11 Mart 2024

,

Zülfikar


Ne yazık ki İştirakî, solun söylemeye çekindiğini söyleyen, söylemeye mecbur olandır. Üryan haliyle, çıkarsız ve hesapsız, sadece doğruyu ve hakikati söylüyor oluşunun rahatsızlığa sebep olduğu açıktır. Ali Şeriati vurgusuyla, o, hakikati yapayalnız kalma pahasına dillendirmeye mecburdur. Ona “siz zaten yapayalnızsınız” diye küfredenler, yanıldıklarını hiçbir zaman bilemeyecekler.

Hakikat, dil bulmak zorundaydı.

2005’te Mustafa Suphi’yi, üstelik TKP’liler eliyle darağacında sallandırdılar, biz, ona küfredenlerin devletin yeni TKP’sini kurduğu koşullarda, önderimizin çıplak etini o darağacından indirip bayrak yaptık. Bugün görüyoruz ki TKP geleneğinden gelmeyenler dahi, Maria’yı da anarak sulandıranlar çıksa da, Suphilere sahip çıkıyorlar. Az da olsa birileri, onlardaki politik-ideolojik hikmeti, anlamı ve önemi sorguluyor. Bugüne hat çekiyor. Bu, tek başına önemli bir gelişme. Neticede solun, sosyalist hareketin birilerine ve güç odaklarına göre yeniden tanımlandığı, içeriklendiği döneme müdahale, Suphilerin bayrağı ile yapıldı.

Sonra çözüm süreci geldi, çattı. Ardını, arkasını, politik, ideolojik, teorik boyutlarını sorguladık. Kurulan masanın ve ürünü olan HDP’nin sınıfsal-politik niteliğine baktık. Burada da ölçümüz, Bakû’den çıkan kızıl sancaktı. O sancakta simgelenen, ezileni kanı, sömürülenin teri idi.

Bakû’yü “milliyetçiliğin, gericiliğin” kaynağı olarak gösterenlere inat, “ilerici” kabul ettikleri HDP’yi tartıştık. Bu sebeple birileri, “Bakû solu geriye çekmiştir” diye yazı yazmak zorunda kaldı. Bizi VP ve HKP ile yan yana göstermeye çalıştı. Beyhude küreklerdi bunlar. Bu ithamı dillendirenler, VP-HKP’nin ardındaki devletle anlaşmalı, akçeli işlerin kulu kölesi olmuş kişilerdi.

İğvaya, ışıltıya, koltuk önerilerine, “buyurun siz de delege olun, HDP’de grup oluşturun” kandırmacalarına, yıldıza, alkışa aldanmadan, HDP’nin getiri ve götürülerini Marksizm-Leninizmin terazisinde tartmaya çalıştık. Alan açılan solun ve başka kesimlerle ilişkilendirilen solun niteliğini sorguladık. “Ben, devleti yeniden inşa ediyorum. Kürtleri de devlete yerleştiriyorum” sözünü kitaba dökülmeden önce duyduk, anlamaya çalıştık. O devleti yeni dönem bağlamında sorguladık.

Sonra Gezi geldi. Halkın kavgasının içinde olup içinde düşündük, içindeyken yazdık. Park forumlarını, o kalkışmanın sınıfsal-politik niteliğini, menzilini-ufkunu sorguladık. Kurulan forumların birer seçim ofisine dönüştürülmesine itiraz ettik. “Adayımız Ethem Sarısülük!” dedik. Hep “Parti olsa ne yapardı?” diye düşündük. Anarşist, liberter, liberal, sosyal demokrat sulara teslim olanlara inat, Marksist-Leninist olma derdi ve kavgasıyla yürüdük. Ethem’in ve diğer gençlerin cenazesinde biriken, direnen kitleyle düşünüp hareket ettik. O gençlerdeki iradeyle sandıkları patlatmak istedik. Seçim süreciyle Gezi’nin akamete uğramasına karşı çıktık. CHP’nin ve düzenin dümen suyuna girenleri eleştirdik. Marksizmde bahsi edilen “kretinizm”e kul köle olunmasına karşı çıktık.

Gezi ile birlikte Kürd ve Müslüman’a yönelik düşmanlığın bileylendiğini gördük. Özellikle, İslam düşmanlığındaki sınıfsal ırkçılığı ve faşizmi tespit edip eleştirmeye çalıştık. AKP karşıtlığının açmazlarını, çıkmaz sokaklarını tartıştık. CHP kucağının komünist hareketi getirip bırakacağı yere işaret ettik. Bölgedeki Müslüman direncinin farklı boyutlarını sınıfsal-politik düzeyde idrak etmeye çalıştık. Emperyalizmin oyunlarına vurgu yaptık. Halkların iradesini küçük burjuva düzeyde pazarlık konusu kılanları eleştirdik. Açılan devrimci hattı anlamak için uğraştık.

Sonra herkes, CHP’li oldu. CHP muhalefeti, Fuat Avni’den Sedat Peker’e uzanan hat, sosyalist hareketin bilincini belirledi. Bu bilinci mecburen eleştirdik. Solun bu süreçte kadrolarını gazeteciliğe ve akademisyenliğe teslim edişine karşı çıktık. O gazetecilerle ve akademisyenlerle, militanlık ve kadro olmak adına, uğraştık. Lenin’in vurgusuyla, Ekim Devrimi varsa artık küçük burjuvazi en iyi hâliyle ajan ve uşak olabilirdi. O uşaklığı ve ajanlığı Ekim karşıtlığında arayıp bulduk. 2005-2007 momenti sonrası gelişmeleri o uşaklaşma ve ajanlaşma bağlamında okuduk.

Sonra pandemi geldi. Onun da sınıfsal-politik ve ekonomi-politik boyutlarını anlamaya çalıştık. Herkes, tekellerden ve onların yerli uşaklarından gelecek emirleri beklerken, biz maskeyi, aşıyı, kapanmayı, sınıfsal ve ekonomik boyutlarıyla analize tabi tutmak için uğraştık. “Sağcı, cahil, geri” olarak görülen halk kitlelerinin tepkilerine örgütlendik. Burjuvazinin yüce bilim tanrısına tapan solcuların ve sosyalistlerin ajanlığını ve uşaklığını sorguladık. Bunun AKP sayesinde açığa çıkma ve meşrulaşma imkânı bulan halk, işçi ve ezilen düşmanlığının neticesi olduğunu gördük. O düşmanlığa karşı durduk.

Sol, laikliği sorumluluktan ve yükten kurtulmak olarak anladı. Teslim oldu. Biz, üç beş avukat veya mühendis, bu işler sayesinde kesesini büyütsün, daha fazla müşteri bulsun diye değil, kentsel dönüşümün, dijital dönüşümün ve yeşil dönüşümün kitlelerde yol açacağı öfkeye örgütlenmenin, onu örgütlemenin yollarını hep birlikte bulalım diye bu meselelerle ilgilendik. Buradaki mesele, ne gazetecilikti ne de akademisyenlik. Devletin bekçilerini ve sermayenin kâhyalarını bu dönüşümler bağlamında sorguladık. Hiçbir olguyu kendi hanemize kapatmak, mülk edinmek için ele almadık. Tüm kolektif komünist hareket içinde ve orada olarak düşünüp yazdık.

Feminizm, lubunizm ve veganizmi de emperyalizm ve onun ajanları/uşakları bağlamında tartıştık. Bu üç ideolojinin ardındaki somut sınıfsal-ekonomik güçleri, para kanallarını, onların dövdüklerini ve o dayağı neden attıklarını sorguladık. “O müthiş bahtiyarlıkla, gideni ve gelmekte olanı”, AKP karşıtlığının büyüsüne ve halesine kapılmadan, anlamaya çalıştık. Bu, ajanların ve uşakların ortaya koyamayacağı bir çabaydı. O ajanlar ve uşaklar, saldırıdan da pandemi sonrası somutlaşan halk düşmanlığından da nemalanmanın yollarını arıyorlardı.

İştirakî’nin bu kısa ve özet hikâyesinde bir eksik parçadan bahsetmek gerekiyor. O, hem kılıç kesmesin diye kılıcın kabzasını tutanlarla hem de o kılıca bir süre sahip çıkıyormuş gibi görünüp başka güçlere işmar edenlerle, onlara mesaj gönderenlerle uğraşıyor. “Tasfiye” derken, bu iki kesimin yapıp ettiğinden bahsediyoruz.

Misal, SDP’de ufak bir ayrışma oluyor, hemen bir vekili, Twitter’dan bizi takibe alıyor. Biz anlıyoruz ki birileri, bizim üzerimizden bir yerlere mesaj iletiyor. Misal, gene bir gün bir başka vekil, Ahmet Şık, Twitter’dan bizi takibe alıyor, birkaç gün sonra bu HDP vekili, partisini eleştiriyor. Bu vekillere başka vekiller, başka isimler ekleniyor. Bir yere mesaj göndermek isteyen, yalandan İştirakî’ye işaret ediyor. İştirakî, zarfın üzerine konulan bir işaret olarak kullanılıyor. İçindeki mesajın bizi ilgilendiren bir tarafı bulunmuyor. Biz biliyoruz ki bu kişi ve kurumların İştirakî’de somutlanan eleştiri pratiğiyle hiçbir ilişkisi yok.

Küçük burjuvalar, İştirakî eleştirisinin yanında görünüp o eleştirinin harından kaçtığını sanıyorlar. Ya da o eleştiriyi bireyselleştirip altını oyarak, ondan kurtulacakları zehabına kapılıyorlar. Oysa Zülfikar’ımız, olduğu yerde duruyor, bu tür saldırılarla daha da bileyleniyor. Bu tasfiye girişimlerinin sınıfsal ve politik boyutları kişiselleştirilmeden, nesnel zeminde sorgulanmak zorunda. Bazı örgütlerin yanımıza yöremize iliştirdikleri embedded aparatçiklerin sebebi ve o sebebin ardındaki sınıfsallık da sorgulanmalı.

Bugün sosyalist hareket, şeflerinin ajanlaşıp uşaklaştığını gören kadrolarını korumak adına, bazen İştirakî’den yanaymış gibi poz kesiyor, bazen de onu tasfiye etmek için uğraşıyor. Her iki durumda da eleştirinin özünü anlamayacak bir yere savruluyor. Parmağı kırmak için uğraşıyor, işaret ettiği yere küfrediyor.

İştirakî’ye “sizi eylem alanında görelim” diyenler, aslında şunu demiş oluyorlar: “Söyledikleriniz doğru olabilir, ama pratik gerçekte insan, mecburen revizyonist, reformist ve oportünist oluyor. Siz de o gerçeğe girdiğiniz de öyle olacaksınız.” Buradan da “sizin sırtınızda yumurta küfesi yok tabii” cevabı iliştiriliyor. Ad hominem, mantıksal safsata üzerine kurulu, teoriyle ve teori içinden düşünememenin sonucu olan fikirler savruluyor. Kimse, o yumurta küfesinin sahibini, yumurtaların neden kırılmaması gerektiğini, küçük burjuva özneliğin bugün ne anlama geldiğini, sınıfsal boyutunu sorgulamıyor. Lenin’in dediği gibi “(bu ahmak Narodnikler) teorinin de bir pratik olduğunu anlamıyorlar.”

Ezilenin-sömürülenin devrimci iradesi olarak komünist siyaset, o solculuğa vurmadan alan bulamıyor. Sınıfınıza ve küçük burjuva varlığınıza yakıştırmadığınız İştirakî’yi hep birlikte toprağa gömelim, ama gene hep birlikte, o alanı inşa edelim, Mesele, meselemiz bu. O alan, küçük burjuva ajanlara ve uşaklara vurmadan oluşmayacak.

Eren Balkır
6 Mart 2024

0 Yorum: