngiltere’yi görüyor.

İngiltere, dünyayı İrlanda’daki isyanı abartmak, onu olduğundan daha büyük bir hacme sahip olduğuna ikna etmek için elindeki tüm propaganda araçlarını kullandı. Ulster meselesini İrlanda’nın bağımsızlığı önündeki engelmiş gibi göstermek için bu meseleyi suni bir müdahaleyle abarttı. Fakat ortadaki kanıtları gizleyemedi, İrlanda milletinin gerçeklerini, Britanya’nın kanunları ve çıkarları uyarınca yaşasın diye uygulanan askeri baskıyı ve gücü örtbas edemedi.

İngiltere, İrlanda halkını asimile edecek güçten de, imparatorluğuna bu halkı bağlayacak kudretten de, ondaki saf milliyetçi duyguları terbiye edecek imkândan da yoksun. Sıkıyönetim yöntemi, İrlanda’yı İngiltere’ye itaat ettirmek için devreye sokuldu, ama neticede halkın zihninde direnme iradesinin güçlenmesine neden oldu.

İrlanda’nın İngilizlerce işgal edildiği günden bugüne dek uzanan tarihi, bazen yeraltında sessizce ilerleyen, bazen de toprağa gömülmüş savaş baltalarının çıkartılıp şiddetin dilinin konuştuğu bir hikâye. Geçen yüzyılda İngiliz idaresini üç büyük ayaklanma tehdit etti. Sonrasında, 1870 yılına doğru Isaac Butt, İrlanda’da özerk yönetimi tesis etme amacı güden bir hareket başlattı. Bu eğilim güçlendi. İrlanda, özerkliğe rıza gösterdi ve özgürlük iddiasından vazgeçti. İngiliz halkının ekseriyeti, bu projeye destek sundu. Sona dünya savaşı patlak verdi, özerk yönetim fikri unutuldu.

Zamanla İrlanda milliyetçiliği güçlendi. Ayaklanmacı bir niteliğe büründü. 1916’daki girişim, bu gerçeklikte vücut buldu. İngiltere’nin tehdit ettiği İrlanda, nihai savaşa hazırlandı. Özerk yönetim fikrini destekleyen ılımlı milliyetçiler, özerklik hareketinin direksiyonunu da kontrolünü de yitirdiler. Onların yerini Sinn Feinciler aldı.

Arthur Griffith’in kurduğu Sinn Fein hareketi, 1906’da doğdu. İlk başta teorik çalışma yürüten hareket, politik ve toplumsal faktörlerin etkisiyle değişti ve İrlanda’nın bağımsızlığı fikrine birçok zinde askeri örgütledi. 1918 seçimlerinde Milliyetçi Parti, İngiliz Parlamentosu’nda altı koltuk kazandı. Sinn Fein Partisi meclise yetmiş üç vekille girdi.

Bu vekiller, meclisi boykot etme ve İrlanda meclisini kurma kararı aldılar. Bu, aslında İngiltere’ye savaş ilânı idi. Özerk yönetim projesi, o dönemde İngiliz Parlamentosu’nda kabul edildi, İrlanda’ya özerklik verildi. Ama Sinn Fein silâh bırakmadı. Liderliğini büyük ajitatör ve büyük lider De Valera’nın yaptığı İrlanda halkı, özerk yönetim fikrine rıza göstermedi. Ama bu hamlesiyle İngiltere, İrlanda’da kamuoyunu bölmeyi bildi. Milliyetçi hareket bölündü. Nihayetinde, 1921 yılının sonlarında İngiltere ve İrlanda, tavizde bulunmayı öngören bir formül arayışına girdi. İngiltere tarihinde taviz siyaseti, bir kez daha zafer kazandı. İrlanda’nın özerkliğinden yana olanlarla İngiliz hükümeti, Aralık 1921’de anlaşmaya vardı, böylelikle İrlanda, kendi anayasal yapısına kavuştu. İrlandalı vekiller ayrıştı. 64 vekil, İrlanda meclisinde İngiltere’ye taviz verilmesi fikrine destek sunarken, De Valera’nın başında olduğu azınlık grubu, 57 vekiliyle bu fikrin karşısında durdu. İki grup arasındaki gerilim zamanla iç savaşa evrildi. Bu savaştan İngiltere’yle barış yapılması fikrine destek sunanlar galip çıktı, De Valera hapse atıldı. Bugün hapisten çıkan De Valera, halkını devrimci yola sokmak için yürüttüğü çalışmalara devam ediyor.

Bu romantik Sinn Feinciler, asla mağlup edilemeyecekler. Onlar, İrlanda’nın özgürlüğe yönelik köklü hasretini temsil ediyorlar.

Neticede İrlanda burjuvazisi, İngiltere’ye teslim oldu, fakat küçük burjuvazi ve proletarya, milliyetçi taleplerine sadakatle bağlı kaldı.

Bu sayede İngiltere’ye karşı mücadele, devrimci bir anlama kavuştu. Milliyetçilik denilen iç gerilimlerle malul duygu, sınıfsal. İrlanda, özgürlüğü elde edene dek mücadeleyi sürdürecek. O ülkü gerçekleşme imkânı bulduğunda, özgürlük İrlandalılar için önemli olmaktan çıkacak.

İngilizi ve İrlandalıyı asıl uzlaştırıp birleştirecek olan şey ayırıyor. Dünya tarihi, aslında çelişki ve paradoks olmayan bu türden çelişkilerle ve paradokslarla dolu.

Jose Carlos Mariátegui
25 Ekim 1924
Kaynak

07 Ekim 2021

,

Tarlakuşu ve Özgürlük Savaşçısı


Dedem bir gün bana, “tarlakuşunu kafese koymanın en büyük zulüm olarak görülmesi gerektiğini, çünkü bu kuşun özgürlüğün ve mutluluğun en önemli sembollerinden biri olduğunu” söylemişti.

Dedem hep bana, tarlakuşunun, sevdiği dostlarından birinin kafese konması üzerinden açığa çıkan ruhundan bahsederdi.

Bir gün sevdiği arkadaşının özgürlüğünü yitirdiğini gören tarlakuşu ötmemeye başlamış, artık hiçbir şey onu mutlu etmiyormuş. Bu zulmü ona reva gören adam, tarlakuşunun dilediği her şeyi yapmasını, tüm yüreğiyle şakımasını, isteklerini yerine getirmesini, çıkarına uygun hareket etmesini istemiş.

Tarlakuşu itiraz etmiş. Bunun üzerine adam öfkelenmiş. Tarlakuşuna ötsün diye baskı uygulamaya başlamış, ama hiçbir sonuç alamamış. Sonra kendince daha etkili olabileceğini düşündüğü adımlar atmış. Kafesin üzerine siyah bir örtü sermiş, kuşu günışığından mahrum bırakmış. Ona yemek vermemiş, pislik içindeki kafeste ölüme terk etmiş, ama gene de kuş uzlaşmamış. Bunun üzerine adam, kuşu öldürmüş.

Dedemin de dediği gibi, o tarlakuşunun bir ruhu vardı ve o ruh, özgürlüğe ve direnişe dairdi.

Özgürlüğe hasret olan kuş, kendisini işkence ve hapisle değiştirmeye çalışan zâlime boyun eğmeden, onunla uzlaşmadan ölmüştü.

Bugün o kuşla, gördüğü işkence, içinde olduğu zindan koşulları ve en nihayetinde maruz kaldığı cinayet üzerinden ortaklaştığımı düşünüyorum. Tarlakuşu, herkeste görülmeyen bir ruha sahipti. Üstün varlıklar olduğunu düşünen insanlarda bile böylesi bir ruha nadiren rastlanıyordu.

Adi mahkûmu ele alalım mesela. Onun tek amacı, hapiste kaldığı süreyi olabildiğince rahat ve kolay kılmaktır. Adi mahkûm, cezasından bir gün eksilsin diye, riskli hiçbir taşın altına elini sokmaz. Hatta bazıları, gardiyanların ve müdürün ayaklarına kapanır, onlara yaltaklanır, kendisini güvence altına almak ve daha erken çıkabilmek için başka mahkûmları gammazlar.

Bu tür insanlar, kendilerini tutsak edenlerin isteklerine göre hareket ederler. O tarlakuşundan farklı olarak, “öt” denilince öterler, “zıpla” dediklerinde en yükseğe sıçrarlar.

Her ne kadar adi mahkûm özgürlüğünü yitirmişse de o, esasen özgürlüğünü yeniden kazanmak ve insanlarını korumak adına asla çizgiyi aşmaz. Kısa zamanda hapisten çıkmak için uzlaşır. Nihayetinde yeterince hapiste tutulduktan sonra düzenin parçası hâline gelir, bir tür makineye dönüşür, kendisini değil, bedenini ve ruhunu hapsedenleri, onlara hükmedip zincir vuranları düşünmeye başlar.

Dedemin anlattığı hikâyede de tarlakuşunun alnına bu yazılmıştı ama o değişme ihtiyacı duymadı, bu konuda herhangi bir niyete bile sahip olmadı ve bunu tavrını ortaya koymak için de öldü.

Bu hikâye, içinde bulunduğum duruma dair çok şey söylüyor. O zavallı kuşla ortaklaşıyorum. Aldığım konum, uzlaşan adi mahkûmun konumuyla çelişiyor. Çünkü ben politik tutsağım, özgürlük savaşçısıyım.

Tıpkı tarlakuşu gibi ben de özgürlüğüm için dövüştüm, bu mücadeleyi etimin çürüdüğü şu anki hapishanede değil, dışarıda, esaret altındaki yurdumda da verdim.

Tutsak edildim, hapse atıldım ama o tarlakuşu gibi ben de tel kafesin dışını gördüm.

Şu an H Blok’tayım. Değişmeyi, beni insanlıktan çıkartmak isteyenlerin, zulmü ve işkenceyi reva görenlerin, bedenimi zindanlara atanların sözüne girmeyi reddettiğim yerdeyim.

Beni tutsak edenler, politik ideolojimi ve ilkelerimi değiştirmemi istiyorlar. Bedenimi ezdiler, onurumu ayaklar altına aldılar. Adi bir mahkûm olsaydım, beni umursamazlardı bile. Çünkü bilirlerdi, benim kurum olarak dile getirdikleri isteklerine göre hareket edeceğimi.

Cezam iki yıl uzadı. Umurumda değil. Kıyafetlerimi çıkarttım. Kir pas içinde, boş bir hücrenin içinde, mahpusum. Açım, dövülmüşüm, işkencelerden geçmişim. O tarlakuşu gibi hikâyenin sonunda öldürülmekten korkuyorum.

Ama o küçük dostum gibi ben de cüretle şunu söylüyorum: en ağır muamele, en korkunç işkenceler bile yok edemez bendeki özgürlük ruhunu.

Tabii ben de öldürüleceğim, ama ruhum canlı kalacak, politik savaş tutsağı olarak varlığımı koruyacağım, kimse değiştiremeyecek beni.

O küçük tarlakuşu sürüsü yeterince ispatlamadı mı bunu? O yürek paralayan tarihimiz, onların eseri değil mi?

MacSwiney’ler, Gaughan’lar ve Stagg’ler.

H Blok’un duvarları başkalarıyla da mı tanışacak?

Dedemin hikâyesini anlatmasam olmazdı. Bir keresinde ona, o tarlakuşunu kafese koyan, onca işkenceden sonra onu öldüren sefil adamın başına ne geldiğini sordum.

“Oğul” dedi “bir gün o adam, kendi kurduğu tuzaklardan birine düştü, kimse gelip onu kurtarmadı. Kendi insanı bile onu hor görürdü, ona sırtını dönmüştü. Giderek güçsüzleşti, en sonunda da tarlada tökezleyip yere düştü, kanı ıslattı toprağı. Kuşlar geldi, gözlerini oydular, arkadaşlarının intikamını alırcasına. O an tarlakuşları, daha önce hiç işitilmemiş bir sesle öttüler.”

Bu sözler üzerine dedeme şunu sordum: “O adamın adı John Bull[*] muydu?”

Bobby Sands

[Kaynak: Writing From Prison, Önsöz: Gerry Adams, Mercier Press, 1997, s. 80-82.]

Dipnot:
[*] John Bull, Amerikalılardaki Sam Amca’ya denk düşen ve İngilizleri ifade etmek için kullanılan bir tabirdir.

05 Mayıs 2021

, ,

Şehrimin Uyuyan Gülü

Barry öldü, Cork’sa uykuda,
Sattılar, MacSwiney’nin davasını.
Kanla suluyorlar hâlâ, Kerry’nin sokaklarını.
Rüzgârlar bile yıkamıyor ihtiyar elleriyle
Şehrin saçlarını.
Tavşanlar tek başına geçiyorlar
Issız yolları,
Askerlerin sesi geceyi titrettiğinde
Bir avuç insan fısıldadı Tracey’nin adını,
Raks eden ışığın içindeki
Harlanmış ateşle birlikte.

Dağlarımızın ölü evlatları,
Şehir kendi kanında boğuldu,
Barry’nin adamları çığlıklar atarak
Çamurun içinde ezildi.
Kerry’nin çiçeksiz mezarları, kimin umurunda.
Cashel Kralı, Clare’e girmiş,
Yoksul ezilen cümlesi,
Üryan, fukara ve yalınayak.

Barry öldü, kim işitti ki?
Kilmichael köyünün yolu, neye derman?
İrlandalıların bileklerinde paslı zincirler,
Doğdukları günden beri
Vermiyor aman.

Eyvah! Barry gitti,
Ağla güzel şehrim,
Yalvarıp duran ruhunun feryadını
Dinliyorum geceleri,
Fakat biliyorum ki
Halkım, hürriyet kavgasına katıldığında,
Şehrimin gülleri yine açacak.

Bobby Sands

[Kaynak: Writings from Prison, Mercier Press, 1997.]

09 Mart 2021

, , ,

Bobby Sands

Bizim de Günümüz Gelecek


Asıl adı Robert Gerard Sands olan Bobby, 9 Mart 1954’de Kuzey İrlanda’nın Newtownabbey bölgesinde dünyaya geldi. Kraliyet yanlısı Protestan (loyalist) baskı tehdit ve cinayetlerinden dolayı oldukça zorlu bir çocukluk yaşadı. Loyalistlerin baskıları sonucu ailesi birkaç kez taşınma zorunda kalmıştır. Bu zorlu, korkulu ortamda Bobby ailesiyle birlikte yaşam mücadelesi verme çabası içinde 16 yaşına geldiğinde okulu bırakarak bir tamirhanede çırak olarak çalışmaya başlar. Üç yıl zorlu bir çalışmanın ardından Kraliyet yanlılarının Katoliklere baskılarından dolayı işini bırakır ve ailecek Belfast’a taşınırlar.

İşgal altında bir şehirdir Belfast, tıpkı Gazze gibi Batı Şeria gibi, işgal güçleri ve taraftarları Katolik İrlandalılara her türlü zulmü reva görmektedir. Tamamen ayrışmış, ölümün ve nefretin cirit attığı Belfast sokaklarında Bobby, savaştan ve nefretten uzak futbol oynayarak günlerini geçirir. Şarkı söylemeyi, şiir yazmayı seven ve ileride çok ünlü bir futbolcu olma hayalleriyle dolu bir çocuktur. Ama gelin görün ki Kraliçe’ye yemin etmediğiniz için dışlandığınız, öldürüldüğünüz bir ortamda ne kadar barışçıl duygular beslenebilir. Büyüdükçe, aklı erdikçe topraklarında yaşanan zulme, bir kenara bırakır futbolcu olma hayalini. Artık bağımsızlık şarkıları söylemekte, direniş ve özgürlük için şiirler yazmaktadır Bobby.

Güçlü olduğu için güçsüzü öldürmeyi meşru gören, işgal ettiği toprakları kendisinin ilan eden ve kendisine biat etmeyenleri her türlü acımasızlıkla dize getirmeye çalışan İngiltere’ye karşı şarkıların, şiirlerin ve seslerin etki etmediğini anlayan Bobby, düşmanıyla ancak silahlı mücadeleyle kazanım elde edebileceklerini kavrayarak IRA’ya katılır. İrlanda Cumhuriyet Ordusunun bir parçası olan Bobby çok kısa bir süre sonra kaldığı eve yapılan baskın sonucu tutuklanır. Ve evde dört tabanca bulunmasından dolayı beş yıla mahkûm edilir. İngiltere zindanlarında mahkûmiyet yıllarını kitap okuyarak geçirir. Bu sürede fikirleri olgunlaşır. Tam anlamıyla bir devrimci olur ve yazılar yazmaya başlar kurtuluş savaşıyla ilgili. 1976 yılında tahliye olan Bobby, Sosyalist İrlanda Cumhuriyeti hayali için yeniden kolları sıvar.

Cezaevinden çıktıktan altı ay sonra, IRA bir bombalama eylemi gerçekleştirir. Ulster (kraliyet Yanlıları) ile IRA arasında çatışma başlar. Çatışmada IRA tarafından kullanılan bir silahın aracında bulunmasıyla Bobby Sands ikinci kez tutuklanır.

Bobby Sands defalarca İngiliz mahkemelerini tanımadığını söylemesine rağmen yargılanır ve on dört yıla mahkûm edilir. 1976 Mart’ında İngiliz hükümeti, çıkarttığı bir kararla İrlanda Kurtuluş Ordusu üyelerini politik değil adli suçlular olarak gösterip kamuoyu nezdinde onları itibarsızlaştırma çabası içine girmiştir. Adli suçlu olarak tanımladığı IRA tutsaklarına tek tip kıyafet ve cezaevi işlerinde çalışma zorunluluğu getirilmiştir. İngilizlerin bu politikası ilk olarak Bobby Sands’in kaldığı Long Kesh cezaevinde uygulanır. H blokları adını verdikleri sekiz özel tip kanat inşa edilerek IRA’lı tutsaklar bu bölmelere nakledilir. Adli suçlu tanımını kabul etmeyen IRA’lılar, İngilizlerin kendilerini haysiyetsizleştirme politikalarına karşı direnişe geçerler. İlk olarak verilen tek tip kıyafetleri giymeyerek çıplak eylemini başlatırlar. İki yıl boyunca battaniyelere sarınarak eylem yapan tutsaklara diş geçiremeyeceğini anlayınca faşist İngiliz yönetimi, bu kez de tutsaklar tuvalete götürülürken onları koridorlarda dövmeye başlar. Bunun üzerine tutsaklar, tuvaletlere gitmemeye başlarlar, ayrıca hücrelere tuvalet ve duş yapılmasını isterler. İstekleri reddedilince tuvaletlerini hücreye yaparlar.

1980’e kadar eylemler aralıksız devam eder. Tutsaklar için tam anlamıyla bir cehenneme dönüşmüştür cezaevi. Bobby Sands de eylemlere katılmış ve yoldaşları tarafından cezaevi sorumlusu ilan edilmiştir. İnsani ve ahlaki her türlü isteği faşist İngiliz yönetimi tarafından reddedilen tutsaklar, Ekim ayına geldiklerinde ölüm orucuna yatarlar.

Margaret Thatcher hükümeti, toplumdan ve kamuoyundan gelen baskılara daha fazla kayıtsız kalamayarak eylemin sonlandırılması için taleplerin kabul edildiğini açıklar. Lakin bir aldatmaca olduğu çok geçmeden anlaşılır. Mahkûmlara yeniden işkence yapılmaya başlanır. Bunun üzerine Bobby Sands 1 Mart 1981’de yeniden ölüm orucuna başlar. Eylemde iken Bobby erken seçimlere aday gösterilerek milletvekili seçilir. Ama İngiliz parlamentosu Bobby Sands’in vekilliğini kabul etmez ve tutsaklığını devam ettirir.

5 Mayıs 1981’de, eyleminin altmış altıncı gününde ölüme yenik düşer Bobby Sands. Öldüğünde henüz 27 yaşındadır. Ve hemen arkasından Francis Hughes, Raymond McCressh, Joe McDonell, Martin Hurson, Kieran Doherty, Thomas McElwee, Patsy O’hara, Kevin Lynch, Micky Devine yoldaşları takip eder onu. Ekim 1981’de ölüm oruçları son bulur.

Bobby Sands mahkûmluk günlerinde şiirler yazar. Tuvalet kâğıtlarına yazdığı şiirleri el altından dışarıya çıkarılarak yayınlanır.

* * *

 

Zamanın Ritmi

Her insanın içindedir o,
Sen de bilir misin onu dostum?
Milyonlarca yıldır esen rüzgâra direnen,
Ve sonuna dek direnecek olandır o.

Zaman henüz yokken doğdu
Ve yaşamın dışında büyüdü,
İnsanı boğan asmalarını kesti kötülüğün,
Bir bıçak oldu, yakıcı ve öldürücüydü.

Bir kıvılcımdı henüz ateş yokken,
Ve alazladı bilincini insanın,
Çeliğin kalbine yürüyen suya,
Zaman, zaman olmaya başladığı vakit
Yol gösterdi.

Babil’in nehirlerinde durup ağladı,
Ve bütün insanlar ölüme vardığında,
Kıvranan bir ızdıraptı çığlığı,
Haça gerildi, kan sızdı toprağa.

Dilinde ölümü anımsatan bir kelimeydi Spartaküs,
Appian yolu[1] boyunca çarmıhlar
Sıra sıra dizildi
Roma’da öldü, aslan ve kılıçla.

Wat Tyler’ın[2] yoksullarıyla yürüdü,
Kralları, lordları ürküttü,
İnsanın canını alan bakışlarını kuşanırdı
Sanki yaşıyor gibiydi.

Bunak fatihlerin karşısına geçer
Kutsal bir masumiyetle gülümserdi,
Öyle mütevazı, öyle munisti ki
Altının lanet kudretinden bihaberdi.

Birden o zavallı Paris sokaklarında çıkıverdi karşımıza,
Köhnemiş Bastille’i yıkıp geçti,
Sonra yöneldi yılanın başına,
Ve onu topuklarıyla ezdi.

Buffalo düzlüklerinde kanlar içinde öldü,
Öyle çok yağmur yağdı ki
Etini tel tel edip götürdü.
Kalbi ise Wounded Knee’ye[3] gömüldü,
Gene doğacak, doğrulacaktı topraktan.

Kerry göllerinde çığlığı yükseldi,
Diz çöktü yere, öldü.
İçindeki o büyük isyanla.
Onu vurdular, soğukkanlılıkla.

Umudun her damla ışığında o var,
Sınır, mekân tanımaz.
Kırmızıya, siyaha, beyaza
Rengini veren odur,
Hiçbir millet onsuz olamaz.

Ölü kahramanların kalbinde gömülü olan o,
Çığlığını zalimlerin gözlerinin içine savuran o.
Yüksek dağların zirvesi yurdudur,
Göğü dağlayan gene o.

Bu hücre odasındaki ışık ondan,
Kudretli şimşekler onun eseri,
Yılgı bilmez bir düşünce bu dostum,
Her daim şunu söyler
Bu düşüncenin dili:
“Ben haklıyım!”

* * *

Bobby Sands kısa ömrüne acılı, ama bir o kadar da umutlu bir mücadele sığdırdı. Hiçbir zaman düşmanla el sıkışmadı. Militanlığından biran olsun ödün vermedi. Milletvekili seçilmesine rağmen eyleminden geri adım atmadı. Takım elbiseyi ve kürsüde nutuklar atmayı açlığa yeğledi.

Çünkü biliyordu Bobby, halkının gözü üzerindeydi. Onun vazgeçmesi, halkının da iradesini kırabilirdi. Toplumuna mal olmuş bir kişi asla yolundan dönemez, ne pahasına olursa olsun kararlılığını azmini sürdürmeli. Kendisi bu uğurda yitse de yerine geleceklerin bilinciyle örnek olmalı. Bu yüzden dünyanın her yerindeki tutsak edilmiş yurtseverler Bobby Sands’i örnek alır kendilerine. Bu yüzden Bobby Sands ölümsüzdür. Çünkü o, kendisini acılı bir ölüme yatırarak davasına ihanet etmedi. Kararlılığı umutsuz olan halkına alev oldu. O alevle IRA, düşmanını yaktı, onu kül etme noktasına getirdi. Bobby Sands ölmeden önce günlüğüne şu son notları düşmüştü:

“Bizim de günümüz gelecek.”

Evet inanıyorum, eli kulağında o günün.

İyi ki doğdun Bobby Sands Yoldaş. Alevin azalmak bilmeden yüreklerimizde yanmakta.

Can Şahin
9 Mart 2021

05 Mayıs 2020

,

Birinci Gün


İrlanda Cumhuriyet Ordusu’nun [IRA] Maze Hapishanesi’ndeki lideri olan Bobby Sands, 1 Mart 1981 günü yemek yemeyi reddetti ve 12 Şubat 1976’dan beri devam eden açlık grevi sürecinin yeni halkasını başlattı. Başlangıç tarihi [1 Mart] önemliydi, zira o gün özel kategori statüsünün gündeme gelişinin beşinci yıldönümüydü. Yeni açlık grevi mücadelesinin amacı, IRA tutsaklarına yeniden politik statü kazandırmaktı. O dönemde dışarıdaki IRA liderlerinin pek destek vermediği açlık grevi süreci, esas olarak tutsakların iradesiyle başlatıldı. 3 Ekim 1981’e dek devam eden sürecin sonunda on IRA mensubu tutsak öldü. Aşağıda Bobby Sands’in tuttuğu günlüğün sürecin ilk günü ile ilgili bölümü yer alıyor.

● ● ●

 

Yeniden tir tir titriyor dünya karşımızda, işte ben o dünyanın eşiğindeyim. Tanrı ruhuma merhamet etsin.

Kalbim yaralı, çünkü biliyorum ki fukara anamın kalbini kırdım; kaygı, hanemin üzerine tahammülü zor bir kara bulut gibi çöktü. Ama kafamın içinde tüm kavgaları ettim, o kaçınılmaz olandan uzak durmak için her yola başvurdum. O hakikat, beni ve yoldaşlarımı dört buçuk yıllık zulmün ardından bunu yapmaya mecbur etti.

Ben bir politik tutsağım. Politik tutsağım çünkü ben, ezilen İrlanda halkı ile topraklarımızdan çekilmeyi reddeden, kimsenin istemediği yabancı ve zalim rejim arasında yıllardır devam eden savaşın yol açtığı bir zayiatım.

Ben, Tanrı’nın İrlanda milletine egemenlik ve bağımsızlık bahşettiğine inanıyorum ve o hakkın safındayım. Ayrıca Tanrı’nın her İrlandalıya silâhlı devrim yapma hakkını bahşettiğine de inanıyorum. Tam da bu sebeple mahpusum, üryanım, işkence görüyorum.

İşkencelere direnmeyi bilen zihnimde ise tek bir fikir var: yabancı ve zalim Britanya’nın varlığı ortadan kalkmadan, tüm İrlanda halkı kendi hayatını kontrol edebilen bir yapı hâline gelip kaderini fiziksel, kültürel ve ekonomik açıdan ayrı ve müstakil bir güç şeklinde, aklen ve bedenen, egemen bir halk olarak karar vermeden İrlanda’da asla barış olmaz.

Ben, yeni İrlandalı kuşağının kökleri derinlere uzanan ve asla yok edilemeyen özgürlük arzusuyla yetişmiş olduğuna inanıyorum. Ben, sadece Maze Hapishanesi’ndeki [H Blok] barbarlığa son vermek veya tüm haklılığımız ile politik tutsak olarak kabul görmek için ölmüyorum. Ölmemin asıl sebebi, bu mapus damında kaybedersek Cumhuriyet ve “yeni doğan halk” olarak tanıdığım için tüm varlığımla gururlandığım ezilenlerin de kaybedeceğini biliyorum olmamdır.

27 Ekim [yedi açlık grevi eylemcisinin öldüğü ilk sürecin başladığı tarih] bugüne ne bir damla duygu taşıdı ne de bir şeyi değiştirebildi. Olağan baskı yöntemleri denendi ama hiçbir işe yaramadı. Ağızlarından salya akan köpekler ve zorbalar, hiç şüphe yok ki yarın da sabahın köründe gelip kapımızı çalacaklar.

Armagh’deki kızlara birkaç şey yazdım. Onlardan, cesaretlerinden, kararlı duruşlarından, içlerinde taşıdıkları o yok edilemeyen direniş ruhundan daha fazla söz etmek gerek. Kontes Markievicz, Anne Devlin, Mary Ann McCracken, Marie MacSwiney, Betsy Gray ve tüm o İrlandalı kahraman kadınlar neyse onlar da o. Bir de elbette Ann Parker’dan, Laura Crawford’dan, Rosemary Bleakeley’den ve o mukaddes isimlerini hatırlayamadığım için utandığım kadınlardan da bahsetmeliyim.

Ayin ihtişamlı, arkadaşlarsa her zamankinden görkemliydi. Hakkım olan ve haftada bir verilen meyveyi geçen akşam yedim. Kadere bakın ki son yediğim şey de bir portakaldı ve üstelik sanki hayat son şakasını yapıyormuşçasına, portakal çürüktü. Her zamanki gibi yemeğimiz kapıya bırakılıyor. Bu sefer beklediğimiz üzere bize verilen porsiyonlar her zaman verilenden, en azından hücre arkadaşım Malachy’ye verilenden daha büyüktü.

Bobby Sands
1 Mart 1981 Pazar

05 Ekim 2019

, ,

Özgürlüğün Bedeli: Michael Collins ve 12 Havarisi

İrlanda, 700 yıl boyunca İngiltere sömürgesi altında yaşadı. Birleşik Krallık, 1920’de dünyanın neredeyse dörtte üçünü elinde bulunduruyordu. Biri çıkıp da o yıllarda 30 yaşında birinin on iki kişiyle Britanya ordusunu yenilgiye uğratıp İngiltere’nin kıçının dibinde bir devrim yapacağını söylese, eminim güler geçerlerdi.

Michael Collins, bir çiftçinin oğlu olarak 16 Ekim 1890’da dünyaya geldi. Altı yaşında babasını kaybetti. Michael, ilköğrenimini Lisavaird’de tamamladı, burada tanıştığı öğretmeni Dennis Iyons, Michael’a İrlanda’nın özgürlüğü fikrini aşılayan ilk kişiydi. Iyons, İngilizleri adadan kovmaya çalışan İrlanda Cumhuriyet Kardeşliği (IRB) üyesiydi. Okumayı çok seven Michael, hocası ve kız kardeşi Mary sayesinde İrlanda bağımsızlığını destekleyen Thomas Davis gibi yazarların takipçisi oldu.

Annesi Michael’ın başının derde gireceği korkusu ile onu büyük kız kardeşi Margaret’ın yanına gönderdi. Clonakilty, Michael için müthiş bir deneyim oldu. Burada ablasının kocasının yanında yerel gazete olan West Cork News’de yarı zamanlı çalışmaya başladı. Kısa sürede daktilo öğrendi ve gazetede spor yazıları yazmaya başladı. Daha sonra Londra’daki bir diğer kız kardeşi olan Hannie’nin yanına yerleşti. Dokuz yıl boyunca Londra da bir bankada çalışmaya başladı. Burada IRB’ye katıldı.

Hareketin ilk sekreterlik ve yöneticilik görevlerine kadar yükseldi.

IRB, 1916’da Paskalya Bayramı’nda İngiliz kuvvetlerine saldırdı. Saldırı başarısız oldu ve IRB önderlerinin çoğu öldürüldü. Collins de tutuklananlar arasındaydı. Kısa bir süre esaret altında kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Collins, tutuklu kaldığı süre zarfında hatalarını tekrar gözden geçirdi, IRB kadrosunun çoğu yok edilmişti. Kalan birkaç arkadaşı ile birlikte yeniden örgütlenmeye başladı. Ateşli nutukları İrlanda halkının yüreğindeki bağımsızlık ateşini yeniden harladı.

Direniş organizasyonunun başında 1917 ve 18’de Sinn Fein partisinin yöneticiliğine yükseldi. Collins, bu andan itibaren bağımsızlığın imgesi oldu. Doğrudan bir savaşı verecek güçte olmadıklarını çok iyi bildiği için ve o zamana kadar bilinen savaş stratejilerinden bambaşka bir savaş yürütme fikrini ortaya attı ve On İki Havari adını verdiği suikast timini kurarak, bugün dahi birçok oluşumun yürüttüğü şehir gerillası savaşı stratejisini doğurdu.

Collins, yakın dostu Harry Borland ile birlikte, direnişin önde gelen kanaat liderlerinden biri olan ve Paskalya Ayaklanması’nda yakalanıp tutuklanan Eamon de Valera’yı 1919 yılında Londra’da cezaevinden kaçırdı. De Valera’nın önderliğinde bir hükümet kuruldu ve Collins, askerî kanadın başına getirildi. 1919 yılı ortalarında IRB, bağımsızlık mücadelesinin yegâne figürü hâline geldi. Collins, örgütün başkanlığının yanı sıra, kurulan Ayrılıkçılar Meclisi Dail’in maliye bakanlığında ve yeni kurulan İrlanda Bağımsızlık Ordusu (IRA) komuta kadrolarından birinde görev aldı. De Valera, siyasi destek almak için Amerika’ya gittiğinde görevlerini Arthur Griffith’e devretti. Arthur’un yakalanmasından sonra da tüm yetkiler Collins’e geçti. Collins, siyasi manevralar konusunda beceriksizdi. Silâhlı savaşı tek çözüm olarak gördüğü için De Valera ile uyuşmazlığa düştü.

İngiltere, İrlanda’daki sorunu kökünden çözmek için Siyah ve Turuncular adı verilen, Birinci Dünya Savaşı’nda görev almış eli kanlı birliklerini İrlanda’ya göndererek sıkıyönetim uyguladı. Bu süreçten sonra Collins, IRB ve IRA silâhlı direnişçileri şehirlerde ve kırlarda İngiliz birliklerine karşı savaş açtı. Kendi yaşadıkları bölgeleri iyi bilen direnişçiler, gerilla savaşıyla İngiliz kuvvetlerine ağır darbeler indirdi.

21 Kasım 1920’de Collins’in kurduğu 12 Havari, aynı gece düzenlenen suikastlarla 14 İngiliz subayını ve muhbirini öldürerek İngiliz haber alma teşkilatının ağını çökertti. Bu eylemlere misilleme olarak kraliyet birlikleri, Corke Park’ta oynanan futbol maçını basarak, kalabalığın üzerine ateş açtı. 12 sivilin hayatını kaybettiği bu olay tarihe Kanlı Pazar olarak geçti.

IRA, Mayıs 1921’de Dublin Gümrük Ofisi’ni ateşe verdi. Bu eylemin akabinde İngiliz birlikleri gerillalara karşı sürek avı başlattı ve çok sayıda gerilla yakalandı ya da ölü olarak ele geçirildi.

Bu, Collins için sıkıntılı bir dönemdi. Kadrolarının çoğunu yitirmişti. Da Valera’nın kurnazlıkla yönelttiği siyasi başarı sayesinde, Amerika’nın baskısı ile İngilizler Ayrılıkçılar Meclisi ile masaya oturmayı kabul etti.

12 Temmuz 1921’de görüşmelere başlandı. Her iki taraf da şartlar konusunda anlaşamıyor, görüşmeler çıkmaza giriyordu. Eylül ayında De Valera, Komisyon başkanlığına seçildi. Görüşmelerde istenilenin alınamayacağını fark edince bu işi Collins’e yıktı. Collins bir askerdi, siyasetten zerre anlamıyordu, çok ayak diretti ise de Arthur Griffith başkanlığındaki delegasyon ile Londra’ya gitti.

İngiliz delegasyonuna kurnazlığı ile bilinen Sör Lloyd George başkanlık ediyordu. İrlanda delegasyonu görüşmelerde tecrübesiz ve çaresiz kaldı. Sonuçta Collins, Kuzey İrlanda’yı İngilizlere bırakmak zorunda kaldı, kraliyete bağlı kalmak koşuluyla İrlanda’ya yarı bağımsızlık statüsü verildi.

Bu antlaşma sonucunda Collins’e tepkiler çığ gibi büyüdü ve Ayrılıkçılar Meclisi ikiye bölündü.

Collins, anlaşmanın iyi taraflarına vurgu yaptı: adadan İngiliz birlikleri çekilecekti ve yeniden daha iyi dizayn edilmiş bir ordu kurulacaktı, şu anda antlaşma reddedilecek olursa İngilizler daha büyük bir askerî gücü adaya gönderecek ve başarı şansının olmadığı gibi elde edilen yarı bağımsızlık statüsü de kaybedilecekti. Da Valera, antlaşmanın bütün sorumluluğunu Collins’e yıkarak, karşı muhalefet oluşturdu. Da Valera’nın başkanlıktan çekilmesi ile bu koltuğa Arthur Griffith geçti ve Collins, askerî kanadın başına tekrar getirildi.

Da Valera, halkı Arthur Griffith ve Collins iktidarına karşı kışkırtma mitingleri düzenledi. Neticesinde ayaklanma başladı ve kanlı bir iç savaş süreci oluşturdu. 28 Temmuz’da Collins, birliklerini ayaklanmacıların üzerine gönderdi ve ayaklanmayı bastırdı. Collins, uzun yıllar birlikte bağımsızlık savaşı verdiği arkadaşlarıyla savaşmış olmaktan üzüntü duydu. Barışma yolları aradıysa da bu, mümkün olmadı.

22 Ağustos 1922’de 32 yaşında iken doğduğu topraklar olan Cork’a yaptığı bir teftiş gezisi sırasında pusuya düşürüldü. Bu saldırıda yaşamını yitirdi.

Collins, kendisini halkına ve ülkesinin bağımsızlığına adamış bir yurtseverdi. Tek hatası ya da eksiği, siyaset kabiliyetinden yoksun oluşuydu. Collins’e masa başında bir bağımsızlık savaşı, alanlarda yahut dağlarda verilen bağımsızlık savaşından daha zor ve karmaşık gelmişti. İnandığı ve asla ihanet etmediği dostu Da Valera’dan gördüğü ihanet Collins’e çok acı vermişti.

Eline silâh almamış, kan dökmemiş, kanı dökülmemiş, askerî ruhtan yoksun kimseler, her zaman davayı zora sokmuş ve yenilgiye uğratmıştır. Collins, birçok arkadaşını ve ülkesinin bağımsızlığı için savaşan yurtseverin ölümlerini görmüştü. Hâlihazırda amacı, antlaşma ile barış sürecinde IRA kadrolarını yeniden örgütlemek, düzenli bir ordu kurarak tam bağımsızlık savaşı için gerekli koşulları oluşturmaktı. Da Valera ise hep siyaset yapmış, takım elbise dışında bir şey giymemiş, Collins ve Havarileri İngilizlerle sokaklarda dağlarda savaşırken, o Amerika’da Beyaz Saray’ın kapısını aşındırmıştı. Antlaşmayı bahane ederek İngilizlere savaş açmayı halka dayattı oysa IRA kadrolarının hemen hemen tamamının yok edildiği koşullarda bu, İrlanda direnişinin tamamen yok olması anlamına gelecekti.

Micheal Collins, şehir gerillası savaşının mucididir. Ve aynı zamanda bir avuç insanla neler yapılabileceğini bize gösteren kişidir. Bugün dahi acı çeken, işgal edilen halklar, Collins’in yolunda yürümekte ve düşmanlarını inlerinde kıstırmaktadır.

İngiliz komutanı, İrlanda’dan çekilirken düzenlenen resmi törende Collins’in yedi dakika geç kalması üzerine “yedi dakika geciktiniz” deyince Collins, “hayır, 700 yıl geciktik” diyerek tarihe gönderme yapar ve verdiği mücadelenin zaferle sonuçlandığını ifade eder.

Daha nice Michael Collins’lere…

Tarih, ezilenlerin onurlu mücadelesini yazmaya devam edecektir.

Can Şahin
5 Ekim 2019

22 Eylül 2019

,

Şehir Gerillası Savaşı ve IRA



İlk evre, halkta sınıf bilincini oluşturmak. Sendikalar ve gençlik yapılanmalarıyla sınıf kavgasına toplumu hazırlamak, sosyalist sistemin halkın çektiği acılara son verecek tek kurtuluş yolu olduğunu özümsetmek. İlk evre tüm uluslarda hayata geçirilmiştir, komünist parti, yahut kurulan sol sosyalist partiler çatısı altında sınıf kavgası parlamentarizme taşınmış seçimlerle başa gelme gafleti gösterilmiştir. Şili’de Salvador Allende ile seçimlerde zaferle çıkılsa da faşist askerî darbe ile devrilmiş, binlerce devrimci katledilmiştir. Sonuç her yerde başarısızlık olmuştur.

İkinci evre daha sert bir süreç olan silâhlı mücadele ile oligarşik devleti yıkmak. Bu süreç, zor ve bir o kadar acılarla doludur. Siyasi sürecin kaderlerine etki etmediğini gören, halklarının kurtuluşu için yanıp tutuşan gençler emekçiler çözümü silâhlı savaşta bulurlar. Nitekim doğrusu da budur.

Bir kurşun bin sözden daha etkilidir düşman üzerinde. Ama ordulaşmayan, kurtarılmış bölgeleri olmayan çekirdek yapılı örgütler, halk savaşımında ayak bağı olup sonunda devrim ateşini taşıyan yürekleri yok etmiştir. Bu tarz çekirdek yapılı örgütler ve oluşumlar içerisine sızan ajanlar, davayı farklı boyutlara taşıyarak devrimin vicdanına sığmayan terör eylemleriyle halkın sol sosyalist kavgadan ikrah etmesine sebep olmuşlardır.

Bir ve ikinci evre devrim mücadelesinde mecburidir. Bu iki evreyi oluşturan örgütler büyük kazanımlar elde etmiştir, Zapatistalar gibi Hizbullah gibi IRA gibi. Mücadeleyi kendilerini güvenli hissettikleri yerde başlatarak genele yayan ve yaymaya çalışan bu örgütler, her türlü saldırıyı büyük bir özveri ve cesaretle püskürtüp varlıklarını daimi hâle getirmişlerdir.

Şehir gerillası, kır gerillasına oranla daha tehlikeli ve zorlu bir savaş sürdürür. Kır gerillası açık arazide savaşır. Kaçıp saklanacağı alanlar çoktur, savaşı istediği noktada başlatabilir, düşmanına zorlu ve tehlikeli gelir. Şehir gerillası ise belli bir noktanın dışına çıkamaz, yakalanma ve baskın endişesi çoğu kez militanları inisiyatif almaya yöneltir, bunun sonucunda yapılan eylem beklentiyi karşılayamaz ve bu da oluşuma büyük bir zarar verir. Şehir gerillası ki ordu bağlantısı yok ise RAF, Kızıl Tugaylar, THKO gibi üniversiteli, felsefi değerler ile hareket eden bir yapının üyesiyse hazin bir sonla karşılaşır. Çünkü karşısında binlerce eğitimli ve donanımlı asker ve polise karşı bir avuç bomba ve silâhla zaferi gerçekleştirmesi akla izaha sığmaz.

IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) Kuzey İrlanda’yı İngiltere işgalinden kurtarmak için bambaşka bir strateji geliştirdi. Kendi güvenli bölgesi olan ve çok sert ahlaki kuralları olan IRA yoldaşlarında en ufak bir zayıflığa dahi tahammülü olmayan gelenekçi bir örgüttü. 1969’da ilk çatışmalar başladığında IRA sokak savaşı veriyordu. 8 Mart 1973’e gelindiğinde IRA kabuğunu kırmış, bölgesinden çıkarak düşmanın inine girmiştir. IRA İngiltere’de asker ve polis merkezlerini değil sistemi besleyen kuvvetleri, finans merkezlerini hedef aldı. Dünyanın ilk topyekûn bombalı araç saldırıları ile İngiltere’ye kâbus oldu. Bomba yüklü araçları finans şirketlerinin önüne park edip gecenin bir yarısı etraf tenha iken patlatarak sivil kaybı yaşanmamasına özen gösterdiler.

Dünyanın en büyük emperyal devleti, bombalı araç saldırıyla baş edemedi ve IRA ile barış masasına oturdu. IRA yeni stratejik şehir savaşıyla sivil ve gerilla kaybı yaşanmadan başarının yolunu buldu. Şiddeti kendi yörüngesine alarak düşmanının kalbini durdurma noktasına getirdi.

Ülkemizde sözde devrimci olarak kendilerini tanımlayan örgütler, NATO üslerini görmezden gelirken, feodal düzeni ağızlarına almazlarken, sermaye baronlarının emekçilerin yaşamlarına pranga vurmasına seyirci kalırken, emekçilerin çocuklarından oluşan bir orduyu “halk düşmanı” ilân edip eylemler düzenlemesinin bir tek açıklaması vardır: devrimi halktan uzak tutarak, kapitalistlerin varlıklarını sağlama almak.

Bugün ülkemizde kendilerini sol sosyalist olarak tanımlayan örgütlere, kişilere bir bakın, hangisi gerçek devrimci, hangisi eylem insanı, hangisi Denizler, Mahirler, İbolar gibi kendilerini halkına, ülkesine adama cesareti gösterebilir? Devrimci olmak, büyük bir vicdan ve yüreklilik gerektirdiği gibi akıl ve kurnazlığa da ihtiyaç duyar. IRA gibi davasına sadık, yoldaşlarını düşmanına yem etmeyen üretken oluşumlar kavgayı zafere taşırlar. Nitekim bize de böylesi bir oluşum gerekli.

Can Şahin
22 Eylül 2019

08 Mart 2019

, ,

Zamanın Ritmi


Her insanın içindedir o,
Sen de bilir misin onu dostum?
Milyonlarca yıldır esen rüzgâra direnen,
Ve sonuna dek direnecek olandır o.

Zaman henüz yokken doğdu
Ve yaşamın dışında büyüdü,
İnsanı boğan asmalarını kesti kötülüğün,
Bir bıçak oldu, yakıcı ve öldürücüydü.

Bir kıvılcımdı henüz ateş yokken,
Ve alazladı bilincini insanın,
Çeliğin kalbine yürüyen suya,
Zaman, zaman olmaya başladığı vakit
Yol gösterdi.

Babil’in nehirlerinde durup ağladı,
Ve bütün insanlar ölüme vardığında,
Kıvranan bir ızdıraptı çığlığı,
Haça gerildi, kan sızdı toprağa.

Dilinde ölümü anımsatan bir kelimeydi Spartaküs,
Appian yolu[1] boyunca çarmıhlar
Sıra sıra dizildi
Roma’da öldü, aslan ve kılıçla.

Wat Tyler’ın[2] yoksullarıyla yürüdü,
Kralları, lordları ürküttü,
İnsanın canını alan bakışlarını kuşanırdı
Sanki yaşıyor gibiydi.

Bunak fatihlerin karşısına geçer
Kutsal bir masumiyetle gülümserdi,
Öyle mütevazı, öyle munisti ki
Altının lanet kudretinden bihaberdi.

Birden o zavallı Paris sokaklarında çıkıverdi karşımıza,
Köhnemiş Bastille’i yıkıp geçti,
Sonra yöneldi yılanın başına,
Ve onu topuklarıyla ezdi.

Buffalo düzlüklerinde kanlar içinde öldü,
Öyle çok yağmur yağdı ki
Etini tel tel edip götürdü.
Kalbi ise Wounded Knee’ye[3] gömüldü,
Gene doğacak, doğrulacaktı topraktan.

Kerry göllerinde çığlığı yükseldi,
Diz çöktü yere, öldü.
İçindeki o büyük isyanla.
Onu vurdular, soğukkanlılıkla.

Umudun her damla ışığında o var,
Sınır, mekân tanımaz.
Kırmızıya, siyaha, beyaza
Rengini veren odur,
Hiçbir millet onsuz olamaz.

Ölü kahramanların kalbinde gömülü olan o,
Çığlığını zalimlerin gözlerinin içine savuran o.
Yüksek dağların zirvesi yurdudur,
Göğü dağlayan gene o.

Bu hücre odasındaki ışık ondan,
Kudretli şimşekler onun eseri,
Yılgı bilmez bir düşünce bu dostum,
Her daim şunu söyler
Bu düşüncenin dili:
“Ben haklıyım!”

Bobby Sands
[9 Mart 1954 -5 Mayıs 1981]
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Appian Yolu: Spartaküs ve yoldaşlarının çarmıha gerildiği 660 kilometre uzunluğunda olan yol.

[2] Wat Tyler (d. 4 Ocak 1341 – ö. 15 Haziran 1381) İngiliz devrimci. İngiltere’de feodalizme karşı mücadelede yer almış, reformlara önayak olmuş ve sonunda Londra belediye başkanının kılıcıyla öldürülmüştür. Ölümünün duyulması üzerine toplanan kalabalığa sözler veren İngiliz kralı II. Richard, öfkenin yatışması ve kalabalığın dağılmasından sonra verdiği sözleri tutmamıştır.

[3] Wounded Knee Katliamı: Lakota Siyuları ile Birleşik Devletler arasındaki son büyük çatışma. Güney Dakota‘da Pine Ridge Kızılderili Rezervasyonu’nda Wounded Knee Deresi yakınlarında 29 Aralık 1890’daki olaylarda 62’si kadın ve çocuk en az 153 Kızılderili (çoğu Minikonju 38 kişi de Hunkpapa Lakotası) öldürülmüştür.

18 Ocak 2017

, ,

Modern Zamanlar


Modern zamanlarda yaşadığımızı söylüyorlar
Yetmiş dokuzda, o çok medeni yılda
Etrafıma baktığımda tek gördüğüm
Modern işkence, acı ve riya.

Bu modern zamanlarda küçük çocuklar ölüyor.
O çocukların neden açlıktan öldüğünü
Kim cüret edip de sorabiliyor?
Esvabı olmayan küçük kızlar koşuyor bağırarak
Gecenin alevleri arasından üzerine yağan
Napalm bombalarına inat.

Enseleri yağ bağlamış diktatörlerse
Tahtlarında oturuyorlar.
Gençler gömüyor
Analarının babalarının kemiklerini.
Gecenin köründe gizli polis
Gözden ırak bir yerde
Çıplak bir kadına elektrik veriyor.

Kanala atıyorlar siyah bir adamın ölüsünü
O kanalda petrol simsiyah, sokak kıpkızıl akıyor.
İçinde özgürlüğü tatmadan yaşayıp ölmüş
Bir insan yatıyor.

Yüzlerine
Kirli, leş kokan gülücükler konduran
Bürokratlar, vurguncular ve başkanlar
Bilmiyorlar ki
Bu yalnız tutsak
Mezarından bir çığlık attığında mazlum
Yırtıp atacak anasının rahmini.

Bobby Sands

[Kaynak: Writings from Prison, Mercier Press, 1997, s. 86-87.]

06 Aralık 2016

,

1949-1968 Arası Dönemde BBKP ve “İrlanda Sorunu”

1921’de İngiltere-İrlanda Savaşı’nın son ermesi sonrası İrlanda bölündü. Aynı dönemde Büyük Britanya Komünist Partisi de kuruldu. Parti, İrlanda’nın birliğini savundu. 1969’dan itibaren de Britanya’nın Kuzey İrlanda’daki askerî ve politik varlığının son bulmasını talep etti. 

Özgür ve bağımsız İrlanda’yla ilgili söz konusu destek, kaynağını Komünist Enternasyonal’in konumundan alıyordu. Enternasyonal, dünya genelinde tüm sömürge ve yarı sömürge halkların ulusal kurtuluş mücadelelerini destekliyor, Lenin’in sömürgelerdeki devrimlerin Batı’da devrimlerin fitilini tutuşturacağına dair varsayımına bağlı hareket ediyordu. 

Lenin’in 1914’te Britanya işçi sınıfı ile ilgili yaptığı tespit şu şekildeydi: “İngiliz işçi sınıfı İrlanda İngiliz boyunduruğundan kurtulana dek asla özgür olamayacak.”[1]

İki Savaş Arası Dönemde BBKP ve İrlanda

Büyük Britanya Komünist Partisi çok sayıda İrlandalı üyeye sahipti ve İrlanda’daki komünist hareketle sıkı bağlar kurmuştu. Bu gerçeğe karşın kimi zaman gerilen ilişkiler karşısında İrlandalı komünistler çoğunlukla kardeş partilerinin kendilerine gölge ettiğine dair düşünceler geliştirdiler ve Moskova’nın kendilerinin BBKP liderliğine boyun eğmeleri gerektiği kanaatinde olduğunu düşündüler. İki savaş arası dönemde bir dizi farklı örgüt kuran İrlandalı komünistler 1933’te İrlanda Komünist Partisi’ni kurdular. Bolşevik tarzı benimseyen parti Britanya’ya karşı geniş sömürgecilik karşıtı cephe ile Britanyalı ve Cosgrave ile De Valera gibi İrlandalı ajanlara karşı daha geniş bir cephe kurma arasında sürekli bocalayıp durdular.[2] İrlanda Komünist Partisi ve önceki biçimleri (1933’e dek iki örgüte üye olmak yasak olmasına karşın) Soar Éire [Özgür İrlanda] ve IRA’deki solcu Cumhuriyetçilerin kazanılması için çabaladı. IRA 1934 konferansında açığa çıktığı biçimiyle, solcu Cumhuriyetçiliğin ayrışmasına tanıklık etti.[3] Buna tepki olarak BBKP Labour Monthly isimli dergisi aracılığıyla IRA’in “küçük burjuva liderliği”ni eleştirdi ve onun De Valera hükümetine karşı mücadele başlatmak konusunda isteksiz olduğunu söyledi.[4] Ancak otuzlu yıllarda BBKP IRA’i geniş anti-faşist Halk Cephesi’nin parçası olarak kabul etti. Bu dönemde eski IRA’lilerin bir bölümü İspanya İç Savaşı’na katıldı.[5]

Britanya’daki muadiline kıyasla İrlanda Komünist Partisi Halk Cephesi siyasetinin tatbik edildiği dönemde ve İkinci Dünya Savaşı sırasında nispeten daha küçüktü. Bu nedenle kendisini feshetmeye karar verdi. Bu karar o dönem ülkede İrlanda’nın tarafsız yaklaşımları uyarınca alındı. Gene de altı ülkede varlığını sürdüren üyeler 1970’e dek ayakta kalan Kuzey İrlanda Komünist Partisi çatısı altında faaliyetlerine devam ettiler. İrlanda Komünist Partisi ise 1948’de İrlanda Özgür Devleti İrlanda İşçileri Birliği olarak yeniden kuruldu. Bu parti 1962’de İrlanda İşçi Partisi’ne dönüştü. Söz konusu yapı 1970’te Kuzey İrlanda Komünist Partisi’ni de içerecek biçimde, İKP çatısı altında yeniden birleşti.

BBKP üyesi C. Desmond Greaves 1938’de Connolly Derneği’nin kurulmasına katkı sundu. Derneğin amacı, Britanya’daki işçi hareketi içerisinde İrlanda Cumhuriyetçiliğinin yaygınlaşmasını sağlamaktı. Kevin Morgan, Gidon Cohen ve Andrew Flinn’in tespitine göre, Connolly Derneği “komünist bir yöne sahip sosyalist cumhuriyetçilik için gerekli araç işlevi gördü ve yerleşik komünist parti yapıları ile herhangi bir gerilime tanıklık etmedi.”[6] Aylık Irish Democrat dergisini çıkartan dernek İrlanda’daki cumhuriyetçi hareket ve IRA ile simbiyotik bir ilişkiye sahipti. Parti basınına inanırmış gibi yapan kesimlerle pek ilişkisi yoktu. Dernek daha çok sendikalara vurgu yapıyordu. 1955 tarihli tüzüğüne göre derneğin amaç ve hedefleri şu şekildeydi:

Britanya’da ikamet eden kadın ve erkekleri kendi çıkarlarını savunmaları doğrultusunda Britanya işçi sınıfı hareketi ile birlikte yürütülecek birleşik bir mücadele dâhilinde örgütlemek.

(a) İrlandalıların birleşik bağımsız cumhuriyet mücadelesine destek toplamak ve Britanya emperyalizminin önlerine çıkarttığı tüm engelleri kaldırmak için mücadele etmek.[7]

IRA’in askerî mücadeleye başvuran yolundan farklı olarak Connolly Derneği amaç ve hedeflerine şu taktikler üzerinden ulaşmak niyetindeydi:

(a) Britanya’daki örgütlü işçi sınıfı ve demokratik hareket içerisinde çoğunluğun desteğini kazanmak.

(b) İşçi hareketinin birliği ve güçlenmesi, bilhassa Britanyalı ve İrlandalı işçilerin birliği için çalışmak.

(f) Ortak meselelerle ilgili olarak diğer örgütlerle işbirliğine gitmek ve karar verilmesi hâlinde uygun kurumlarla bağ kurmak veya bağ kurma taleplerini kabul etmek.[8]

Connolly Derneği (ve BBKP) üyeleri IRA ile bilhassa Wolfe Tone Derneği[9] üzerinden belirli bağlara sahipse de derneğin ve partinin bağ kurduğu esas olarak iki örgüt mevcuttu: Ulusal İnsan Hakları Konseyi (NCCL) ve Sömürgelerin Özgürlüğü Hareketi (MCF).[10]

Ulusal Kurtuluş mu Yetkinin Barışçıl Yoldan Devri mi?

II. Dünya Savaşı sonrası yaşanan dekolonizasyon döneminde Büyük Britanya Komünist Partisi, özgür İrlanda devletinin Hindistan, Pakistan ve (1949’da kurulan) Sri Lanka gibi tam bağımsızlığa kavuşacağını düşünür, ama öte yandan Kuzey İrlanda halkının (özellikle işçi hareketinin) Kuzey İrlanda’daki İngiliz idaresine bir tür yeni-sömürgecilik biçimi olması sebebiyle karşı çıkması gerektiğini söyler. 1958’de Greaves, İrlanda’nın bölünmesini “İrlanda işçileri yerine İngiliz sermayedarların İrlandalı kapitalistleri kontrol altına almasını kolaylaştırmak, var olan durumu daimi kılmak için yapılmış bir politik düzenleme” olarak tarif eder.[1] Aynı yıl John Hostettler, Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık’ın bir parçası olmak ile sömürge olmak arasında bir yerde bulunduğunu, İngilizlerin “sömürgelerdeki yolu izlediğini”, adada hükümetin uyguladığı gözetleme politikalarının Britanya’ya aktarıldığını söyler.[2]

O dönemin en büyük imparatorluğunun merkezinde faaliyet yürüten bir komünist parti olarak BBKP, sömürgecilik karşıtı faaliyetlerini sürdürür ve imparatorluk genelinde sömürgecilik karşıtı hareketlerle bağlar kurar. Malaya, Kenya ve Nijerya gibi İngiliz sömürgelerinde ortaya çıkan isyancı ulusal kurtuluş hareketlerine verdiği destekten farklı olarak parti Sinn Féin ve İrlanda Cumhuriyet Ordusu’nda karşımıza çıkan silâhlı cumhuriyetçi hareket yerine (İrlanda İşçi Birliği’ni de içeren) birleşik İrlanda işçi hareketini destekleme yoluna gider. Savaş sonrası dönemde Harry Pollitt liderliğine hareket eden parti Ekim 1917’deki ayaklanmaya benzer bir silâhlı ayaklanma kararının batılı komünist partiler açısından aptalca bir macera olarak değerlendirir, sosyalizme parlamento yoluyla ilerlenmesine ilişkin stratejiyi tasdikler ve bu yolun İşçi Partisi ile Komünist Partisi arasında kurulacak ittifak ve sendikaların ele geçirilmesi üzerinden katedileceğini söyler. Britanya’nın Kuzey İrlanda’daki askerî varlığına karşın BBKP İrlanda’nın sosyo-politik koşullarının Britanya’daki koşullara benzediğine kanaat getirir ve imparatorluğun başka yerlerinde meydana gelen silâhlı ayaklanma yerine politik iktidarı ele geçirmek için işçi hareketinin gücüne odaklanmanın doğru olduğunu düşünür. 1947’de BBKP, tüm imparatorluk genelindeki komünist ve işçi partilerini Londra’da düzenlediği bir konferansta bir araya getirir. Bu konferansta Uluslararası İşçi Birliği temsilcisi şunları söyler:

“Bizim politikamızın amacı, emekçi köylüler ve ilerici güçlerle ittifak içerisinde olan, ülkeyi sosyalizm yoluna sevk edecek bir hükümetin kurulmasını sağlayacak güçlü, birleşik bir işçi hareketini meydana getirmektir.”[3]

Parti, Kuzey İrlanda'da konuşlandırılmış İngiliz askerlerinin geri çekilmesini talep eder, bunun barışçıl yoldan gerçekleştirilmesini söyler. Kimi durumlarda Kuzey İrlanda’daki durum İskoçya ve Galler’deki politik koşullara benzemektedir. Bu nedenle diğer birçok sömürgede ihtiyaç duyulan silâhlı ulusal kurtuluş stratejisi yerine ilerici bir yetki devri üzerinden bağımsızlığa ulaşılmasını öngören bir stratejiye gerek vardır. Ellilerde ve altmışlarda komünist parti İskoçya ve Galler’de de yetki devri politikasını savunur. Bu ülkelerin kendi meclisleri olmalı, Birleşik Krallık içerisinde kalmalıdır. Kuzey İrlanda ise yüzeysel bir yapı olarak görülür ve onun yeniden İrlanda Cumhuriyeti’ne bağlanması gerektiği söylenir. Örneğin Britanya’nın Sosyalizm Yolu bildirgesinin 1958 tarihli versiyonunda parti şunları söylemektedir:

“İngiliz askerlerinin Kuzey İrlanda’dan çekilmesi, İrlanda’nın zoraki bölünmüşlüğüne son vermek ve İrlanda halkının kendi birleşik cumhuriyetlerini kurmaları konusunda özgür olmalarını sağalamk noktasında gerekli bir adımdır.”[4]

1968’de Marxism Today dergisine ulusal sorunla ilgili açıklamalarda bulunan Galler Partisi üyesi Idris Cox şunu yazmaktadır: “Kuzey İrlanda o dönemde BBKP’nin tahayyül ettiği Britanya federal sisteminde yer almayacaktır.”[5] Oysa Greaves, altmışların sonunda İskoçya ve Galler’in kendi kaderlerini tayin hakkından yana saf tutan aynı zamanda Birleşik Krallık’ın bölünmesini savunan az sayıda isimden biridir.[6]

Militan Cumhuriyetçiler ve NICRA ile İlişki

Kuzey İrlanda’daki Katolik nüfus için insan haklarının uygulanmasını savunan ayrıca Kuzey İrlanda’daki polis devletine son verilmesini isteyen parti Kuzey İrlanda İnsan Hakları Derneği’yle [NICRA] sıcak ilişkiler kurar. Dernekte hem Kuzey İrlanda Komünist Partisi üyeleri hem de Wolfe Tone Derneği’nden isimler bulunmaktadır. Ağustos 1968’de insan hakları konusunda yapılan bir dizi yürüyüşün polisin ve sadık çetelerin saldırısına uğraması ardından yazı işleri müdürlüğünü uzun süreden beri BBKP’li bir isim olan R. Palme Dutt’ın yaptığı Labour Monthly isimli dergi NICRA ve K. İrlanda KP’si üyesi Betty Sinclair’in bu saldırılara dair değerlendirmelerine yer verir.[7]

Sinn Féin ve IRA ile Wolfe Tone Derneği ve Connolly Derneği arasındaki ilişki altmışların önemli bir kısmında gergin bir nitelik arz eder. 1968’de BBKP Uluslararası Büro’nun yayınladığı bir bültende parti Sinn Féin’in çıkarttığı United Irishman gazetenin “küçük burjuvazi ile küçük bağımsız kapitalistlerin çıkarlarını temsil ettiğini” söyler ama öte yandan da altmışların ortasında Sinn Féin’in sola yüzünü dönmesini de selamlar.[8] Connolly Derneği Temmuz 1966’da o dönem IRA’in önemli bir ismi olan Seamus Costello’nun önerdiği silâhın kudretine karşı işçi sınıfı hareketinin politik kudretinden yana olduğunu ifade eder.[9]

Yüzünü sola dönmesine karşın militan cumhuriyetçi hareket içerisindeki isimler Connolly Derneği’nin yaptığı eleştirileri yerden yere vururlar. Cork şehrinde bulunan İrlanda Devrim Savaşçıları isimli örgüt 1966’da derneğin silâhlı mücadeleye dair konumunu “gerici siyaset” olarak tarif eder.[10] Aynı yazının devamında şunlar söylenir:

“Kanaatimize göre Connolly Derneği’nin hamileri Britanya Komünist Partisi’nin yörüngesine yeniden girmeli, o kibar burunlarını bizim işlerimize sokmamalıdır.”[11]

Yazıda BBKP’ye dair de sert sözler sarf edilmekte, partinin devrimci niteliğinin şüpheli olduğu söylenmekte, parti, “Britanya’nın emperyalist çıkarlarının uşağı” olarak tarif edilmektedir.[12]

1968’de çatışmaların patlak vermesi ve 1969’da İngiliz askerlerinin Derry’ye gelişi Britanya solunun Kuzey İrlanda ve daha geniş anlamda “İrlanda Sorunu”na yönelik bakışını değiştirir. BBKP Kuzey İrlanda’daki insan hakları ihlallerine ve adadaki İngiliz varlığına karşı mücadele edilmesi için kitle hareketinin devreye sokulmasına yönelik çağrılar yapar. Öte yandan Uluslararası Marksist Grup ve Uluslararası Sosyalistler gibi kimi Troçkist gruplar 1969-70’te İrlanda cumhuriyetçi hareketi içerisinde yaşanan ayrışma sonrası oluşan Geçici IRA’yi belirli bir eleştiriyle desteklerler. BBKP’nin dâhil olduğu diğer birçok toplumsal harekette de tanık olunduğu üzere, parti Britanya ve İrlanda işçi hareketleri arasında kurulan dayanışma ilişkisinin hep ön saflarında yer alsa da hareket altmışların sonu ve yetmişlerin başında daha devrimci gruplar tarafından, yavaş yavaş ele geçirilir.

Evan Smith
4 Aralık 2016
Kaynak

Dipnotlar:
[1] V.I. Lenin, ‘The Right of Nations to Self-Determination’, MIA, (erişim tarihi: 6 Ocak 2015).

[2] Letter of Anglo-American Secretariat to Ireland RE: elections (7 Ocak 1932), Comintern Archives, RGASPI 495/89/75/1. Aktaran: David Convery, ‘Internationalism or Paternalism? Relations Between British and Irish Communists, 1920-1941’ (yakında çıkacak).

[3] Bkz. Richard English, ‘Socialism and Republican Schism in Ireland: The Emergence of the Republican Congress in 1934’, Irish Historical Studies, 27/105 (Mayıs 1990) s. 48-65. Akt.: Convery, ‘Internationalism or Paternalism?’

[4] Jim Shields, ‘The Republican Congress and Ireland’s Fight’, Labour Monthly (Kasım 1934) s. 687.

[5] David Convery, ‘Revolutionary Internationalists: Irish Emigrants in the Spanish Civil War’, Mícheál Ó hAodha & Máirtín Ó Catháin, New Perspectives on the Irish Abroad: The Silent People? içinde (Lanham, MA: Lexington Books 2014) s. 131-144.

[6] Kevin Morgan, Gidon Cohen & Andrew Flinn, Communists and British Society 1920-1991 (Londra: Rivers Oram Press, 2007) s. 201.

[7] Connolly Association, What is the Connolly Association? Constitution and Explanation (Derby: Connolly Association, 1963) s. 1.

[8] Connolly Association, What is the Connolly Association?, s. 2.

[9] Kenneth Sheehy, ‘In the Shadow of Gunmen: The Wolfe Tone Society, 1963-1969’, yayınlanmamış makale (erişim tarihi: 30 Kasım 2016).

[10] Connolly Association, What is the Connolly Association?, s. 14.

BBKP hem Ulusal İnsan Hakları Konseyi (NCCL) ile hem de Sömürgelerin Özgürlüğü Hareketi (MCF) ile sıkı ilişkilere sahipti. Hatta partinin kimi üyeleri her iki örgütün önemli konumlarında bulunuyordu. Bkz. Christopher Moores, ‘From Civil Liberties to Human Rights? British Civil Liberties Activism and Universal Human Rights’, Contemporary European History, 21/2 (Mayıs 2012) s. 179-181; Josiah Brownell, ‘The Taint of Communism: The Movement for Colonial Freedom, the Labour Party, and the Communist Party of Great Britain, 1954-70’, Canadian Journal of History, Güz 2007, s. 235-258.

[11] C. Desmond Greaves, ‘What of Northern Ireland?’, World News (12 Temmuz 1958) s. 438.

[12] John Hostettler, ‘Northern Ireland’, Marxism Today (Kasım 1958) s. 332.

[13] W. McCullough, ‘Ireland’, CPGB, We Speak for Freedom içinde (Londra: CPGB pamphlet, 1947) s. 60.

[14] CPGB, The British Road to Socialism (Londra: CPGB bildirisi, 1958) s. 24.

[15] Idris Cox, ‘The National Problem in Britain’, Marxism Today (Haziran 1968) s. 191.

[16] Desmond Greaves, ‘The National Problem in Britain’, Marxism Today (Ekim 1968) s. 312.

[17] Betty Sinclair, ‘Aftermath of Derry’, Labour Monthly (Aralık 1968) s. 555-559.

[18] CPGB International Department, International Affairs Bulletin: Ireland, 3/1 (Mayıs/Haziran 1968) s. 8.

[19] ‘Force or Agreement?’, Irish Democrat (Temmuz 1966) s. 3.

[20] Paddy Mac, ‘The Neo-Parnellites: Irish Democrat Flies True Colours’, An Phoblacht, 7 (Eylül 1966) s. 11.

[21] ‘The Yahoos and An Phoblacht’, An Phoblacht, 8 (Kasım/Aralık 1966) s. 7.

[22] ‘Wolfe Tone Society Exposed’, An Phoblacht, 9 (Ocak 1967) s. 8.