20 Mart 2024

, ,

Küresel Kapitalizmdeki Krizin Aynası Olarak Gazze


Dünyanın öldürülen Filistinli sivillerin sayısının günbegün artışını dehşet içerisinde izlediği, İsrail’in Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım suçundan yargılandığı koşullarda, Gazze’deki katliam, küresel kapitalizmin hızla derinleşen krizin yansıdığı bir ayna olarak görülmeli.

İsrail’in Gazze’de yol açtığı yıkımla bu küresel kriz arasında bağ kurabilmek ve büyük resme odaklanabilmek için bizim bir adım geriye çekilmemiz gerekiyor: Küresel kapitalizm, aşırı birikim ve kronik durgunluktan kaynaklanan yapısal bir krizle karşı karşıya. Ancak egemen gruplar, aynı zamanda devlet meşruiyeti, kapitalist hegemonya ve yaygın toplumsal çözülme gibi siyasi bir krizle, jeopolitik çatışmaların yaşandığı uluslararası kriz ve korkunç boyutlardaki bir ekolojik krizle de yüz yüze.

Küresel tekeller ve siyasi elitler, yirminci yüzyılın sonları ve yirmi birinci yüzyılın başlarında dünya kapitalizminin yaşadığı canlılığın sebep olduğu o sarhoşluk hâlinden kurtuldular. Bu gelişme dâhilinde, krizin kontrolden çıktığını kabul etmek zorunda kaldılar. Dünya Ekonomi Forumu, 2023’te yayımladığı Küresel Risk Raporu’nda dünyanın “bir araya gelerek, önümüzde uzanan, eşi benzeri olmayan, belirsizlikle ve çalkantılarla malul on yıllık dönemi şekillendiren”, artan ekonomik, siyasi, toplumsal ve iklimsel etkileri içeren bir “çoklu krizle” karşı karşıya olduğu uyarısında bulunuyordu. Davos seçkinleri, krizin nasıl çözüleceğine dair bir fikir sahibi olmayabilir, ancak egemen grupların diğer fraksiyonları, bitmek bilmeyen siyasi kaos ve mali istikrarsızlığı küresel kapitalizmin yeni ve daha ölümcül bir aşamasına nasıl dönüştürecekleri konusunda bir deney yapıyorlar.

Gazze savaşının askeri sonucu henüz belli olmasa da, İsrail’in dünya kapitalist sisteminin merkezini teşkil eden devletlerdeki destekçilerinin meşruiyet için verdiği siyasi savaşı kaybettiğine hiç şüphe yok. Gazze’ye yönelik ilk aylardaki kuşatma, büyük siyasi bedeller pahasına da olsa, soykırımı normalleştirmeye hazır bir Washington-NATO-Tel Aviv eksenini belirginleştirmiş gibi görünüyordu. Gene de Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü durum, dünyanın dört bir yanındaki kitlelerin, özellikle de gençlerin sinir uçlarına dokunarak, son yıllarda ivme kazanan işçi ve halk sınıflarının küresel isyanına yeni bir enerji kattı, krizin siyasi çelişkilerini keskinleştirdi.

Bu satırları kaleme aldığımız ABD’de, Siyonizm ve Yahudi devletiyle özdeşleşmeyen genç kuşak Yahudiler, Filistin’le dayanışma eylemlerindeki o olağanüstü artışa öncülük ettiler. Sokak gösterilerinde, spor etkinliklerinde ve sosyal medya platformlarında dünyanın dört bir yanında göndere çekilen Filistin bayrağı, mevcut statükoya karşı halkın öfkesinin ve küresel intifadanın simgesi hâline geldi.

Yirminci yüzyıl, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin “ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu tamamen veya kısmen yok etmek amacıyla işlenen bir suç” olarak tanımladığı soykırıma birebir denk düşen en az beş vakaya sahne oldu. Yüzyılın başında Alman sömürgeciler, 1904-1908 arası dönemde bugün Namibya olarak bilinen ülkede Herero ve Nama soykırımını gerçekleştirdiler. Bunu Osmanlı’nın 1915 ve 1916’da Ermenilere yönelik soykırımı, 1939-1945 arası dönemde Nazilerin gerçekleştirdiği Yahudi soykırımı ve 1994’teki Ruanda katliamı takip etti. İsrail’in Gazze’deki soykırımının canlı olarak yayınlandığı koşullarda, Tel Aviv ve Washington için savaş kuralları artık geçerli değildi ki eskiden de geçerli miydi, orası tartışmalı.

Çatışmanın ilk iki ayında Gazze’de kaydedilen sivil ölüm sayısı, 9.614 sivilin hayatını kaybettiği Rusya-Ukrayna çatışmasının ilk 20 ayındaki sivil ölümlerden daha fazla (yaklaşık 20.000).[1] İsrail kuşatmasının yirmi birinci yüzyılın bu ilk soykırımını tamama erdirip erdiremeyeceği sorusunun cevabını askeri savaş sahasından çok küresel politik mücadele alanı verecekmiş gibi görünüyor.

Bugün Filistin, Washington-NATO-Tel Aviv eksenindeki yönetici grupların, İsrail kuşatmasının maliyeti çok yükselmeden önce cezasızlığın tadını ne kadar çıkarabileceklerini görmeleri için bir test alanı hâline geldi.

Artık Sermaye, Artık Emek, Soykırım

Dünya kapitalizminin otuzlardaki krizi, Avrupa’da faşizmin yükselişine, uluslararası siyasi ve ekonomik düzenin şiddetli bir şekilde çöküşüne ve daha önce hayal bile edilemeyen bir yıkım getiren ikinci bir dünya savaşına zemin hazırladı. Onca eşitsizliğin ve artan kitlesel hoşnutsuzluğun orta yerinde kapitalizmin baş döndürücü bir fazlaya ulaştığı dönemi Büyük Buhran takip etti ve o “müreffeh dönem” kapanıp, yerini 1929’da her şeyin çöktüğü aşırı birikim kriziyle malul döneme bıraktı. 2008’de dünya finans sistemindeki çöküşse yeni bir aşırı birikim ve kronik durgunluk krizinin başlangıcına işaret ediyordu.

İşte günümüzde yaşanan soykırımın ekonomi politiği, tam da bu krizin damgasını taşıyor. Tümüyle kapitalizme has olan sermaye fazlası sorunu, son yirmi-otuz yıllık dönemde olağanüstü seviyelere ulaştı. Önde gelen ulus ötesi şirketler ve finansal holdingler, kurumsal yatırımların azaldığı bir dönemde rekor kârlar elde ettiler.[2] Ulus ötesi kapitalist sınıf, yeniden yatırım yapabileceğinin çok ötesinde, korkunç miktarlarda servet biriktirdi. Gezegenin zenginliğinin bir avuç azınlığın elinde aşırı yoğunlaşması ve çoğunluğun hızla yoksullaşıp mülksüzleşmesi, bu kapitalist sınıfın elinde muazzam ölçülerde birikmiş artığı boşaltmak için yeni çıkışlar bulmasını giderek zorlaştırdı. Ulus ötesi kapitalistler ve onların devletlerdeki temsilcileri, kronik durgunluk karşısında küresel ekonomiyi ayakta tutmak için borç odaklı büyümeye, vahşi finansal spekülasyonlara, kamu maliyesinin yağmalanmasına ve devlet tarafından örgütlenen militarize birikime bel bağlıyorlar. Birikmiş sermaye fazlasını boşaltacak kanallar kurudukça, yeni kanallar şiddetle yaratılmak zorunda.

Bu düzlemde, İsrail’in ekonomi politiği simgesel bir anlama sahip.[17] Gazze ve Batı Şeria kuşatması, ulus ötesi birikim için yeni bir alan açmayı amaçlayan ilkel birikim biçimidir. Ekim ayı sonlarında İsrail bombardımanı yoğunlaşırken, İsrail, büyük bir bölgesel gaz üreticisi ve enerji merkezi[3] olmanın yanı sıra, Batı Avrupa için Rus gazına alternatif rol oynama planı çerçevesinde, Akdeniz kıyılarında gaz ve petrol aramaları için ulus ötesi enerji şirketlerine lisans vermeye başladı.[4] İşgal altındaki Filistin topraklarında yerleşim yerleri inşa etmekle ünlü İsrailli bir emlak şirketi, Aralık ayında bombalanan Gazze mahallelerinde lüks evler inşa etmek için bir ilân yayınlarken[5], diğerleri, altmışlarda ilk önerildiğinden beri atıl durumda olan Ben Gurion Kanalı Projesi’ni yeniden canlandırmaktan söz etti. Proje, Mısır tarafından işletilen Süveyş Kanalı’na alternatif olarak, Akabe Körfezi’nden Necef (Negev) Çölü ve Gazze üzerinden Akdeniz’e uzanacak bir kanal inşa edilmesini içeriyor. (Kanal İstanbul? -çn.) Yeni revize edilen bu kanal projesini durduran tek şey, Gazze’deki Filistinlilerin varlığı.

Ancak soykırımın bir seçenek hâline gelebilmesi için iki şeyin gerçekleşmesi gerekiyordu. İlk olarak, Filistinli emeğinin İsrail ekonomisindeki rolü meselesi çözüme kavuşturulmalıydı. Yahudi devletini kuran 1948 tarihli Nekbe, Filistinlilerin şiddet kullanılarak sürülmesini ve topraklarının kamulaştırılmasını, aynı zamanda yüz binlerce Filistinli işçinin İsrail çiftliklerinde, şantiyelerinde, endüstrilerinde, bakıcılık ve diğer hizmet işlerinde çalışmak üzere, köle statüsünde istihdam edilmesini ve Batı Şeria’nın İsrailli kapitalistler için esir pazarına dönüştürülmesini içeriyordu. Bu durum, Yahudi devletini etnik olarak arındırma dürtüsü ile ucuz, etnik olarak sınırlandırılmış işgücüne duyulan ihtiyaç arasında bir gerilime işaret ediyordu. İsrail, doksanlardan itibaren mülksüzleştirme/aşırı-sömürü ile mülksüzleştirme/sürgün arasındaki bu gerilimi ikincisi lehine çözmeye başladı. Ulus ötesi işgücü hareketliliği ve işe alım, İsrail de dâhil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki kapitalistlerin işgücü piyasalarını yeniden düzenlemelerini ve haklarından mahrum bırakılmış, kontrol edilmesi kolay geçici işgücünü istihdam etmelerini mümkün kılıyordu. Bu şekilde İsrail, Filistinli işgücünü kademeli olarak göçmen işgücü ile ikame etti.

İsrail, sınırlarından içeri Filistinli sokmama politikasını 1993 yılında, Birinci İntifada’nın, yani işgal altındaki topraklarda Filistinlilerin tecrit edilmesinin, etnik temizliğin ve yerleşimci sömürgeciliğinin tırmanmasının ardından uygulamaya koydu. Şuan İsrail ekonomisi; Tayland, Çin, Sri Lanka, Hindistan, Filipinler, Kuzey Afrika, Doğu Avrupa ve başka yerlerden gelen yüz binlerce göçmeni çalıştırıyor[7] (7 Ekim’deki Hamas saldırısında en az 30 Tayland vatandaşı, dört Filipinli ve 10 Nepalli öldürüldü, bir kısmı da rehin alındı). Bunların, Filistinlilere uygulanan ırk ayrımcılığı sistemine tabi tutulmalarına gerek yok, zira geçici göçmen statüleri, sosyal kontrol ve haklarından mahrum bırakılmalarını daha etkili bir şekilde sağlıyor, ayrıca, bu göçmenler, işgal altındaki toprakların iadesini talep etmedikleri gibi bir devlete yönelik siyasi taleplerde de bulunmuyorlar. Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısının ardından İsrail, binlerce Filistinli işçiyi Gazze’ye geri gönderirken[8], 10.000 kadar yabancı tarım işçisi[9] de ülkeden kaçtı. İsrailli inşaat şirketleri, hükümetten Filistinlilerin yerine 100.000 Hintli işçiyi işe almalarına izin vermesini istiyor.

Filistinli kitleler, İsrail ve ulus ötesi sermaye için sıkı bir şekilde kontrol edilen ve aşırı sömürülen bir işgücü olarak hizmet etmekten, yeni bir kapitalist genişleme turunun önünde duran “insanlık fazlasına” (artık insanlığa) dönüştü. Böylece Gazze, dünya genelindeki artık insanlığın içinde bulunduğu kötü durumun güçlü bir simgesi hâline geliyor. On yıllardır süren küreselleşme ve neoliberalizm, büyük insan kitlelerini kıyıya köşeye savurdu, onları böylesine sefil bir varoluşa mahkûm etti. Yapay zekâya dayalı yeni teknolojiler; çatışmalar, ekonomik çöküş ve iklim değişikliğinin yarattığı yerinden edilmeyle birleştiğinde, ihtiyaç fazlası insanların sayısı katlanarak artacak.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), yüzyılın başlarında küresel işgücünün yaklaşık üçte birinin gereksiz hâle geldiğini rapor ediyordu.[10] ABD Ulusal Bilimler Akademisi tarafından 2020 yılında yapılan bir çalışmada[11], dünyada ortalama sıcaklıkta yaşanan her bir santigratlık artış için bir milyar insanın yerlerini terk etmek ve dayanılmaz sıcaklara katlanmak zorunda kalacağı öngörülmekteydi.

İsrail, egemen grupların aşırı-sömürü için gerekli emeğe duydukları ekonomik ihtiyaç ile “artık insanlığın” fiili ve potansiyel isyanını etkisiz hâle getirmek için duydukları siyasi ihtiyaç arasındaki gerilimi dünya çapında gözler önüne seriyor. Yönetici sınıfın çevreleme stratejileri, her şeyden önemli hâle geliyor ve ulusal yetki alanları arasındaki sınırlar, savaş ve ölüm bölgelerine dönüşüyor.

Filistin, işte böyle bir ölüm bölgesi, belki de en korkunç olanı; çünkü işgal, ırk ayrımcılığı ve etnik temizlikle bağlantılı. Öte yandan, ABD-Meksika sınırında, Kuzey Afrika-Ortadoğu-Avrupa koridorlarında ve küresel ekonominin yoğun birikim bölgeleri ile insanlık fazlası arasındaki diğer sınır bölgelerinde de on binlerce insan öldü. Hamas saldırısından sadece iki ay önce Suudi sınır muhafızları, uyarı yapmadan ateş açmış ve hâlihazırda Krallık’ta çalışan ve ülkede çalışan 750.000 Etiyopyalı göçmenin arasına katılmak için çabalayan yüzlerce göçmeni sınır boyunda soğukkanlılıkla öldürmüştü.[12]

İsrail’in Ortadoğu ve küresel ekonomiye entegrasyonu için lazım gelen yeni siyasi-diplomatik anlaşma, soykırımı küresel sermaye birikiminin zorunluluklarıyla uyumlu bir seçenek hâline getirmek için gerekli olan ikinci husustur. ABD’nin Irak’ı işgal ve istilasının ardından, 1997 yılında Büyük Arap Serbest Ticaret Bölgesi ve bununla bağlantılı bir dizi ikili ve çok taraflı bölgesel ve bölge dışı serbest ticaret anlaşması imzalanmıştı. Ortadoğu küreselleştikçe, finans, enerji, yüksek teknoloji, inşaat, altyapı, lüks tüketim, turizm ve diğer hizmet alanlarındaki ulus ötesi şirket ve finans yatırımları da arttı. Bu yatırımlar, trilyonlarca dolarlık varlık fonları da dâhil olmak üzere, Körfez sermayesini AB, Kuzey ve Latin Amerika ve Asya gibi dünyanın dört bir yanından gelen sermayeyle buluşturdu. Çin, bölgenin başlıca ticaret ortağı ve İsrail'in önemli bir yatırımcısı hâline geldi.[13] Ortadoğu-Asya koridoru, artık küresel sermaye için önemli bir kanal.[14]

Bu kapitalist küreselleşme sayesinde İsrail merkezli sermaye, Ortadoğu’nun dört bir yanındaki sermayelerle bütünleşerek, küresel birikim kanallarıyla iç içe geçti. İsrailli ve Arap kapitalistlerin müşterek sınıfsal çıkarları, Filistin üzerindeki siyasi farklılıkları gölgede bırakıyor. “Arap-İsrail çatışması” ifadesinin, gelişmekte olan küresel kapitalist ekonomik yapı ile senkronize olmayan geri kalmış bir siyasi-diplomatik çerçeve olduğu görüldü. 2020 yılında BAE ve diğer bazı ülkeler, İsrail ile “Abraham Anlaşmalarını” imzalayarak, Yahudi devleti ile Arap imzacılar arasındaki ilişkileri normalleştirdiler. Kısa süre içinde yüz binlerce İsrailli turist, Dubai ve diğer yerlerdeki otelleri doldururken, Körfez yatırım grupları da İsrail ekonomisine yüz milyonlarca dolar akıttı.[15] Siyasi-diplomatik anlaşmayı ekonomik gerçeklikle senkronize hâle getirecek olan şey, Suudi-İsrail normalleşmesi olacaktı.

Ancak Filistinliler, partiye davetsiz daldılar! Ortadoğu’daki yeni finansal yatırım dalgasının getirisi, ulus ötesi sermayenin genişlemesi yoluyla daha derin bir bölgesel entegrasyonun siyasi temeli olarak İsrail ve Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerin normalleşmesine bağlıydı. Filistinliler direnişlerini sürdürdükleri sürece, bu normalleşme beklemede kalmak zorunda.

Gazze savaşından iki hafta sonra, her yıl Riyad’da[16] düzenledikleri ve “Çölün Davos’u” olarak anılan toplantıda küresel şirketlerin ve finans kuruluşlarının başındaki elitler, Gazze savaşının dünya genelinde uzun vadeli finansal istikrarsızlık ve durgunluğa katkıda bulunan jeopolitik gerilimleri daha da tırmandırdığı konusunda duydukları endişelerini dile getirdiler.

Küresel Kapitalist Krizin Bir Yüzü de Barbarlıktır

Bununla birlikte, soykırımla mükemmel bir uyum içinde olan bölgedeki ulus ötesi kapitalist sınıf içinde yer alan bazı unsurlar için göz kamaştırıcı başka bir sahne kuruldu: askeri birikim ve baskı yoluyla birikim. Siyasi kaos ve kronik istikrarsızlık, sermaye için oldukça elverişli koşullar yaratabilir. Distopik cehennem manzaraları, siyasi stratejistler ve savaş korporatistleri için yeni bir mekânsal yeniden yapılandırma turu için test alanları hâline gelebilir.

İsrail, küresel savaş ekonomisinin simgesidir.[17] İsrail ekonomisinin merkezinde yerel, bölgesel ve küresel şiddet, çatışma ve eşitsizliklerden beslenen, dünya genelinde faal olan bir askeri-güvenlik-istihbarat-gözetleme-terörle mücadele teknolojileri kompleksi duruyor.[18] Ülkenin en büyük şirketleri, Filistin’de, Ortadoğu’da ve dünya genelinde savaş ve çatışmaya bağımlı hâle geldiler. Bugün İsrail’deki politik sistem ve devlet üzerindeki etkileri aracılığıyla bu tür çatışmaları bu şirketler teşvik ediyorlar.

Dünyanın dört bir yanındaki her yeni çatışma, durgunluğu gidermek için yeni kâr imkânları yaratıyor. Sonu gelmeyen yıkım dalgaları ve ardından gelen yeniden inşa, sadece silâh endüstrisi için değil, mühendislik, inşaat ve ilgili tedarik firmaları, yüksek teknoloji, enerji ve hepsi de küresel ekonominin merkezindeki ulus ötesi finans ve yatırım yönetimi holdingleriyle entegre çok sayıda başka sektör için de kâr sağlıyor. Bu tür yaratıcı yıkım amaçlı fırtınaları illaki yeniden inşa faaliyetlerinde yaşanacak canlılık takip edecek.

ABD, Avrupa ve diğer ülkelerdeki askeri ve güvenlik şirketlerinin hisseleri[19], 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından oluşan küresel askeri harcamaların katlanarak artacağına dönük beklentiyle birlikte, yükseldi.[20] Gazze savaşı, ABD ve diğer Batılı hükümetler ile uluslararası silâh tüccarlarından İsrail’e akan milyarlarca dolarla birlikte askerileştirilmiş birikim için yeni bir teşvik sağladı. Dünyanın en büyük silâh şirketlerinin birçoğunun siparişleri rekor seviyelere yaklaşmış durumda.[21] Geçenlerde bir Morgan Stanley yöneticisi, “Görünüşe göre Gazze kuşatması portföyümüze gayet uygun” diyordu.[22]

Küresel ekonomi; kronik durgunluk ve küresel piyasaların doygunluğu karşısında kâr elde etmenin ve sermaye birikimine devam etmenin bir aracı olarak savaş, sosyal kontrol ve baskı sistemlerinin geliştirilmesine ve uygulanmasına derinden bağımlı hâle geldikçe, insanlığın fazlasını kontrol altına almaya yönelik siyasi ihtiyaç ile birikim için yeni alanları şiddet yoluyla açmakla ilgili ekonomik ihtiyaç arasında bir yakınlaşmaya tanık olunuyor.

Tarihsel olarak savaşlar, kritik ekonomik teşvikler sağlamış ve birikmiş sermaye fazlasını boşaltmaya hizmet etmiştir, ancak küresel polis devletinin[23] yükselişiyle birlikte niteliksel olarak yeni bir şeye tanık oluyoruz. Büyümenin önündeki sınırlar, yeni ölüm ve yıkım teknolojileriyle aşılıyor. Barbarlık, kapitalist krizin yüzü olarak ortaya çıkıyor.

Ezilenleri ve ötekileştirilenleri kontrol edip zapturapt altına almak ve aynı zamanda kriz karşısında birikimi sürdürmek için uygulanan askerileştirilmiş birikim, faşist siyasi eğilimlere meyillidir.[24] Krizdeki ulus ötesi kapitalizm bağlamında soykırım, şiddet yoluyla birikim için yeni fırsatlar yarattığı ölçüde, kârlı bir girişimdir. Filistin, böyle bir projenin daha geniş ölçekte yürütüleceği, herkese örnek olacak bir mekân, siyasi meşruiyete ihtiyaç duymayan yeni mutlak despotik iktidar biçimlerinin uygulanacağı bir saha hâline gelmiştir. Burada artık eskinin yerleşimci sömürgeciliğinden daha fazlası söz konusudur; bu gördüğümüz, kendisini ancak kan dökme, insanlıktan çıkarma, işkence ve imha ile yeniden üretebilen küresel kapitalist sistemin yeni yüzüdür.

Kriz, siyasi sistemleri parçalıyor, her yerde istikrarı ortadan kaldırıyor. Merkez çöküyor. İktidar grupları otoriterliğe, diktatörlüğe ve faşizme yöneldikçe, uzlaşmacı tahakküm mekanizmaları alt üst oluyor. Ortadoğu’da savaşın yürüdüğü yol, bize dünyada savaşın yürüdüğü yolu veriyor.

Gazze, önümüzdeki yirmi-otuz yıllık dönemde sermayenin artık sermaye ile artık insanlık arasında cereyan eden ve bir türlü içinden çıkamadığı çelişkiyi çözüme kavuşturmak için soykırım yöntemine politik bir araç olarak başvurma ihtimali bulunduğu konusunda bize yapılmış bir uyarı olarak okunmalı.

Dünya kapitalist krizinin daha önceki dönemlerinde hegemonik düzenin çöküşüne siyasi istikrarsızlık, yoğun sınıfsal ve toplumsal mücadeleler, savaşlar ve yerleşik uluslararası sistemdeki kırılmalar damgasını vurmuştu. İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcının 1936-39 İspanya İç Savaşı ve onun sonucu olan faşist diktatörlük olduğunu hatırlayalım. Filistin’de tehlikede olan, dünyanın geleceğidir.

William I. Robinson
Hoai-An Nguyen
15 Ocak 2024
Kaynak

[William I. Robinson, Kaliforniya Üniversitesi Santa Barbara Kampüsü’nde Ordinaryüs Profesör olarak çalışmaktadır. En son Can Global Capitalism Endure? (“Küresel Kapitalizmin Varlığını Sürdürmesi Mümkün mü?”) isminde bir kitap çıkartmıştır. Hoai-An Nguyen ise aynı üniversitenin sosyoloji bölümünde doktora adayıdır. Küresel politik ekonomi ve Vietnam’ın dünya kapitalizmine entegrasyon süreci üzerine bir araştırma yürütmektedir.]

Dipnotlar:
[1] Lauren Leatherby, “Gaza Civilians, Under Israeli Barrage”, , 25 Kasım 2023, NYT.

[2] Rupert Neate, “World’s 722 Biggest Companies”, 6 Temmuz 2023, Guardian.

[3] Kate Aronoff, “Don’t Expect Gas Companies to Pause Business on Gaza’s Behalf”, NR.

[4] Rachel Donald, “Everybody Wants Gaza’s Gas”, 31 Ekim 2023, Planet.

[5] Brett Wilkins, “Cashing in on Genocide”, 19 Aralık 2023, CD.

[6] Yvonne Ridley, “An Alternative to the Suez Canal is Central to Israel’s Genocide of the Palestineans”, 5 Kasım 2023, MEM.

[7] Michael Ellman ve Smain Laacher, “Migrant Workers in Israel”, 2003, FIDH.

[8] Tia Goldenberg ve Isabel Debre, “Israel Deports Thousands of Palestinean Workers Back to Gaza’s War Zone”, 4 Kasım 2023, AP.

[9] Joseph Ataman, Nic Robertson ve Kocha Olarn, “Israel’s Farms Need Foreign Labourers”, 26 Kasım 2023, CNN.

[10] “World Employment 1996/97”, 19 Kasım 1996, ILO.

[11] Timothy A. Kohler, Timothy M. Lenton ve Martin Scheffer, “Future of the Human Climate Niche”, 4 Mayıs 2020, PNAS.

[12] “They Fired on Us Like Rain”, 21 Ağustos 2023, HRW.

[13] Giulia Interesse, “China-Israel Bilateral Trade and Investment Outlook”, 11 Ekim 2023, CB.

[14] “Middle East-Asia Corridor”, 5 Eylül 2023, HSBC.

[15] “Can Israeli-Emirati Business Ties Survive the Gaza War?”, 2 Kasım 2023, Economist.

[16] Hadeel Al Sayegh ve Rachna Uppal, “As Israel-Hamas War Rages, Global Finance Chiefs in Saudi Sound Gloomy Note”, 24 Ekim 2023, Reuters.

[17] William I. Robinson, “Crisis of Humanity”, 26 Ağustos 2023, Truthout.

[18] William I. Robinson, “The Political Economy of Israel Apartheid and the Specter of Genocide”, 6 Kasım 2023, Znet.

[19] Asit Manohar, “Russia-Ukraine War”, 2 Mart 2022, Mint.

[20] Sergei Klebnikov, “War Stocks are Surging”, 4 Mart 2022, Forbes.

[21] Brett Wilkins, “Business of War is Booming”, 28 Aralık 2023, CD.

[22] Eli Clifton, “Hamas Has Created Additional Demand”, 30 Ekim 2023, Guardian.

[23] William I. Robinson, The Global Police State, Pluto Press 2020.

[24] William I. Robinson, Global Capitalism and the Crisis of Humanity, Cambridge University Press 2014.

0 Yorum: