08 Mart 2024

,

Gökkuşağıyla Kuşatılmış Mor Barikat


Her yıl takvimler 8 Mart’ı gösterdiğinde feminist hareket, tüm kadınları İstanbul özelinde meydanlara çağırıyor. İstanbul için feminist gece yürüyüşünün düzenleneceği mekân, Taksim olarak belirleniyor. Son yıllarda bu yürüyüş, güvenlik nedeniyle yasaklanarak, meydan ve İstiklal, demir bariyerlerle kapatılıyor.

Taksim Meydanı’na 2003 yılından beri feminist hareket önem veriyor. Bu meydanda yürüyüş gerçekleştirmek isteyen bir başka çevre de LGBT. Onlar, hem 8 Mart’ta hem 25 Kasım’da hem de “onur haftası”nda Taksim diye diretiyor.

Taksim, iki hareket için önemli bir mekân. Mekânın tarihteki yeri, 1 Mayıs işçi emekçi gününde gerçekleştirilen katliamlarla tanımlı. Takvim ve mekân, o özel anlamı işçi emekçi sınıflarla kazanıyor.

Feministler, 1 Mayıs için Taksim diye ısrar edip 25 Kasım ve 8 Mart’ta da Taksim diye diretse o zaman konu sadece ideolojik bir tartışma zemininden yürürdü, fakat durum bugün için öyle değil.

Feministler için 8 Mart uluslararası kadın dayanışma günü. Sınıfsal bağlardan müstakil bir yaklaşım sergileniyor. Kadınlar günü kabul edilip “tüm” kadınlar ve LGBT alana çağrıldığında, sınıf uzlaşmacılığı ortaya çıkıyor. Bugün cinsel yönelimini açıklayan burjuvalar var, aynı zamanda holding sahibi burjuva kadınlar da var.

Tüm kadınlar, aynı alanda toplandığında, işçi, emekçi, burjuva ayrımı ortadan kalktığı gibi, sömürülen sınıfların önemli bir değeri olan dayanışma da ortadan kalkar. Feministler için “dayanışma” sözcüğünün kavram alanında kadın ve LGBT burjuvalar var. Bunu yapmak, işçi emekçi kadınlara “Sizi sömüren kadınla da barışın ve onunla dayanışma geliştirin” propagandasını yapmaktır. Fabrika işçisi bir kadın, patron kadınla; özel okul çalışanı emekçi kadın öğretmen, okul sahibi sermayedar kadınla nasıl dayanışma gösterip aynı eylem alanında buluşabilir? Bu soru çok önemli ve çarpıtmalara mahal verilmeden bunun yanıtlanması gerekir.

Bu halka ilk kez(!) “sosyalizmi” anlattıklarını iddia eden TİP’in vekili Sera Kadıgil’in İYİP lideri kadınla da dayanışma gösterebileceğini iddia ederken kullandığı argüman çok önemli ve bu hareketin temel tezi niteliğinde: “Eee, biz kadın hareketinden böyle öğrendik!” Kadıgil’in başka bir konuşmasında burjuvaziyi ve egemenleri “yaşlı, beyaz, zengin erkekler kulübü” olarak tanımlaması da feminist hareketin ona öğrettiği kimlikçiliğin tezahürüdür. Aynı hareket, kadınlara başka neyi salık veriyor?

+90 adlı emperyalist YouTube kanalına konuşan bir kadın, bedenini pazarlamanın feminist hareket içinde de kabul gördüğünü, kendisinin de politik bir insan (feminist) olduğunu söylüyor. Feminist hareket, başka ne öğretiyor? Paternalist (babacıl burjuvazi) sermaye anlayışından yola çıkarak patriyarka kavramını öne sürüyor, “ataerkil kapitalizm” diye kavram üretiyor.

Kapatılma/salgın döneminde yalılara çekilen burjuva kadınlar, “Evde kalın, ev çok rahat” derken işçi ve emekçi kadınlar ev kiralarını ödeyebilmek ve yaşamlarını sürdürebilmek için çarkları çeviriyordu. Aynı burjuva kadınlardan hiçbiri proleter kadınlarla dayanışma göstermedi. Burjuva ahlakını yaşatan başka bir kadın da havalimanı çalışanı emekçi bir kadını hor görüp onu rencide etmişti. Mesela Nazi Almanya’sında Hitler’e gelen en büyük desteklerden birini sermayedar kadınların sunduğu gerçeği patriyarkayla açıklanabilir mi? Aynı dönemde Sovyet kadınları, Hitler faşizmine karşı anayurtlarını savunuyordu, Yahudi kadınlar katlediliyordu. Aynı dönemde bunların yaşanması patriyarkayla açıklanabilir mi?


Feminist hareketin ve LGBT hareketinin sınıfsal çelişkilerle bir sorunu yoktur. Böyle olsaydı, onları 1 Mayıs için Taksim diye diretirken ya da “kadınlar ve gençler” diye reformist ve liberal solun yücelttiği kesimleri, işçi direnişlerine kitlesel şekilde destek verirken görürdük. Eğer mesele patriyarkaysa işçi emekçi “erkek” olduğu için desteklenmiyorsa o zaman feminist hareketin patriyarka eleştirisini sahiplenen parti ve sendikaların feminist kadınları neden Maltepe’de 1 Mayıs kutlamaya gider? Belirledikleri dolgu 1 Mayıs alanına LGBT de gidiyor.

Burada ideolojik bir saldırı var. Taksim özelinde saldırı sınıf ideolojisine yönelik gerçekleştiriliyor. Öyle olmasa sendikaların kadın meclisleri, 1 Mayıs 77’de katledilen işçi emekçi kadınları anmak için Kazancı Yokuşu’na gitmezdi. Taksim’den “kovulmaya” çalışılan işçi emekçi sınıfın ideolojisi ve mücadelesidir.

Mekân, ideolojinin ve tarihin somutlanma görevini yürütür. Bu anlamda bellek, değer, mücadele alanı anlamı taşır. Feministlerin dil çarpıtmalarından etkilenen başka bir çevre de işçi sınıfının biricik gazetesidir. Onlar için de Taksim diye ısrar etmek “fetişizmdir”. Bu kavramın kullanılması bile onların, feminizmi sınıfsal açıdan eleştirdikleri iddiasıyla çelişir.

Konu dilden açılmışken, feminist ve LGBT hareket kavramlar ve sloganlarla da oynamaktadır. “Faşizme karşı omuz omuza”, “Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan”, “İşçilerin öfkesi/birliği/ateşi sermayeyi yakacak” vb. sloganlar; ataerkillik eleştirisi adı altında pespaye biçimde argo kavramlarla yeniden üretiliyor. Feminizmi ve solu saran mor barikatın hakikati LGBT’nin tedrisatından geçiyor. O LGBT de “onur” yürüyüşü adı altında emperyalizmin büyükelçilerini Taksim’e çıkarıp onlarla feministleri, reformistleri, radikal demokrasi hareketini, sendikaları bir alanda toplayıp mekân özelinde tarihe, değerlere, bedellere, yurda, insanımıza bir gökkuşağı çekerek onların rengini kapatıyor.

Taksim’e de insanımıza da rengini veren anti-emperyalizmdir. O hattın rengi de kızıldan geçer. Renkler onlara yüklenen anlamlarla değer kazanır, kavramlar da mekânlar da öyle.

Her yıl, “Sonraki yıl Taksim’deyiz” diyen sendika ve meslek odaları, şimdiden peşin hüküm vererek konuşacak olursak yine sınıf uzlaşmacılığı sergileyerek Maltepe, Yenikapı ya da Bakırköy'ü seçecek. Sınıfa ihanet bu şekilde gerçekleşiyor. Kitlesellik yakalanmayınca da “Arife gününe denk geldi, tatil vardı, insanlar çok geriye çekildi...” gibi çarpıtmacı söylemleri geliştirecekler.

Buradan çıkan bir sonuç daha var ve önemli: Yıllardır LGBT’yi, Kürd’ü, feministleri sınıf hareketine dâhil edeceğini ve onlara sınıf bilinci kazandıracağını iddia eden sol çevrelerin bizatihi kendileri sınıf uzlaşmacılığına kapıldılar. O yol da emperyalizmin açtığı kulvardan ilerliyor. Bu solların da yaptığı popülist siyasetten öteye gidemez. Böyle bir kadın hareketinin “aydınlık yarınları" getireceğini söyleyenler, çölde serap görüyorlar. Bizi yarına taşıyacak tek gerçek, sınıf mücadelesidir..

İnsanımıza özgürlük teorileri adı altında bedenlerini pazarlamasının önerilmesi, emperyalizmin büyükelçileriyle kol kola “onur” yürüyüşüne gitmesinin propaganda edilmesi, ırkçı gerici parti liderlerini ve patronları “kız kardeş kabul edin” diye çağrıda bulunulması, en başta işçi emekçi kadınlara ihanettir. Böyle bir hareketin de burjuva ideolojisi olduğu gerçeği gayet açıktır.

Büyükelçilik binalarına LGBT bayrağı asanlar, LGBT’ye dolarlarını hibe eden gıda zinciri emperyalist tekeller, aynı zamanda onların ileri karakolluğu görevini yerine getiren siyonistlere de destek çıkıyor. O siyonistler de Filistinli kadınları ve çocukları katlediyor. İşçi, emekçi, Filistinli kadınların kanının rengi neyse 8 Mart’ın rengi de odur. Sınıfsal çelişkilerin, yapılmayan öğretmenlik atamalarının, yayılan depresyonun sonucundan dolayı intihar eden kadınların da kanının rengi Iraklı ve Filistinli kadınlarınkiyle aynıdır. O yüzden, bugün işçi sınıfının emek mücadelesi, Filistin’in özgürlük yürüyüşü onurdur. Onuru da erdemi de hak aramayı da kazandıracak tek gerçek, sınıf bilinciyle vücut bulan mücadeledir.

Yayılmaya çalışılan propaganda tutmayacak: “Kadın hakkında kadın, Kürt hakkında Kürt, Alevi hakkında Alevi, LGBT hakkında LGBT tartışma yürütebilir!”. Bu argüman safsatadan ibarettir, çünkü proletarya bir kimlik değildir ve emperyalist aşamadaki günümüz dünyasında insan duygularından kavramlara kadar hiçbir şey sınıfsal temelden azade değildir. İşçi sınıfını diğer kimlikler gibi kimlik kabul etmek ya da diğer kimliklerin mücadelesini işçi sınıfından bağımsızlaştırmak, olsa olsa sömürüye daha fazla kapı açmaktır. O kapıyı açanlar da feminist hareket, LGBT, radikal demokratlar, reformist ve reformistleşen sol ve bir bütün olarak sendikalar ve meslek odalarıdır. Bu çevrelere de yanıtı halk sınıflarının kadınları vermektedir. Akbelen’deki kadının bedeni, sarıldığı ağaçta anlam kazanır ki bu çevreler ancak onunla fotoğraf çektirip yayınlarında ajitasyon yapmaya çalışır. 8 Mart için alana getirebildikleri tek işçi emekçi kadın, Tarlabaşı ve Dolapdere’den gelen beyaz yazmalı Kürt analarıdır. Cihangir ile Tarlabaşı Taksim’de böyle barıştırılır. Bu da en başta yine ezilen kadınların tarihine sırt dönmektir.

Bir temizlik işçisi ve gündelik işlerde çalışan bir emekçi kadın, o rengarenk boyanan feminist bedenlerle yan yana gelmez ama bir fabrikada cinsiyeti fark etmeksizin işçiler birlikte greve çıkar. O kadınlar grev alanında çay içer, Taksim’e yuvalanmaya çalışan cinsel kimlik hareketleri eylem sonrası bar meyhane masalarını doldurup hem mekân sahibiyle dayanışma gösterir hem de bireyci anarşizmin verdiği ruh hâliyle “zaferini” kutlar.

Son olarak, 8 Mart özelinde feminist ve LGBT hareketin savunduğu “uluslararası dayanışma” kavramının hayattaki karşılığına bakmak gerekir. Aksa Tufanı’nın başladığı gün, esir alınan yabancı bir kadının görüntüleri medyaya servis edildiğinde bu çevreler “haklı” olarak Hamas’a tepki vermişti, işgal ve ilhak edilerek sömürülen bir ülkede müzik festivali düzenleniyordu. Meselenin, ilgili kadın için tepki vermek olmadığı ilerleyen günlerde ortaya çıktı. Siyonistler, 13 bin çocuğu ve kaç bin kadını katletti. Ne eğitim sendikalarından ne feministlerden ses çıktı. İHD, büyükelçilik önünde protesto gerçekleştirmedi çünkü onun en önemli sözcüsü Eren Keskin, Musevi yurttaşlarımızı “ürkütmemek” için bunu yapmadıklarını açıkladı. Suriye’de IŞİD çeteleriyle çarpışan kadınların tüm Avrupa’da hayranlık uyandırdığının propagandasını yapan ve kendilerini kadın partisi olarak gören radikal demokrat yeşil parti, Filistinli kadınlar için tek bir basın açıklaması yapmadığı gibi, aylar sonra Filistin için düzenleyeceğini iddia ettiği mitingi iptal etti.

Siyonizm, akademisyen ve şairleri evlerinde katletti fakat demokrat akademisyenlerden ses çıkmadı. Gazze’de basın ve sağlık emekçileri katledildi, kadın ve çocuk komisyonları kuran meslek odalarından ses çıkmadı. Dahası, laiklik bayrağı yapılan ve sahnede LGBT bayrağı açtığı için sahiplenilen mikrofonlardan da ses çıkmadı. Bir bütün olarak “kadın, yaşam, özgürlük” sloganı atan feministler, Filistinli kadınlar için hiçbir protesto ve boykot düzenlemedi. Kadın meclisleri kuran sendikalar, yöneticileri de kadın ve eşbaşkan olduğu hâlde OHAL döneminde ne bir direniş gösterdiler ne de Ankara’da yerlerde sürüklendiler.

Filistinli kadınlar için neden sesleri çıksın? Filistin’de aile var, onu siyonistler katlediyor; İran’da aile var, onu parçalamak için desteklenen Mehsa Emini sadece bir “bahane”den ibaret. Feminist hareket müsterih olsun, emperyalizm ve kapitalizm aileyi parçalıyor. Bu durumda nasıl bir patriyarka ya da ataerkil kapitalizm eleştirisi oluşuyor! Şimdi bu toplamdan sonra feminist hareket için burjuva ideolojisi denemez mi? Kendi içinde bile tutarsız bir hareket.

Sadece kitlesel diye destek olunan bu ideolojinin saldırısına meydan vermeden ilkelerin hiçe sayılmasına izin vermeyeceğiz. Sonuç olarak, kadın mücadelesi ülkeyi kurtaracak umudu ve propagandası sadece nicelliğe bakılarak yapılan saptamadır. 1 Mayıs’ı çalışma bakanıyla ve Mustafa Ceceli’yle kutlamakla (Memur-Sen) “tüm” kadınları 8 Mart için Taksim’e çağırıp mor ve gökkuşağı dışında renge sahip (baş harfi kızıl) pankart açılmaması yönünde dayatma yapmak aynıdır.

Sınıf temelli bir kadın hareketinden beklenen, 8 Mart haftası tekstil atölyelerine ve kadın emekçilerin çalıştığı iş yerlerine gidip propaganda yapması ve katledilen kadın işçi emekçilerin fotoğraflarını taşıyarak yürüyüş gerçekleştirmesidir. Kazancı Yokuşu’nda katledilen kadınları 8 Mart’ta anıp 1 Mayıs’ta Taksim diye diretmesidir. Nitekim, sendikaların ve meslek odalarının başkanları da kadın.

Doğrudur, kadın mücadelesi çok değerlidir ancak sınıf mücadelesi içinde yer alıp mücadeleye ivme kazandırarak kimlik siyaseti yapmadığı sürece. Sınıfsız sömürüsüz bir düzen için meşale olan kadınlarla yürüyenlere ve o kadınlara saygıyla.

S. Adalı
8 Mart 2024

0 Yorum: