Grigori Lambraki
Yunanca
da Zi “O yaşıyor” demektir. Yunan yazar Vasili Vasiliko’nun Z (Ölümsüz)
kitabı ise kelimenin bir başka anlamını ifade eder. Ünlü Fransız yönetmen Costa
Gavras’ın Z filmi de kitabın sinema uyarlamasıdır. O kitaplarda ve
filmlerde adı geçen ölümsüzü anlatacağım size.
Bir
insan düşünün, gençlik dönemleri savaşla geçen, ama hayatını savaş karşıtlığına
adayan. Öyle bir insan düşünün ki maddi manevi bütün varlığını yoksullara
adayan ve sonra da yoksul insanlar tarafından katledilen. Yaşadığı dönemde
neredeyse tüm dünya tarafından bilinen, bugün ise çok az sayıda insanın bildiği
biri.
Grigori
Lambraki, 3 Nisan 1913’de Mora Yarımadası’ndaki Kerasitsa, diğer adıyla tarihi
Arcadia’da fakir bir ailenin 18 çocuğundan 14’ncüsü olarak doğdu. Liseyi
bölgesinde bitirdikten sonra, tıp fakültesini bitirmek üzere Atina’ya taşındı.
Sporcu da olan Lambraki, atletizm dalında Balkan Olimpiyatları ve 1936 Yaz Olimpiyatları
da dâhil, 1936’dan 1959 yılına kadar yirmi üç yıllık kariyerinde birçok altın madalya
ve derecelerle ülkesinin ve halkının gururu olmayı başardı.
Nisan
1941’de Nazilerin Yunanistan’ı işgal etmesinin hemen ardından üniversiteyi ve sporu
bırakarak ülkesinin bağımsızlığı için Yunan direnişe katıldı. Ve Ulusal
Kurtuluş Cephesi (EAM) saflarında faşistlerle ve onların işbirlikçileriyle
savaştı. Zekâsı, azmi çevikliği ve lider tabiatıyla yoldaşlarına örnek ve
halkına umut aşılayan biri olarak hep önlerindeydi direnişin.
1944
Ekim’inde Nazilerin çekilmesiyle, Atina’ya geri dönerek tıp fakültesine kaldığı
yerden devam etti. Jinekoloji doktoru olarak göreve başladıktan hemen sonra,
tıbbi bakıma gücü yetmeyen hastalar için küçük özel bir klinik açtı, açtığı bu
özel kliğin gelirlerini fakir insanlara dağıttı.
Komünist
olmasa da Sol görüşlü olan Lambraki, ülkesi ve dünya halklarının meseleleri için
daha aktif bir rol almak ve bir şeyler yapabilme ümidiyle Birleşik Demokratik
Sol (EDA) üyesi oldu. 1961 seçimlerinde Pire Milletvekili olarak parlamentoya
seçildi. Cezayir’in ve Vietnam’ın bağımsızlığını savunan hareketlerde de yer
almaya başladı. Kısa süre de pasif direnişin sesi en çok çıkan kişisi olmayı
başardı.
Kral
ve kralcıların giderek artan aşırı sağ tutumları ve ülkede açılan Amerikan üsleri,
nükleer silahlanma programına hükümetin destek vermesi, fakirliğin artması,
ülkenin yeniden iç savaş dönemlerine dönmesi gibi birçok sorunda Lambraki “Yeter”
diyerek başkaldırdı ve her alanda bireysel, bazen de örgütlü bir biçimde
eylemlere katıldı. 21 Nisan 1963 günü barış yanlısı bir eylem dâhilinde,
Maraton’dan Atina’ya yürüyüş başlattı.
Yürüyüşe
aralarında ünlü sanatçı Mikis Theodorakis gibi binlerce insan katıldı. Polis,
ünlü sanatçı Mikis de dâhil neredeyse tüm göstericileri ya gözaltına aldı ya da
dağıttı. Milletvekili dokunulmazlığı olmasından dolayı Lambraki, tek başına
binlerce kilometrelik yolu elinde “Barış” yazılı pankartıyla Atina’ya girmeyi
başardı.
Ve
o gün, o karanlık gün 22 Mayıs 1963 geldi çattı.
Yer
Selânik.
Düğüm
düğüm oluyor kelimeleri yazarken, bir yumru takılıyor boğaza, gözler önce
puslanıyor, sonra çiğ düşüyor yürekten.
“Bir
silâha harcanan para, fakirlere dağıtılsın” diyordu. “Bir bombayla kaç ekmek alınır,
kaç maaş eder işsizlere” diyordu üzüntü ve öfkeyle.
Salon
çıkışında, alanda toplanmış aşırı sağcı yoksul insanlara baktı, neden bu
insanlar kendisine düşmandı, oysa onlar için çabalıyordu, daha iyi bir
hayatları olsun istiyordu.
Neden
küfrediyorlardı ki? Oysa onlar kadar belki de onlardan daha fazla ülkesini
seviyordu. “Bu düşmanlık neden?” diye düşündü Lambraki, yüreği acıyla dolu
düşündü. Ve üç tekerlekli bir araç, yüzlerce polisin ve kalabalığın arasına
girerek, hızla Lambraki’nin üzerine sürdü, kamyonetin arakasındaki kişi elindeki
sopayla Lambraki’nin başına vurdu. Elleri başında dizlerinin üzerine yığıldı ve
sonrası filmlerde, kitaplarda anlatıldığı gibi, ölüme terk edildi.
Hastaneye
getirildiğinde bilinci kapalıydı. 5 gün sonra 27 Mayıs’ta çok sevdiği halkına
ve ülkesine veda etti.
Lambraki’nin
ölümüyle rahatladığını sanan faşist yönetim yanıldı. Cenazesine beş yüz bin
insan katıldı. Duvarlara binalara “Zi” (“O Yaşıyor”) yazıldı. Bedeni ölse de
fikirleri dimdik ayaktaydı. Davayı yürüten ve şerefli bir insan olan savcı Hristo
Sartzetaki, (bu davadan sonra Yunan halkının sevgisini kazandı ve 1985-1990
arası dönemde ülkesinin cumhurbaşkanı oldu) tüm baskılara rağmen davanın
üzerine giderek, olayın bir kaza değil, en tepedekilerin bir komplosu olduğunu
açığa çıkardı.
Suikastın
kimler tarafından yapıldığı öğrenildiğinde halk, öfkeye kapıldı. Ve Mikis Teodorakis’in
önderliğinde Lambraki Demokratik Gençliği hareketi kuruldu, kısa sürede hareket,
elli bin üyeye ulaşarak ülkedeki en etkili hareket hâline geldi. Sol ve
devrimci mücadele, Lambraki’yle yeniden şekillendi. 1967’de yapılacak
seçimlerin solun zaferiyle sonuçlanacağından kimsenin şüphesi yoktu. Korkuya
kapılan Kral ve ordudaki faşistler, Nisan 1967 yılında bir darbe yaparak
yönetime el koydu. Ve yedi yıllık yönetimlerinde Grigori Lambraki’nin yurtseverlik
ruhunu halktan silmeye çalıştılarsa da başarısız oldular.
Sadece
Lambraki değildi, kendini adadığı yoksullar tarafından öldürülen. Che’nin
katili de bir yoksuldu ve göz ameliyatını Küba’da Che’nin kurduğu hastanede
oldu. Bizi biz öldürdük, bizi biz tutsak ettik ve biz bizimle savaşırken,
birileri bizden zengin oldu, bizi yönetiyor, bizi yoksulluğa açlığa mahkûm
ediyor. Biz, bizimle olduğumuz vakit kazanacağız.
Lambraki
ise hep yaşayacak, bize biz olmayı anlatıp duracak.
Can Şahin
15
Ocak 2013
0 Yorum:
Yorum Gönder