Her yıl takvimler 8 Mart’ı gösterdiğinde feminist
hareket, tüm kadınları İstanbul özelinde meydanlara çağırıyor. İstanbul için
feminist gece yürüyüşünün düzenleneceği mekân, Taksim olarak belirleniyor. Son
yıllarda bu yürüyüş, güvenlik nedeniyle yasaklanarak, meydan ve İstiklal, demir
bariyerlerle kapatılıyor.
Taksim Meydanı’na 2003 yılından beri feminist hareket
önem veriyor. Bu meydanda yürüyüş gerçekleştirmek isteyen bir başka çevre de
LGBT. Onlar, hem 8 Mart’ta hem 25 Kasım’da hem de “onur haftası”nda Taksim diye
diretiyor.
Taksim, iki hareket için önemli bir mekân. Mekânın
tarihteki yeri, 1 Mayıs işçi emekçi gününde gerçekleştirilen katliamlarla
tanımlı. Takvim ve mekân, o özel anlamı işçi emekçi sınıflarla kazanıyor.
Feministler, 1 Mayıs için Taksim diye ısrar edip 25
Kasım ve 8 Mart’ta da Taksim diye diretse o zaman konu sadece ideolojik bir
tartışma zemininden yürürdü, fakat durum bugün için öyle değil.
Feministler için 8 Mart uluslararası kadın dayanışma
günü. Sınıfsal bağlardan müstakil bir yaklaşım sergileniyor. Kadınlar günü
kabul edilip “tüm” kadınlar ve LGBT alana çağrıldığında, sınıf uzlaşmacılığı
ortaya çıkıyor. Bugün cinsel yönelimini açıklayan burjuvalar var, aynı zamanda
holding sahibi burjuva kadınlar da var.
Tüm kadınlar, aynı alanda toplandığında, işçi, emekçi,
burjuva ayrımı ortadan kalktığı gibi, sömürülen sınıfların önemli bir değeri
olan dayanışma da ortadan kalkar. Feministler için “dayanışma” sözcüğünün
kavram alanında kadın ve LGBT burjuvalar var. Bunu yapmak, işçi emekçi
kadınlara “Sizi sömüren kadınla da barışın ve onunla dayanışma geliştirin”
propagandasını yapmaktır. Fabrika işçisi bir kadın, patron kadınla; özel okul
çalışanı emekçi kadın öğretmen, okul sahibi sermayedar kadınla nasıl dayanışma
gösterip aynı eylem alanında buluşabilir? Bu soru çok önemli ve çarpıtmalara
mahal verilmeden bunun yanıtlanması gerekir.
Bu halka ilk kez(!) “sosyalizmi” anlattıklarını iddia
eden TİP’in vekili Sera Kadıgil’in İYİP lideri kadınla da dayanışma
gösterebileceğini iddia ederken kullandığı argüman çok önemli ve bu hareketin
temel tezi niteliğinde: “Eee, biz kadın hareketinden böyle öğrendik!” Kadıgil’in
başka bir konuşmasında burjuvaziyi ve egemenleri “yaşlı, beyaz, zengin erkekler
kulübü” olarak tanımlaması da feminist hareketin ona öğrettiği kimlikçiliğin
tezahürüdür. Aynı hareket, kadınlara başka neyi salık veriyor?
+90 adlı emperyalist YouTube kanalına konuşan bir
kadın, bedenini pazarlamanın feminist hareket içinde de kabul gördüğünü,
kendisinin de politik bir insan (feminist) olduğunu söylüyor. Feminist hareket,
başka ne öğretiyor? Paternalist (babacıl burjuvazi) sermaye anlayışından yola
çıkarak patriyarka kavramını öne sürüyor, “ataerkil kapitalizm” diye kavram
üretiyor.
Kapatılma/salgın döneminde yalılara çekilen burjuva
kadınlar, “Evde kalın, ev çok rahat” derken işçi ve emekçi kadınlar ev
kiralarını ödeyebilmek ve yaşamlarını sürdürebilmek için çarkları çeviriyordu.
Aynı burjuva kadınlardan hiçbiri proleter kadınlarla dayanışma göstermedi.
Burjuva ahlakını yaşatan başka bir kadın da havalimanı çalışanı emekçi bir
kadını hor görüp onu rencide etmişti. Mesela Nazi Almanya’sında Hitler’e gelen
en büyük desteklerden birini sermayedar kadınların sunduğu gerçeği
patriyarkayla açıklanabilir mi? Aynı dönemde Sovyet kadınları, Hitler faşizmine
karşı anayurtlarını savunuyordu, Yahudi kadınlar katlediliyordu. Aynı dönemde
bunların yaşanması patriyarkayla açıklanabilir mi?
Feminist hareketin ve LGBT hareketinin sınıfsal
çelişkilerle bir sorunu yoktur. Böyle olsaydı, onları 1 Mayıs için Taksim diye
diretirken ya da “kadınlar ve gençler” diye reformist ve liberal solun
yücelttiği kesimleri, işçi direnişlerine kitlesel şekilde destek verirken
görürdük. Eğer mesele patriyarkaysa işçi emekçi “erkek” olduğu için
desteklenmiyorsa o zaman feminist hareketin patriyarka eleştirisini sahiplenen
parti ve sendikaların feminist kadınları neden Maltepe’de 1 Mayıs kutlamaya
gider? Belirledikleri dolgu 1 Mayıs alanına LGBT de gidiyor.
Burada ideolojik bir saldırı var. Taksim özelinde
saldırı sınıf ideolojisine yönelik gerçekleştiriliyor. Öyle olmasa sendikaların
kadın meclisleri, 1 Mayıs 77’de katledilen işçi emekçi kadınları anmak için
Kazancı Yokuşu’na gitmezdi. Taksim’den “kovulmaya” çalışılan işçi emekçi
sınıfın ideolojisi ve mücadelesidir.
Mekân, ideolojinin ve tarihin somutlanma görevini
yürütür. Bu anlamda bellek, değer, mücadele alanı anlamı taşır. Feministlerin
dil çarpıtmalarından etkilenen başka bir çevre de işçi sınıfının biricik
gazetesidir. Onlar için de Taksim diye ısrar etmek “fetişizmdir”. Bu kavramın
kullanılması bile onların, feminizmi sınıfsal açıdan eleştirdikleri iddiasıyla
çelişir.
Konu dilden açılmışken, feminist ve LGBT hareket
kavramlar ve sloganlarla da oynamaktadır. “Faşizme karşı omuz omuza”, “Dönen
dönsün ben dönmezem yolumdan”, “İşçilerin öfkesi/birliği/ateşi sermayeyi
yakacak” vb. sloganlar; ataerkillik eleştirisi adı altında pespaye biçimde argo
kavramlarla yeniden üretiliyor. Feminizmi ve solu saran mor barikatın hakikati
LGBT’nin tedrisatından geçiyor. O LGBT de “onur” yürüyüşü adı altında
emperyalizmin büyükelçilerini Taksim’e çıkarıp onlarla feministleri,
reformistleri, radikal demokrasi hareketini, sendikaları bir alanda toplayıp
mekân özelinde tarihe, değerlere, bedellere, yurda, insanımıza bir gökkuşağı
çekerek onların rengini kapatıyor.
Taksim’e de insanımıza da rengini veren
anti-emperyalizmdir. O hattın rengi de kızıldan geçer. Renkler onlara yüklenen
anlamlarla değer kazanır, kavramlar da mekânlar da öyle.
Her yıl, “Sonraki yıl Taksim’deyiz” diyen sendika ve
meslek odaları, şimdiden peşin hüküm vererek konuşacak olursak yine sınıf
uzlaşmacılığı sergileyerek Maltepe, Yenikapı ya da Bakırköy'ü seçecek. Sınıfa
ihanet bu şekilde gerçekleşiyor. Kitlesellik yakalanmayınca da “Arife gününe
denk geldi, tatil vardı, insanlar çok geriye çekildi...” gibi çarpıtmacı
söylemleri geliştirecekler.
Buradan çıkan bir sonuç daha var ve önemli: Yıllardır LGBT’yi, Kürd’ü, feministleri sınıf hareketine dâhil edeceğini ve onlara sınıf bilinci kazandıracağını iddia eden sol çevrelerin bizatihi kendileri sınıf uzlaşmacılığına kapıldılar. O yol da emperyalizmin açtığı kulvardan ilerliyor. Bu solların da yaptığı popülist siyasetten öteye gidemez. Böyle bir kadın hareketinin “aydınlık yarınları" getireceğini söyleyenler, çölde serap görüyorlar. Bizi yarına taşıyacak tek gerçek, sınıf mücadelesidir..
İnsanımıza özgürlük teorileri adı altında bedenlerini
pazarlamasının önerilmesi, emperyalizmin büyükelçileriyle kol kola “onur”
yürüyüşüne gitmesinin propaganda edilmesi, ırkçı gerici parti liderlerini ve
patronları “kız kardeş kabul edin” diye çağrıda bulunulması, en başta işçi
emekçi kadınlara ihanettir. Böyle bir hareketin de burjuva ideolojisi olduğu
gerçeği gayet açıktır.
Büyükelçilik binalarına LGBT bayrağı asanlar, LGBT’ye
dolarlarını hibe eden gıda zinciri emperyalist tekeller, aynı zamanda onların
ileri karakolluğu görevini yerine getiren siyonistlere de destek çıkıyor. O
siyonistler de Filistinli kadınları ve çocukları katlediyor. İşçi, emekçi,
Filistinli kadınların kanının rengi neyse 8 Mart’ın rengi de odur. Sınıfsal
çelişkilerin, yapılmayan öğretmenlik atamalarının, yayılan depresyonun
sonucundan dolayı intihar eden kadınların da kanının rengi Iraklı ve Filistinli
kadınlarınkiyle aynıdır. O yüzden, bugün işçi sınıfının emek mücadelesi,
Filistin’in özgürlük yürüyüşü onurdur. Onuru da erdemi de hak aramayı da
kazandıracak tek gerçek, sınıf bilinciyle vücut bulan mücadeledir.
Yayılmaya çalışılan propaganda tutmayacak: “Kadın
hakkında kadın, Kürt hakkında Kürt, Alevi hakkında Alevi, LGBT hakkında LGBT
tartışma yürütebilir!”. Bu argüman safsatadan ibarettir, çünkü proletarya bir
kimlik değildir ve emperyalist aşamadaki günümüz dünyasında insan duygularından
kavramlara kadar hiçbir şey sınıfsal temelden azade değildir. İşçi sınıfını
diğer kimlikler gibi kimlik kabul etmek ya da diğer kimliklerin mücadelesini
işçi sınıfından bağımsızlaştırmak, olsa olsa sömürüye daha fazla kapı açmaktır.
O kapıyı açanlar da feminist hareket, LGBT, radikal demokratlar, reformist ve
reformistleşen sol ve bir bütün olarak sendikalar ve meslek odalarıdır. Bu
çevrelere de yanıtı halk sınıflarının kadınları vermektedir. Akbelen’deki
kadının bedeni, sarıldığı ağaçta anlam kazanır ki bu çevreler ancak onunla
fotoğraf çektirip yayınlarında ajitasyon yapmaya çalışır. 8 Mart için alana
getirebildikleri tek işçi emekçi kadın, Tarlabaşı ve Dolapdere’den gelen beyaz
yazmalı Kürt analarıdır. Cihangir ile Tarlabaşı Taksim’de böyle barıştırılır.
Bu da en başta yine ezilen kadınların tarihine sırt dönmektir.
Bir temizlik işçisi ve gündelik işlerde çalışan bir emekçi
kadın, o rengarenk boyanan feminist bedenlerle yan yana gelmez ama bir
fabrikada cinsiyeti fark etmeksizin işçiler birlikte greve çıkar. O kadınlar
grev alanında çay içer, Taksim’e yuvalanmaya çalışan cinsel kimlik hareketleri
eylem sonrası bar meyhane masalarını doldurup hem mekân sahibiyle dayanışma
gösterir hem de bireyci anarşizmin verdiği ruh hâliyle “zaferini” kutlar.
Son olarak, 8 Mart özelinde feminist ve LGBT hareketin
savunduğu “uluslararası dayanışma” kavramının hayattaki karşılığına bakmak
gerekir. Aksa Tufanı’nın başladığı gün, esir alınan yabancı bir kadının
görüntüleri medyaya servis edildiğinde bu çevreler “haklı” olarak Hamas’a tepki
vermişti, işgal ve ilhak edilerek sömürülen bir ülkede müzik festivali
düzenleniyordu. Meselenin, ilgili kadın için tepki vermek olmadığı ilerleyen
günlerde ortaya çıktı. Siyonistler, 13 bin çocuğu ve kaç bin kadını katletti.
Ne eğitim sendikalarından ne feministlerden ses çıktı. İHD, büyükelçilik önünde
protesto gerçekleştirmedi çünkü onun en önemli sözcüsü Eren Keskin, Musevi
yurttaşlarımızı “ürkütmemek” için bunu yapmadıklarını açıkladı. Suriye’de IŞİD
çeteleriyle çarpışan kadınların tüm Avrupa’da hayranlık uyandırdığının
propagandasını yapan ve kendilerini kadın partisi olarak gören radikal demokrat
yeşil parti, Filistinli kadınlar için tek bir basın açıklaması yapmadığı gibi,
aylar sonra Filistin için düzenleyeceğini iddia ettiği mitingi iptal etti.
Siyonizm, akademisyen ve şairleri evlerinde katletti
fakat demokrat akademisyenlerden ses çıkmadı. Gazze’de basın ve sağlık
emekçileri katledildi, kadın ve çocuk komisyonları kuran meslek odalarından ses
çıkmadı. Dahası, laiklik bayrağı yapılan ve sahnede LGBT bayrağı açtığı için
sahiplenilen mikrofonlardan da ses çıkmadı. Bir bütün olarak “kadın, yaşam,
özgürlük” sloganı atan feministler, Filistinli kadınlar için hiçbir protesto ve
boykot düzenlemedi. Kadın meclisleri kuran sendikalar, yöneticileri de kadın ve
eşbaşkan olduğu hâlde OHAL döneminde ne bir direniş gösterdiler ne de Ankara’da
yerlerde sürüklendiler.
Filistinli kadınlar için neden sesleri çıksın?
Filistin’de aile var, onu siyonistler katlediyor; İran’da aile var, onu
parçalamak için desteklenen Mehsa Emini sadece bir “bahane”den ibaret. Feminist
hareket müsterih olsun, emperyalizm ve kapitalizm aileyi parçalıyor. Bu durumda
nasıl bir patriyarka ya da ataerkil kapitalizm eleştirisi oluşuyor! Şimdi bu
toplamdan sonra feminist hareket için burjuva ideolojisi denemez mi? Kendi içinde
bile tutarsız bir hareket.
Sadece kitlesel diye destek olunan bu ideolojinin
saldırısına meydan vermeden ilkelerin hiçe sayılmasına izin vermeyeceğiz. Sonuç
olarak, kadın mücadelesi ülkeyi kurtaracak umudu ve propagandası sadece
nicelliğe bakılarak yapılan saptamadır. 1 Mayıs’ı çalışma bakanıyla ve Mustafa
Ceceli’yle kutlamakla (Memur-Sen) “tüm” kadınları 8 Mart için Taksim’e çağırıp
mor ve gökkuşağı dışında renge sahip (baş harfi kızıl) pankart açılmaması
yönünde dayatma yapmak aynıdır.
Sınıf temelli bir kadın hareketinden beklenen, 8 Mart
haftası tekstil atölyelerine ve kadın emekçilerin çalıştığı iş yerlerine gidip
propaganda yapması ve katledilen kadın işçi emekçilerin fotoğraflarını
taşıyarak yürüyüş gerçekleştirmesidir. Kazancı Yokuşu’nda katledilen kadınları
8 Mart’ta anıp 1 Mayıs’ta Taksim diye diretmesidir. Nitekim, sendikaların ve
meslek odalarının başkanları da kadın.
Doğrudur, kadın mücadelesi çok değerlidir ancak sınıf
mücadelesi içinde yer alıp mücadeleye ivme kazandırarak kimlik siyaseti
yapmadığı sürece. Sınıfsız sömürüsüz bir düzen için meşale olan kadınlarla
yürüyenlere ve o kadınlara saygıyla.
S. Adalı
8
Mart 2024
0 Yorum:
Yorum Gönder