İngiliz yazar H. G. Wells’in 23 Temmuz 1934 günü
Stalin’le yaptığı röportaj[1] bugüne, bugünün soluna dair çok şey söylüyor.
Bugün sosyalist hareket, Wells çizgisindedir ve iliklerine kadar Stalin
düşmanıdır.
Stalin’in teknik aydınlar, birey, liberalizm bağlamında söyledikleri, bugünün sosyalistlerinin tüylerini diken diken edecek cinstendir. Zira artık mesele, sosyalistlerin birer tüye dönüşmüş olmasıdır.
Röportajda anlaşıldığı kadarıyla, Sovyetler’deki yazarlarla ilişki kurmanın
derdinde olan Wells, aslında bir casus olarak faaliyet yürütmektedir.
“Devletin burjuva dünyasındaki işlevlerini
unutmamalıyız” diyen Stalin, o röportajda, hep dile getirdiği biçimiyle,
Lenin’in öğrencisi olarak konuşuyor. Lenin ise “sosyalizmin parça parça
gerçekleştirilmesine dair cahilane ve gerici ütopya, ümitsiz bir vakadır”
diyor.[2] Bugünün sosyalist hareketi, o “cahilane ve gerici ütopya”yı
savunmaktan başka bir şey yapmıyor. Ajanlaşıyor.
Küçük burjuva, kendisine yönelik eleştiriye çocuk gibi
cevap geliştiriyor. Eski bir tepkiydi; çocuğa bir şey dediğinizde o da avcunu
gösterir, “Ayna ayna! Sensin o!” derdi. Bir de çocuklar elleriyle gözlerini
kapattıklarında, görünmediklerini düşünürlerdi. Bugün
küçük burjuva eleştirisi, ancak bu tür bir çocuklukla karşılanabiliyor. Stalin’in ve
Lenin’in küçük burjuvaziye dair ikaz ve eleştirileri, bu ayna yöntemiyle
savuşturulmaya çalışılıyor. O ikazlar ve eleştiriler yüzünden Stalin ve Lenin,
her gün katlediliyor.
Çünkü küçük burjuva, öznelliğinin, iradesinin ve
pratiğinin burjuvazi ve devlet aynasında, suretinde imal edildiği, onun
şahsında mücadelenin içerisinde devletin ve burjuvazinin ilerlediği gerçeğini
gizlemeye, böylelikle, rahatça ve huzur içerisinde yoluna bakmaya çalışıyor. Bu
gerçek, her durumda ve her fırsatta ifşa edilmeli. O aynalar kırılmalı. Ne tür
ödünlerle, hangi çanaklar için lüks mahallelerin sakini olunduğu, ikrar
edilmeli. O mahallelerde kurulan sol karargâhlar, bombalanmalı.
O lüks mahallelere “biz sosyalist olarak bir mahalleye
yerleşelim, güzel yaşayalım, herkes bizi, bizim güzel yaşantımızı görüp
sosyalist olsun” diyen kişilerin peşine takılarak girildi. O yürüyüşe ütopik sosyalizmi
Marksizme karşı savunanlar çobanlık etti, böylelikle, deniz manzaralı lüks
mahallelerin sakini olundu. Birey ve insan putuna ibadet edildi.
O mahalleler, bugün genişliyor, şehri sakinleştirmek, hafifletmek, ufaltmak istiyor. Özel siteler içine hapsolmuş zenginler, malikanelerine uygun bir İstanbul istiyorlar. Kentsel dönüşüm, yeşil dönüşüm ve dijital dönüşüm, bu bağlamda gerçekleşiyor. Tam da bu yüzden yoksula, işçiye ve ezilene “böyle olmak senin tercihin” deniliyor. Tercih denilen şey, liberal bir yerden yüceltiliyor. O oluşun maddi zemini sorgulanmıyor, sorumluluk alınmıyor, o maddiyata karşı maddi güç oluşturulmuyor. Yoksul, işçi ve ezilen, bir başına ve biçare bırakılıyor. Tercih denilen kutsallıktan bahsederek, sorumluluklar çöpe atılıyor. Sol, yoksulun elindeki üç kuruşluk eve çökme amacı güden operasyon olarak kentsel dönüşüme suç ortaklığı yapmaya mecbur.
Çünkü bugün “Böyle olmak senin tercihin” diyen kişi, ortalıkta
“Marksistim, sosyalistim” diye dolaşabiliyor. Yazdığı yazıda “işçi sınıfı öldü!”
diyebiliyor. Buna rağmen sosyalizm adına konuşabiliyor. Çünkü parası var ve
bunları yapmanın sadece kendi hakkı olduğunu düşünüyor. O, sosyalizmi işçiye,
ezilene, yoksula bırakmamak, yasaklamak
için uğraşıyor.
Çünkü kendisine tasfiye görevi verildiğini iyi
biliyor. Sömürenlerin ve zalimlerin bireyine ve insanına göre, o aynada bir
solculuk imal ediyor. O sömürenler ve zalimler, ideolojik planda sosyalisti ve
Marksisti ne diye eleştirmişse bugünün solcusu, kendisini o eleştiriye göre
yeniden kuruyor.
Güya patronlarla mücadele için kurulmuş bir site,
yoksul halka evde iklim kriziyle mücadele yöntemleri öğütlüyor. Sitenin
ardındaki solcular, iklim krizini sınıf ve sınır ötesi bir olgu olarak
pazarlama işlemine ortak oluyorlar. Patronların dünyasına hizmet ediyorlar.
Gücün ve ilerlemenin kaynağını devletten arınmış saf
burjuvazi olarak belirleyenlerle, burjuvaziden arınmış saf devlet olarak
belirleyenler arasında bir fark yok. İkisi de düzene ajanlık ve uşaklık ediyor.
İkisi arasındaki ağız dalaşına takılmamak gerekiyor. Gücün ve ilerlemenin sınırla
ve sınıfla alakalı yönleri sorgulanmayı bekliyor.
Devlet veya burjuvazi, kendisi dâhil herhangi bir şeyi
sınır ve sınıf ötesi bir olguymuş gibi pazarlamak, satmak istediğinde küçük
burjuva solu namluya sürüyor, sahneye çıkartıyor, onun sırtını sıvazlıyor. O
sol şahsında esasında devlet ve burjuvazi konuşuyor. Asıl, sınır ve sınıf ötesine
işaret edenleri konuşturanlara bakmak gerekiyor.
Sermaye, Rusya ile ilişki kuruyor. Bu sözleşmenin bir
maddesine illâki Nâzım mezarı ziyareti iliştiriliyor. Tabii ki bu ülkenin “sosyalist”
aydınları, illâki gidip o mezarın başında “En sevdiğim memleket yeryüzüdür/ Sıram
gelince yeryüzüyle örtün üzerimi” dizelerini, ağlayarak okuyorlar.[3] Çünkü
sermayenin sınırsızlığında, sınır tanımazlığında boncuk bulunması, onun nimet
olarak belirlenmesi, o sınırsızlığın işçi sınıfına kurtuluş olarak pazarlanması
gerekiyor. İşçiye-emekçiye “sen sınırları aşa aşa gezemiyorsun ama bil ki seni
o gezebilenler güçlü kılacak, seni onlar ilerletecek” deniliyor. Bu replik, her
daim küçük burjuva sola yazılıyor, ona söylettiriliyor.
Yeşil, dijital, kentsel dönüşüm, sınıfsal saldırı
olarak cisimleşiyor. Ama devlet de sermaye de bunları sınır ve sınıf ötesi,
mutlak, arınık, yüce kurtuluş yolları olarak pazarlamanın, kitleleri maniple etmenin
zaruretini görüyor. Hemen devreye küçük burjuva solu sokuyor. Sol, hemen yeşilleniyor,
dijitalleşiyor, kentselleşiyor. Bu dönüşümde, işçi-köylü iradesini tasfiye
etmiş olan sol, başkalarının iradesine kul oluyor, dönemin rengini alıyor. Dönüşümde
basit bir aparat olarak kullanılmayı içine sindiriyor.
Wells’in başta belirttiğimiz casusluğu şununla ilgili:
O, Sovyet yazarlarıyla kuracağı ilişkilerde “Çok güzel yazıyorsunuz. Batı’da
yaşasanız çok zengin olurdunuz. Bu zenginlik sizin hakkınız” demekle görevli. Wells’in Stalin’le
insan ve birey üzerinden bir tartışma yürütmesinin sebebi de burada.
Bir ara Kalaşnikof tüfeklerini icat eden Sovyet generaliyle Sovyetler’in dağılması sonrası röportaj yapılmıştı. Ona da sorulan ilk soruda aynı şey söyleniyordu. “Burada 100 dolar emekli maaşıyla geçiniyorsunuz. Oysa Batı’da olsanız, o icat ettiğiniz tüfeğin telifi sayesinde milyarder olurdunuz.” Bugün bu zoka, yeşil, dijital, kentsel dönüşüm bağlamında da sallanıyor. En çok da solcular avlanıyor. Aynı ruh hâlini ve fikriyatı sol, halk kitlelerine kabul ettirmek için uğraşıyor.
Sanayide ustalar artık çırak bulamamaktan dert
yanıyorlar. Öğretmenler, çocukların dersleri dinlemediğinden şikâyet ediyorlar.
Bu “Z Kuşağı” dedikleri, küçük burjuva solun bilinçaltı, asıl niyeti, güdüleyen
dürtülerinin yeni adı. O çocukların böyle olmasını o küçük burjuva analar-babalar
istedi. Hiçbiri, kavganın namlusuna tek bir mermi bile yetiştirmedi. Hepsi de geçmişte işçi-köylü iradesiyle hasbelkader kurulmuş bağları kesip attı.
Yeşil, dijital, kentsel dönüşüm sürecinde “artık nüfus”
olarak görülsün ya da görülmesin, emekçi halk kitleleri, kaderleriyle baş başa.
Onları yüz yıl önce olduğu gibi örgütleyecek bir sosyalist hareket yok.
İradelerini somutta ortaya koyup yeni hareketi örgütlemek onlara düşüyor.
Devletin ve sermayenin sınırsızlık-sınıfsızlık yalanına kanmayacaksa onlar
kanmayacak, sömürü ve zulmün gücüne/ilerleyişine karşı konulacaksa onlar
koyacak.
Eren Balkır
25 Mart 2024
Dipnotlar:
[1] H. G. Wells, “Marksizm vs. Liberalizm”, 23 Temmuz 1934, İştiraki.
[2] V. I. Lenin, “Belediye Sosyalizmi”, Kasım-Aralık
1907, İştiraki.
[3] Eren Balkır, “Kızıl Elma”, 3 Haziran 2016, İştiraki.
0 Yorum:
Yorum Gönder