05 Mart 2024

, ,

Stalin Üzerine


Joseph Stalin büyük bir adamdı; yirminci yüzyılda onun ayarında çok az insan var.

Basit, sakin ve cesaretliydi. Soğuk kanlılığını nadiren kaybederdi. Sorunlara dair kafa yorarken hiç acele etmez, neticede net ve kesin kararlar alırdı. Asla gösterişçilik tuzağına düşmez, hakkıyla elde ettiği konumu onuruyla korumaktan da asla geri durmazdı.

Stalin bir köylünün oğluydu, ama büyüklerinin önünde sinirlenmeden veya zerre tereddüt etmeden, sakince dururdu. Stalin, sıradan insanı tanır, onun sorunlarını dert eder, onun kaderini onunla birlikte yaşardı ki bu, onun büyüklüğünün en yüce kanıtıydı.

Stalin, eğitim yolculuğunda herkesin geçtiği duraklardan geçmiş bir isim değildi. Bundan daha fazlasıydı. O, derinlemesine düşünen, okuduğu her şeyi idrak eden, bilgi nereden gelirse gelsin ona kulak veren biriydi. Onun kadar saldırıya ve iftiraya uğrayan çok az kudretli insan vardır. Ama gene de o, nezaketini ve dengesini nadiren kaybederdi. Ayrıca maruz kaldığı saldırılar onu inançlarından asla uzaklaştırmaz, doğru olduğunu bildiği konumları terk etmesine kesinlikle sebep olmazdı. Hakir görülen az sayıda insan gibi Stalin de önce Rusya’yı ırksal önyargıları yeneceği yola soktu, onu 140 halk grubunun özgün yanlarını yok etmeden, bu gruplardan oluşan bir millet hâline getirdi.

İnsanlara dair derin yargılara sahipti. Dünyayı, özellikle Amerika’yı kandıran Trotskiy’deki gösterişçiliği ve teşhirciliği erkenden gördü. Bugün ABD’deki Liberallerin tüm terbiyesiz ve aşağılayıcı tutumu, Trotskiy’nin dünya çapında yürüttüğü muhteşem yalan propagandasını safça kabul etmemizin sonucu. Stalin, bu propagandanın karşısında kaya gibi durdu, sağa sola sapmadan, ülkesini Trotksiy’nin önerdiği sahte sosyalizme değil, gerçek sosyalizme doğru taşımayı sürdürdü.

İktidardayken Stalin, üç kez önemli kararlar almanın eşiğine geldi ve üçünde de muhteşem kararlar aldı: İlki köylüler sorunu, ikincisi Batı Avrupa’nın saldırısı, üçüncüsü de İkinci Dünya Savaşı ile ilgiliydi. Yoksul Rus köylüsü, çarlık rejiminden, kapitalizmden ve Ortodoks Kilisesi’nden en fazla mağdur olmuş kesimdi. O küçük beyaz babadan çok kolay vazgeçti. Onun ikonalarına kolayca ama somutta idrak edilecek biçimde sırt döndü. Gelgelelim, kulakları, toprak sahibi zengin çiftçileri, kapitalizme inatla bağlı kaldılar. Bunlar devrimi mahvetmek üzereyken, Stalin ikinci devrimi riske attı ve kırsaldaki kan emicileri silip süpürdü.

Sonra sıra ülkeye yönelik müdahaleye geldi, Büyük Buhran’ın ortadan kaldırdığı, tüm milletlerce gerçekleştirilecek saldırı tehdidini Hitlerizm yeniden gündeme getirmişti. Sovyetler Birliği’ni Batı Avrupa ve ABD denilen iki ateş arasından Stalin geçirdi. Batı Avrupa ve ABD, Sovyetler’i Hitler’e satmak istiyordu, ama sonra İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyetler’in kapısını çalıp ondan yardım dilendiler. Stalin büyük bir insan olmasaydı, Münih’ten intikam almak isterdi, ama ondaki irfan, vatanı için adalet talep etmekle yetindi. Roosevelt bu adaleti vermeye yanaştı, ama Churchill geri durdu. İngiliz İmparatorluğu’nun önerisi, Hitler Sovyetler’i ezerken, önce gidip Afrika ve güney Avrupa’da sahip olduğu konumu geri elde etmek üzerine kuruluydu.

İkinci Cephe işi ağırdan aldı, ama Stalin, zerre tereddüt etmeden, ilerleyişini sürdürdü. Hitler ve Mussolini diktatörlüklerini ezip geçmek için sosyalizmin tümüyle yıkılması riskini göze aldı. Stalingrad sonrasında Batı Dünyası ağlasa mı alkışlasa mı, bilemedi. Zaferin Sovyetler Birliği’ne maliyeti korkunç düzeydeydi. Bugüne dek Sovyet dışı dünya, çekilen acıyı, yaşanan kayıpları ve yapılan fedakârlıkları hiç bilmedi. Stalin, o sakin ve sert liderliğiyle, başka yerlerde olmasa bile, tüm Rusya halkları şahsında, kendisine yönelik derin hayranlığa yol açan bir isim.

Sonrasında gündeme barış sorunu geldi. Avrupa ve Amerika için de zor olan bu sorun, Stalin ve Sovyetler için daha zordu. Dünyanın geleneksel yöneticileri, Stalin’den de Sovyetler’den de nefret ediyor, onlardan korkuyor, sadece bu sosyalizm girişiminin nihai olarak başarısız olduğunu görmek istiyorlardı. Ayrıca Japonya ve Asya’ya yönelik korku da aynı ölçüde gerçek bir korkuydu. Bu sebeple, ele diplomasi silâhı alındı ve bu silâh Stalin’e doğrultuldu. Bu saldırının mağduru olan Stalin, eğitimli ve besili aristokrasinin temsil ettiği İngiliz emperyalizmiyle bir konferansa çağrıldı. Konferansta elli yıldır dünyadaki en liberal liderin temsil ettiği, o muazzam zenginliği ve potansiyel gücüyle Amerika da vardı.

Burada Stalin, gerçek büyüklüğünü ortaya koydu. Ne hasımları karşısında ezilip büzüldü ne de onlara horozlandı. Ne had bilmezlik etti ne de teslim oldu. Roosevelt’in dostluğunu, Churchill’in saygısını kazandı. Ne kendisinin ve ülkesinin aşırı ölçüde övülmesini istedi ne de intikam talep etti. Makul ve uzlaşmacıydı. Fakat zaruri gördüğü hususlarda hiç esneklik göstermedi. Sovyetler’e hakaret etmiş olan Milletler Cemiyeti’ni yeniden diriltmek istiyordu. Japonya’nın o vakitler Sovyetler Birliği için bir tehdit oluşturmamasına ve savaş İngiliz İmparatorluğu ile Amerikan ticareti için ölüm anlamına gelme ihtimali bulunmasına rağmen, Japonya ile savaşmaya niyetliydi. Öte yandan, Stalin’in kararlı bir duruş sergilediği iki temel konu vardı: Clemenceau’nün “Karantina Kuşağı” adını verdiği, komünizmin yayılmasına mani olmak için teşkil edilen, bir tehdit görülüp ondan çalınan toprakların Sovyetler’e iadesi. Ayrıca Balkanlar, Batı’nın topraklar üzerinde tekel olup sömürmesi karşısında çaresiz bırakılmamalıydı. İşçiler ve köylüler söz sahibi olmalıydı.

İşte bugün o mezarda, uluyarak ortalığı velveleye veren, kuduz olmuş Batı’nın ciğeri beş para etmez adamlarının hedef alıp durduğu insan yatıyor. Hayattayken üzerine çalışılmış hakaretlere sürekli maruz kalmış olan Stalin, kendi sorumluluğu dâhilinde ağır ve acılara yol açan kararlar almak zorunda kaldı. Onun ödülü, sıradan insanın onu vakarla alkışlamasıdır.

W. E. B. Du Bois
16 Mart 1953
Kaynak

0 Yorum: