01 Ekim 2025

, ,

Yeni Dünya Düzeni

Son yüzyılda emperyalizmin açlıklarla, kıtlıkla ve savaşla katlettiği insan sayısı üç milyar. Sovyetler’in dağıldığı günden itibaren istikrarsızlaşan dünya düzeninde savaşlar, bölgesel çatışmalar ve işgaller, tarihin sıradan kayıtlarına dönüştü. 

Bugün 10 milyar insanı doyuracak tarımsal imkân varken, Afrika ve Asya başta olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde açlık ve yoksulluk insanın evrensel gerçeği durumunda.

Doksanlı yıllarda önce tarihin sonu geldiği yönündeki tez piyasaya sürüldü. “Artık sınıflar mücadelesi tarihe karışmıştır” denildi. Sınıf yerine farklılıklar ve bireysel mağduriyetler vardı. Yoksullar, aynı gemiden dağıtılıp emperyalist korsanlar tarafından filikalara doldurulup denizin ortasına bırakıldılar, filikasını kurtaran kaptandı. Tarihin sınıflar mücadelesiyle ilerlediği ve tekerinin geriye dönmediği gerçeği ters yüz edilerek, bireysel özgürlükler ve zenginleşme reçeteleri tedavüle girdi.

Milliyetçilik, dinsel ve mezhepsel savaşlar/çatışmalar kışkırtıldı. Balkanlar ve Kafkaslar kan gölüne döndü. Emperyalistler, bu savaşlarda hangi taraf adına hareket ettiyse o taraf egemen kılındı. Milliyetçi akımların körüklenmesi yeterli değildi. Sömürmeye doymayan emperyalistlerin akademisyenleri, medeniyetler çatışmasını tez diye sundular. Asıl mücadelenin Batı ülkeleriyle Müslümanlar arasında olduğu söylendi. 11 Eylül bahane edilerek, işgal gerekçesi olarak pazarlandı.

Irak 2003’te işgal edildi, mezhep çatışmaları ve istikrarsızlık palazlandırıldıkça bölgenin önemli üsleri ve petrolü emperyalistlerin kontrolüne girdi. Ardından Arap Baharı’yla Kuzey Afrika ülkeleri yerle bir edildi. Bir Ramazan gecesi Libya, emperyalistlerin savaş uçaklarıyla işgal edildi. Bu evrede Suriye, emperyalist işgalin düğümlendiği yere dönüştü.

Ülkemizdeki sözde sosyalistler bile diktatör karşıtlığı ve “Suriye’de petrol mü var, Suriye’nin ne önemi var?” söylemiyle emekçi kitlelerin ve sol kamuoyunun zihnini bulandırdı.

Suriye, emperyalizmin zorlandığı bir ülkeydi. Suriye’nin tarımsal geliri, Akdeniz’e kıyısı ve üssü bulunması, eski Sovyet rejimi yanlısı konumlanışı, dini kullanmaya çalışan çetelere karşı mücadelesi, görece refah bir durumda bulunması ve ilerici değerlere sahip olması yönüyle emperyalizmin Ortadoğu’daki hedefi konumundaydı.

İsrail Siyonizminin önü açılmalıydı, açıldı. Filistin’in bu denklemde ne anlam ifade ettiğini çözümlemeden önce son 35 yılda emperyalizme karşı solun konumunu tartışmak gerekiyor.

Yirminci kongre sonrası Sovyetler’de başlayan glasnost ve perestroyka politikaları, liberalizmin ve emperyalizmin üstünlüğünün “kabulü” olarak değerlendirilebilir. Büyük bir mücadele ve sebatla kazanılan 17 Ekim, bu tarihsel aşamada emperyalistlere yanlış politikalarla feda edildi. Sovyetler’in yanlış giden son yirmi yılında dahi Çin, Küba, Vietnam deneyimlerinin Angola’ya kadar yayılması, Baas rejimlerinin emperyalizm karşısında güçlenmesi, sosyalizmin varlığının bile, sapmanın en yoğun yaşandığı koşullarda düşmanlarını tedirgin etmesine yol açıyordu. Aynı zamanda bu gücün sağladığı moral üstünlük, devrim pratiklerinin sömürge ve yeni sömürge ülkelerin halklarının mücadelesinde umut ve dinamizm sağladığı tarihsel gerçektir. Bu süreçler tartışılması gereken yönlerine rağmen sınıflar mücadelesinde altın sayfa olarak değerlendirilmeyi hak eder. Bu süreçte Latin Amerika ülkelerinde emperyalizme karşı mücadele, zorun devreye konulması suretiyle geliştirildi.

Tarihin sonunun geldiği teziyle önce Afrika, Asya ülkelerinin bayraklarından emeğin amblemleri çıkarıldı. Ardından sosyalist ideolojiyi benimseyip zoru kullanarak emperyalizmle mücadele eden Latin Amerika ülkeleri, sömürge valisi sayılabilecek egemenleriyle müzakere masalarına oturdu. FARC, ELN, EZLN, EPL, MAQL, Movimiento-19, URNG, FMLN gibi birçok hareket/parti, barış antlaşmaları imzalayıp politika sahasından ya çekildi ya da antlaşma hükümlerine egemenlerin uymadığını gerekçe göstererek, mücadelenin yoğunluğunu düşürdü. Sosyalizmden yerel ve komünal yönetimler anlayışına geçiş yaptı. Vazgeçilen ise devrim ve emperyalizmle mücadeleydi.

Kaçılan gerçek, zorun tarihsel rolüydü. Zora karşı zor gerçeğinin ezilen ve sömürülen halklar için kaçınılmazlığı parlamentoya girme, siyasi affa uğrama ve yerel yönetimlerde söz sahibi olma uğruna terk edildi. Latin Amerika'da Chavez tipi Bolivarcı sosyalizm anlayışı, emperyalizm destekli darbelerle kesintilere uğrayıp sosyalizmin kapitalizmden ve emperyalist ilişkilerden kalma tüm kurumlarının lağvedilmeden gerçekleşmeyeceği, gerçekleşmedikçe de kurulan yönetimlerin sosyalizm olmayacağı bu tarihsel ve siyasal deneyimlerle kanıtlandı.

Devrim, eskiye dair tüm gücün yıkılıp yerine yenisinin kurulduğu ve yeniyi tehdit edecek gücün tasfiye edildiği toplumsal dönüşümün adıdır. Bu dönüşüm, emekçi sınıflar lehinedir. Farelerle dolu evde uyumayı göze almak, devrim ve sosyalizm değil, olsa olsa sosyal demokrasi, üçüncü yolculuk ve sınıf uzlaşmacılığıdır.

Latin Amerika ülkelerinin toplumsal pratiğinin gösterdiği gerçek, iktidarın ikili olamayacağı ve iktidarın emekçi sınıflarda olduğu sürece devrimin garanti altına alınacağıdır. Burjuvazinin garantörü ordu gücü olduğu sürece Chavez tipi Bolivarcı sosyalizmin ayakta kalma şansı yoktur.

Sadece Latin Amerika ülkeleri değil, İspanya’da ETA ve İrlanda’da IRA, emperyalizme karşı beyaz bayrağı çekmekle kalmayıp, verdikleri mücadeleden pişman olacak noktaya geldiklerini söyleyen açıklamalara imza attılar. Bu süreci Sri Lanka’daki Tamillerin ağır yenilgisi izledi. Tamiller, milliyetçi savruluşa kapıldıktan sonra hızla sosyalizm anlayışından uzaklaşıp ülkedeki sosyalist yapılara saldırmaya başladı. 2008’de yirmi bin askerî güç, deniz filosu, iki uçağına rağmen Sri Lanka yönetimi tarafından ağır bir yenilgi aldı. Emperyalizmle işbirliği yapan Sri Lanka hükümeti, bu “zaferi” ve benzer ülkelerdeki benzer “sorunları” çözme yönündeki taktik ve stratejileri, uluslararası toplantılar düzenleyerek farklı ülkelerin üst düzey generalleriyle paylaştı. Tamillerin yenilgisi askerî değil, ideolojikti. Savaşan yenilir de kazanır da. Yenilmeyen güç, ilkelerle örülmüş ideolojidir.

Bugün sosyalist mücadelenin temel gereği anti emperyalizmdir. Milyarlarca insanı doyuracak tarımsal imkânlardan faydalanamamaktan, açlıktan, işgalden, talandan, dizginsiz sömürüden, toplumsal çürümüşlükten emperyalizm sorumludur. Medya tekelleriyle zihinleri; sömürü, fuhuş ve uyuşturucuyla bedenleri; bencillikle, yalanla, yalnızlaştırma politikalarıyla ruhları insan olmanın güzelliklerinden ve erdeminden alıkoyan emperyalizmdir.

Savaşılması gereken ve başçelişki kabul edilmesi gereken düşman, emperyalizmdir. Bu mücadelenin en önemli aşaması zihinlerde başladığı için ilkin ideolojik mücadele verilmelidir. Saydığımız örneklerden hareketle, sosyalist mücadelede zihinleri bulandıran sivil toplumculuğa, bireyciliğe, sınıfsal temelinden ayrıştırılmış özgürlüğe, yaşam biçimciliğine, hazcılığa kitleleri adapte ve entegre edenler, solu içeriden boşaltıp altını oyanlardır.

Günümüz koşullarında Filistin emperyalizmin krizidir. Filistin özgürleşirse dünya halklarına kurtuluş umudu verecektir, sürdürdüğü mücadeleyle bile halkları birleştirmeyi başarmıştır. Ülkemizdeyse Filistin mücadelesini zihinlerden ve gönüllerden uzaklaştırma işini sol yapılar üstlenmiştir.

“Ama Hamas?” Bu soru, solun gerekçeden öte bahanesi ve emperyalizmden aldığı icazetin söyleme dökülüp efendisine verdiği sözü tutma pratiğidir. Hamas liderlerinden Yahya Sinvar’ın vasiyeti okunduğunda, içinde dini referans alan politikalara dair tek söylem bulunmadığı görülecektir. Bu vasiyetin altındaki imza, yurtseverlik ve anti-emperyalist bilincin Yahya Sinvar şahsında Filistin mücadelesinde vücut bulduğunun kanıtıdır. Musa elindeki asayla, Yahya elindeki sopayla devrin firavunlarına meydan okudu. O meydanı bırakıp kaçan anti emperyalizmi eski dünyanın icadı sayan dünya ve ülkemiz soludur. Yahya’nın elindeki sopa, güçlü bir ideolojinin en üstün savaş tedarikidir.

Yahya ve Filistinli çocuklar, emperyalist kapitalizmin yaşlılık ve çocuk algısını yerle yeksan etmeyi başardılar. Emperyalizmin bölgedeki ileri karakolu İsrail’in yenilgisi, efendilerinin yenilgisidir.

7 Ekim’de Filistin öfkesi ve cesareti İsrail’i titrettiğinde bu savaşın İsrail’in değil, kendilerinin savaşı olduğunu söyleyip askerî gemileri bölgeye yollayan emperyalistlerdi.

Anti-emperyalist mücadele, milliyetçilik sapmasına uğramadan yürütülmesi gereken tek mücadele biçimi olup, insanlığın kurtuluş reçetesidir. Yeni dünya düzeninde Ukrayna, Suriye, Filistin, Yemen, İran ülkemiz solu açısından yenilmesi gereken “düşmandır”. Halkın zihnini bulandırıp ideolojik kaosa yol açan ülkemiz soludur.

Sosyalist mücadelenin hiçbir aşamasında, fon alan, Siyonizme aparatlık eden, Avrupa emperyalizminden demokrasi talep eden, Sorosçu ve Alman emperyalizminin vakıflarından para alan sivil toplum dernekleri ve kuruluşları solun saflarında yer alamazlar.

Tekrar fare eğretilemesine dönecek olursak, hiçbir insan, evin içindeki fareyle uyumak istemez. Zora karşı zorun emperyalist mücadeledeki öneminden, halka verdiği ikrardan dönen, Troçkist akımlarla işçiliği sosyalizm diye pazarlayan; belediye işçilerine CHP’li belediye başkanlarının maskelerini taktırıp eylem düzenleten, aynı belediyelerde parti ve çevre ilişkilerini kullanarak iş bulan/bulduran, tarımı-hayvancılığı emperyalizme peşkeş çekip halka “et yemeyin” diye veganlık çağrısı yapan, İmamoğlu’nun dolara iyi geldiğini manşet yapan, faili meçhullerin zirve yaptığı dönemin ortaklarından Akşener’le birlikte CHP otobüsüne çıkan; fuhşu seks işçiliği, uyuşturucuyu özgürlük sayan; aileyi düşman kabul eden, emeği tasfiye edip emperyalist küreselleşmeyi dünya yurttaşlığı sayan hiçbir parti ve anlayış sosyalist kabul edilemez. Bu sosyalist saflara sızan “iç düşman”la Lenin misali ideolojik mücadele yürütmek farzdır.

Emperyalizmin önce zihinlerde yenilmesi için bugünün asli görevi, emperyalizm aparatı solla ideolojik mücadele yürütmektir. Bu mücadelede derdiyle dertlenilecek halktan başka güç yoktur. Halk deryası; Dersim’den 19 Aralık’a mimarlık yapan CHP’ye teslim edilemez.

Sol, her tarihsel zulüm için CHP’yi aklamaya çalışıp bahaneler üretiyor. Latin Amerika örneğinden görüleceği üzere, eskiyi temsil eden tüm mevziler tasfiye edilmedikçe halkların kurtuluş imkânı yoktur.

Umut sermayenin değil, emekçilerin kuracağı komünist partidedir. O partiye Dev-Yol türevleri ve paydaşlarıyla, Latin Amerika şablonculuğuyla, Filistin ve Gürcistan karşıtlığıyla yürünmeyecek. Ülkemiz koşullarının gerektirdiği sınıf mücadelesinin anti-emperyalizmle bağı enternasyonalizmle güçlendirilmelidir. Kurtuluş ellerimizdedir.

Sinan Akdeniz
1 Ekim 2025