19 Ocak 2023

,

İtalya’da Sosyalist Politika

İtalyan sosyalizminin tarihi, teori ve pratik düzleminde, Avrupa sosyalizminin tarihiyle bağlantılıdır. Bu tarih, iki döneme ayrılır: savaş öncesi dönem, savaş sonrası dönem. Burada biz, incelememize, Rus devriminin ülkede devrimci durumun oluşmasını sağladığı, savaşın ekonomik ve psikolojik sonuçlarının hissedildiği 1919 yılından başlayacağız.

Bu döneme girerken sosyalist güçler, henüz bir aradaydı ve birlikte hareket ediyorlardı. İçte süren polemiklerle ve krizlerle geçen yirmi yıla rağmen İtalyan Sosyalist Partisi, birliğini muhafaza etmeyi bildi. Sonrasında tasfiye edilen Galleani’deki Bakuninciliğin, Enrique Leone’deki Sorelci sendikalizmin, Bissolati ve Bonomi’deki işbirlikçi reformizmin parti dışına düşmesi, ne işçi hareketine ne de genel politik harekete bir zarar verdi. Kendi öğretisiyle kitleleri etkilemeye çalışan ve resmi sosyalizm tanımının dışında hareket eden küçük örgütlerin partiyle rekabet edebilecek gücü yoktu.

Bissolati ve Bonomi gibi reformistler, sosyalist bir hareket meydana getirmeyi başaramadılar. Zamanla burjuva demokrasisi, bu isimleri yuttu. İki milyon işçiyi bir araya getiren Genel İşçi Konfederasyonu, Sosyalist Parti’nin hâkimiyeti altındaydı. İşçi hareketindeki gelişim, bu dönemde zirveye ulaşmıştı.

Ne var ki mevcut birlik hâli, alabildiğine biçimseldi. Tüm Avrupa sosyalizminde olduğu gibi İtalyan sosyalizminde de yeni bir bilinç ve yeni bir ruh olgunlaşmaktaydı. Bu yeni bilinç ve yeni ruh, sosyalizmi devrimci yola sokmak için mücadele ediyordu. Oportünist ve demokratik taktiklere alışmış olan eski sosyalist ekip, inatla geleneksel politik hattı savunuyordu.

Turati, Treves, Modigliani ve D'Aragona gibi eski kuşaktan liderler, devrim anının nihayet yakınlaştığına inanmıyorlardı. O güne dek İtalyan sosyalizminin başvurduğu yöntem, teoride devrimci, ama pratikte reformistti. Sosyalist Partililer, hiçbir bakanlıkla ilişki kuramadılar, ama mecliste aktif bir muhalif güç olarak, bakanlık düzeyinde yürütülen politikaya etki etmeyi bildiler. Partinin meclisteki ve sendikalardaki kadroları bu yönde çalışmalar yürüttüler. Bu sebeple de devrimci taktiğe uygun adım atamadılar.

Sosyalist Parti içerisinde iki tür fikri yapı, iki farklı ruh mevcuttu. Farklılaşma ve ayrışma eğilimindeki bu iki akım arasındaki fikri tartışma, Ekim 1919’da Bolonya’da düzenlenen parti kongresinde hararetlendi. Buna karşın ayrışma ihtimali, bir şekilde ortadan kaldırıldı. Kongrede devrimci eğilim zafer kazandı. Reformist eğilimse teslim oldu ve disiplin gereği, çoğunluğun dediğini yaptı.

Kasım 1919’daki seçimler sayesinde Bolonya’da zafer elde etmiş olan hizip, sahip olduğu otoriteyi ve nüfuzu artırdı. Bu seçimde Sosyalist Parti, üç milyon oy aldı, meclise yüz elli altı sosyalist vekil girdi. Bu başarının teşvikiyle, tüm ülke genelinde devrimci saldırı iyice yoğunlaştırıldı.

Sosyalistler, bulundukları her ortamda, çıktıkları her kürsüde devrim vaaz ettiler. Liberal krallık rejimi ve burjuva devleti çöküşün eşiğindeydi. Bu koşullarda kitlelerdeki ayaklanmacı ruh hâli güçlendi ve reformist hizbin nüfuzunu iyiden iyiye kırdı. Fakat sendikalarda ve parti bürokrasisi içerisinde hâlen belirli bir güce sahip olan reformist hat, harekete geçmek için fırsat kolluyordu.

Bu fırsatı Ağustos 1920’de elde etti. Metal işçilerinin fabrikaları işgal etmeleri üzerine reformist hareket, hamle yaptı. Ayaklanmanın ilk günlerinde, o dönem hükümetin başındaki isim olan Giolitti, tehlikeyi gördü. Metal işçilerinin, işçilerin fabrikaları kontrol altına almasıyla ilgili taleplerini alelacele kabul etti. Genel İşçi Konfederasyonu ve Sosyalist Parti, son kavgayı vermek için uygun fırsatın oluşup oluşmadığı konusunda yoğun bir tartışma içerisine girdi. İtalyan proletaryasına liderlik eden isimler ve parti görevlileri içerisinde baskın olan, bilhassa Avanti [“İleri”] gazetesinden beslenen reformistler, söz konusu tartışmada sürekli kendilerinin ateşli birer devrimci olduklarını söylüyorlardı.

Devrimi bu liderler sabote ettiler. Çoğunluk, taviz ve uzlaşma politikasından yana saf tuttu. Bu geri çekilme hamlesi, kitlelerdeki mücadele etmeye dair iradeyi doğal olarak kırdı. Böylece sosyalist hareket içerisindeki derin yarık büyüdü.

21 Ocak 1921’de düzenlenen Livorno Kongresi, birlik için harcanmış beyhude bir çaba olarak tarihe geçti. Sosyalistlerin birliğini muhafaza etmeye dönük tüm romantik gayretler, korkunç bir sonuç verdi. Livorno Kongresi’nin sonunda parti, üç hizbe bölündü: Başını Bordiga, Terracini, Gennari ve Graziadei’nin çektiği, reformistlerden kopup Üçüncü Enternasyonal’in programının benimsenmesini isteyen komünist hizip; başını Üçüncü Enternasyonal’e bağlı olduğunu söyleyen, ancak ne pahasına olursa olsun “birlik” diyen, Avanti yayın yönetmeni Serrati’nin çektiği merkezci hizip ve İtalyan sosyalizminin Turati, Treves ve Prampolini gibi eski kuşak isimlerinden oluşan reformist hizip.

Oylamada Serrati’nin merkezci tezi zafer kazandı. Serrati, kongrede kendisinden en uzak olan isimlerden kopmamak adına, kendisine en yakın isimlerle bağını kesmek zorunda kaldı. Neticede, kongre sonrası komünist hizip, yeni bir parti kurdu. Hareket içerisinde, bir yandan da ileride açığa çıkacak ikinci ayrışmanın ortamı oluşmaktaydı.

Komünistlerin, gençliğin ve öncü unsurların bulunmadığı Sosyalist Parti, eski kuşağın ideolojik nüfuzu altına girdi. Serrati’nin merkezci hizbi ise entelektüel isimlerden mahrumdu. Öte yandan reformistlerse birçok ünlü vekile ve yazara sahipti. Ayrıca Genel İşçi Konfederasyonu’nun en güçlü isimleri de onun safındaydı.

Serrati ve ona bağlı kadrolar, parti yönetimini ele geçirdiler. Buna karşılık reformistler, parti yönetimini aşamalı olarak, kurnaz kimi hamlelerle ele geçirmek için hazırlık yürütüyorlardı. 1921 seçimlerine bu bölünmüş hâliyle hazırlıksız yakalanan parti, seçim sonrasında dağıldı. Fabrika işgalleriyle birlikte durağanlaşıp enerjisini tüketmiş olan devrimci saldırıyı, gerici güçlerin saldırısı takip etti.

Plütokrasinin silâhlandırdığı, hükümetin hoş gördüğü, burjuva basın eliyle şişirilmiş olan faşizm, sosyalistlerin geri çekildikleri ve bölündükleri fiili durumu işçi sendikalarına, kooperatiflere ve belediyelere saldırmak için kullandı.

Komünistler ve sosyalistler, seçime ayrı ayrı girmişlerdi. Burjuvazi ise onların karşısına birleşik cephe ile çıkmıştı. Ama gene de seçimlerde sosyalist hareketin hâlen daha zinde ve güçlü bir hareket olduğu görüldü. Sosyalistler, meclise yüz yirmi iki vekil, komünistlerse on dört vekil sokabildiler. Bu anlamda 1919’da elde ettikleri sonucu bir biçimde muhafaza ettiler.

Ama öte yandan gerici güçler boş durmuyor, yürüyüşüne devam ediyordu. Sosyalistlerin mecliste güçlü olmalarının tek başına bir önemi yoktu. Acilen devrimci yöntem ile reformist yöntem arasında bir tercihte bulunması gerekiyordu.

Komünistler, devrimci yöntemi seçerken, sosyalistler, herhangi bir tercihte bulunmadılar. Mecliste yüz yirmi küsur vekile sahip olan sosyalistler, olumsuz addedilecek, kalıcı olarak kendilerinin bu şekilde görünmelerine neden olacak bir adım atmak istemiyorlardı. Ama ya devrimin ya da reformun yoluna revan olunulmalıydı.

Reformistler, reform yolunu seçtiler. Faşizme karşı sol liberallerle birlikte yürümeyi savundular. Faşistlerin yolunu ancak bu türden bir blok kesebilirdi.

Fakat o dönemde Serrati’nin etrafında toplaşmış olan ekip, baştan beri savundukları uzlaşmaz tutumlarını terk etmeyeceklerini söyledi. İşbirlikçi fikirlere açık olmayan kitle, Serrati’ye destek sunuyor, her gün büyümeye dair vaazlarını dinliyordu.

Reformizm, henüz partide çoğunluğu ele geçirememişti. Sol bloğa dâhil olmaya dönük adımlar, henüz daha olgunlaşmamıştı. Bu ekip, kimilerine sert, kimilerine yumuşak davranıyordu. Zamanla Sosyalist Parti içerisinde yeni bir çatışma açığa çıktı. Reformistlerin bir programı varken, merkezcilerde program namına hiçbir şey yoktu. Parti, bu süreci Bizans’ta sıkça görülen fikir kavgalarıyla heba etti. İlgili süreç de en nihayetinde faşist darbe ile neticelendi.

Yaşanan yenilginin ardından parti yeniden bölündü. Bu sefer merkezciler reformistlerden koptular. Merkezciler, gidip Maksimalist Sosyalist Parti’yi, reformistlerse Birleşik Sosyalist Parti’yi kurdular.

Anti-faşist mücadele, ülkedeki sosyalist güçleri birleştiremedi. Son seçime üç parti ayrı ayrı girdi. Ellerinden geleni yapmalarına rağmen, üç parti, toplamda meclise altmışın üzerinde vekil sokabildi. Sandıktan çıkan en çarpıcı sonuçsa demokrat ve liberal örgütlerin isimlerinin tümüyle silinmesiydi.

Bugün Birleşik Sosyalist Parti ve Maksimalist Sosyalist Parti, Aventine muhalefeti denilen masanın bir parçası. İlk parti, bakanlıklarda başkalarıyla çalışabileceğini açıkladı. Liderleri Filippo Turati, Aventincilerin kurduğu masaya başkanlık ediyor.

Yürütülen antifaşist mücadele sayesinde Birleşik Sosyalist Parti saflarına liberal örgütlerin politikalarından memnun olmayan, demokrasi yanlısı ideolojiye bağlı birçok küçük burjuva dâhil oldu. Böylelikle reformizmin toplumsal içeriği, küçük burjuva biçimine kavuşmuş oldu.

Öte yandan Birleşik Sosyalist Partili sosyalistler, faşist teröre tanık olunan onca yıl boyunca saldırıya uğramış, ama gene de dağılmamış olan Genel İşçi Konfederasyonu içerisindeki kimi sendikalarda hâkimiyeti ellerinde bulunduruyorlar. Son yaşanan, Matteotti’nin katledilmesi de partinin daha da popüler olmasını sağladı.

Maksimalist Sosyalist Parti ise bazı isimlerin partiden ayrılmasıyla sarsıldı. Şu an Serrati ve Maffi, komünist hareket adına çalışma yürütüyor. İtalyan sosyalist geleneği içerisinde işçi damarını temsil eden Lazzari ise Maksimalistleri Üçüncü Enternasyonal çizgisine çekmek için uğraşıyor. Yürüttükleri propaganda faaliyetlerinde partililer, eski günlerden yadigâr diye, İtalyan Sosyalist Partisi’nin o gayet prestijli ismini kullanıyorlar. Günlük yayımlanan ve eskiden beri sosyalistlerin yayın organı olarak çıkartılmış olan Avanti gazetesi, Maksimalistlere miras kaldı. Artık kitlelerle temas kurarken, eskinin o demagojik diline başvurmuyorlar. Buna karşın, hâlen daha belirli bir programdan yoksunlar. Geçici bir süre Aventine’de kurulmuş olan sol bloğa onay verdiler. Bu bloğun programı ise olumsuz yönler barındırıyor, zira program, gerçekte yeni bir hükümet kurmayı önermiyor, sadece faşist hükümetin yıkılmasını istiyor. Gözlemleyebildiğim kadarıyla, Maksimalistler de entelektüel unsurlardan mahrumlar.

Proleter gençlik içerisinden birçok ismi örgütlemiş olan komünistlerse Üçüncü Enternasyonal’in siyaseti uyarınca hareket ediyorlar. Bu sebeple devrimci çizgiye çekmeye çalıştıkları Aventine bloğu içerisinde yer almıyorlar, ama onu faşist meclise muhalif olan insanların meclisi olarak faaliyet yürütmeye, bu yönde çalışma yürütmeye davet ediyorlar.

Komünist Parti’nin merkez kadrosu, mühendis Bordiga, avukat Terracini, profesör Graziadei ve yazar Gramsci’den oluşuyor. Parti, son seçimde üç yüz binin üzerinde oy aldı. Milano’da çıkarttığı, Unitá [“Birlik”] adında bir gazetesi var. Parti, işçilerin ve köylülerin birleşik cephesinin kurulmasını savunuyor.

İtalya’da yaşanan ayrışma, sosyalist hareketi zayıflattı. Fakat üç yılı aşkın bir zamandır faşist şiddete güçlü bir biçimde karşı koymayı bilmiş olan bu hareket, kendisine can veren köklerinin kesilmesine hiç izin vermedi. Bir yıl önce, kara gömleklilerin oluşturdukları tugayların saldırılarına rağmen, İtalya’da bir milyondan fazla insan (Maksimalist Sosyalist Parti, Birleşik Sosyalist Parti ve Komünist Parti üzerinden) sosyalizme oy verdi. İtalyan siyaseti dâhilinde açığa çıkan alametler, gelecekte faşizmin karşısına demokratik-liberal değil, sosyalist fikrin dikileceğini söylüyor.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

Kitap PDF

0 Yorum: