21 Mart 2024

,

Eşik, Gölge ve Nevruz

Geçse de yolumuz bozkırlardan/ denizlere çıkar sokaklar

 

2024 Nevruz’u Yenikapı’da gerçekleşti. Önceki yıllara göre katılım yüksekti. Kadınlar ve gençler Nevruz’a daha kitlesel bir katılım gösterdiler. Bu olumlu gelişmenin yanında yaşanan birtakım olaylar tartışmaya açık şekilde duruyor.

Alanda LGBT bireylere yönelik bir saldırı gerçekleşiyor, yüzlerine yumruk atılıyor ve alandan çıkarılmaya çalışılıyorlar. Bu sırada Musa Piroğlu’na “Hem bizi çağırıyorsunuz hem de saldırıya maruz kalıyoruz!” şeklinde tepki gösteriyorlar. Piroğlu, onları alandan çıkarmaya çalışanlarla mücadele ediyor.

İkinci olay ise kendisine “Nasyonalist Kürtler” adını veren faşist bir grubun alana gelen sol çevrelere saldırısı. Birçok sol çevreye ve bu çevrenin kadınlarına sözlü ve fiziksel saldırıda bulunuyorlar. Deniz Gezmiş’in resminin olduğu flamaları ateşe verip flamayı taşıyan çevreye saldırarak Deniz hakkında küfürler yağdırıyorlar.

Bu esnada tertip komitesi ne yapıyor? Onlar da bir gün sonra bir sayfalık bir açıklama yayınlıyor. Metnin son kısmına kadar yaşadıkları baskıya değindikten sonra egemenlerin “aparatı” (Bu sözcüğü ilgili grup hakkında geçen yılki Nevruz sonrası Akşam gazetesi de kullanıyor.) kabul ettikleri Kürt Nazisi grubun saldırılarına yer vererek tepki gösterip Deniz’in ortak değer olduğunu vurguluyorlar. Alanın her noktasında güvenliği sağlamaya çalışsalar da “yetersiz” kaldıklarını iddia ediyorlar. Saldırıya uğrayan çevre de faşist güruhun Barzanici olduğunu iddia ediyor.

Gerçek öyle mi? LGBT bireylerin alandan çıkarılmaması için Musa Piroğlu mücadele ediyor. Olaya şahit bir vekil var. Onun şahitliğinden sonra tertip komitesi platformdan çağrı yaparak bu insanlara destek olunmasını dillendirseydi, kitlede de kardeşlik ve dayanışma bağı güçlenirdi.

Gerçekte yetersiz kalınan nedir? Nazi amblemleri taşıyan grup, geçen yıl da Diyarbakır ve İstanbul Nevruz’larında görüldü. Diyarbakır’da TİP’lilere ve LGBT’lere saldırıp LGBT bayrağını yaktılar. O zaman da LGBT yayınları, tertip komitesinin müdahale etmediği eleştirisini yapmıştı. “Saldırganlar Amedspor taraftarlarıdır” denilerek geçiştirildi.

Bu faşist güruhun bu yıl da alana gelme ihtimali göz önünde bulundurulmuyorsa bunun temel nedeni radikal demokrasi hareketi ve ittifakı olan solun ideolojik yetersizliğidir. Yeşil solun da geldiği yer, milliyetçilik çıkmazıdır. Bu çıkmaza giden yolun köşe taşları adım adım döşendi. Bir emekçi, “Kürt solu Türk milliyetçisi, sol da Kürt milliyetçisi oldu” tespitiyle süreci özetlemiş oldu. Buraya nasıl gelindiğinin kısa bir özetine yer vermezsek, olayları “provokasyon/aparat” gibi kavramlarla açıklamayı yeterli buluruz.

2006 sürecinde Dicle Üniversitesi’nde TKP’li öğrenciler Yurtsever Gençlik adıyla faaliyet gösteriyor. DTP’li öğrenciler onlara saldırarak “Yurtsever” adını kullanmanın kendi tekellerinde olduğunu iddia ediyor. Temel argüman, Kürt Nazileriyle aynı düzlemde buluşuyor, o sihirli sözcük: “Kemalist, ulusalcı”.

TKP bu noktalardan ideolojik eleştiriye tabi tutulur ama bu, şiddetin meşruiyeti olamaz. Kaldı ki anti-emperyalist, anti-kapitalist, anti-faşist olmayan her hareket milliyetçidir, yurtsever değildir.

ÖDP’nin Kürt siyasetiyle kurduğu ittifaktan ayrılma sürecinde parti yetkilileri, Kürt siyasetini temsil ettiğini iddia eden sahte imzalı yazılarla tehdit ediliyor. Suriye meselesi gündeme yerleşmesinden önce de sonra da radikal demokrasi hareketini eleştiren çevrelere fiziki saldırılar düzenleniyor, konser yaptırılmıyor, sanatçılar saldırıya uğrayıp sahnede enstrümanları parçalanıyor. Nâzım Hikmet ile ilgili kitap çıkarılıp şairin “şoven” olduğu karalaması yapılıyor. Sendikalarda emek-sermaye çelişkisi yok sayılarak yerine uygarlık mücadelesinin ve sivil toplumculuk tezlerinin yerleştirilmesi amaçlanıyor. Tüm bu sürece rağmen sol çevreler, emekçi halk sınıflarına Kürt düşmanlığı ve kardeşliği bozucu politikalarla gitmiyor çünkü halk ile halkı temsil ettiğini iddia eden yapı ve çevreyi birbirinden ayıracak ve emeğin birliğini bütünleştirici ideolojiye ve tarihe sahipler. Örnekler daha çoğaltılabilir.

Kürt siyaseti hizaya alamadığı solu hep aynı argümanla siyasi arenada yalnızlaştırmaya çalışıyor. Hizaya girmeyeni “düşman” kabul ediyor. Anti-emperyalist bağlamda kendisini eleştirenleri “Kemalist-ulusalcı”, feminist politikalarını eleştirenleri “eril-cinsiyetçi”, siyasal İslamcılarla iş tutmasını eleştirenleri “elit-halkın değerlerinden uzak” diye aforoz ediyor. Hizaya almak için de bir proje olarak HDP kurulurken kendisine verilen “Türk solunu 'başıboş' bırakmayın, gerekirse vekil verin, aşın bu sorunları” telkiniyle hareket ediyor.

“Türk solu” gerçekte kimdir, nedir? Posteri yakılan Deniz, idama yürürken son sözlerinde “Türk ve Kürt haklarının birleşik mücadelesi” şiarını dile getirmiştir. Faşistlerin, sola karşı düşmanlıklarından biri de Kürt sorununu “başa bela” ettiği yönündeki öfkedir. Anadilde eğitim hakkını savunan ilk sendika Eğitim-Sen’dir. 10 Ekim’de, Suruç’ta, 29 Aralık grevinde Kürt halkıyla dayanışma gösterenler, bunun bedelini canlarıyla, işiyle aşıyla, sürgünlerle, yargılanarak ödediler. Suriye Kürtleri ile dayanışma gösterdiği için yargılanan TTB var. 7 Haziran’da “emanet oy” ile HDP’ye barajı aştıran da soldur. 80 sonrası süreçte ilk Kürtçe şarkıyı bestelediği için yargılanan müzik grubu da soldur. Türk şiirinde Kimliksiz Ölüler şiirini yazan Metin Altıok’tur. Orhan Kemal’in romanlarında Kürt karakterlere yer verilir.


Solun Kürt halkıyla dayanışmak için ödediği bedeller tarihe geçti, bu sorumluluktan kaçmadı. Anadolu tarihi zulme direnme tarihidir. Ahmed Arif’in dizelerinde geçtiği gibi ne İskender takmıştır ne de şah ne sultan”. Bunu yapanlardan biri de Deniz’dir. O denizde de nice damlalar vardır. Nevruz’da gerçekleşen saldırı da denizdeki damlaları kurutmaya yöneliktir.

Tekrar Nevruz’da yaşanan olaya dönersek, kimdir Naziler? Yahudileri, komünistleri, Çingeneleri, aydınları sürgün eden, fırınlarda yakan, esir kamplarında çalıştıranlardır. İnsanlar üzerinde öjenik deneyler yapan Mengele, sadık bir Nazi’dir. 6 buçuk milyon Yahudi’yi soykırıma uğratan Nazilerdir. Narkozsuz ameliyatlar gerçekleştiren, ağır kimyasallarla ilâç deneyleri yapanlar Nazilerdir. Polonya’nın işgaliyle başlayan süreçte Fransa’yı işgal ettikten sonra Sovyet topraklarına saldıran Nazilerdir. Sovyet halklarının kadınlarının ve erkeklerinin kahramanca direnişiyle Naziler tarihin çöplüğüne gönderildi. Sınıfsız sömürüsüz düzen Sovyet sınırlarını aşarak Avrupa’ya ulaştı. Faşizmi o günün koşullarında yenilgiye uğratan tek güç Sovyetler’dir.

Bu süreçte ortaya çıkan faşist karakterlerden biri de Ukraynalı Stepan Bandera’dır. Ukrayna’daki Neonazilerin sahaya çıkışı 2014 Maydan olaylarına dayanır. Bu olaylarda Sağ Sektör olarak adlandırılan, emperyalist ülkelerce desteklenen Neonaziler Rusya yanlısı Ukrayna liderini darbeyle indirdiler. Darbeye direnen halk da Neonazilerin saldırılarına uğradı. Odesa’da 1 Mayıs günü sendika binasına sıkıştırdıkları işçileri yaktılar. Maydan olayları sonrası Donetsk ve Lugansk bölgesinde binlerce insanı katleden de yine aynı Neonazilerdi. Bu bölge, Sovyet tipi sınıfsız sömürüsüz iki halk cumhuriyeti kurdu. Yapılan referandum sonuçlarına ve imzalanan anlaşmalara göre iki halk cumhuriyeti kendi kaderini tayin hakkını elde etmesine rağmen Neonazi yanlısı, emperyalist işbirlikçisi, darbeyle gelen Ukrayna lideri ve hükümeti sosyalist halk cumhuriyetlerine saldırmaya devam etti. Saldırılan, aslında sınıfsız sömürüsüz düzen umudu ve Sovyet değerleriydi. Emperyalistlerin en büyük korkusu da Sovyet haklarının tekrardan işçi, emekçi sınıflarda ve ezilen halklarda bilinç uyandırabileceğiydi. Bu yüzden sosyalizmin anavatanında ve diğer ülkelerde herhangi bir yeniden uyanışın korkusunu yaşıyorlar.

Donbass halkının Rusya'dan destek istemesiyle başlayan süreç, Ukrayna işgaline evrildi. Şu an Ukrayna’da binin üzerinde Neonazi tugayı bulunuyor. Avrupa’da yükselen sağcılığa da etkisi bulunuyor: proleterleşme-güvencesizleşme ve daha da proleterleşme sömürüsüne karşı tekrar Nazizmi uyandırmak.

Son iki yıllık savaşta Sovyet liderlerine ait heykeller yıkıldı. Nazilere karşı savaşıp idam edilen Tanya adlı kadın askerin heykeli yıkıldı. Rusya yanlısı insanlar katledildi. Neonaziler, insanları ağaçlara çırılçıplak bağlayarak işkenceden geçirdi. Avrupa ülkelerinden bu tugaylara katılanlar var. Neonazilerin özeti budur. Emperyalizmin işbirlikçisi halk düşmanları olarak tarihte yerlerini aldılar.

Bu aşamada Kürt siyaseti ile ittifak içerisinde olan sol, Rusya karşıtı protestolar geliştirdi. Rusya’nın meşru bir hakkı var: emperyalist paktların kurduğu askeri üsler Sovyet toprağı olan Ukrayna’ya yerleştiriliyor. Donbass halkının meşru bir hakkı var: Darbeye direniyor, halk cumhuriyeti kuruyor, kendi kaderini faşizme ve emperyalizme karşı belirlemek istiyor. Bu noktada Rusya, emperyalist müdahaleci sayılıyor ama benzer durumda olan Suriye Kürtlerinin temsil eden politika geliştiriciler emperyalist ülkelerden yardım talep edip onları Suriye topraklarına çağırıyor fakat bu durumu ideolojik açıdan eleştirdiğinizde “Kemalist-ulusalcı” kabul ediliyorsunuz, bu anlayışa göre, halkların değil sadece kendilerinin kaderini tayin ve emperyalizmle iş tutma hakkı var. Gezi’de, 7 Haziran’da ve 10 Ekim’de sizinle dayanışma gösterenler de o “emanet oyu” veren “Kemalistler ve ulusalcılar”dı.

Ukrayna’daki Neonazi yapılanmasına, Gazze’de Siyonistlere, Suriye’de IŞİD’e karşı mücadele adı altında bölgeyi istikrarsızlaştırıp tüm kaynakları sömürerek halkları göçe zorlayan emperyalistler; Irak'ta tecavüz edilen kadınların, esir pazarlarında satılan çocukların, Siyonizmin katlettiği on binlerce kadının ve çocuğun, uyuşturucuyla hayatı çürüyen ve ölen gençlerin, işsizliğin, etnik kamplaşmanın ve mezhep çatışmalarının asıl sorumlusudur. Ukrayna’daki Neonazilerin de, Nazilerin katlettiği ve sürgün ettiği Yahudileri temsil iddiasında olan, Filistin halklarını katleden Siyonistlerin de arkasında emperyalizm vardır.

Ezilen bir halkın Nevruz kutlamalarında Kürt Neonazi yapılanması nasıl yer alır? Bu grup, iki yıldır Nevruz’larda sahneye çıkıp sola ve LGBT bireylere saldırıyor. Lider olarak da emperyalistlerle işbirliği yapan tarihi karakterleri seçiyorlar, bayraklarında Nazi amblemleri var. Bu yıl Nevruz alanına alınmaları, Ülkü Ocakları’nın gelmesiyle aynı anlamı taşır. Ezilen halkın arasına bu unsurların alınıp ajitasyon ve propaganda faaliyetlerinde bulunmasına hiçbir şekilde müsaade edilemez. Sola yönelik saldırılarda kitle bunu engelle(ye)miyorsa bu zafiyetin sorumlusu Kürt siyasetidir.

Kitlesine bu bilinci kazandırmak yerine milliyetçi politikalar, sivil toplum tezlerine, medeniyet çatışması tezlerine ve emperyalizme bel bağlamayı, oy kaygısıyla eleştirilere saldırıyla karşılık vermeyi, solu gidilmemesi gereken çevre olarak göstermeyi üstün tutuyor. “HDP’nin başına bir Türk geçemez”, “emanet oy”, “Kemalist”, “bizim tabanımızın yüzde sekseni Şafidir”, “Alevilere bu kadar yer verilmesi doğru değil”, “İdris-i Bitlisi-Yavuz ittifakını güncelleyip Urfa’da Said Nursi etkinlikleri düzenleyelim”, “emperyalistler nasıl Balkanlar ve Irak’a müdahale edip halkları özgürleştirdiyse buraya da müdahale edip Kürtleri özgürleştirsin”, “Kürt’ün Kürt’ten başka dostu yoktur” gibi söylemler; Filistin için düzenlenmeyen mitingler, sosyal medya hesaplarında emperyalistlerin bayraklarının profillere eklenmesi, 2017'de Neonazi birliklerinde eğitim alan kişilerin Suriye’nin kuzeyinde IŞİD’e karşı savaşması için onlara alan açılması, 6-8 Ekim sürecinde Irak bölgesel yönetimine ait askeri araçların Suriye’nin kuzeyine geçmek için açılan koridorda konvoy oluşturduğunda Urfa halkına attırılan emperyalist ülkelere övgü sloganları; sendikalarda radikal demokrasi hareketinin anlayışına sahip grubun “Değirmen bizim, un bizim” söylemiyle karşımıza çıkması ve bir bütün olarak izlenen milliyetçi ve emperyalizmle işbirlikçi politikaların geliştirilmesi, bugün Kürt Nasyonalleri adlı grubun ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Radikal demokrasi hareketinin LGBT’ye bakışı sadece pragmatiktir. LGBT, solun yer aldığı hiçbir yerde şiddete maruz kalmazken, davet edildikleri Nevruz alanında saldırıya uğradılar. O yüzden, cinsiyet fark etmeksizin kurtuluş, sınıfsız sömürüsüz bir düzenden geçer. LGBT bireyleri ayrı tutarak asıl eleştiri ideolojik hattadır. Bu ideolojik savrulmanın sonucu da LGBT’nin araç olarak kullanılmaya dönüşmesidir. Bunun somut kanıtı ise Almanya’da düzenlenen LGBT festivalinde “Babamız Bandera” diye şarkılar söylenmesidir. Aynı LGBT bayrağını, Neonazi destekçisi Siyonistler Gazze’nin harabe sokaklarında açtı.


Deniz’e yapılan saldırı, özünde sola ve halkların kardeşliğine, Gezi’de yaşamını yitiren Medeni için destek yürüyüşü yapan “Kemalistlere”, konserlerinde Kürtlerin yaşadığı haksızlıkları dile getiren Kazım Koyuncu’ya, Deniz başta olmak üzere, Filistin halkına destek veren sola ve Gazze’ye yapılmıştır.

Faşistleri gerileten tek güç komünistler olmuştur, hem başka ülkelerde hem de ülkemizde. Nasıl ki Ülkü Ocakları Nevruz alanına giremezse o alanda hiçbir Nazi amblemi taşıyan güruh da yer alamaz. İki yıl üst üste buna alan açılması en başta Kürt halkına kaybettirir. Nevruz’a gölge düşüren bir gerçek varsa milliyetçileştirilen kitlenin Nazi artıklarına müdahale etmemesidir. Bunun sorumlusu da tertip komitesi içinde yer alan çevrelerdir. Uygulanan, düşman hukukudur, halkların kardeşliğine ve emek mücadelesine darbe vurulmuştur, çünkü o alanda sendikalar da vardır. Mahallesinde duvarlara yazı yazan faşistlere, radikal tarikat gruplarına ve torbacılara gücü yetmeyenler, saldırısını sola ve değerlerimize yöneltiyorsa bunu başaramayacaklar.

Sonuç: Eşik

Bugün metropoller özelinde Anadolu illerinde egemenlerin ve burjuvazinin tüm provokasyonlarına rağmen farklı inanç ve kültürdeki halk sınıfları kardeşçe yaşıyorsa emeğin birliğinden gelen güçten kaynaklıdır. Gerek Anadolu kültürü gerek sınıf kültürü bu kardeşliği güçlendiriyor. Aksi halde Ülkücü İşçi Derneği gibi oluşumlar varlık gösterse de işçi sınıfının faşizan politikalara eğilim göstermemesi bu yapıların hayatta bir karşılığının olmamasını sağlıyor. Sınıf kültürünü ve ideolojisini güçlendirerek işçiye emekçiye bu bilinci, uğrunda ağır bedeller ödeyip tarih yazan sol aşılamıştır.

Yapılan yanlışların karşımıza sonuç olarak çıktığı son olaylar, milliyetçiliğin, liberalliğin ve emperyalizmle iş tutmanın emekçi halk sınıflarını böldüğü ve birbirine “düşman” hale getirdiğini bir kez daha göstermiştir. Somut durumların gösterdiği gerçek şudur: Bir kez daha belirtmek gerekir ki sömürülen sınıfların ve ezilen halkların kurtuluş mücadelesi milliyetçi politikalardan değil, sınıfsız sömürüsüz düzen ideolojisinden geçer.

Tüm bu yaşananlardan sonra reformist solun ve sendikaların da izlediği politikaları hayat çürüttü, yüzlerini tekrar ilke ve değerlerle örülmüş mücadeleye dönmedikçe bu saldırıların devamı maalesef ki gelecektir.

Sorulması gereken soru şu: Nasyonalist Kürt grubunun fiziki saldırılarına karşı ilgili çevreler meşru müdafaa hakkını kullanıp aynı tonda yanıt verseydi, “Kürt düşmanı” ya da “Nevruz’a gölge düşüren provokatör” mü sayılacaktı? Nasyonal da olsa Kürt olduğu için taraf mı tutulacaktı? Asıl soru ise şu: Ezilen halkın bayramında Nazi amblemli bayrak açanları alandan çıkarmaya çalışmak ulusalcılık-Kemalistlik midir? Sol bunu neden yapmadı? Nazi ideolojisine alan açarsanız siz ona müdahale etmeseniz de onlar size müdahale eder, yaşamın diyalektiği böyledir. Soldan bunu yapmasını bekleyemeyiz, zira mahallesinin ve işyerlerinin duvarına yazılan ırkçı faşist yazıları silemeyenler, Nazi amblemli gruba da kendi evinde müdahale edemez. “Taviz tavizi doğurur” diye her yazıda belirtirken kasttetiğimiz gerçek de buydu.

“Türk şiiri ırkçıdır” diye yazı kaleme alanlara kim köşe verdiyse ve bunu eleştirmeyi görmezden geldiyse nasyonalist oluşumun nedeni de onlardır.

İnancı, kültürü, kimliği fark etmeksizin ezilenleri ve sömürülenleri emeğin birlikteliği ve ezilenlerin kardeşliği gereğince kurtaracak tek ideoloji, sınıfsız sömürüsüz düzen ideolojisidir.

Not: Bugün (21 Mart) Van’da düzenlenen Nevruz’da Nasyonalist Kürtlere ait bayrak yakıldığı iddia ediliyor, Diyarbakır’da ise Nevruz alanına alınmıyorlar. Bu, önemli bir gelişme. Geçen yıl yaşanan saldırılar sonrası bu yıl önlem alınmalıydı. Önümüzdeki yılın Nevruzlarında aynı faşist grubun alana girmesinin engellenmesi, en başta Kürt halkının onur meselesidir. Bu yapılmadığında bugün Van’da yaşanan gelişme, sadece günü kurtarma olarak tarihe geçecektir. Nevruz’da nasyonalist yapılanmaya, Filistin meselesinde Hüda-Par’a alan bırakılırsa Kürt gençliği arasında faşizan eğilimler yayılır, bu kaçınılmazdır. Bunun sonucu da emperyalizmin Kürt’ü Kürt’e kırdırma politikasının hayata geçmesine neden olacaktır. Hizbullah gerçeğinin bir benzerinin yaşanması riski söz konusu, çünkü ağacın kurdu kendi içindedir. Kürt siyasetinin milliyetçi söylemlerden bir an önce uzaklaşıp kitleyi enternasyonal bilince kavuşturması gerekmektedir.

Solun da bu son gelişmelerden alması gereken dersler var: Değerlerine sahip çıkma konusunda kararlı olmalı. Mahallelerin ve işyerlerinin duvarlarına yazılan faşist yazıları da silmek için beklememeli. Aksi takdirde birkaç gün önce nasyonalist güruhun yaktığı flamayı yarın ırkçı kesimler yakabilir, aynı atıllık sergilenmemeli.

Rusya-Ukrayna Savaşı, Ukrayna Savaşı, Neonazi yapılanması, Donbas konusunda ayrıntılı bilgi için Yeni Dönem Yayıncılık’tan çıkan Ukrayna Kimin Savaşı? [Derleyen: Sinan Kaleli] adlı kitaba bakılabilir.

S. Adalı
21 Mart 2024

0 Yorum: