Son yüzyılda emperyalizmin açlıklarla, kıtlıkla ve savaşla katlettiği insan sayısı üç milyar. Sovyetler’in dağıldığı günden itibaren istikrarsızlaşan dünya düzeninde savaşlar, bölgesel çatışmalar ve işgaller, tarihin sıradan kayıtlarına dönüştü.
Bugün 10 milyar insanı doyuracak tarımsal imkân varken,
Afrika ve Asya başta olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde açlık ve yoksulluk
insanın evrensel gerçeği durumunda.
Doksanlı
yıllarda önce tarihin sonu geldiği yönündeki tez piyasaya sürüldü. “Artık
sınıflar mücadelesi tarihe karışmıştır” denildi. Sınıf yerine farklılıklar ve
bireysel mağduriyetler vardı. Yoksullar, aynı gemiden dağıtılıp emperyalist
korsanlar tarafından filikalara doldurulup denizin ortasına bırakıldılar,
filikasını kurtaran kaptandı. Tarihin sınıflar mücadelesiyle ilerlediği ve
tekerinin geriye dönmediği gerçeği ters yüz edilerek, bireysel özgürlükler ve
zenginleşme reçeteleri tedavüle girdi.
Milliyetçilik,
dinsel ve mezhepsel savaşlar/çatışmalar kışkırtıldı. Balkanlar ve Kafkaslar kan
gölüne döndü. Emperyalistler, bu savaşlarda hangi taraf adına hareket ettiyse o
taraf egemen kılındı. Milliyetçi akımların körüklenmesi yeterli değildi.
Sömürmeye doymayan emperyalistlerin akademisyenleri, medeniyetler çatışmasını
tez diye sundular. Asıl mücadelenin Batı ülkeleriyle Müslümanlar arasında
olduğu söylendi. 11 Eylül bahane edilerek, işgal gerekçesi olarak pazarlandı.
Irak
2003’te işgal edildi, mezhep çatışmaları ve istikrarsızlık palazlandırıldıkça
bölgenin önemli üsleri ve petrolü emperyalistlerin kontrolüne girdi. Ardından
Arap Baharı’yla Kuzey Afrika ülkeleri yerle bir edildi. Bir Ramazan gecesi
Libya, emperyalistlerin savaş uçaklarıyla işgal edildi. Bu evrede Suriye,
emperyalist işgalin düğümlendiği yere dönüştü.
Ülkemizdeki
sözde sosyalistler bile diktatör karşıtlığı ve “Suriye’de petrol mü var, Suriye’nin
ne önemi var?” söylemiyle emekçi kitlelerin ve sol kamuoyunun zihnini
bulandırdı.
Suriye,
emperyalizmin zorlandığı bir ülkeydi. Suriye’nin tarımsal geliri, Akdeniz’e
kıyısı ve üssü bulunması, eski Sovyet rejimi yanlısı konumlanışı, dini
kullanmaya çalışan çetelere karşı mücadelesi, görece refah bir durumda
bulunması ve ilerici değerlere sahip olması yönüyle emperyalizmin Ortadoğu’daki
hedefi konumundaydı.
İsrail
Siyonizminin önü açılmalıydı, açıldı. Filistin’in bu denklemde ne anlam ifade
ettiğini çözümlemeden önce son 35 yılda emperyalizme karşı solun konumunu
tartışmak gerekiyor.
Yirminci
kongre sonrası Sovyetler’de başlayan glasnost ve perestroyka politikaları,
liberalizmin ve emperyalizmin üstünlüğünün “kabulü” olarak değerlendirilebilir.
Büyük bir mücadele ve sebatla kazanılan 17 Ekim, bu tarihsel aşamada
emperyalistlere yanlış politikalarla feda edildi. Sovyetler’in yanlış giden son
yirmi yılında dahi Çin, Küba, Vietnam deneyimlerinin Angola’ya kadar yayılması,
Baas rejimlerinin emperyalizm karşısında güçlenmesi, sosyalizmin varlığının
bile, sapmanın en yoğun yaşandığı koşullarda düşmanlarını tedirgin etmesine yol
açıyordu. Aynı zamanda bu gücün sağladığı moral üstünlük, devrim pratiklerinin
sömürge ve yeni sömürge ülkelerin halklarının mücadelesinde umut ve dinamizm
sağladığı tarihsel gerçektir. Bu süreçler tartışılması gereken yönlerine rağmen
sınıflar mücadelesinde altın sayfa olarak değerlendirilmeyi hak eder. Bu
süreçte Latin Amerika ülkelerinde emperyalizme karşı mücadele, zorun devreye
konulması suretiyle geliştirildi.
Tarihin
sonunun geldiği teziyle önce Afrika, Asya ülkelerinin bayraklarından emeğin
amblemleri çıkarıldı. Ardından sosyalist ideolojiyi benimseyip zoru kullanarak
emperyalizmle mücadele eden Latin Amerika ülkeleri, sömürge valisi
sayılabilecek egemenleriyle müzakere masalarına oturdu. FARC, ELN, EZLN, EPL,
MAQL, Movimiento-19, URNG, FMLN gibi birçok hareket/parti, barış antlaşmaları
imzalayıp politika sahasından ya çekildi ya da antlaşma hükümlerine egemenlerin
uymadığını gerekçe göstererek, mücadelenin yoğunluğunu düşürdü. Sosyalizmden
yerel ve komünal yönetimler anlayışına geçiş yaptı. Vazgeçilen ise devrim ve
emperyalizmle mücadeleydi.
Kaçılan
gerçek, zorun tarihsel rolüydü. Zora karşı zor gerçeğinin ezilen ve sömürülen
halklar için kaçınılmazlığı parlamentoya girme, siyasi affa uğrama ve yerel
yönetimlerde söz sahibi olma uğruna terk edildi. Latin Amerika'da Chavez tipi
Bolivarcı sosyalizm anlayışı, emperyalizm destekli darbelerle kesintilere
uğrayıp sosyalizmin kapitalizmden ve emperyalist ilişkilerden kalma tüm
kurumlarının lağvedilmeden gerçekleşmeyeceği, gerçekleşmedikçe de kurulan
yönetimlerin sosyalizm olmayacağı bu tarihsel ve siyasal deneyimlerle
kanıtlandı.
Devrim,
eskiye dair tüm gücün yıkılıp yerine yenisinin kurulduğu ve yeniyi tehdit
edecek gücün tasfiye edildiği toplumsal dönüşümün adıdır. Bu dönüşüm, emekçi
sınıflar lehinedir. Farelerle dolu evde uyumayı göze almak, devrim ve sosyalizm
değil, olsa olsa sosyal demokrasi, üçüncü yolculuk ve sınıf uzlaşmacılığıdır.
Latin
Amerika ülkelerinin toplumsal pratiğinin gösterdiği gerçek, iktidarın ikili
olamayacağı ve iktidarın emekçi sınıflarda olduğu sürece devrimin garanti
altına alınacağıdır. Burjuvazinin garantörü ordu gücü olduğu sürece Chavez tipi
Bolivarcı sosyalizmin ayakta kalma şansı yoktur.
Sadece
Latin Amerika ülkeleri değil, İspanya’da ETA ve İrlanda’da IRA, emperyalizme
karşı beyaz bayrağı çekmekle kalmayıp, verdikleri mücadeleden pişman olacak
noktaya geldiklerini söyleyen açıklamalara imza attılar. Bu süreci Sri Lanka’daki
Tamillerin ağır yenilgisi izledi. Tamiller, milliyetçi savruluşa kapıldıktan
sonra hızla sosyalizm anlayışından uzaklaşıp ülkedeki sosyalist yapılara
saldırmaya başladı. 2008’de yirmi bin askerî güç, deniz filosu, iki uçağına
rağmen Sri Lanka yönetimi tarafından ağır bir yenilgi aldı. Emperyalizmle
işbirliği yapan Sri Lanka hükümeti, bu “zaferi” ve benzer ülkelerdeki benzer “sorunları”
çözme yönündeki taktik ve stratejileri, uluslararası toplantılar düzenleyerek
farklı ülkelerin üst düzey generalleriyle paylaştı. Tamillerin yenilgisi askerî
değil, ideolojikti. Savaşan yenilir de kazanır da. Yenilmeyen güç, ilkelerle
örülmüş ideolojidir.
Bugün
sosyalist mücadelenin temel gereği anti emperyalizmdir. Milyarlarca insanı
doyuracak tarımsal imkânlardan faydalanamamaktan, açlıktan, işgalden, talandan,
dizginsiz sömürüden, toplumsal çürümüşlükten emperyalizm sorumludur. Medya
tekelleriyle zihinleri; sömürü, fuhuş ve uyuşturucuyla bedenleri; bencillikle,
yalanla, yalnızlaştırma politikalarıyla ruhları insan olmanın güzelliklerinden
ve erdeminden alıkoyan emperyalizmdir.
Savaşılması
gereken ve başçelişki kabul edilmesi gereken düşman, emperyalizmdir. Bu
mücadelenin en önemli aşaması zihinlerde başladığı için ilkin ideolojik
mücadele verilmelidir. Saydığımız örneklerden hareketle, sosyalist mücadelede
zihinleri bulandıran sivil toplumculuğa, bireyciliğe, sınıfsal temelinden
ayrıştırılmış özgürlüğe, yaşam biçimciliğine, hazcılığa kitleleri adapte ve
entegre edenler, solu içeriden boşaltıp altını oyanlardır.
Günümüz
koşullarında Filistin emperyalizmin krizidir. Filistin özgürleşirse dünya
halklarına kurtuluş umudu verecektir, sürdürdüğü mücadeleyle bile halkları
birleştirmeyi başarmıştır. Ülkemizdeyse Filistin mücadelesini zihinlerden ve
gönüllerden uzaklaştırma işini sol yapılar üstlenmiştir.
“Ama
Hamas?” Bu soru, solun gerekçeden öte bahanesi ve emperyalizmden aldığı
icazetin söyleme dökülüp efendisine verdiği sözü tutma pratiğidir. Hamas
liderlerinden Yahya Sinvar’ın vasiyeti okunduğunda, içinde dini referans alan
politikalara dair tek söylem bulunmadığı görülecektir. Bu vasiyetin altındaki
imza, yurtseverlik ve anti-emperyalist bilincin Yahya Sinvar şahsında Filistin
mücadelesinde vücut bulduğunun kanıtıdır. Musa elindeki asayla, Yahya elindeki
sopayla devrin firavunlarına meydan okudu. O meydanı bırakıp kaçan anti
emperyalizmi eski dünyanın icadı sayan dünya ve ülkemiz soludur. Yahya’nın
elindeki sopa, güçlü bir ideolojinin en üstün savaş tedarikidir.
Yahya
ve Filistinli çocuklar, emperyalist kapitalizmin yaşlılık ve çocuk algısını
yerle yeksan etmeyi başardılar. Emperyalizmin bölgedeki ileri karakolu İsrail’in
yenilgisi, efendilerinin yenilgisidir.
7
Ekim’de Filistin öfkesi ve cesareti İsrail’i titrettiğinde bu savaşın İsrail’in
değil, kendilerinin savaşı olduğunu söyleyip askerî gemileri bölgeye yollayan
emperyalistlerdi.
Anti-emperyalist
mücadele, milliyetçilik sapmasına uğramadan yürütülmesi gereken tek mücadele
biçimi olup, insanlığın kurtuluş reçetesidir. Yeni dünya düzeninde Ukrayna,
Suriye, Filistin, Yemen, İran ülkemiz solu açısından yenilmesi gereken “düşmandır”.
Halkın zihnini bulandırıp ideolojik kaosa yol açan ülkemiz soludur.
Sosyalist
mücadelenin hiçbir aşamasında, fon alan, Siyonizme aparatlık eden, Avrupa
emperyalizminden demokrasi talep eden, Sorosçu ve Alman emperyalizminin
vakıflarından para alan sivil toplum dernekleri ve kuruluşları solun saflarında
yer alamazlar.
Tekrar
fare eğretilemesine dönecek olursak, hiçbir insan, evin içindeki fareyle uyumak
istemez. Zora karşı zorun emperyalist mücadeledeki öneminden, halka verdiği
ikrardan dönen, Troçkist akımlarla işçiliği sosyalizm diye pazarlayan; belediye
işçilerine CHP’li belediye başkanlarının maskelerini taktırıp eylem düzenleten,
aynı belediyelerde parti ve çevre ilişkilerini kullanarak iş bulan/bulduran,
tarımı-hayvancılığı emperyalizme peşkeş çekip halka “et yemeyin” diye veganlık
çağrısı yapan, İmamoğlu’nun dolara iyi geldiğini manşet yapan, faili
meçhullerin zirve yaptığı dönemin ortaklarından Akşener’le birlikte CHP
otobüsüne çıkan; fuhşu seks işçiliği, uyuşturucuyu özgürlük sayan; aileyi
düşman kabul eden, emeği tasfiye edip emperyalist küreselleşmeyi dünya
yurttaşlığı sayan hiçbir parti ve anlayış sosyalist kabul edilemez. Bu
sosyalist saflara sızan “iç düşman”la Lenin misali ideolojik mücadele yürütmek
farzdır.
Emperyalizmin
önce zihinlerde yenilmesi için bugünün asli görevi, emperyalizm aparatı solla
ideolojik mücadele yürütmektir. Bu mücadelede derdiyle dertlenilecek halktan
başka güç yoktur. Halk deryası; Dersim’den 19 Aralık’a mimarlık yapan CHP’ye
teslim edilemez.
Sol,
her tarihsel zulüm için CHP’yi aklamaya çalışıp bahaneler üretiyor. Latin
Amerika örneğinden görüleceği üzere, eskiyi temsil eden tüm mevziler tasfiye
edilmedikçe halkların kurtuluş imkânı yoktur.
Umut
sermayenin değil, emekçilerin kuracağı komünist partidedir. O partiye Dev-Yol
türevleri ve paydaşlarıyla, Latin Amerika şablonculuğuyla, Filistin ve
Gürcistan karşıtlığıyla yürünmeyecek. Ülkemiz koşullarının gerektirdiği sınıf
mücadelesinin anti-emperyalizmle bağı enternasyonalizmle güçlendirilmelidir. Kurtuluş
ellerimizdedir.
Sinan Akdeniz
1 Ekim 2025