02 Mart 2024

,

Tarihin Ustaları-4/Anılar Okulu: Tarih Yapıcılar

Kendi esaretini sorgulamayanlar, kurtuluş yolunu inşa edemezler.”[1]


“Bana kimse bir şey anlatmasın, kimse bir şey anlatmasın bana, yaşayanlar anlatsın! Çocukluğum İstanbul’da geçti. İlk-ortaokul yıllarında (1970’lerin başı) üniversiteli abiler gelirdi evimize, bana kitap okurlardı, onlar okudukça gözümün önünde dünyalar canlanır, hayaller kurardım. Her gün okula Beyazıt’a nasıl giderlerdi, paraları da yoktu. Babam belediyede temizlik işçisiydi. Neredeyse her gün bulgur pilavı yerdik. Bana kitap okuyan öğrencilerden biri babama ‘Abi senin bize yedirdiğin yemek kurbandır’ derdi. İçinde bir parça et bile olmazdı ama paylaşılan yemeği kurban eti yemiş gibi söylerdi.

İstiklal’i bitirince Taksim’e çıkarsın. O yıllarda orada ve Galatasaray’ın önünde kitaplar satılırdı. Meyve sebze kasasını ters çevirip peynir zeytin ekmek koyarlardı, her geçen, istediği kadar alır yerdi. Onlar büyük insanlardı. Mütevazıydılar. O Taksim’deki 1 Mayıslar için can verdiler, hem de kaç kere. Onlar olmasa işçiler nasıl maaşını alıp emekli olabilirdi. Benim babam, hatta ben, nasıl emekli olabilirdik. Biz, çok büyük bir şeyi kaybettik. Onlar çok başkaydı, şimdikiler öyle değil. Hiçbir şey söylenmiyor, tarih okumuyorlar, yaşayanı da dinlemiyorlar. Azıcık tarih okuyun, azıcık! Bu emekli zammına ne yapabiliyor sendikalar. Azıcık çuvaldızı kendimize batırsak ya! Bizim içimizdekilerde hiç mi suç yok, kendime de kızdığım oluyor. Karşımızdakiler bizden cesur hareket ediyor. O yıllar hâlen de canlanıyor gözümün önünde. O insanlar olsa böyle mi olurduk!..” [63 yaşında çalışan bir memur emeklisi]

“Sola sempatim ve güvenim 80 öncesine dayanır. Çalıştığımız bir üniversite inşaatında ücretimizi alamamıştık. Üniversitenin solcu gençleri gelip bize destek eylemleri düzenleyerek ücretimizi almamızı sağladı.” [Emekli bir inşaat işçisi]

“78’den beri bu çevrenin içindeyim. Partinin ve gazetenin (işçi sınıfının ‘biricik’ gazetesi) kuruluşunu bilirim. Bu partide neden bir işçi aday olarak gösterilmez. Partiyi kuran biziz. Bizim mücadelemiz sayesinde gazete yayınlayabiliyorlar. 80’den önce biz mücadele etmeseydik, faşist sokak çeteleri geri adım atmazdı. Onlar korkaktır. Sendika şube başkanlığı yapan öğretmen, evimizden (ikamet ettiği il) çıkmazdı. Şimdi belediyenin kültür işlerine geçti. Artık o günleri de bizleri de unuttu.” [Emekli işçi, 80 öncesi mücadeleye ortaokul yıllarında başlamış ve bugün anılarıyla bilincimizde yaşayan bir insan]

“Bu nasıl bir miting böyle! Biz başka şehirden otobüsle geliyoruz, koca İstanbul’dan bu kadar mı insan geliyor!.. Getiremiyor musunuz, biz mi yapalım yani, artık ayakta zor durup kişisel ihtiyacımızı zor gideriyoruz... Böyle miting mi olur, sahnede çalınan şarkılara bak, mitingde epik şarkı çalar, kitleye heyecan verir!” [Aynı mitinge katılan iki farklı emekli eğitim emekçisi, reformist bir partinin İstanbul’daki bölge mitingi]

“Ben ilkokul mezunuyum. Kalabalık bir ailede büyüdüm. Sonra da genç yaşta görücü usulü evlendim. Günün birinde o insanlarla tanışmam 90’lı yıllara girerken gerçekleşti. Çok farklıydılar. İlk başta tanımadığım bu insanlardan biraz ürkmüştüm, sonra bu anları hatırladıkça espri yaparlardı. Okuma kültürüm gelişsin diye ilk olarak aşk konulu kitap verdiler. Sonra başka romanlar verdiler, mücadeleyi anlatan. Onlar mütevazıydı, inançlıydı, dinlemeye değer verirlerdi ve yönetme becerisine sahipti. Kırıp dökmeden sorgulatarak ikna ederlerdi, karşısındaki insana değer verirlerdi. Şimdiki gençler öyle değiller. Zayıf düşse de o ruh bir gün yine canlanacak. Ben, dinen inançlı bir insanım. Şimdi aramızda yoklar ama inanıyorum ki onlar bizi gözlüyor her an. O yüzden elimizden geldiğince bozulmamak gerek bu düzene, keşke daha fazlasını yapabilsek. Hayatta geriye gitmek yok, hep ileriye bakmalıyız, yoksa savruluruz.” [Ev hanımı, işçi]

“Rahmetli eşim emekli öğretmendi, Töbderliydi. O zaman öğretmenler piknik yapınca saz gitar çalıp türküler söylerdi. Şimdi öyle mi, sadece içki içiliyor” [Ev hanımı]

“Biz o gençlerden hiçbir zarar görmedik ama bir gün yüzü maskeli insanlar geldi, her şey değişti. Biz belediyeden köyümüze cami yaptırmasını istemiştik, gelip yapmışlardı.” [Fatsa belgeselinden anlatımlar]

“Ben uyuşturucu içip satarken aileme para verirdim, hiç sorun yapmazlardı. Daha sonra içinde yer aldığım sınıf hareketiyle tanıştım, bağımlılıklarımı onlar sayesinde bıraktım. Öncesinde de sol müzikler dinlerdim, aslında uzak değilmişim. Bir gün yolum kesişti. Şimdi diğer kardeşlerim bana ‘Yanlış yoldasın, ne zaman bırakacaksın’ diyor.” [Sınıf hareketini neden seçtiğini anlatan bir genç]

Yukarıdaki anlatımlar, anılar denizinden birkaç damla ama şelale şeklinde akan damlalar...Bugün halk sınıfları reformizmin anlamını bilmez ama nasıl bir şey olduğunu iyi bilir. Anlatımları çok değerli. 80 öncesi ve 90 sürecinde bir şekilde mücadeleyle tanışmış, içinde yer almış, halen o insanlar üzerinden mücadelenin tek geçer yol olduğunu biliyorlar. Reformist ve liberal solun “narodnik, işçi sınıfından kopuk, maceracı, küçük burjuva solcuları, geri” dediği çevreler, onların bugün rahat solculuk yapabilmesi için bedeller ödeyenler.

Halk sınıfları onlara “reformist” diyor, hem de hayatın terminolojisi içinde. Solun tanımak istemediği halk gerçeği bu. Bugün Batıcılık hülyasına kapılarak halk sınıflarının saflarını terk eden yurtsuz solcular, kimlik, uygarlık, çevre, cinsiyet, beden teorilerinin peşinden giderek, karbon ayak izi safsatasını kendi çizgilerine uyarlayarak, emperyalizmin ayak izini büyütüp mücadele tarihinin ayak izini küçültmeye çabalıyor. O iz, halen halk sınıflarının belleğinde tazeliğini koruyor. 

Özlenen yeni insanın mimarı olacak mücadele hattı, halk sınıflarının içinde yer alındığında, onun derdiyle dertlenildiğinde, alından dökülen teri kendi teriyle bir gömlekte buluşturduğunda, işte o zaman sınıflar mücadelesi halk sınıflarının lehine zafere ulaşacaktır.

Anılarını paylaşan kişiler, yer aldıkları sınıfla tanıtıldı. Bu insanların içinde Türk, Sünni, Alevi, Kürt, Karadenizli insanlar var ama buluştukları zemin, sınıf siyasetine uygun mücadeledir. Bugün renkliliği bir yaşam biçimine, yaşam biçimini de siyasi pratiğe dönüştürerek onu halka dayatan çevreler, biçimle uğraşıp özü ıskaladılar. Tarihe tanıklık edenleri dinlemek yerine, onları hor görmekle uğraştılar. Eğitim emekçisi bir kadının dediği gibi “Aykırılık göz için midir, öz için midir?”

Bugün her şey, göze hitap edecek şekilde hayata geçiriliyor. Tabelası var ama sendikası da partisi de sadece varoluş amacıyla günü kurtarıyor. Ne kitlesel miting ve yürüyüş fotoğrafları var ne de halkın belleğinde iz bırakacak eylemliliği.

Halk sınıfları, Sovyet tipi yönetimin kavramlarını ve literatürünü bilmez ama sınıfsız sömürüsüz, eşit, adil, emeğin karşılığı alınan bir düzen ne demektir onu bilir. Literatür bilgisi sınıfın bilincini harekete geçirecek sınıf hareketi ve partisinin görevidir. Bugün tek ihtiyacımız olan, anıları, değerleri, ilkeleri, tarihi, mücadeleyi hayata geçirecek ideolojik ve politik hat. Sokak röportajlarından tanınmaya çalışılıp liberal solun “güldüğü” halkın da özlemi bu. Aradığı da güven, umut, verdiği sözde durma kararlılığı.

Anıları paylaşanlar yaşını almış insanlar. Geçtiğimiz günlerde Sendikaorg’da yayınlanan (anı içeren) bir yazıda üniversite gençliği değerlendiriliyor. Yazar, kendi öğrencilik yıllarında şahit olduğu bir anısını paylaşıyor. 2001 krizinde kampüse giren “erkek” esnafla öğrencilerin birlikte mücadele ettiği konu ediliyor. Yazının manşetinde de “...gençlik hareketinde ölü, yaşayanı yakalayamaz. Ve evet, biz öldük arkadaşlar”[2] deniyor. İlgili sitede bu türden yazılara imza atan epey belirli bir yaş üstü yazar var. İçerikler, genel olarak bu ana düşünce etrafında gelişiyor. Çoğu da belirli siyasi çevrelerde önceden mücadele etmiş kişiler.

Mücadele ölmedi. Gençlik hareketinde “ölü” diye nitelenen şey; anti-emperyalizm, anti-kapitalizm, anti-faşizm ve bu mücadele hattının ilkeleri, programı, değerleri, yöntemleri, ahlakı, kültürü. O yüzden esnafın cinsiyeti önem arz ediyor yazıda.

Ölü, yaşayanı yakalayamaz. Bu tespit doğru. Buradaki ölü kimdir? Gençlik nasıl bir hattadır? Önce bu soruların yanıtlanması gerekir. Ölü, bir başka ölüye derman olabilir mi?

Emperyalizm; kültürü, sanatı, ahlak yapısı, yaşam biçimi, siyaseti ülkeyi kuşatmazdan evvel dönemin mücadeleci gençlik hareketleri, halk sınıflarının değerleriyle sınıfsız sömürüsüz düzen ideolojisini aynı potada eritip ondan değerli eserler üreten bir kuyumcu gibiydi. Bu değerler 12 Eylül’de duraklama, 95 sonrasında dağılıp tarih terk edilince ortaya bir ölü çıktı: reformizm, meşruiyetten ve sınıftan kaçış, sivil toplumculuk, ekolojik mücadele, kimlik siyaseti, veganizm, cinsel kimlik ve beden teorileri, radikal demokrasi, sol liberalizm. Bu ölünün hiçbir derde derman olabilme özelliği yoktur.

Bir günde değil, süreç gereği aşama aşama gerçekleşti. Önce halk sınıflarını yalnız bırakıp onlara üstten bakan dernek siyaseti türedi. Daha sonra reformist particilik, alanı doldurdu. 2000 sonrası süreçte özellikle de 2007-2008 küresel ve bölgesel dengelerin değiştiği aşamada sol, sivil toplumcu uygarlık tezi sunan radikal demokrasi hareketinin peşinden gitti. 2010 sonrası süreç ise ölümün gerçekleştiği aşamadır.

Gençlik ve hareketi nedir? Gençlik, önceki kuşaklara göre yeni bir tarihyazımının içine doğdu. Kapitalist değerlerin insan ilişkilerine hâkim olduğu, bencilliğin ve kariyerizmin tek geçer yol kabul edildiği, ailenin parçalandığı, cinsel kimlik ve “renkliliğin” mücadele biçimine dönüştüğü kavşakta solun göklere çıkardığı Z kuşağı diye adlandırılan bir kuşak var. Tüketim bağımlısı, değerlerden uzak, yüceltilmeyi esas alan, kendinden önceki kuşakların değer ve deneyimlerine önem vermeyen, özel alana çekilip kendini aykırı zanneden fakat birbirinin kopyası bireyler toplamı. Bu eleştiri, onları suçlamak için değil. Her ne kadar emperyalizm ve radikal demokrasi hareketi şimdiki sola bu şekli verdiyse de günümüz gençliğine de aynı şekli verdi.

Sol, disiplinden ve bedelden kaçtığı için Z kuşağına baktığında ulaşmak istediği solcu ruhunu görüyor. Serbest cinsellik, sınırsızlık, disiplinsizlik, “özgür yaşam”, alkol ve uyuşturucu, eylemsizlik yasasının ürettiği “aykırı” insan tipi. Sol da gençlik de tarihten kaçıyor ve o yüzden deneyime sırtını dönüyor. Öldüğünü iddia eden ya da etmese de aslında ölmüş olan çevreler, önce bar masalarında anıları tüketti, sonra bar-meyhane solculuğu birer anıya dönüştü, bu süreç kendini tüketmeye kadar götürdü onları. Artık emekçi, işçi ve halk yok; onlar için erkek-kadın/LGBT, ilerici-gerici, Alevi-Sünni, Kürt-Türk-Arap, özgür birey-aile/toplum çatışması var. Bu çatışmaların hepsi de sınıfsal temelden bağımsız ele alındığından, sınıfa dair söz yok. Oysa işçi sınıfı, bir şekilde birbirinden bağımsız da hareket etse, direniyor, hakkını arıyor ve kazanıyor.

Sokak röportajında diplomaya dayalı bilgilere sahip olmayan işçi, emekçi, halk “geri kafalı”. O yüzden konuşulan dile “keşkeler” hâkim: keşke “Alevi olsaydım, Avrupa ülkelerinden birinde doğsaydım, bu etnik kimlikte doğduğumdan utanıyorum, bu halktan utanç duyuyorum, fırsatım olsa bir dakika burada kalmam, Batı insanı bizim gibi değil ve çok özgür, şu mahallede oturmam, Kadıköy’e gidince nefes alıyorum, boğuluyorum bu coğrafyada" vb. Bu cümlelerden önce de şunlar sarf ediliyordu bir dönem: “Aslında dedemin dedesinin anne tarafı Ermeni’ymiş, bir taraftan belki Alevi olabiliriz, bizde Kürtlük olabilir, bizle bu kültürlerden birinin gelenekleri aynı, Horasan tarafından gelmişiz, şu kimlikten olma ihtimalimiz çok yüksek, Yörükler de Türk değil ki” vb. Güce/kitlenin rüzgârına kapılınca, rüzgâr ne yandan eserse kimlik siyaseti de oradan mutasyona uğruyor. Bugün Kürt güçlüyse/kitleselse Kürt’ün, Alevi güçlüyse Alevi’nin, kadın hareketi güçlüyse kadın hareketinin, LGBT güçlüyse LGBT’nin, çevreciler güçlüyse çevrecilerin şeklinde eklemeler yapılacak bir liste. Güçten kasıt da kitlesellik. Ölüm, böyle gerçekleşti. O gençlik de bu ölüye bakınca derman bulamadı, yalnızlaştı ve yönsüzleşti. Ölü de gence bakınca ondaki kapitalist yaşam biçimine bakıp imrendi. Ölü ve gençlik edebiyatı/solu bu kurgudan ibaret.

Oysaki insan ölür ama ruhu ölmez, ölürse ten ölür, canlar ölesi değil. Gerçek bundan ibaret ve biyolojik yaş değil, mücadele dinamizmi yaşlılığı belirler. O yüzden, rüzgâra kapılan değil, rüzgarla bir olan canlıdır.

“Gökyüzünün fazlası kâğıttan bir turnadır
Sesimizin fazlası şiir, ağıt, türkü” [Tozan Alkan]

Yazının başında anılarına yer verilen insanların önemli bir bölümü yaşıyor. Aramızdan bedenen ayrılmış olsalar da sözleri ve anıları hâlen canlı. Benzer anılara sahip çok insan var. Bu insanlar, sınıfsız sömürüsüz düzen ideolojisiyle bir şekilde tanışmış ya da onun içinde yer almış. O insanları kendi çocukları ve gençler dinlemiyor, çünkü günümüz solu dinlemiyor. Öldüğünü kabul edene ağıt yakılır, destan değil. Destanları bestelenmiyorsa yaşarken de ölü oldukları içindir. O yüzden yaşarken de onların hikâyesini besteleyecek kültürü inşa edememişlerdir.

Anıların gösterdiği bir gerçek var ki o da hakkımız olan düzene kolay ulaşamayacağımız gerçeği. Süreci hızlandıracak bir gerçek var ki o da sınıf hareketinin inşa edilmesi.

S. Adalı
2 Mart 2024

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Karbondioksiti Övmek”, 3 Ekim 2022, İştiraki.

[2] Özge Yurttaş, “Beyazıt’ta Dolaşan Bir Hayalet Değil, Yaşayanların Rüzgârıdır”, 23 Şubat 2024, Sendika.

0 Yorum: