27 Mart 2024

,

Tarih Bizi Çağırıyor


Ne için mücadele ediyoruz? Kendi ülkemizde insanca yaşamak için mücadele veriyoruz. İki kişiye bir konut düşebilecekken maaşlarımızı kiraya ve temel ihtiyaçlarımıza yetiştirmeye çalışıyoruz. En temel hakkımız olan barınmadan yararlanamıyoruz. Bir konut edinmek bir yana kirada kalma imkânımızın zorlaştığı bir süreci yaşıyoruz. Ev sahipleriyle kiracı kavgaları gündeliğe dönüştüğü için sorumluyu kişi değil düzen olarak görüyoruz.

Onurlu yaşamak için mücadele ediyoruz. Yalanın, takiyenin, fırsatçılığın, yarı yolda bırakmanın, güvensizliğin bizi kuşattığı toplumsal yaşamda insan kalabilmeye çabalıyoruz. Kötü örneklere bakıp “insan da yaşam da bu” diyerek kötülüğü seçmiyoruz. İnsanın özünde iyi olduğuna güveniyoruz. O yüzden, insanı bu bozulmanın sorumlusu olarak tutmuyoruz.

Yozlaşmaya karşı mücadele ediyoruz. Uyuşturucu kullanımının bireysel sorunu aşıp toplumsallaştığı, yoksulun umudu ve geleceği Bitcoin’de, kumarda, bahis oyunlarında, kolay yoldan kazançta aradığı bir dönemde emeksiz ve mücadelesiz bir yaşamın kişiliklerimizi ve değerlerimizi tahrip edeceğini biliyoruz. “Başkaları bunları yapsın bizlik bir durum yok” demiyoruz. Her gün evden çıktığımız an sokağa karıştığımızda, bu yozlaşma taciz, kabalık, küfür, kavga, üstümüze sürülen araç, toplu taşımada ve iş yerlerinde huzursuzluk olarak karşımıza çıkıyor. Bu durumdan kaçma imkânı olmadığını her gün deneyimliyoruz. Yozlaşma, ailelerimize ve ülkemizin çocuklarına bulaşmasın diye mücadele ediyoruz. O çocukların ve gençlerin karşımıza birer suçlu ya da kurban olarak çıkmasına müsaade edemeyiz.

Aileyi korumak için mücadele ediyoruz. Ailesiz bir mücadele hattı kurulamayacağının doğruluğunu yaşam bize gösteriyor. Aileyi bu sömürü ve çürümeden kurtaramazsak ne kendimizi ne halkı kurtarabileceğimizin farkındayız. En temel mücadele çevresinin aile olduğu gerçeğini unutmuyoruz. Halkı da büyük aile olarak kabul ediyoruz.

Hiçbir insan, kültür, inanç, farklı yönelimlere sahip kişiler baskı, zulüm ve ötekileştirmeye maruz kalmasın diye mücadele ediyoruz. Ezilen ve sömürülenin kardeşliğine inanıyoruz, o kardeşliğe vurulacak her darbenin egemenler lehine işleyeceğini ve daha fazla ezilmeye-sömürülmeye yol açacağı gerçeğinin bilinciyle hareket ediyoruz.

Eleştirmekten ve eleştirilmekten kaygı duymuyoruz. En çok da mücadele ettiğini iddia edenlerin yanlışlarını eleştiriyoruz. Ezilenin ve sömürülenin kurtuluş ideali uğrunda yanlış hatta ilerlemesinin hepimize zarar vereceğini tarih bize gösteriyor. Bu yüzden, kitleyi ona yol gösterenlerden ayırarak eleştiri sunuyoruz. Bireylerle ve onların yaşam biçimleriyle ilgilenmeyip ortaya konan ideolojik hattı eleştiriyoruz.

Eleştirinin yapıcı ve dönüştürücü gücünü görmezden gelemeyiz. Hangi çevrede, hatta, sendikal mücadelede yer alınıyorsa eleştiriler yoluyla çarpıklıkların görülüp “tabanın” gücüyle değişimin başlamasını hedefliyoruz. Bu düzenden bir avuç sömürücü dışında kimsenin memnun olmadığı gerçeğini yaşıyoruz.

Sola yönelik eleştirilerimiz; kolun kırılıp yenin içinde kalmaması, memnuniyetsizliklerin siyasi dedikoduya dönüşmemesi, rekabetçiliğin mücadeleyi zayıflatmaması, sınıfa ve kitleye yanlış rota belirlememesi amacını taşıyor. Yapılan her yanlışın mücadele veren dinamikleri de gerilettiğini görüyoruz. Kimliksel ayrımların egemenleri ve burjuvaziyi memnun ettiğini fakat sınıf mücadelesinin onlar için en büyük korku olduğunu, emek eksenli-hak temelli mücadele hattının ve birliğinin onlar için en büyük korku olduğunu sola, sınıfa, kitlelere göstermek için mücadele ediyoruz.

İnsanın insana, doğaya, kendine, değerlere, emeğine yabancılaştığı günümüz koşullarında düşen insanın elinden tutarsak kendimizin de kurtulacağı ve birlikte daha güçlü olacağımız için mücadele ediyoruz.

Bizim güvenliğimiz gerekçe gösterilerek her yanımızın kameralarla çevrilip hiçbir mahremiyetimizin kalmadığı, insanın istatistikî değeri olarak sayılara indirgenip dijital bir nesneye dönüştürüldüğü, telefon uygulamaları yoluyla işçi ve emekçinin alın terinin puanlandığı, herkesin birbirini ses ve görüntü kaydına aldığı, sosyal medyanın kimlik kartına döndüğü, sanalın gerçekle takas edildiği, taşlar-burçlar-fallar safsatalarıyla zihinlerin ve iradenin işgal edildiği için mücadele ediyoruz.

Sendikalıyla sendikal yönetim anlayışını, Kürt ile Kürt siyasetini, tarikatlar ile inançlı insanı, partilerle tabanı, cinsiyet ideolojileri üzerinden bireyleri metalaştırıp sermayeye dönüştürenlerle kitleyi ve bireyi, bir bütün olarak rota belirleyenlerle kitleyi birbirinden ayırarak eleştiri geliştiriyoruz.

Tek amacımız, bizi birbirimize düşman eden, kendi ülkemizde kiracı bile olmayı lüks olarak dayatan, emeğimiz üzerinden zenginleşenleri koruyan, uyuşturucuyu-fuhşu-yozlaşmayı yayan, emperyalizmin hesapları uğruna milyonlarca mültecinin emeğini sömürüp onları yurtsuzlaştıran, çocukların ve kadınların emeğini ucuz iş gücü olarak kullanan insanlık dışı düzenden kurtularak sömürünün olmadığı bir düzende yaşamak. Bu yüzden, ezilenin mücadelesinin emperyalizme, sömürülenin mücadelesinin burjuvaziye ram edilmesine engel olmak için ideolojik boyutta eleştiriyi görev kabul ediyoruz.

Kürt’e, cinsel yönelimi farklı olana, Sünni Müslüman’a, Ermeni’ye, mülteciye, kadına “düşman” değil, dostuz. Dostluğun bedelini de ağır bedellerle ödüyoruz. Tüm bu kesimleri yanlış yönlendiren ve onların kurtuluşunu geciktiren her hamleyi onlara göstermek için eleştirmekle kalmayıp yaşamın içinde sergilediğimiz pratikle bunu başarmaya çalışıyoruz. O yüzden, onlar adına konuşanları yine onları sahiplenmek ve birlikte mücadeleye çağırmak için pratik üretiyoruz. Bu sebeple, eleştirmeye ve tutarlı bir hat çizmeye devam edeceğiz. Yazdıklarımızı okuyan her insanın bizim gibi düşündüğünü çünkü aynı sömürüye ve baskıya maruz kaldığını görüyoruz. Kaygı duymadan hareket ediyoruz, belki tek farkımız budur ya da görevimiz.

Eğitim emekçilerine seslenmeye çalışıyoruz. Sınıf, toplumun en küçük kesiti ve sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Bir kenara çekilip “her şey olacağına varsın” diyemeyiz. Öğrencilerimizi faşist, gerici, paramiliter odaklara; uyuşturucu ve yozlaşma bataklığına; güvencesiz bir geleceğe teslim edemeyiz.

Mücadele tekillerle ilerlese de birleştiğimizde kazanacak olan biziz. O yüzden, birbirimizin söylediklerine, davetine, eleştirilerine iştirak etmeliyiz; bize çıkmaz sokağı gösterenlerinkine değil. Mezarları, tarihi, ilkeleri, değerleri, kararlılığı ve cüreti, bedel ödemeyi, tevazuyu mücadelenin köşe taşları olarak defalarca çıkmaz sokak rehberlerine göstermeye devam edeceğiz; asıl işaret edilen o rehberler değil, onlarda umut arayan ezilen ve sömürülendir.

Dijitalleşmeye, barınma sorununa, artan kira sömürüsüne, motokuryelere, sağlık emekçilerine, yozlaşmaya, psikolojik çöküşe, edebiyata, sanata, toplumsal sorunlarımıza, sinemaya, tiyatroya, dijital platformların zihin işgaline, medyaya, ahlaka, değerlere, ilişkilere, iş cinayetlerine, çocuk işçiliğine, faşist ve gerici zihniyete, emperyalizmin katlettiği Filistinli çocuklara ve kadınlara, intihara, depresyona, emeğe, alın terine, onura kadar birçok konuda dilimizin döndüğü ve kalemimizin yettiği kadarıyla yazılar yazmaya çalıştık, çalışıyoruz.

Ataerkilliğin, feodalizmin, baskının, sömürünün, geri bırakılmışlığın çemberini yararak ne öğrendiysek, eylediysek, deneyimlediysek hiçbirinin bizde kalmayıp paylaşılarak dalga dalga yayılmasını görev bildik; entelektüel gevezelik için değil, birbirimize ulaşmak için yazıyoruz. Zoru göze aldık, hiçbir emeğin boşa gitmeyeceğini biliyoruz. Eleştirilerin yapıcı ve dönüştürücü karşılığını da pratikte gördük. Bu dönüşümün daha hızlı ilerleyip kurtuluşa erişmemizin ezilen ve sömürülenlerin birlikte mücadelesinden geçtiğini bilerek, tek çağrımız, emeğiyle dünyayı şekillendiren, alın teriyle yaşamını sürdüren insanlaradır. Hikâyelerimiz birbirinden farklı değil; birbirimize ihtiyacımız ve mücadele birlikteliğimiz bir tercih değil, zorunluluktur. Kendi kurtuluş mücadelemizi hayata geçirmeye çağırıyoruz, çünkü tarih bizi çağırıyor.

S. Adalı
27 Mart 2024

0 Yorum: