30 Ocak 2023

,

Gandi

Dindar ve hoşgörülü bir isim olarak Gandi, yakın tarihin en önemli isimlerinden biridir. Onun düşünceleri, sadece üç yüz yirmi milyon Hindu’yu etkilemedi. Tüm Asya, onun düşünceleriyle harekete geçti, hatta o düşünceler Avrupa’da bile karşılık buldular. Batı’nın hâlinden memnun olmayan ve yüzünü Doğu’ya dönen Romain Rolland, onun için bir kitap kaleme aldı. Avrupa basını, bugün Gandi’nin hayat hikâyesini büyük bir merakla inceliyor.

Gandi’nin hayatının en önemli kısmı 1919’da başladı. Büyük savaş sonrası dönemde Gandi, özgürlük hareketinin başına geçti. O güne dek Gandi, Büyük Britanya’ya büyük bir sadakatle hizmet etmiş bir isimdi. Savaş sırasında İngilizlerle işbirliği kurdu. Hindistan, müttefiklerin davasına önemli katkılar sundu. İngiltere, hâkimiyeti altındaki ülkelere haklarını verme vaadinde bulundu. Ama savaşın ardından İngiltere, verdiği sözü unuttu. Wilson’ın gündeme getirdiği halkların kendi kaderini tayin hakkına sırtını döndü. O dönemde Hindistan’daki idareyi yüzeysel kimi müdahalelerle reforma tabi tutan İngiltere, Hindu halkına yönetimde tali ve önemsiz bir pay verdi. Bunun üzerine Hindu halkı, şikayetlerini dile getirmeye başlayınca, İngiltere, bu itirazları sıkıyönetimle ve kanla bastırdı. İngilizlerin kalleşliği karşısında Gandi, onlara yönelik tavrını değiştirdi ve o güne dek gerçek sandığı yalanlara sırtını döndü.

Bu süreçte Hindistan, İngilizlere başkaldırdı ve özerklik talep etti. Tilak ölünce milliyetçi hareketin liderliği Gandi’nin eline geçti. O, halkını dininden aldığı güçle yönetti. Halkına önderlik etme yükümlülüğünü kabul eden Gandi, onun İngilizlerden kopmasını sağladı, eski işbirliğine son verdi. O, silâhlı ayaklanma fikrine karşıydı. Görüşüne göre, mücadelede kullanılacak araçlar, amaçlar kadar iyi ve ahlaklı olmalıydı.

Gandi, İngilizlerin silâhlarının karşısına ruhun ve sevginin direnişiyle çıkılması gerektiğini düşünüyordu. Gandi’nin o güçlü dinsel söylemi, Hindu ruhunu mistik bir anlayış ve tutkuyla ateşledi. Mahatma Gandi, yöntemini zaman içerisinde şekillendirdi. Onu ilmek ilmek örüp halka kabul ettirdi. Hindulardan liseleri ve üniversiteleri terk etmelerini isteyen Gandi, İngilizlerin elindeki devlet kurumlarına ve mahkemelere sırtlarını dönmelerini, haddar denilen kıyafetlerini elle dokuyup giymelerini, İngiliz kumaşını bile reddetmelerini talep etti. Gandi’nin önderliğinde Hindistan, “çıkrığın şarkısı”nı dinlemeye başladı. Bombay’da lanetli ve şeytani görülen İngiliz kumaşları yakıldı.

İngilizlerle işbirliği fikrini reddetme üzerine kurulu taktik, başka sonuçlara da yol açtı. Sivil itaatsizlik eylemleri dâhilinde halk vergi vermemeye başladı. Hindistan’da o son ayaklanma eli kulağındaydı. Bazı şiddet eylemlerine tanık olunduğu süreçte bu hata karşısında öfkelenen Gandi, sivil itaatsizlik emrini yürürlükten bir süreliğine kaldırdı ve kendisini cezalandırdı. Ona göre, halkı satyagrahayı, sevginin ve ruhun gücünü kullanma konusunda henüz eğitimsizdi.

Hindular, reislerine itaat ettiler. Fakat gerilimin iyice tırmandığı, mücadelenin iyice harrlandığı anda alınan bu geri çekilme kararı, devrimci dalgayı kırdı. Hareket, kendi kendisini tüketti ve hiç cenk alanına çıkmadan yenildi. İhanetlere ve nifaklara tanıklık etti. Gandi bu dönemde hapse atıldı. Mahatma, hareketin güçsüzleşmesinden kısa bir süre önce lider kadrosundan ayrıldı.

Aralık 1923 tarihli Hindistan Ulusal Kongresi ile birlikte Gandicilik zayıflamaya başladı. Bu kongrede İngilizlerle işbirliği içine girmeme fikri üzerine kurulu devrimci eğilim, zafer elde etti. Ama bu süreçte ilgili hareket, karşısında Gandici taktiklere karşı çıkan, Hint burjuvazisini kendisine uyumlu kılmak için bizzat İngiltere tarafından kurulmuş konseylere katılma fikrini savunan sağcı ve revizyonist bir eğilimi buldu. Bir yandan da söz konusu kongrede Gandicilikten kopmuş, sosyalist hareketten ilhamını alan yeni bir devrimci akım ortaya çıktı. Avrupa’daki Hindu öğrencilerin ve göçmenlerin başını çektiği bu hareketin programı, Hindistan’ın Britanya İmparatorluğu’ndan tümüyle ayrılması, toprak üzerindeki feodal mülkiyetin kaldırılması, dolaylı vergilerin alınmaması, madenlerin, demiryollarının ve telgraf işletmesi gibi kamu kurumlarının millileştirilmesi, devletin büyük sanayinin yönetimine müdahale etmesi, modern bir çalışma kanunun çıkartılması gibi öneriler içermekteydi.

Sonrasında bu ayrışma hattı derinleşti. Sınıfı gören iki büyük hizip ortaya çıktı. İngiliz hakimiyetinin en fazla çilesine çeken, koruyucu kanunların koruması altında olmadığı için en yoğun biçimde sömürülen proletarya, devrimci eğilimin peşinden gitti. Yoksul ve mütevazı halk, Gandi’ye ve devrime bağlı kaldı. Bombay gibi şehirlerde sanayi proletaryası sendikalar içinde örgütlendi. Diğer yandan sağcı eğilim, zengin kastlardan, parsilerden, tüccarlardan ve toprak sahiplerinden destek buldu.

İngilizlerle işbirliği kurmayı reddeden hareketi Hindu aristokrasisi ve burjuvazisi sabote etti. Ekonomik gerçeklikle çelişen bu hareket, dirhem dirhem zayıfladı. İngiliz kumaşına yönelik boykot ve kendi çıkrığında ip eğirme önerisi, ciddi bir karşılık bulmadı. Zanaatkârlar, mekanik sanayi ile rekabete giremediler. Hindistan halkı, İngiliz proletaryasını işsizliği artırıp pazar kaybına yol açarak, öfkelendirmek istemedi. Hindistan’ın ulusal davası, neticede İngiltere’deki işçi partisinin desteğine muhtaçtı. Diğer yandan, istifa eden memurlar büyük ölçüde görevlerine döndüler. Böylelikle işbirliğini reddeden siyasetin tüm tezahürleri zamanla silindi.

Ramsay MacDonald liderliğinde kurulan İşçi Partisi hükümeti, Gandi’yi affedip onu hapisten çıkarttı. Gandi, hapisten çıktığında, milliyetçi hareketin dağıldığına ve iyice zayıfladığına tanıklık etti. Kısa süre önce, Eylül 1923’te Delhi’de olağanüstü toplantı düzenleyen Ulusal Kongre’deki çoğunluk, liderliğini C. R. Das’ın üstlendiği Swaraj Partisi’ne destek sunduğunu açıklamıştı. Bu partinin programını kaleme alanlar, İngilizlerin elindeki ülkelere verilen hakların Hindistan’a verilmesini kâfi görüyor, esas olarak Hindu kapitalizmine somut ve sağlam güvenceler verilmesiyle ilgileniyorlardı.

Bugün Hindu milliyetçiliğine Gandi yön vermiyor, dizginler artık onun elinde değil. Ayaklanma önerisini sürekli dillendiren aşırı sol da İngilizlerle işbirliği arzusu içerisinde olan sağ da artık Gandi’ye itaat etmiyor. Ona destek çıkanların sayısı iyice azaldı. Ama gene de politik lider olarak eskisi gibi otoriteye sahip olmasa da Gandi, o zahid ve aziz kimliğiyle eski itibarını bir şekilde muhafaza ediyor. Bir gazeteci, bugünlerde farklı ırklara mensup insanların Asya’nın birçok bölgesinden Mahatma’yı ziyarete geldiğini yazıyor. Merasime, protokole gerek kalmadan, kapısını çalan herkes Gandi’yle görüşüyor. Evinin civarında toplanan yüzlerce Hindu, ona yakın olmanın mutluluğunu yaşıyor.

Mahatma’nın hayatı, böylesine doğal bir çekim gücüne sahip. Ortaya koyduğu eserler, politikadan çok ahlak ve dinle ilgili. Rabindranath Tagore’la gerçekleştirdiği sohbette Mahatma, politikayı dinle tanıştırmak niyetinde olduğunu söylüyor. İngilizlerle işbirliği kurmama siyaseti de ahlaki kaygılar üzerinden biçimlenmiş bir siyaset. Gandi, aslında Hindistan’ın özgürlüğü mücadelesinin lideri değil, dini bir hareketin havarisi.

Hindistan’ın özgürlüğü onu pek ilgilendirmiyor, özgürlük, onun tutkulu olduğu ikinci şey. Bu konuda acelesi yok. O, her şeyden önce, Hinduların ruhunu arındırıp yüceltmek istiyor. Her ne kadar zihniyeti kısmen Avrupa kültürüyle beslenmiş olsa da Mahatma, Batı medeniyetini reddediyor. Ondaki materyalizmden, kirden ve duygusallıktan tiksiniyor. Makineden Ruskin ve Tolstoy gibi okuyup sevdiği yazarlar kadar nefret ediyor. Ona göre makine, “şeytani” Batı medeniyetine ait bir simge. Bu sebeple, makineci görüşün ülkesinde filizlenmesini, insanları etkilemesini istemiyor. Ona göre makine, Batılı fikirlerin ajanı. Hindistan’ın psikolojisinin Avrupalı eğitime uyuşmadığına inanıyor. Ama öte yandan Gandi, ülkesinin başka halkların da kullanabileceği iyi bir ahlak üretebilmesini umut ediyor. Özünde Hinduluğun olduğu Hindistan, ona göre, tüm dünyaya kendisindeki disiplini kazandırabilir. Muhammedileri ve Hinduları kardeş kılıp paryaları kurtardığında, Hindistan, o yüce amaçları ve yürüttüğü faaliyetleriyle muazzam bir politik ve toplumsal öneme sahip olabilir. Onun tüm fikirleri, esas olarak din kaynaklı.

Gandi, kendisini “pratik idealist” olarak nitelendiriyor. Henri Barbusse ise onu gerçek devrimci olarak görüyor. Hatta Barbusse, devamında şunu söylüyor: “O, müesses politik ve toplumsal düzene karşı. Farklı bir düzen istiyor. Pratik araçlarla bu ülküye ulaşmak için uğraşıyor.” Devamında Barbusse, ütopyacının gerçek bir devrimci olmadığını, ama fikirlerinin yıkıcı olduğunu söylüyor. Tanımı gerçekten mükemmel. Fakat öte yandan Barbusse, “Lenin, Gandi’nin yerinde olsaydı, onun gibi konuşur, onun gibi hareket ederdi” diyor. İşte bu tespiti temelsiz. Çünkü Lenin, eylemci ve gerçekçi bir isim. Oysa Gandi, pratik bir idealist. Hindistan’ın yegâne kurtuluş yolunun işbirliğini ve şiddeti reddeden siyasetten geçtiğini söyleyen görüş, henüz ispatlanmış bir görüş değil.

Hindu milliyetçiliğinin eski lideri Tilak, ayaklanma yöntemine dudak büken bir isim değildi. Romain Rolland’ın kanaatine göre, dâhilere özgü yönlerini övdüğü Tilak, Rus devrimcileriyle anlaşma içerisine girebilecek biriydi. Oysa o, Gandi kadar Asyalı, Gandi kadar Hindu idi. Bu anlamda, Barbusse’nin iddiasına karşı dillendirilen ve Lenin’in savaştan istifade edip Hindistan’ı özgürleştirmek için uğraşacağını, Hinduların ayaklanma yolunda ilerleyişine asla mani olmayacağını söyleyen iddianın sağlam temellere dayandığını görmek gerekiyor.

Ahlakçı bir mizacın etkisi altında olan Gandi, özgürlüğü halkı kadar ihtiyaç gören bir isim değil. Ama öte yandan Gandi, gücünü dini vaazlarından çok o dinin kölelik ve açlık konusunda Hindulara sunduğu çözümden alıyor.

İşbirliğini reddeden yaklaşım, bir dizi yanılsamayla malul. Bunlardan biri de ortaçağa atıfta bulunan ve Hindistan’ı ekonomik anlamda canlandırma hedefi üzerinde duran yanılsama. Öfkenin tek başına bir halkın toplumsal meselesini çözüme kavuşturma kudreti yok. “Hindistan daha önce böyle mi yaşıyordu?” diye soran Gandi’nin bu yaklaşımı tarihle çelişiyor ve alabildiğine çocukça. Bir insanın ilerleme meselesine şüpheyle yaklaşmasının, ona güvenmemesinin bir önemi yok. Neticede ilerlemeyi terse döndürmek imkânsız. Bir ülkeye makineler geldikten sonra onun kullanılmasına kimse mani olamaz. Batı medeniyetinin Hindistan’a sızmasının karşısında kimse duramaz. Tagore, Gandi ile girdiği polemikte, “bugün sorun tüm dünyayı ilgilendiriyor. Kimse başkalarından kendisini ayrıştırarak sağlıklı olamaz. Ya hep birlikte kurtulacağız ya da yok olacağız” derken haklı.

Batı materyalizmi karşıtı tespitler abartılı. Batı’nın insanı, tefekküre ve vecd içindeki ruha değer veren insanların dile getirdiği kadar yavan ve dar fikirli değil. Materyalist tarih anlayışına rağmen, sosyalizm ve sendikalizm, göründükleri kadar materyalist değil mesela. Çoğunluğun çıkarını temel alan bu akımlar, hayatı yüceltmek ve şerefli kılmak derdinde. Batılıların mistisizmi ve dindarlığı kendilerince. Sormak gerek: devrimci duygu, dini bir duygu değil midir? Görebildiğimiz kadarıyla Batı’da dindarlık cennetten yeryüzüne inmiş. Başvurduğu motifler tümüyle insani ve toplumsal. Kutsal değiller. Budünyadaki hayata aitler, ötedünyadaki hayata değil.

Şiddetin reddi, şiddetten daha romantik. Hindistan, İngiliz burjuvazisinin kendisine özgürlük vermesini sadece o ahlaki silâhlarla sağlayamaz. Her zaman olduğu gibi bugün de o dürüst İngiliz hâkimleri, satyagrahayı ve işbirliğini reddeden görüşün savunucularını dürüst bir yaklaşımla tanıyacak, ama onlara altı yıl hapis cezası vermeye devam edeceklerdir. Ne yazık ki oruç tutarak devrim yapılmaz. Dünyanın her yerinde devrimciler, şiddetin çilesini çekme ile şiddete başvurma arasında tercihte bulunmak zorunda kaldılar. Ruhun ve aklın zorun komutasına girmesini istemeyenler, zoru aklın ve ruhun komutasına vermeye mecburdurlar.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

0 Yorum: