Antikomünizm ve Kimlik Politikasından Demokrasi Yanılsamalarına
ve Faşizme Uzanan Yolculuğunda Batılı Sol Entelijansiya
Gabriel Rockhill Söyleşisi
Zhao Dingqi
1 Aralık 2023
Soğuk
Savaş boyunca CIA “Kültürel Soğuk Savaş”ı nasıl yürüttü? CIA’ya bağlı Kültürel
Özgürlük Kongresi ne tür faaliyetlerde bulundu, geride nasıl bir etki bıraktı?
CIA,
diğer devletlere bağlı istihbarat kurumları ve başlıca kapitalist işletmelere
ait vakıfların birlikte yürüttüğü kültürel soğuk savaş çok katmanlı bir
faaliyetti ve bu faaliyetin amacı, komünizmi kuşatmak, nihayetinde de
savunmasını zayıflatıp yok etmekti. Kapsam itibarıyla beynelmilel bir nitelik
arz eden söz konusu propaganda savaşının burada ancak birkaçına
değinebileceğimiz, çok sayıda farklı yönü vardı.
Başlarken
şunu belirtmem lazım: sahası çok geniş olan ve bol miktarda kaynağın teksif
edildiği bu savaş boyunca girilen çok sayıda muharebe yenilgiyle
neticelenmiştir. Bugün bu çatışma sürecinin nasıl devam ettiği konusunda
verilebilecek en yeni örneği, CIA’in Küba’da öğrencileri, aydınları,
sanatçıları ve yazarları hedef alan istikrarsızlaştırma kampanyalarını yıllar
boyu inceleyen Raúl Antonio Capote’nin 2015 tarihli kitabı veriyor. “Şirket”
olarak bilinen CIA’in, kendisinin haberi dahi olmadan, bu kurumun kirli
oyunlarına alan açsın diye tuzağa düşürmek için uğraştığı Kübalı üniversite
profesörü, CIA’in kendini beğenmiş, işinde usta olan casuslarını oyuna getirir.
Zira Capote, aslında Küba istihbaratı için çalışıyordur.[1]
Bu
hikâye, CIA’in farklı yerlerde elde ettiği onca zafere rağmen aslında onun
kazanması zor olan bir kavgaya girdiğinin en önemli delillerinden biri. Çünkü
CIA, dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğuna hasım olan bir dünya düzenini
dayatmak için çabalıyor.
Kültürel
soğuk savaşın en önemli unsurlarından biri, 1966’da CIA’e bağlı paravan örgüt
olduğu ifşa olan Kültürel Özgürlük Kongresi.[2] Bu konuyu kapsamlı bir biçimde
araştırmış olan Hugh Wilford’un tarifine göre Kongre, dünya tarihinde sanat ve
kültür alanının en önemli hamilerinden biri.[3] 1950 yılında kurulan KÖK,
Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir gibi isimler dâhil, Marksist
muarrızlarına karşı Raymond Aron ve Hannah Arendt gibi işbirlikçi
akademisyenlerin eserlerini uluslararası planda öne çıkarttı. Otuz beş ülkede
bürosu bulunan KÖK’ün emrinde yaklaşık 280 çalışan bir ordu vardı. Süreç
içerisinde dünya genelinde yaklaşık elli prestijli dergiyi bizzat yayımladı
veya destekledi, çok sayıda sanat ve kültür sergisi, ayrıca uluslararası
konserler ve festivaller organize etti. Hayatta kaldığı süre boyunca KÖK, yaklaşık
135 uluslararası konferans ve semineri bizzat planladı veya destekledi, en az
38 kurumla iş tuttu, en az 170 kitap yayımladı. Basın yayın kuruluşu Forum
Service, dünya genelinde ücretsiz yayınlar çıkarttı, parayla satın aldığı
aydınlara on iki ayrı dilde raporlar hazırlattı, toplamda çıkarttığı gazete
sayısı altı yüzü, okur sayısı beş milyonu buldu. Michael Josselson isimli
direktörü bu devasa küresel ağı mafyayı anıştıracak bir ifadeyle “büyük
ailemiz” olarak anıyordu. Paris’teki bürosunda KÖK’ün emrine amade olan yankı
odasının tek işi, antikomünist aydınların, sanatçıların ve yazarların sesini
daha da gür çıkartmaktı. 1966 yılında 2.070.500 dolarlık bir bütçeye sahipti ki
bu meblağ bugünün 19,5 milyon dolarına denk.
Josselson’ın
o “büyük aile”si, esasında CIA’in kurucularından Frank Wisner’ın “kudretli
müzik kutusu” dediği, Şirket’in bizatihi kontrolünde olan ve beynelmilel
düzlemde çalışan medya ve kültür sahasının programlandığı elektronik kutunun
küçük bir kısmını teşkil ediyordu. Psikolojik savaşın ulaştığı devasa boyutlara
dair bir örnek olarak Carl Bernstein’in sunduğu delillere bakılabilir. Bu
delillerin ortaya koyduğu biçimiyle, 1952-1977 arası dönemde perde gerisinde
CIA için çalışmış olan Amerikalı gazeteci sayısı en az dört yüzdü.[4] Bu tür
gerçeklerin ifşası ardından, New York Times gazetesi, üç ay süren bir
araştırmanın sonuçlarını yayımladı. Çalışmanın sonuç bölümünde “CIA’in emrinde
sekiz yüzden fazla haber ve kamuyu bilgilendirme teşkilâtının ve kişinin
bulunduğu” söylenmekteydi.[5] Bu iki ifşaat, aynı ağ içerisinde faaliyet
yürüten gazetecilerce bizzat müesses nizama bağlı yayınlarda yayınlandığı için
burada aktarılan sayıların düşük gösterilmiş olma ihtimali yüksek.
1935-1961
arası dönemde New York Times’da direktör olarak çalışmış olan Arthur
Hays Sulzberger, CIA’yle (onunla kurulan işbirliğinin en üst mertebesi
anlamında) bir gizlilik anlaşması imzalayacak kadar yakın ilişki içerisinde
olan bir isimdi. William S. Paley’ye ait Columbia Broadcasting System (Kolumbiya
Yayıncılık Sistemi -CBS) radyo-televizyon yayıncılığı sahasında CIA’in sahibi
olduğu en önemli varlıktı. CBS’in Şirket’le öyle yakın ilişkisi vardı ki ana
operatöre bağlanmadan, direkt CIA merkez binasına bağlı olan bir telefon
hattına sahipti.
Henry
Luce’un Time A.Ş. isimli şirketi ise haftalık ve aylık dergiler sahasında
CIA’yle güçlü ilişkilere sahip şirketlerden birisiydi (Şirket, sonrasında
bizzat Bernstein tarafından çıkartılacak olan Time yanında Life, Fortune
ve Sports Illustrated dergilerini yayınlamaktaydı). Süreç içerisinde
Luce, CIA ajanlarını gazeteci kılıfı altında işe almayı kabul etti ki bu,
ileride yaygın bir biçimde başvurulan bir yöntem hâlini aldı. 1991’de CIA
Direktörü Robert Gates’in bir araya getirdiği CIA’de Büyük Açıklık Görev Gücü
türü çalışmalardan da bildiğimiz gibi, bu türden pratikler, yukarıda belirtilen
ifşaatlardan sonra da hızını kesmeden devam etti:
“Bugün (CIA’ye bağlı) Kamusal
İşler Bürosu, ülke genelinde önemli bir yere sahip olan tüm haber
ajanslarından, gazetelerinden, haftalık haber dergilerinden ve televizyon
kanallarından muhabirlerle ilişkilere sahip. […] Birçok olayda yaşandığı üzere,
muhabirleri ele aldıkları haberleri bekletmeleri, değiştirmeleri, muhafaza
etmeleri hatta çöpe atmaları konusunda ikna etmişizdir.”[6]
CIA,
ayrıca Amerika Gazete Emekçileri Meslek Birliği’nin kontrolünü de ele geçirdi,
bunun yanında, zamanla basın kuruluşlarının, dergilerinin ve gazetelerin sahibi
hâline geldi. Bu dergiler ve gazeteler CIA ajanlarını saklamak için
kullanıldılar.[7] CIA, LATIN, Reuters, Associated Press ve United Press
International gibi kuruluşlara memurlarını yerleştirdi. Hükümet kaynaklı
dezenformasyon faaliyetleri konusunda uzman olan William Schaap’ın dile
getirdiği biçimiyle, “dünya genelinde CIA’in mülkiyetinde ve kontrolünde olan
medya kuruluşu 2.500 civarında. Buna ek olarak, CIA, tüm büyük medya
kuruluşlarında göz önünde olan gazeteciler ve yayın yönetmenlerinden serbest
gazetecilere kadar çok sayıda elemana sahip.”[8] Bu CIA elemanlarından biri
gazeteci John Crewdson’a “bir dönem her bir ülkenin başkentindeki en az bir
gazete bize aitti” diyor. Aynı kaynak devamında, “kurumun doğrudan sahip
olmadığı veya yüklü miktarda para aktarmadığı gazetelere maaşını verdiği
ajanlarla veya memurlarla sızdığını, ajansa yararlı haberlerin yayımlandığını,
ama zararlı olanların yayımlanmadığını” söylüyor.[9]
Bu
süreç, elbette ki dijital çağda da devam etti. Yasha Levine gibi akademisyenler,
Alan MacLeod gibi gazeteciler, ABD ulusal güvenlik teşkilâtının büyük teknoloji
şirketleri ve sosyal medya alanındaki ağırlığını detaylarıyla aktarıyorlar.
Diğer hususlar yanında ortaya koydukları bir gerçek de Facebook, X (Twitter),
TikTok, Reddit ve Google’ın önemli mevkilerinde istihbarat ajanlarının
varlığı.[10]
CIA’in
sızdığı diğer bir alan da akademide çalışan aydın sınıfı. 1975 yılında Kilise
Komitesi istihbaratçı dünyası ile ilgili raporunu yayımlayınca CIA, “yüzlerce
kurumda binlerce akademisyenle temas hâlinde olduğunu kabul etmek zorunda kaldı
(1991 tarihli Gates Bildirisi’nin de teyit ettiği biçimiyle, o raporun
yayımlandığı günden beri yapılan hiçbir reform, bu uygulamanın sürdürülmesine
ve kapsamını genişletmesine mani olmadı).[11]
Tıpkı
Stanford Üniversitesi’ndeki Hoover Enstitüsü ve MIT’deki Uluslararası
Çalışmalar Merkezi gibi, Harvard ve Columbia üniversitelerinde bulunan Rus
enstitüleri de doğrudan CIA’in desteğiyle ve gözetiminde kurulan
kurumlardı.[12] Kısa süre önce Yeni Toplumsal Araştırmalar Okulu’nda çalışan
bir araştırmacının dikkatimi çektiği belgelerin de teyit ettiği biçimiyle, CIA
en kırk dört kolej ve üniversitede yürütülen araştırmaları MKULTRA projesiyle
ilişkilendirdi. Bilebildiğimiz kadarıyla, ABD’ye 1.600 kadar bilim insanını,
mühendisi ve teknisyeni getiren o ünlü Ataş Operasyonu’nda en az on dört
üniversitenin adı karıştı.[13] Bilmeyenler için söyleyelim: bu MKULTRA projesi,
CIA’in sadist dürtüleri doğrultusunda yürüttüğü, kişilerin rızası olmadan dâhil
edildikleri, yüksek dozda psikoaktif ilâca ve diğer kimyasallara ek olarak
elektroşok tedavisinin, hipnozun, duyusal yoksunlaşmanın, sözlü ve cinsel
tacizin, diğer işkence türlerinin eşlik ettiği işkence deneylerini ve beyin
yıkama çalışmalarını yürüttüğü programlarından biri.
CIA,
sanat dünyasında da belirli bir ağırlığa sahipti. Örneğin Sosyalist Gerekçilik
akımına karşı Soyut Ekspresyonizmin ve New York sanat dünyasının pratiklerinin
öne çıkartıldığı süreçte önemli roller oynadı.[14] CIA sergileri, müzik ve
tiyatro gösterilerini, uluslararası sanat festivallerini Batı’nın özgür sanatı
olarak övdüğü şeyleri yaymak adına fonladı. Şirket, bu türden girişimler
dâhilinde önemli sanat kurumlarıyla çalışmalar yürüttü. Çarpıcı bir örnek
vermek gerekirse: CIA’in kültürel soğuk savaş içerisinde kullandığı önemli
elemanlarından olan Thomas W. Braden, kuruma katılmadan önce Modern Sanat
Müzesi’nin genel müdürlük sekreteriydi. Müzenin başkanları arasında gizli
yürütülen istihbarat operasyonlarını tepeden koordine eden ve elindeki vakfın
CIA parasının akacağı kanal olarak kullanılmasına izin veren Nelson Rockefeller
gibi isimler vardı. Müzenin direktörleri arasında Rockefeller’ın savaş
döneminde Latin Amerika için kurulmuş olan istihbarat kurumunda çalışmış René
d’Harnoncourt bulunuyordu. Kendi adına kurulmuş müze bulunan John Hay Whitney ve
Julius Fleischmann Modern Sanat Müzesi’nin mütevelli heyeti içerisinde yer
almaktaydı. Whitney, CIA öncesinde faaliyet yürüten Stratejik Hizmetler Bürosu
için çalışma yürütmüş, yardım kuruluşunu CIA parasının akacağı bir kanal olarak
kullanılmasına izin vermiş bir isimdi. René d’Harnoncourt ise CIA’inkiler de
dâhil Amerika’nın yürüttüğü psikolojik savaş programlarının önemli isimlerinden
biri olan René d’Harnoncourt ise CBS televizyonunun yönetim kurulu başkanı,
aynı zamanda Modern Sanat Müzesi’nin Uluslararası Programı’nın yürütme kurulu
üyesiydi. Bu ilişkiler ağının da ortaya koyduğu biçimiyle, kapitalist egemen
sınıf kültürel aygıtları sıkı bir biçimde kontrol etmek adına ABD’deki ulusal
güvenlik teşkilâtıyla yakın bir ilişki içerisinde çalışma yürütüyor.
ABD’nin
eğlence sektöründeki yeri ile ilgili birçok kitap kaleme alındı. Matthew Alford
ve Tom Secker’ın belgeleriyle aktardığı biçimiyle, Savunma Bakanlığı sansürleme
hakkına sahip olduğu sinema sektöründe en az 814 filme destek sundu, en az 37
filme CIA, 22 filme de FBI müdahil oldu.[15] Bazı uzun soluklu olan TV şovları
konusunda aynı bakanlık 1.133, CIA 22, FBI ise 10 programa destek sundu.
Hollywood
ile ulusal güvenlik teşkilâtı arasındaki bu ilişkinin sayılara dökülebilen
niceliksel yönü yanında bir de niteliksel yönü vardı. 2014’te John Rizzo bu
ilişki konusunda şunları söylüyor:
“Eğlence sektörüyle uzun
zamandır ilişkide olan CIA, Hollywood’un nüfuzlu isimleriyle, stüdyo
idarecileri, yapımcılar, yönetmenler, ünlü aktörlerle ilişkiler kurmaya özel
dikkat göstermiştir.”[16]
CIA’in
yürüttüğü terörle mücadelenin dokuz yılı boyunca genel danışmanı veya danışman
yardımcısı olarak hizmet vermiş olan ve tutukluların iadesi, işkence, dronlu
suikast programları ile yüklü çalışmalar içerisinde yer alan Rizzo, emperyalist
kasapları kültür endüstrisinin nasıl sakladığına dair çok şey söylüyor.
Bu
türden faaliyetler, ABD imparatorluğunun önemli özelliklerinden birini ifşa
ediyorlar: Karşımızda duran, gerçek manada bir gösteriler imparatorluğudur. Odağında
kalpleri ve zihinleri kazanmaya yönelik mücadele durmaktadır. Bu amaç
doğrultusunda söz konusu imparatorluk, uluslararası psikolojik savaşı yürütmek
için dünyayı kuşatan kapsamlı bir altyapı kurdu. Ana akım medyayı önemli ölçüde
kontrol altına aldığını, ABD’nin Ukrayna’da Rusya’ya karşı yürüttüğü vekâlet
savaşına yönelik destek sağlama çabası dâhilinde net bir biçimde görebiliyoruz.
Aynı tespiti, Çin’e karşı yedi gün yirmi dört saat yürüttüğü, tehlikeli bir hâl
alan, propaganda faaliyeti için de yapmak mümkün. Buna karşın, birçok cesur
aktivistin çalışmaları ve ilgili imparatorluğun işleyişinin gerçeğe aykırı
olması sayesinde bu gösteriler imparatorluğu, dili, sözü ve habercilik
pratiğini henüz tümüyle kontrol altına alabilmiş değil.[17]
Makalelerinizin
birinde CIA ajanlarının Michel Foucault, Jacques Lacan, Pierre Bourdieu gibi
isimlerin eleştirel teorilerini okumaya hevesli olduklarını söylüyorsunuz.
Bunun sebebi nedir? Fransız Eleştirel Teorisi’ni nasıl değerlendiriyorsunuz?
Komünizme
karşı yürütülen kültürel savaşın önemli cephelerinden biri de Monthly Review
Yayınevi için kısa süre önce tamamladığım kitabın konu başlığını teşkil eden
düşünce alanındaki dünya savaşıdır. CIA’in yanında, diğer devletlere ait
istihbarat kuruluşları ve kapitalist egemen sınıfa ait vakıflar da bu konuda
çok önemli bir rol oynamışlardır. Bunların ana amacı, Marksizmi
itibarsızlaştırıp antiemperyalist mücadelelere ve aynı zamanda reel sosyalizme
yönelik desteği ortadan kaldırmaktır.
Batı
Avrupa, bahsi edilen savaşın önemli bir sahasıydı. ABD, İkinci Dünya Savaşı
sürecinden hâkim bir emperyalist güç olarak çıktı. Dünya genelinde hegemonya
tesis etmek adına ABD, Batı Avrupa’nın eskiden önemli bir yerde duran
emperyalist güçlerini (ayrıca Doğu’da Japonya’yı) kendi safına çekmek istedi.
Ancak bu adımın hâlen daha sağlam ve canlı komünist partilere sahip olan Fransa
ve İtalya gibi ülkelerde atılmasının zor olduğunu gördü. Bu nedenle ABD’deki
ulusal güvenlik aygıtı politik partilere, sendikalara, sivil toplum
kuruluşlarına ve önemli haber ajansları ile gazetelere sızmak için çok yönlü
bir çalışma içerisine girdi.[18] Hatta bu süreçte faşistleri bünyesine katmış
gizli ordular kurdu, komünistlerin seçim yoluyla iktidara gelmesi durumunda
devreye sokulacak askeri darbeler için planlar hazırladı (sonrasında bu ordular
1968 ardından devreye sokulan gerilim stratejisi dâhilinde harekete
geçirildiler ve komünist olmakla suçlanan sivillere yönelik terörist saldırılar
gerçekleştirdiler).[19]
Düşünce
alanında süren savaşta ABD’deki iktidar eliti, Marksizmi itibarsızlaştırma
umuduyla, antikomünist olan uluslararası bilgi üretim ağlarını ve yeni eğitim
kurumlarını teşkil edecek adımlara destek sundu. Aynı güç, diyalektik ve
tarihsel materyalizme açıktan düşman olan aydınları parlattı, görünür kıldı,
bir yandan da Sartre ve Beauvoir gibi isimlere karşı karalama kampanyaları
yürüttü.[20]
Fransız
teorisi, işte bu bağlam dâhilinde anlaşılmalı ve en azından kısmen, ABD kültür
emperyalizminin bir ürünü olarak görülmeli. Fransız teorisi ile ilişkili kabul
edilen Foucault, Lacan, Gilles Deleuze, Jacques Derrida gibi isimler, kendisini
bir önceki neslin en önemli felsefecisi kabul edilen Sartre’a karşı bir akım
olarak tarif eden yapısalcı hareketle farklı ilişkiler geliştirdiler.[21]
Sartre’ın 1940’ların ortalarından itibaren Marksist yola girmiş olmasını kimse
görmedi. Ayrıca antimarksistlerin dillerine doladıkları bir klişe fikir olarak
Hegelcilik karşıtlığı moda hâline geldi. Çarpıcı bir örnek olarak Foucault, Sartre’ı
“son Marksist” olarak görüp eleştirdi, ayrıca onun kendisinde ve kendi türünde
başka teorisyenlerde temsil olunan antimarksist çağın gerisinde kalmış, on
dokuzuncu yüzyıla ait bir isim olduğunu söyledi.[22]
Bu
düşünürlerin bir kısmı Fransa içerisinde epey şöhret sahibi oldu. Lâkin bu
isimleri uluslararası sahneye ABD’deki reklâm çalışmaları taşıdı. Dünya
entelijansiyasının gözüne ABD soktu. Monthly Review için yazdığım son
makalede Fransız teorisinin hâkim olduğu dönemin ardındaki politik ve ekonomik
güçleri detaylarıyla birlikte aktarmaya çalışıyorum. 1966’da Johns Hopkins Üniversitesi’nin
Baltimore’da düzenlediği konferans, bu düşünürlerin önemli bir kısmını bir
araya getirdi.[23] CIA ile birlikte Kültürel Özgürlük Kongresi’ni besleyen,
ayrıca CIA’in propaganda faaliyetleriyle sıkı ilişkilere sahip olan Ford Vakfı,
konferans ve sonrasında yürütülen faaliyetler için 36.000 dolar (bugünün
parasıyla 339.000 dolar) yardım yaptı. Bu, bir üniversite konferansı için
olağanüstü bir meblağ idi. Ayrıca konferansın haberi Time ve Newsweek
dergilerinde çıktı ki bu da akademi ortamında işitilmemiş bir olaydı.[24]
Kapitalist
vakıfların, CIA’in ve diğer devletlere bağlı istihbarat kurumlarının derdi,
Marksizmin yerini alacak, radikalmiş gibi görünen çalışmaları teşvik edip öne
çıkartmaktı. Marksizmi yok edemediklerinden, yeni ve eleştirel bir şeymiş gibi
pazarlanabilecek, fakat her türden devrimci özden mahrum olan yeni teori
biçimlerini desteklemenin ve Marksizmi toprağa gömmenin yollarını aradılar.
1985’te CIA’in konuyla ilgili olarak hazırladığı makaleden öğrendiğimiz
kadarıyla kurum, Fransız yapısalcılığının, Annales Okulu’nun ve Nouveaux
Philosophes [“Yeni Felsefeciler”] denilen grubun katkılarını memnuniyetle
karşılıyordu. Hem Foucault ve Claude Lévi-Strauss’la ilişkilendirilen
yapısalcılıktan hem de Annales Okulu’nun metodolojisinden dem vuran makale
sonuç bölümünde şunları söylüyordu:
“Biz, bunların Marksizmin
sosyal bilimler alanındaki nüfuzunu kırma konusunda kritik önemde olduğuna,
günümüz akademyasına önemli bir katkı sunarak ayakta kalmayı bileceğine
inanıyoruz.”[25]
Fransız
teorisiyle ilgili değerlendirmemde de ifade ettiğim üzere, bu teori, burjuva
kültürel eklektisizmine teslim olmuş, gerçeklikte hiçbir şeyi değiştirmeyecek,
söylem alanında muhayyel devrimler yapabilmek adına söylemi temel alan ve
ortalığı sise boğan antikomünist teorik pratiği Marksizmin yerine ikame etmeye
çalışan, ABD kültürel emperyalizmine ait bir üründür.
Fransız
teorisi, bir yandan da Friedrich Nietzsche ve Martin Heidegger gibi
antikomünistlerin eserlerini arındırıp reklâm eder, bunun yanında, gizliden
gizliye radikal olanı alabildiğine gerici bir şey olarak tarif etmeye çalışır.
Fransız
teorisyenler, Marksizmle ilişkilerinde onu söylemlerden bir söylem hâline
getirmek, böylelikle Niçeci soykütük, Haydegerci yapısöküm, Froydcu psikoanaliz
gibi Marksizm ve diyalektik karşıtı söylemlerle mezcetmek için uğraştılar. Tam
da bu sebeple, bu düşünürlerin önemli bir bölümü “kendi Marx’ı” olduğunu
söyledi, böylece kendilerinin bir şekilde Marksist veya Marksçı olduğuna dair
bir yanılsamanın oluşmasını sağladı. Oysa aslında hepsi de kendi felsefe
anlayışıyla tanımlı, kendilerine has unsurları Marx’ın asarından, keyfi olarak
devşirme eğilimindeydi. Bu eğilimi Marx’ı kararlaştırılamayacak, hayali bir
edebi varlık olarak anlayan Derrida’da, Marx’ı göçebeleştirip merkezsizleştiren
Deleuze’de ve kendisindeki diyalektik karşıtı fark anlayışını Marx’a yamamaya
çalışan Jean-François Lyotard’da görmek mümkün. Bu isimlere göre Marx’ın
söylemi, burjuvazinin elindeki külliyat içerisinde ana gıda malzemesi olarak
işler. Onu kendi felsefe anlayışlarını geliştirmek için, eklektisizm üzerinden
kullanabileceklerini düşünen aynı felsefecilere göre Marx’ın söylemi, o felsefe
anlayışını düşünsel açıdan hür ve radikal bir şeymiş gibi takdim etme imkânına
sahiptir.
Walter
Rodney, bu teorik pratiğin gerçek niteliğini gayet iyi özetliyor:
“Sahip olduğu burjuva
düşünme tarzıyla, tuhaf niteliği ve garip kişileri harekete geçirme konusunda
başvurduğu yöntemle bu yaklaşım, yürüyebileceğiniz birçok yol sunar, zira, her
şeyden önce, hiçbir yere gitmiyorsanız istediğiniz yolu seçebilirsiniz.”[26]
Günümüzde
Çin’de etkili olan akımlardan biri de Frankfurt Okulu. Bu okulun ürettiği
teorileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Okul, CIA ile ne tür bir bağa sahip?
“Frankfurt
Okulu” olarak bilinen Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü, esasında ilk başta
zengin bir kapitalistten gelen paralarla Frankfurt Üniversitesi’nde kurulmuş
olan Marksçı bir araştırma merkezi idi. 1930’da enstitü direktörü Max
Horkheimer olunca tarihsel materyalizm ve sınıf mücadelesinden giderek
uzaklaşarak, kuramsal ve kültürel meselelere yöneldi.
Bu
bağlamda, Horkheimer yönetiminde Frankfurt Okulu, Batı Marksizmi olarak bilinen
yapının, özellikle Kültürel Marksizmin kuruluşunda önemli bir rol oynadı. Horkheimer
ve onunla ömür boyu birlikte çalışmış olan Theodor Adorno, sadece reel
sosyalizmi reddetmekle kalmadı, ayrıca tıpkı Fransız teorisi gibi, ideolojik
totalitarizm kategorisi temelinde reel sosyalizmi faşizme eş tuttu.[27] Sonrasında
“Başka Alternatif Yok” fikrinin fazlasıyla aydınlara ve onlardaki melodramatik
hâle teslim olmuş hâlini benimseyen okul mensupları, kurtuluşu sağlayacak
yegâne alan olarak gördükleri burjuva sanat ve kültür alanına odaklandılar. Bunun
nedeni, birkaç istisna haricinde, Adorno ve Horkheimer gibi düşünürlerin teorik
pratiklerinde alabildiğine idealist olmalarıydı. Bu idealizme göre, pratik
dünyada anlamlı bir toplumsal değişim öngörülüyorsa kurtuluş yolu, yeni düşünce
biçimleri ve yenilikçi burjuva kültürünün düşünsel ve manevi alanında
aranmalıydı.
Batı
Marksizminin bu öncüleri sadece kapitalizm yanlısı kişilerin ideolojik sloganı
anlamında “faşizmle komünizm aynı şey” lafını dillerine pelesenk ettiler, hatta
açıktan emperyalizme destek sundular. Örneğin, ABD’nin Vietnam’da yürüttüğü
savaşa destek veren Horkheimer, Mayıs 1967’de “Amerika ne zaman bir savaş
yürütme ihtiyacı duysa bu savaş vatanı savunmak için yürütülmez, anayasayı ve
insan haklarını savunmak için yürütülür” dedi.[28]
Her
ne kadar Adorno, bu türden savaş yanlısı açıklamalara sessizce destek verme
üzerine kurulu profesyonel bir siyaset gütmeyi tercih etmişse de Cemal Abdünnasır’ı
devirip Süveyş Kanalı’nı ele geçirmek amacıyla İsrail’in, İngiltere’nin ve
Fransa’nın Mısır’ı emperyalist müdahaleyle işgal etmesine destek sunan
Horkheimer’ın yanında hizalandı.[29] Nasır’a “Moskova’yla komplo kuran faşist
kabile reisi” diyen Adorno ve Horkheimer, İsrail’e sınırı bulunan ülkeleri “hırsız
Arap devletleri” olarak niteledi.[30]
Frankfurt
Okulu’nun liderleri, ABD’deki kapitalist egemen sınıftan ve ulusal güvenlik
teşkilâtından epey destek gördü. Horkheimer, Kültürel Özgürlük Kongresi’nin
önem arz eden konferanslarından en az birine katılırken Adorno, CIA’in
desteklediği makaleler için makaleler yazdı. Ayrıca Adorno, Almanya’da süren
antikomünist kültür savaşının önde gelen isimlerinden, CIA mensubu Melvin Lasky’yle
yazıştı, birlikte kimi işler yaptı. KÖK’ün CIA’ye bağlı bir örgüt olduğu ortaya
çıkmış olmasına rağmen Adorno, kongrenin genişleme planları içerisinde yer
almaya devam etti. Frankfurt Okulu’nun vitrininde duran isimler, bir yandan da
Rockefeller Vakfı ile ABD hükümetinden yüklü miktarda para aldılar. Bu iki güç,
okulun savaş sonrası Batı Almanya’ya geri dönme sürecine destek sundu (Rockefeller
okula 1950 yılında 103.695 dolar (bugünün parasıyla 1,3 milyon dolar) yardım
yaptı. Tıpkı Fransız teorisyenleri gibi Frankfurt Okulu mensupları da ABD
imparatorluğunun liderlerinin istedikleri ve destekledikleri teorik çalışmaları
yürüttüler.
Geçerken
belirtmekte fayda var: Okul içerisinde Horkheimer etrafında kümelenmiş sekiz
ismin beşi ABD hükümetinde ve ulusal güvenlik teşkilâtı içerisinde analizci ve
propagandacı olarak çalıştı. OSS’in Araştırma ve Analiz Şubesi’ne bağlanmadan
önce Savaş Enformasyon Bürosu (OWI) bu süreçte Herbert Marcuse, Franz Neumann
ve Otto Kirchheimer bünyesinde istihdam etti. (Burada belirtmekte fayda var: Monthly
Review dergisinin kurucularından Paul Sweezy de İkinci Dünya Savaşı
süresince OSS’in Araştırma ve Analiz Şubesi’nde çalışmıştır -Editörün Notu)
Leo
Löwenthal da OWI için çalıştı. Friedrich Pollock, Adalet Bakanlığı Tekelleşmeyle
Mücadele Bölümü’nde çalışıyordu. Bu çelişkiliymiş gibi görünen durum, esasında
ABD devletinin faşizme ve komünizme karşı mücadelesinde Marksist analizcileri
kullanma isteğinden kaynaklanıyordu. Ayrıca bu isimlerin bazıları, ABD’nin
emperyalist çıkarlarıyla uyumlu olan politik konumlar alıyorlardı. Frankfurt
Okulu’nun tarihinin bu kısmı daha fazla incelenmeyi hak ediyor.[31]
Son
olarak şu husus üzerinde duralım: Frankfurt Okulu içerisinde çalışma yürüten
ikinci ve üçüncü kuşak da antikomünist yönelimin dışına çıkmadı. Habermas
ikinci kuşağa, Axel Honneth, Nancy Fraser, Seyla Benhabib vs. ise üçüncü kuşağa
mensup.
Hatta
Habermas, devlet sosyalizminin iflas ettiğini açıktan dile getirdi ve
kapitalist sistemin ve ona ait olduğu iddia edilen demokrasi kurumlarının içerisinde
“söyleme dayalı irade oluşumunun herkesi kucaklayan usulleri” için belirli bir
alan oluşturmaktan bahsetti.[32] Üçüncü kuşağa mensup yeni-Habermasçılar, bu
yönelimi sürdürdüler. Tartıştığımız diğer düşünürleri de ele alan ve bu
isimleri detaylı bir biçimde inceleyen makalemde dile getirdiğim biçimiyle,
Honneth, burjuva ideolojisini eleştirel teorinin tümüyle kurallara bağlı
kılınmış çerçevesi içerisine yerleştirdi.[33]
Fraser
ise her fırsatta kendisini sosyal demokrat olarak niteleyen ama eleştirel
teorisyenler içerisinde en solcu isim olarak takdim eden bir düşünür. Oysa Fraser,
kendisine dair tarifin somut karşılıklarına baktığımızda ne olduğu net olarak anlaşılamayan
bir yazar. O da “pozitif programı, kendisinin destekleyeceği programı tanımlarken
zorlandığını” açıktan kabul ediyor.[34] Ama negatif, desteklenmesi mümkün
olmayan program, onun kafasında çok net: “Demokratik sosyalizmin otoriter
komuta ekonomisini, komünizmin tek parti modelini hiçbir şekilde ifade etmediğini
biliyoruz.”[35]
Dipnotlar:
[1] Bkz.: Raúl Antonio Capote, Enemigo (Madrid: Ediciones Akal, 2015).
[2]
Bu ve sonraki paragraflarında aktarılan malumat bir dizi kaynaktan derlendi. Bu
kaynaklar, arşiv araştırmalarını, Bilgilenme Hürriyeti Kanunu uyarınca sunulan
dilekçelere verilen cevaplardan ve şu tür çalışmalardan oluşuyor: Yayına Hz.: Philip
Agee ve Louis Wolf, Dirty Work: The CIA in Western Europe, Birinci Baskı.
(Dorset: Dorset Press, 1978); Frédéric Charpier, La C.I.A. en France: 60 ans
d’ingérence dans les affaires françaises (Paris: Editions du Seuil, 2008);
Ray S. Cline, Secrets, Spies, and Scholars (Washington, DC: Acropolis,
1976); Peter Coleman, The Liberal Conspiracy: The Congress for Cultural
Freedom and the Struggle for the Mind of Postwar Europe (New York: The Free
Press, 1989); Allan Francovich, On Company Business (documentary), 1980;
Pierre Grémion, Intelligence de l’anticommunisme: Le Congrès pour la liberté
de la culture à Paris, 1950–1975 (Paris: Librairie Arthème Fayard, 1995);
Victor Marchetti and John D. Marks, The CIA and the Cult of Intelligence
(New York: Dell Publishing Co., 1974); Frances Stonor Saunders, The Cultural
Cold War (New York: The New Press, 2000); Giles Scott-Smith, The
Politics of Apolitical Culture: The Congress for Cultural Freedom, the CIA and
Post-War American Hegemony (New York: Routledge, 2002); John Stockwell, The
Praetorian Guard: The U.S. Role in the New World Order (Boston: South End
Press, 1991); Hugh Wilford, The Mighty Wurlitzer: How the CIA Played America
(Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press, 2008).
[3]
Bkz.: Wilford, The Mighty Wurlitzer.
[4]
Bkz.: Carl Bernstein, “The CIA and the Media,” 20 Ekim 1977, Rolling Stone.
[5]
John M. Crewdson, “Worldwide Propaganda Network Built by the C.I.A.,” New
York Times, 26 Aralık 1977.
[6]
Task Force on Greater CIA Openness, memorandum for Director of Central
Intelligence, Task Force Report on Greater CIA Openness, 20 Aralık 1991, CIA.
[7]
Bkz.: Crewdson, “Worldwide Propaganda Network.”
[8]
Aktaran: William F. Pepper, The Plot to Kill King (New York: Skyhorse,
2018), s. 186.
[9]
Crewdson, “Worldwide Propaganda Network.”
[10]
Bkz.: Yasha Levine, Surveillance Valley (New York: PublicAffairs, 2018) ve
Alan Macleod’un MintPress News’te çıkan makaleleri: “National Security Search
Engine: Google’s Ranks Are Filled with CIA Agents,” 25 Temmuz 2022; “Meet the
Ex-CIA Agents Deciding Facebook’s Content Policy,” 12 Temmuz 2022; “The Federal
Bureau of Tweets: Twitter Is Hiring an Alarming Number of FBI Agents,” 21
Haziran 2022; “The NATO to TikTok Pipeline: Why Is TikTok Employing so Many
National Security Agents?,” 29 Nisan 2022.
[11]
Kilise Komitesi Raporu CIA’in kontrolü ve denetiminde, dolayısıyla, gerçek
sayılar onun aktardığı sayılardan muhtemelen daha yüksek.
[12]
Bkz.: Noam Chomsky vd., The Cold War and the University (New York: The
New Press, 1997); Sigmund Diamond, Compromised Campus: The Collaboration of
Universities with the Intelligence Community, 1945–1955 (Oxford: Oxford
University Press, 1992); Walter Rodney, The Russian Revolution: A View from
the Third World, Yayına Hz.: Robin D. G. Kelley ve Jesse Benjamin (Londra:
Verso, 2018); Christopher Simpson, Science of Coercion: Communication
Research and Psychological Warfare, 1945–1960 (Oxford: Oxford University
Press, 1996).
[13]
Bkz.: The New School Archives, John R. Everett records (NS-01-01-02),
Series 3. Subject files, 1918–1979, bulk: 1945–1979, Central Intelligence
Agency (CIA), 1977–1978, Newschool. Özel detayları aktaran belgelere
şuradan ulaşmak mümkün: Black Vault MKULTRA Collection, Blackvault.
[14]
Bkz.: Gabriel Rockhill, Radical History and the Politics of Art (New
York: Columbia University Press, 2014).
[15]
Bkz.: Matthew Alford ve Tom Secker, National Security Cinema: The Shocking
New Evidence of Government Control in Hollywood (CreateSpace Independent
Publishing Platform, 2017).
[16]
Akt.: Alford ve Secker, National Security Cinema, s. 49.
[17]
Örneğin bkz.: Michel Collon ve Test Media International, Ukraine: La Guerre
des images (Brüksel: Investig’Action, 2023).
[18]
Bkz.: Wilford, The Mighty Wurlitzer; Agee ve Wolf, Dirty Work;
Charpier, La C.I.A. en France.
[19]
Bkz.: Daniele Ganser, NATO’s Secret Armies (New York: Routledge, 2004) ve
Allan Francovich, Gladio (belgesel), British Broadcasting Corporation,
1992.
[20]
Bkz.: Saunders, The Cultural Cold War ve Hans-Rüdiger Minow, Quand la
CIA infiltrait la culture (belgesel), ARTE, 2006.
[21]
Postyapısalcılık terimi birçok yönden İngilizce konuşulan âlemin bir icadı. En
azından ilk başta Fransa bağlamında postyapısalcı olarak anılan isimler
yapısalcı projeyi biraz farklı olan yollardan sürdürmüş ve yoğunlaştırmış gibi
görünüyorlar.
[22]
Michel Foucault, Dits et écrits 1954–1988, Cilt. 1 (Paris: Éditions
Gallimard, 1994), s. 542. Foucault konusunda daha fazla bilgi için bkz.: “Foucault:
The Faux Radical,” Los Angeles Review of Books, October 12, 2020, Philosophicalsalon. Türkçesi: İştiraki.
[23]
Bkz.: Gabriel Rockhill, “The Myth of 1968 Thought and the French Intelligentsia,”
MR 75, Sayı. 2 (Haziran 2023): s. 19–49.
Türkçesi: İştiraki.
[24]
Şu çalışma için yazdığım önsöze bakılabilir: Aymeric Monville, Neocapitalism
According to Michel Clouscard (Madison: Iskra Books, 2023).
[25]
Directorate of Intelligence, France: Defection of the Leftist Intellectuals,
Central Intelligence Agency, 1 Aralık 1985, s. 6, CIA.
[26]
Walter Rodney, Decolonial Marxism: Essays from the Pan-African Revolution
(Londra: Verso, 2022), s. 46.
[27]
Yorumlarımı destekleyecek kanıtların önemli bir kısmını şu makalelerde bulmak
mümkün: Gabriel Rockhill, “The CIA and the Frankfurt School’s Anti-Communism,” Los
Angeles Review of Books, June 27, 2022, philosophicalsalon [Türkçesi: İştiraki] ve Gabriel Rockhill, “Critical
and Revolutionary Theory: For the Reinvention of Critique in the Age of
Ideological Realignment,” Domination and Emancipation: Remaking Critique
içinde, Yayına Hz.: Daniel Benson (Lanham: Rowman and Littlefield Publishers,
2021), 117–61. Türkçesi: İştiraki.
[28]
Aktaran: Yayına Hz.: Wolfgang Kraushaar, Frankfurter Schule und
Studentenbewegung: Von der Flaschenpost zum Molotowcocktail 1946–1995, Cilt.
1, Chronik (Hamburg: Rogner and Bernhard GmbH and Co. Verlags KG, 1998),
s. 252–53.
[29]
Süveyş Savaşı konusunda bkz.: Richard Becker, Palestine, Israel and the U.S.
Empire (San Francisco: PSL Publications, 2009), s. 71–78.
[30]
Aktaran: Stuart Jeffries, Grand Hotel Abyss: The Lives of the Frankfurt
School (Londra: Verso, 2016), 297. Adorno ve Horkheimer’ın Nasır ile ilgili
açıklamaları, Batı medyasının ve istihbarat kurumlarının yürüttüğü propaganda
faaliyetiyle aynı çizgide. Paul Lashmar ve James Oliver’ın da dile getirdiği
biçimiyle, MI6 ve CIA ile bağlantılı olan ve gizli çalışma yürüten Enformasyon
Araştırma Dairesi denilen antikomünist propaganda bürosu BBC’ye ve diğer haber
kanallarına Nasır’ı “Sovyet kuklası” olarak takdim etmeleri konusunda baskı
uyguladı. Bu tabir “sömürgecilik karşıtı liderler için kullanılan ve her türden
amaca hizmet eden propaganda tarzının bir ürünüydü.” (Paul Lashmar ve James
Oliver, Britain’s Secret Propaganda War: 1948–1977 [Phoenix Mill, UK:
Sutton Publishing Limited, 1998], s. 64).
[31]
Bkz.: Franz Neumann vd., Secret Reports on Nazi Germany: The Frankfurt
School Contribution to the War Effort, Yayına Hz.: Raffaele Laudani, Çeviri:
Jason Francis McGimsey (Princeton: Princeton University Press, 2013); Barry M.
Katz, Foreign Intelligence: Research and Analysis in the Office of Strategic
Services, 1942–1945 (Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press,
1989); Tim B. Müller, Krieger und Gelehrte: Herbert Marcuse und die
Denksysteme im Kalten Krieg (Hamburg: Hamburger Edition, 2010).
[32]
Jürgen Habermas, The New Conservativism: Cultural Criticism and the
Historians’ Debate, Yayına Hz.: ve Çeviren: Shierry Weber Nicholsen
(Cambridge, Massachusetts: MIT Press, 1990), s. 69.
[33]
Bkz.: Rockhill, “Critical and Revolutionary Theory.”
[34]
Nancy Fraser, “Capitalism’s Crisis of Care,” Dissent 63, Sayı. 4 (Güz
2016): s. 35.
[35] Fraser, “Capitalism’s Crisis of Care,” s. 35.
0 Yorum:
Yorum Gönder