12 Mart 2024

,

8 Mart’ın Mirasyedileri: Burjuva Feministler


Vardık, Varız, Var Olacağız.
[Rosa Lüksemburg]

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, ülkemizde neredeyse son otuz yıldır burjuva kadınların ön planda olduğu kutlamalarla anılıyor. 12 Eylül sonrası, siyasi ve toplumsal atmosfer dâhilinde, “Memlekete feminizm de gerekliyse biz getiririz” zihniyeti hâkim.

8 Mart, biz emekçi kadınlar için bir şeref, bir mirastır. Bunu unutmamak ve unutturmamak, gelecek kazanımlar adına hayatî önemdedir. Clara Zetkin ve Rosa Lüksemburg’un kendilerini net bir biçimde ayırdıkları burjuva kadınlar, bugün kanla elde edilmiş hakların savunuculuğunu arsızca yapıyor, bizzat sebep olduğu sınıf zulmünü, bağlamından kopararak, dar kalıplara sokmaya, yanlış saptama yaparak hedef şaşırtmaya, bu şanlı güne perde çekmeye çalışıyorlar. Emekçi kadınlarımız, bu tuzağı görmeli, kız kardeşlik yalanına kanmadan, bu mücadelede, onların gölgelerini dâhi kabul etmeden, öz sınıf kardeşleriyle, kalbi sosyalizm için atan öz insan kardeşleriyle ilerlemelidir.

Kendi içlerinde, toplumsal yaşamda hiçbir eşitsizliği yaşamayan bu şımarık sanrılı güruh, toplumsal hassasiyet yalanı ile her yıl 8 Mart’ta meydanlara iniyor, kadının gerçek kurtuluşunun yolunu ve kazanımlarının tarihini hafızalarda karartmaya çalışıyor. Bu oyunu emekçi kadınlar olarak görmeliyiz.

Kadının gerçek kurtuluşunun yolunu ve bu yolun geçmişteki izlerini, 8 Mart’ın gerçek sahiplerini bilerek, emekçi kadınlar olarak, inatla sürdürmeliyiz. Bu bağlamda, 8 Mart tarihine nerede, ne zaman ve nasıl gelindi, hatırlamakta fayda var.

Tarih 8 Mart 1857. Yer Amerika Birleşik Devletleri, New York.

Kentin bir tekstil fabrikasında yükselen alevler ve sırf daha iyi, eşit şartlarda çalışmak adına haklarını aradıkları için alevlerin ortasında mahsur bırakılan kadınlar. Ateşlerin ortasında, acı dolu çığlıklarla can veren, 8 Mart’ların meşalesini yakan kadınlar...

Yaklaşık 40 bin kadın işçi, çalışma koşullarını iyileştirebilmek için greve başladılar. Polisin işçilere saldırmasının ardından kadın işçileri fabrikaya kilitlediler. Söz konusu fabrikada, işçilere yönelik fabrikanın önünde kurulan barikatlar sebebiyle, yangından bazı kadınlar kurtarılamadı. Sonuçta 120 kadın emekçi, yanarak can verdi.

İşçilerin cenaze törenine 10 binden fazla kişi katıldı. Tüm dünyada büyük ses getiren bu katliamın ardından, bu olayı hiç unutmayan ve unutturmayan sosyalist kadınlar, takvimler 26-27 Ağustos 1910’u gösterdiğinde, Kopenhag’da 2. Enternasyonale Bağlı Kadınlar toplantısında [Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda] Almanya’nın sosyalist kadın önderlerinden Clara Zetkin ve Rosa Lüksemburg bir öneri sundu. 8 Mart 1857’de yanarak katledilen kadın tekstil işçileri anısına bugünün Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak anılmasını teklif etti. Bu teklif, oy birliği ile aynı toplantıda kabul edildi. Başlangıçta kesin bir tarih belirtilmediğinden, ilkbaharda yapılan anma, ardından geçen zamanla birlikte, 8 Mart tarihi ile tüm dünyada anılmaya başlandı.

Tarihin kesin olarak netleşmesi, 1917 Ekim Devrimi önderi ve Sovyetler’in kurucusu Lenin döneminde olmuştur. 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadın Konferansı’nda tarih 8 Mart olarak kesinleşmiş ve adı da Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak belirlenmiştir.

1. ve 2. sömürü savaşları yıllarında sosyalizmin ve işçi hareketinin yayılmasından korkan emperyalist/elitist/burjuva aktörler, bugünün anma ve kutlamalarını uzunca bir dönem, Batı ve Avrupa coğrafyasında yasakladılar. 1960’lı yıllara değin baskılanan 8 Mart, aynı yıllarda gelişen işçi ve öğrenci hareketinin devrimci ruhuyla ivme kazanarak tüm dünyada kutlamalara, bilhassa ABD’de çeşitli gösterilerle tekrar anılmaya başlandı.

16 Aralık 1977 tarihinde BM genel kurulu bu duruma direnemedi ve 8 Mart’ı bilinçli bir aşınmaya tâbi tutarak, “Dünya Kadınlar Günü” olarak revize ettikten sonra bugünün anılmasını kabul etti. Amaç, sınıfını zora sokacak tarihi olayları ve olguları bilinçli olarak yok etmek, edemiyorsa da onları flu bir görüntü ile sunmaktı.

Bugün ülkemizde, girişte de belirttiğimiz gibi, kanlı 8 Mart, aynı algı ve karartma operasyonları ile ele geçirilmek istenmekte. Kürsülerden dile getirilen “bıyıklı erkekler” ifadesi, tam da bu amaca hizmet etmektedir. Kadın hareketini erkek düşmanlığına çeviren yaklaşım, bu kişilerin bulunduğu konumları göz önüne aldığımızda gördüğümüz utanç tablosu, saflıktan öte, bilinçli bir özveriyle hedef şaşırtmakla ilgilidir.

Kapitalizm için kadınlar da dâhil olmak üzere her şey, sahip olunacak ve yararlanılacak bir “mal”dır. Sömürü düzeninde kadın ya da erkek, türünün farklılıklarına, artı ya da eksi değerlerine bakılarak değerli değildir. Kadın ve erkek fark etmeksizin, onlardan elde edilecek “şey”ler ölçüsünde ve yine o “şey”lerin getirisi adına değerlidir.

Bugün kapitalist toplumda “özgürlük” adı altında yapılan şudur: bireysel hazların sınır olmaksızın giderilebileceği, kadın bedeninin alınıp satılabileceği, üstelik, bunu kendi rızası ile “kadının özgürlüğü” gayesiyle yapacağı zemin inşa edilmektedir.

Bugün burjuva feministler ve siyasi uzantıları, kadına transparan peçelerinin altından, kısık gözlerle bakmayı yeğliyor. Özgürlük bu ya, yalnız kabukla sınırlı! Her yanını özgürce açan Laik Seküler paganlarını feminist kraliçe ilan ediliyor, bu toplumun muhafazakâr insanının inancına küfür ediyor, tutukluluk hâlinde önce “özgürlük yok mu!” narası atıyor, sıkıştığında özür diliyor, serbest kaldığında ise feminist çevrede mareşal oluyor. Elitizm ve idealizm kapanı, bu toplumun kadınını bir yüz yıl daha sözde ilerici zihniyetinin kalıpları ile çürütmeye çalışıyor. Özgürlük adı altında bedenini sergilemesini ve hatta pavyonda çalışmasını müstahak görüyor.

Kadınların çalıştığı evlerde, tarlalarda, fabrikalarda, okulda, daha sayamadığımız nice alanda, onların ezilmişliğini görmeden, yalnız kabuğu ile ilgilenen feminist burjuva hareket, utanmaz bir arsızlıkla, kanlı 8 Mart tarihinin “sözde!” temsilciliğini yapıyor. Onlar ki kadınlığın kurtuluşunun ve tam eşitliğinin gerçek bir sosyalist toplumla mümkün olduğunu söyleyen, bizzat kendi sınıflarının uşakları tarafından katledilen, Landwehr ırmağını kanıyla kızıla boyayan Rosa Lüksemburg’u bilmezler. Bilmek istemezler. Bugün elde edilen hakların kimler tarafından ve ne uğruna, ne bedellerle elde edildiğini de söylemezler. Söylemek istemezler. Feminist günlerinde “Bedelini ödedik” pankartları bir şarkı sözüdür yalnızca. Ahde vefa yoktur! Vefa, onlar için İstanbul’da bir semt adıdır sadece.

İdil Mevsim
12 Mart 2024

0 Yorum: