12 Mart 2024

Batılı Sol Entelijansiya I


Antikomünizm ve Kimlik Politikasından Demokrasi Yanılsamalarına

ve Faşizme Uzanan Yolculuğunda Batılı Sol Entelijansiya


Gabriel Rockhill Söyleşisi

Zhao Dingqi

1 Aralık 2023


Soğuk Savaş boyunca CIA “Kültürel Soğuk Savaş”ı nasıl yürüttü? CIA’ya bağlı Kültürel Özgürlük Kongresi ne tür faaliyetlerde bulundu, geride nasıl bir etki bıraktı?

CIA, diğer devletlere bağlı istihbarat kurumları ve başlıca kapitalist işletmelere ait vakıfların birlikte yürüttüğü kültürel soğuk savaş çok katmanlı bir faaliyetti ve bu faaliyetin amacı, komünizmi kuşatmak, nihayetinde de savunmasını zayıflatıp yok etmekti. Kapsam itibarıyla beynelmilel bir nitelik arz eden söz konusu propaganda savaşının burada ancak birkaçına değinebileceğimiz, çok sayıda farklı yönü vardı.

Başlarken şunu belirtmem lazım: sahası çok geniş olan ve bol miktarda kaynağın teksif edildiği bu savaş boyunca girilen çok sayıda muharebe yenilgiyle neticelenmiştir. Bugün bu çatışma sürecinin nasıl devam ettiği konusunda verilebilecek en yeni örneği, CIA’in Küba’da öğrencileri, aydınları, sanatçıları ve yazarları hedef alan istikrarsızlaştırma kampanyalarını yıllar boyu inceleyen Raúl Antonio Capote’nin 2015 tarihli kitabı veriyor. “Şirket” olarak bilinen CIA’in, kendisinin haberi dahi olmadan, bu kurumun kirli oyunlarına alan açsın diye tuzağa düşürmek için uğraştığı Kübalı üniversite profesörü, CIA’in kendini beğenmiş, işinde usta olan casuslarını oyuna getirir. Zira Capote, aslında Küba istihbaratı için çalışıyordur.[1]

Bu hikâye, CIA’in farklı yerlerde elde ettiği onca zafere rağmen aslında onun kazanması zor olan bir kavgaya girdiğinin en önemli delillerinden biri. Çünkü CIA, dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğuna hasım olan bir dünya düzenini dayatmak için çabalıyor.

Kültürel soğuk savaşın en önemli unsurlarından biri, 1966’da CIA’e bağlı paravan örgüt olduğu ifşa olan Kültürel Özgürlük Kongresi.[2] Bu konuyu kapsamlı bir biçimde araştırmış olan Hugh Wilford’un tarifine göre Kongre, dünya tarihinde sanat ve kültür alanının en önemli hamilerinden biri.[3] 1950 yılında kurulan KÖK, Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir gibi isimler dâhil, Marksist muarrızlarına karşı Raymond Aron ve Hannah Arendt gibi işbirlikçi akademisyenlerin eserlerini uluslararası planda öne çıkarttı. Otuz beş ülkede bürosu bulunan KÖK’ün emrinde yaklaşık 280 çalışan bir ordu vardı. Süreç içerisinde dünya genelinde yaklaşık elli prestijli dergiyi bizzat yayımladı veya destekledi, çok sayıda sanat ve kültür sergisi, ayrıca uluslararası konserler ve festivaller organize etti. Hayatta kaldığı süre boyunca KÖK, yaklaşık 135 uluslararası konferans ve semineri bizzat planladı veya destekledi, en az 38 kurumla iş tuttu, en az 170 kitap yayımladı. Basın yayın kuruluşu Forum Service, dünya genelinde ücretsiz yayınlar çıkarttı, parayla satın aldığı aydınlara on iki ayrı dilde raporlar hazırlattı, toplamda çıkarttığı gazete sayısı altı yüzü, okur sayısı beş milyonu buldu. Michael Josselson isimli direktörü bu devasa küresel ağı mafyayı anıştıracak bir ifadeyle “büyük ailemiz” olarak anıyordu. Paris’teki bürosunda KÖK’ün emrine amade olan yankı odasının tek işi, antikomünist aydınların, sanatçıların ve yazarların sesini daha da gür çıkartmaktı. 1966 yılında 2.070.500 dolarlık bir bütçeye sahipti ki bu meblağ bugünün 19,5 milyon dolarına denk.

Josselson’ın o “büyük aile”si, esasında CIA’in kurucularından Frank Wisner’ın “kudretli müzik kutusu” dediği, Şirket’in bizatihi kontrolünde olan ve beynelmilel düzlemde çalışan medya ve kültür sahasının programlandığı elektronik kutunun küçük bir kısmını teşkil ediyordu. Psikolojik savaşın ulaştığı devasa boyutlara dair bir örnek olarak Carl Bernstein’in sunduğu delillere bakılabilir. Bu delillerin ortaya koyduğu biçimiyle, 1952-1977 arası dönemde perde gerisinde CIA için çalışmış olan Amerikalı gazeteci sayısı en az dört yüzdü.[4] Bu tür gerçeklerin ifşası ardından, New York Times gazetesi, üç ay süren bir araştırmanın sonuçlarını yayımladı. Çalışmanın sonuç bölümünde “CIA’in emrinde sekiz yüzden fazla haber ve kamuyu bilgilendirme teşkilâtının ve kişinin bulunduğu” söylenmekteydi.[5] Bu iki ifşaat, aynı ağ içerisinde faaliyet yürüten gazetecilerce bizzat müesses nizama bağlı yayınlarda yayınlandığı için burada aktarılan sayıların düşük gösterilmiş olma ihtimali yüksek.

1935-1961 arası dönemde New York Times’da direktör olarak çalışmış olan Arthur Hays Sulzberger, CIA’yle (onunla kurulan işbirliğinin en üst mertebesi anlamında) bir gizlilik anlaşması imzalayacak kadar yakın ilişki içerisinde olan bir isimdi. William S. Paley’ye ait Columbia Broadcasting System (Kolumbiya Yayıncılık Sistemi -CBS) radyo-televizyon yayıncılığı sahasında CIA’in sahibi olduğu en önemli varlıktı. CBS’in Şirket’le öyle yakın ilişkisi vardı ki ana operatöre bağlanmadan, direkt CIA merkez binasına bağlı olan bir telefon hattına sahipti.

Henry Luce’un Time A.Ş. isimli şirketi ise haftalık ve aylık dergiler sahasında CIA’yle güçlü ilişkilere sahip şirketlerden birisiydi (Şirket, sonrasında bizzat Bernstein tarafından çıkartılacak olan Time yanında Life, Fortune ve Sports Illustrated dergilerini yayınlamaktaydı). Süreç içerisinde Luce, CIA ajanlarını gazeteci kılıfı altında işe almayı kabul etti ki bu, ileride yaygın bir biçimde başvurulan bir yöntem hâlini aldı. 1991’de CIA Direktörü Robert Gates’in bir araya getirdiği CIA’de Büyük Açıklık Görev Gücü türü çalışmalardan da bildiğimiz gibi, bu türden pratikler, yukarıda belirtilen ifşaatlardan sonra da hızını kesmeden devam etti:

“Bugün (CIA’ye bağlı) Kamusal İşler Bürosu, ülke genelinde önemli bir yere sahip olan tüm haber ajanslarından, gazetelerinden, haftalık haber dergilerinden ve televizyon kanallarından muhabirlerle ilişkilere sahip. […] Birçok olayda yaşandığı üzere, muhabirleri ele aldıkları haberleri bekletmeleri, değiştirmeleri, muhafaza etmeleri hatta çöpe atmaları konusunda ikna etmişizdir.”[6]

CIA, ayrıca Amerika Gazete Emekçileri Meslek Birliği’nin kontrolünü de ele geçirdi, bunun yanında, zamanla basın kuruluşlarının, dergilerinin ve gazetelerin sahibi hâline geldi. Bu dergiler ve gazeteler CIA ajanlarını saklamak için kullanıldılar.[7] CIA, LATIN, Reuters, Associated Press ve United Press International gibi kuruluşlara memurlarını yerleştirdi. Hükümet kaynaklı dezenformasyon faaliyetleri konusunda uzman olan William Schaap’ın dile getirdiği biçimiyle, “dünya genelinde CIA’in mülkiyetinde ve kontrolünde olan medya kuruluşu 2.500 civarında. Buna ek olarak, CIA, tüm büyük medya kuruluşlarında göz önünde olan gazeteciler ve yayın yönetmenlerinden serbest gazetecilere kadar çok sayıda elemana sahip.”[8] Bu CIA elemanlarından biri gazeteci John Crewdson’a “bir dönem her bir ülkenin başkentindeki en az bir gazete bize aitti” diyor. Aynı kaynak devamında, “kurumun doğrudan sahip olmadığı veya yüklü miktarda para aktarmadığı gazetelere maaşını verdiği ajanlarla veya memurlarla sızdığını, ajansa yararlı haberlerin yayımlandığını, ama zararlı olanların yayımlanmadığını” söylüyor.[9]

Bu süreç, elbette ki dijital çağda da devam etti. Yasha Levine gibi akademisyenler, Alan MacLeod gibi gazeteciler, ABD ulusal güvenlik teşkilâtının büyük teknoloji şirketleri ve sosyal medya alanındaki ağırlığını detaylarıyla aktarıyorlar. Diğer hususlar yanında ortaya koydukları bir gerçek de Facebook, X (Twitter), TikTok, Reddit ve Google’ın önemli mevkilerinde istihbarat ajanlarının varlığı.[10]

CIA’in sızdığı diğer bir alan da akademide çalışan aydın sınıfı. 1975 yılında Kilise Komitesi istihbaratçı dünyası ile ilgili raporunu yayımlayınca CIA, “yüzlerce kurumda binlerce akademisyenle temas hâlinde olduğunu kabul etmek zorunda kaldı (1991 tarihli Gates Bildirisi’nin de teyit ettiği biçimiyle, o raporun yayımlandığı günden beri yapılan hiçbir reform, bu uygulamanın sürdürülmesine ve kapsamını genişletmesine mani olmadı).[11]

Tıpkı Stanford Üniversitesi’ndeki Hoover Enstitüsü ve MIT’deki Uluslararası Çalışmalar Merkezi gibi, Harvard ve Columbia üniversitelerinde bulunan Rus enstitüleri de doğrudan CIA’in desteğiyle ve gözetiminde kurulan kurumlardı.[12] Kısa süre önce Yeni Toplumsal Araştırmalar Okulu’nda çalışan bir araştırmacının dikkatimi çektiği belgelerin de teyit ettiği biçimiyle, CIA en kırk dört kolej ve üniversitede yürütülen araştırmaları MKULTRA projesiyle ilişkilendirdi. Bilebildiğimiz kadarıyla, ABD’ye 1.600 kadar bilim insanını, mühendisi ve teknisyeni getiren o ünlü Ataş Operasyonu’nda en az on dört üniversitenin adı karıştı.[13] Bilmeyenler için söyleyelim: bu MKULTRA projesi, CIA’in sadist dürtüleri doğrultusunda yürüttüğü, kişilerin rızası olmadan dâhil edildikleri, yüksek dozda psikoaktif ilâca ve diğer kimyasallara ek olarak elektroşok tedavisinin, hipnozun, duyusal yoksunlaşmanın, sözlü ve cinsel tacizin, diğer işkence türlerinin eşlik ettiği işkence deneylerini ve beyin yıkama çalışmalarını yürüttüğü programlarından biri.

CIA, sanat dünyasında da belirli bir ağırlığa sahipti. Örneğin Sosyalist Gerekçilik akımına karşı Soyut Ekspresyonizmin ve New York sanat dünyasının pratiklerinin öne çıkartıldığı süreçte önemli roller oynadı.[14] CIA sergileri, müzik ve tiyatro gösterilerini, uluslararası sanat festivallerini Batı’nın özgür sanatı olarak övdüğü şeyleri yaymak adına fonladı. Şirket, bu türden girişimler dâhilinde önemli sanat kurumlarıyla çalışmalar yürüttü. Çarpıcı bir örnek vermek gerekirse: CIA’in kültürel soğuk savaş içerisinde kullandığı önemli elemanlarından olan Thomas W. Braden, kuruma katılmadan önce Modern Sanat Müzesi’nin genel müdürlük sekreteriydi. Müzenin başkanları arasında gizli yürütülen istihbarat operasyonlarını tepeden koordine eden ve elindeki vakfın CIA parasının akacağı kanal olarak kullanılmasına izin veren Nelson Rockefeller gibi isimler vardı. Müzenin direktörleri arasında Rockefeller’ın savaş döneminde Latin Amerika için kurulmuş olan istihbarat kurumunda çalışmış René d’Harnoncourt bulunuyordu. Kendi adına kurulmuş müze bulunan John Hay Whitney ve Julius Fleischmann Modern Sanat Müzesi’nin mütevelli heyeti içerisinde yer almaktaydı. Whitney, CIA öncesinde faaliyet yürüten Stratejik Hizmetler Bürosu için çalışma yürütmüş, yardım kuruluşunu CIA parasının akacağı bir kanal olarak kullanılmasına izin vermiş bir isimdi. René d’Harnoncourt ise CIA’inkiler de dâhil Amerika’nın yürüttüğü psikolojik savaş programlarının önemli isimlerinden biri olan René d’Harnoncourt ise CBS televizyonunun yönetim kurulu başkanı, aynı zamanda Modern Sanat Müzesi’nin Uluslararası Programı’nın yürütme kurulu üyesiydi. Bu ilişkiler ağının da ortaya koyduğu biçimiyle, kapitalist egemen sınıf kültürel aygıtları sıkı bir biçimde kontrol etmek adına ABD’deki ulusal güvenlik teşkilâtıyla yakın bir ilişki içerisinde çalışma yürütüyor.

ABD’nin eğlence sektöründeki yeri ile ilgili birçok kitap kaleme alındı. Matthew Alford ve Tom Secker’ın belgeleriyle aktardığı biçimiyle, Savunma Bakanlığı sansürleme hakkına sahip olduğu sinema sektöründe en az 814 filme destek sundu, en az 37 filme CIA, 22 filme de FBI müdahil oldu.[15] Bazı uzun soluklu olan TV şovları konusunda aynı bakanlık 1.133, CIA 22, FBI ise 10 programa destek sundu.

Hollywood ile ulusal güvenlik teşkilâtı arasındaki bu ilişkinin sayılara dökülebilen niceliksel yönü yanında bir de niteliksel yönü vardı. 2014’te John Rizzo bu ilişki konusunda şunları söylüyor:

“Eğlence sektörüyle uzun zamandır ilişkide olan CIA, Hollywood’un nüfuzlu isimleriyle, stüdyo idarecileri, yapımcılar, yönetmenler, ünlü aktörlerle ilişkiler kurmaya özel dikkat göstermiştir.”[16]

CIA’in yürüttüğü terörle mücadelenin dokuz yılı boyunca genel danışmanı veya danışman yardımcısı olarak hizmet vermiş olan ve tutukluların iadesi, işkence, dronlu suikast programları ile yüklü çalışmalar içerisinde yer alan Rizzo, emperyalist kasapları kültür endüstrisinin nasıl sakladığına dair çok şey söylüyor.

Bu türden faaliyetler, ABD imparatorluğunun önemli özelliklerinden birini ifşa ediyorlar: Karşımızda duran, gerçek manada bir gösteriler imparatorluğudur. Odağında kalpleri ve zihinleri kazanmaya yönelik mücadele durmaktadır. Bu amaç doğrultusunda söz konusu imparatorluk, uluslararası psikolojik savaşı yürütmek için dünyayı kuşatan kapsamlı bir altyapı kurdu. Ana akım medyayı önemli ölçüde kontrol altına aldığını, ABD’nin Ukrayna’da Rusya’ya karşı yürüttüğü vekâlet savaşına yönelik destek sağlama çabası dâhilinde net bir biçimde görebiliyoruz. Aynı tespiti, Çin’e karşı yedi gün yirmi dört saat yürüttüğü, tehlikeli bir hâl alan, propaganda faaliyeti için de yapmak mümkün. Buna karşın, birçok cesur aktivistin çalışmaları ve ilgili imparatorluğun işleyişinin gerçeğe aykırı olması sayesinde bu gösteriler imparatorluğu, dili, sözü ve habercilik pratiğini henüz tümüyle kontrol altına alabilmiş değil.[17]

Makalelerinizin birinde CIA ajanlarının Michel Foucault, Jacques Lacan, Pierre Bourdieu gibi isimlerin eleştirel teorilerini okumaya hevesli olduklarını söylüyorsunuz. Bunun sebebi nedir? Fransız Eleştirel Teorisi’ni nasıl değerlendiriyorsunuz?

Komünizme karşı yürütülen kültürel savaşın önemli cephelerinden biri de Monthly Review Yayınevi için kısa süre önce tamamladığım kitabın konu başlığını teşkil eden düşünce alanındaki dünya savaşıdır. CIA’in yanında, diğer devletlere ait istihbarat kuruluşları ve kapitalist egemen sınıfa ait vakıflar da bu konuda çok önemli bir rol oynamışlardır. Bunların ana amacı, Marksizmi itibarsızlaştırıp antiemperyalist mücadelelere ve aynı zamanda reel sosyalizme yönelik desteği ortadan kaldırmaktır.

Batı Avrupa, bahsi edilen savaşın önemli bir sahasıydı. ABD, İkinci Dünya Savaşı sürecinden hâkim bir emperyalist güç olarak çıktı. Dünya genelinde hegemonya tesis etmek adına ABD, Batı Avrupa’nın eskiden önemli bir yerde duran emperyalist güçlerini (ayrıca Doğu’da Japonya’yı) kendi safına çekmek istedi. Ancak bu adımın hâlen daha sağlam ve canlı komünist partilere sahip olan Fransa ve İtalya gibi ülkelerde atılmasının zor olduğunu gördü. Bu nedenle ABD’deki ulusal güvenlik aygıtı politik partilere, sendikalara, sivil toplum kuruluşlarına ve önemli haber ajansları ile gazetelere sızmak için çok yönlü bir çalışma içerisine girdi.[18] Hatta bu süreçte faşistleri bünyesine katmış gizli ordular kurdu, komünistlerin seçim yoluyla iktidara gelmesi durumunda devreye sokulacak askeri darbeler için planlar hazırladı (sonrasında bu ordular 1968 ardından devreye sokulan gerilim stratejisi dâhilinde harekete geçirildiler ve komünist olmakla suçlanan sivillere yönelik terörist saldırılar gerçekleştirdiler).[19]

Düşünce alanında süren savaşta ABD’deki iktidar eliti, Marksizmi itibarsızlaştırma umuduyla, antikomünist olan uluslararası bilgi üretim ağlarını ve yeni eğitim kurumlarını teşkil edecek adımlara destek sundu. Aynı güç, diyalektik ve tarihsel materyalizme açıktan düşman olan aydınları parlattı, görünür kıldı, bir yandan da Sartre ve Beauvoir gibi isimlere karşı karalama kampanyaları yürüttü.[20]

Fransız teorisi, işte bu bağlam dâhilinde anlaşılmalı ve en azından kısmen, ABD kültür emperyalizminin bir ürünü olarak görülmeli. Fransız teorisi ile ilişkili kabul edilen Foucault, Lacan, Gilles Deleuze, Jacques Derrida gibi isimler, kendisini bir önceki neslin en önemli felsefecisi kabul edilen Sartre’a karşı bir akım olarak tarif eden yapısalcı hareketle farklı ilişkiler geliştirdiler.[21] Sartre’ın 1940’ların ortalarından itibaren Marksist yola girmiş olmasını kimse görmedi. Ayrıca antimarksistlerin dillerine doladıkları bir klişe fikir olarak Hegelcilik karşıtlığı moda hâline geldi. Çarpıcı bir örnek olarak Foucault, Sartre’ı “son Marksist” olarak görüp eleştirdi, ayrıca onun kendisinde ve kendi türünde başka teorisyenlerde temsil olunan antimarksist çağın gerisinde kalmış, on dokuzuncu yüzyıla ait bir isim olduğunu söyledi.[22]

Bu düşünürlerin bir kısmı Fransa içerisinde epey şöhret sahibi oldu. Lâkin bu isimleri uluslararası sahneye ABD’deki reklâm çalışmaları taşıdı. Dünya entelijansiyasının gözüne ABD soktu. Monthly Review için yazdığım son makalede Fransız teorisinin hâkim olduğu dönemin ardındaki politik ve ekonomik güçleri detaylarıyla birlikte aktarmaya çalışıyorum. 1966’da Johns Hopkins Üniversitesi’nin Baltimore’da düzenlediği konferans, bu düşünürlerin önemli bir kısmını bir araya getirdi.[23] CIA ile birlikte Kültürel Özgürlük Kongresi’ni besleyen, ayrıca CIA’in propaganda faaliyetleriyle sıkı ilişkilere sahip olan Ford Vakfı, konferans ve sonrasında yürütülen faaliyetler için 36.000 dolar (bugünün parasıyla 339.000 dolar) yardım yaptı. Bu, bir üniversite konferansı için olağanüstü bir meblağ idi. Ayrıca konferansın haberi Time ve Newsweek dergilerinde çıktı ki bu da akademi ortamında işitilmemiş bir olaydı.[24]

Kapitalist vakıfların, CIA’in ve diğer devletlere bağlı istihbarat kurumlarının derdi, Marksizmin yerini alacak, radikalmiş gibi görünen çalışmaları teşvik edip öne çıkartmaktı. Marksizmi yok edemediklerinden, yeni ve eleştirel bir şeymiş gibi pazarlanabilecek, fakat her türden devrimci özden mahrum olan yeni teori biçimlerini desteklemenin ve Marksizmi toprağa gömmenin yollarını aradılar. 1985’te CIA’in konuyla ilgili olarak hazırladığı makaleden öğrendiğimiz kadarıyla kurum, Fransız yapısalcılığının, Annales Okulu’nun ve Nouveaux Philosophes [“Yeni Felsefeciler”] denilen grubun katkılarını memnuniyetle karşılıyordu. Hem Foucault ve Claude Lévi-Strauss’la ilişkilendirilen yapısalcılıktan hem de Annales Okulu’nun metodolojisinden dem vuran makale sonuç bölümünde şunları söylüyordu:

“Biz, bunların Marksizmin sosyal bilimler alanındaki nüfuzunu kırma konusunda kritik önemde olduğuna, günümüz akademyasına önemli bir katkı sunarak ayakta kalmayı bileceğine inanıyoruz.”[25]

Fransız teorisiyle ilgili değerlendirmemde de ifade ettiğim üzere, bu teori, burjuva kültürel eklektisizmine teslim olmuş, gerçeklikte hiçbir şeyi değiştirmeyecek, söylem alanında muhayyel devrimler yapabilmek adına söylemi temel alan ve ortalığı sise boğan antikomünist teorik pratiği Marksizmin yerine ikame etmeye çalışan, ABD kültürel emperyalizmine ait bir üründür.

Fransız teorisi, bir yandan da Friedrich Nietzsche ve Martin Heidegger gibi antikomünistlerin eserlerini arındırıp reklâm eder, bunun yanında, gizliden gizliye radikal olanı alabildiğine gerici bir şey olarak tarif etmeye çalışır.

Fransız teorisyenler, Marksizmle ilişkilerinde onu söylemlerden bir söylem hâline getirmek, böylelikle Niçeci soykütük, Haydegerci yapısöküm, Froydcu psikoanaliz gibi Marksizm ve diyalektik karşıtı söylemlerle mezcetmek için uğraştılar. Tam da bu sebeple, bu düşünürlerin önemli bir bölümü “kendi Marx’ı” olduğunu söyledi, böylece kendilerinin bir şekilde Marksist veya Marksçı olduğuna dair bir yanılsamanın oluşmasını sağladı. Oysa aslında hepsi de kendi felsefe anlayışıyla tanımlı, kendilerine has unsurları Marx’ın asarından, keyfi olarak devşirme eğilimindeydi. Bu eğilimi Marx’ı kararlaştırılamayacak, hayali bir edebi varlık olarak anlayan Derrida’da, Marx’ı göçebeleştirip merkezsizleştiren Deleuze’de ve kendisindeki diyalektik karşıtı fark anlayışını Marx’a yamamaya çalışan Jean-François Lyotard’da görmek mümkün. Bu isimlere göre Marx’ın söylemi, burjuvazinin elindeki külliyat içerisinde ana gıda malzemesi olarak işler. Onu kendi felsefe anlayışlarını geliştirmek için, eklektisizm üzerinden kullanabileceklerini düşünen aynı felsefecilere göre Marx’ın söylemi, o felsefe anlayışını düşünsel açıdan hür ve radikal bir şeymiş gibi takdim etme imkânına sahiptir.

Walter Rodney, bu teorik pratiğin gerçek niteliğini gayet iyi özetliyor:

“Sahip olduğu burjuva düşünme tarzıyla, tuhaf niteliği ve garip kişileri harekete geçirme konusunda başvurduğu yöntemle bu yaklaşım, yürüyebileceğiniz birçok yol sunar, zira, her şeyden önce, hiçbir yere gitmiyorsanız istediğiniz yolu seçebilirsiniz.”[26]

Günümüzde Çin’de etkili olan akımlardan biri de Frankfurt Okulu. Bu okulun ürettiği teorileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Okul, CIA ile ne tür bir bağa sahip?

“Frankfurt Okulu” olarak bilinen Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü, esasında ilk başta zengin bir kapitalistten gelen paralarla Frankfurt Üniversitesi’nde kurulmuş olan Marksçı bir araştırma merkezi idi. 1930’da enstitü direktörü Max Horkheimer olunca tarihsel materyalizm ve sınıf mücadelesinden giderek uzaklaşarak, kuramsal ve kültürel meselelere yöneldi.

Bu bağlamda, Horkheimer yönetiminde Frankfurt Okulu, Batı Marksizmi olarak bilinen yapının, özellikle Kültürel Marksizmin kuruluşunda önemli bir rol oynadı. Horkheimer ve onunla ömür boyu birlikte çalışmış olan Theodor Adorno, sadece reel sosyalizmi reddetmekle kalmadı, ayrıca tıpkı Fransız teorisi gibi, ideolojik totalitarizm kategorisi temelinde reel sosyalizmi faşizme eş tuttu.[27] Sonrasında “Başka Alternatif Yok” fikrinin fazlasıyla aydınlara ve onlardaki melodramatik hâle teslim olmuş hâlini benimseyen okul mensupları, kurtuluşu sağlayacak yegâne alan olarak gördükleri burjuva sanat ve kültür alanına odaklandılar. Bunun nedeni, birkaç istisna haricinde, Adorno ve Horkheimer gibi düşünürlerin teorik pratiklerinde alabildiğine idealist olmalarıydı. Bu idealizme göre, pratik dünyada anlamlı bir toplumsal değişim öngörülüyorsa kurtuluş yolu, yeni düşünce biçimleri ve yenilikçi burjuva kültürünün düşünsel ve manevi alanında aranmalıydı.

Batı Marksizminin bu öncüleri sadece kapitalizm yanlısı kişilerin ideolojik sloganı anlamında “faşizmle komünizm aynı şey” lafını dillerine pelesenk ettiler, hatta açıktan emperyalizme destek sundular. Örneğin, ABD’nin Vietnam’da yürüttüğü savaşa destek veren Horkheimer, Mayıs 1967’de “Amerika ne zaman bir savaş yürütme ihtiyacı duysa bu savaş vatanı savunmak için yürütülmez, anayasayı ve insan haklarını savunmak için yürütülür” dedi.[28]

Her ne kadar Adorno, bu türden savaş yanlısı açıklamalara sessizce destek verme üzerine kurulu profesyonel bir siyaset gütmeyi tercih etmişse de Cemal Abdünnasır’ı devirip Süveyş Kanalı’nı ele geçirmek amacıyla İsrail’in, İngiltere’nin ve Fransa’nın Mısır’ı emperyalist müdahaleyle işgal etmesine destek sunan Horkheimer’ın yanında hizalandı.[29] Nasır’a “Moskova’yla komplo kuran faşist kabile reisi” diyen Adorno ve Horkheimer, İsrail’e sınırı bulunan ülkeleri “hırsız Arap devletleri” olarak niteledi.[30]

Frankfurt Okulu’nun liderleri, ABD’deki kapitalist egemen sınıftan ve ulusal güvenlik teşkilâtından epey destek gördü. Horkheimer, Kültürel Özgürlük Kongresi’nin önem arz eden konferanslarından en az birine katılırken Adorno, CIA’in desteklediği makaleler için makaleler yazdı. Ayrıca Adorno, Almanya’da süren antikomünist kültür savaşının önde gelen isimlerinden, CIA mensubu Melvin Lasky’yle yazıştı, birlikte kimi işler yaptı. KÖK’ün CIA’ye bağlı bir örgüt olduğu ortaya çıkmış olmasına rağmen Adorno, kongrenin genişleme planları içerisinde yer almaya devam etti. Frankfurt Okulu’nun vitrininde duran isimler, bir yandan da Rockefeller Vakfı ile ABD hükümetinden yüklü miktarda para aldılar. Bu iki güç, okulun savaş sonrası Batı Almanya’ya geri dönme sürecine destek sundu (Rockefeller okula 1950 yılında 103.695 dolar (bugünün parasıyla 1,3 milyon dolar) yardım yaptı. Tıpkı Fransız teorisyenleri gibi Frankfurt Okulu mensupları da ABD imparatorluğunun liderlerinin istedikleri ve destekledikleri teorik çalışmaları yürüttüler.

Geçerken belirtmekte fayda var: Okul içerisinde Horkheimer etrafında kümelenmiş sekiz ismin beşi ABD hükümetinde ve ulusal güvenlik teşkilâtı içerisinde analizci ve propagandacı olarak çalıştı. OSS’in Araştırma ve Analiz Şubesi’ne bağlanmadan önce Savaş Enformasyon Bürosu (OWI) bu süreçte Herbert Marcuse, Franz Neumann ve Otto Kirchheimer bünyesinde istihdam etti. (Burada belirtmekte fayda var: Monthly Review dergisinin kurucularından Paul Sweezy de İkinci Dünya Savaşı süresince OSS’in Araştırma ve Analiz Şubesi’nde çalışmıştır -Editörün Notu)

Leo Löwenthal da OWI için çalıştı. Friedrich Pollock, Adalet Bakanlığı Tekelleşmeyle Mücadele Bölümü’nde çalışıyordu. Bu çelişkiliymiş gibi görünen durum, esasında ABD devletinin faşizme ve komünizme karşı mücadelesinde Marksist analizcileri kullanma isteğinden kaynaklanıyordu. Ayrıca bu isimlerin bazıları, ABD’nin emperyalist çıkarlarıyla uyumlu olan politik konumlar alıyorlardı. Frankfurt Okulu’nun tarihinin bu kısmı daha fazla incelenmeyi hak ediyor.[31]

Son olarak şu husus üzerinde duralım: Frankfurt Okulu içerisinde çalışma yürüten ikinci ve üçüncü kuşak da antikomünist yönelimin dışına çıkmadı. Habermas ikinci kuşağa, Axel Honneth, Nancy Fraser, Seyla Benhabib vs. ise üçüncü kuşağa mensup.

Hatta Habermas, devlet sosyalizminin iflas ettiğini açıktan dile getirdi ve kapitalist sistemin ve ona ait olduğu iddia edilen demokrasi kurumlarının içerisinde “söyleme dayalı irade oluşumunun herkesi kucaklayan usulleri” için belirli bir alan oluşturmaktan bahsetti.[32] Üçüncü kuşağa mensup yeni-Habermasçılar, bu yönelimi sürdürdüler. Tartıştığımız diğer düşünürleri de ele alan ve bu isimleri detaylı bir biçimde inceleyen makalemde dile getirdiğim biçimiyle, Honneth, burjuva ideolojisini eleştirel teorinin tümüyle kurallara bağlı kılınmış çerçevesi içerisine yerleştirdi.[33]

Fraser ise her fırsatta kendisini sosyal demokrat olarak niteleyen ama eleştirel teorisyenler içerisinde en solcu isim olarak takdim eden bir düşünür. Oysa Fraser, kendisine dair tarifin somut karşılıklarına baktığımızda ne olduğu net olarak anlaşılamayan bir yazar. O da “pozitif programı, kendisinin destekleyeceği programı tanımlarken zorlandığını” açıktan kabul ediyor.[34] Ama negatif, desteklenmesi mümkün olmayan program, onun kafasında çok net: “Demokratik sosyalizmin otoriter komuta ekonomisini, komünizmin tek parti modelini hiçbir şekilde ifade etmediğini biliyoruz.”[35]

Kaynak

Dipnotlar:
[1] Bkz.: Raúl Antonio Capote, Enemigo (Madrid: Ediciones Akal, 2015).

[2] Bu ve sonraki paragraflarında aktarılan malumat bir dizi kaynaktan derlendi. Bu kaynaklar, arşiv araştırmalarını, Bilgilenme Hürriyeti Kanunu uyarınca sunulan dilekçelere verilen cevaplardan ve şu tür çalışmalardan oluşuyor: Yayına Hz.: Philip Agee ve Louis Wolf, Dirty Work: The CIA in Western Europe, Birinci Baskı. (Dorset: Dorset Press, 1978); Frédéric Charpier, La C.I.A. en France: 60 ans d’ingérence dans les affaires françaises (Paris: Editions du Seuil, 2008); Ray S. Cline, Secrets, Spies, and Scholars (Washington, DC: Acropolis, 1976); Peter Coleman, The Liberal Conspiracy: The Congress for Cultural Freedom and the Struggle for the Mind of Postwar Europe (New York: The Free Press, 1989); Allan Francovich, On Company Business (documentary), 1980; Pierre Grémion, Intelligence de l’anticommunisme: Le Congrès pour la liberté de la culture à Paris, 1950–1975 (Paris: Librairie Arthème Fayard, 1995); Victor Marchetti and John D. Marks, The CIA and the Cult of Intelligence (New York: Dell Publishing Co., 1974); Frances Stonor Saunders, The Cultural Cold War (New York: The New Press, 2000); Giles Scott-Smith, The Politics of Apolitical Culture: The Congress for Cultural Freedom, the CIA and Post-War American Hegemony (New York: Routledge, 2002); John Stockwell, The Praetorian Guard: The U.S. Role in the New World Order (Boston: South End Press, 1991); Hugh Wilford, The Mighty Wurlitzer: How the CIA Played America (Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press, 2008).

[3] Bkz.: Wilford, The Mighty Wurlitzer.

[4] Bkz.: Carl Bernstein, “The CIA and the Media,” 20 Ekim 1977, Rolling Stone.

[5] John M. Crewdson, “Worldwide Propaganda Network Built by the C.I.A.,” New York Times, 26 Aralık 1977.

[6] Task Force on Greater CIA Openness, memorandum for Director of Central Intelligence, Task Force Report on Greater CIA Openness, 20 Aralık 1991, CIA.

[7] Bkz.: Crewdson, “Worldwide Propaganda Network.”

[8] Aktaran: William F. Pepper, The Plot to Kill King (New York: Skyhorse, 2018), s. 186.

[9] Crewdson, “Worldwide Propaganda Network.”

[10] Bkz.: Yasha Levine, Surveillance Valley (New York: PublicAffairs, 2018) ve Alan Macleod’un MintPress News’te çıkan makaleleri: “National Security Search Engine: Google’s Ranks Are Filled with CIA Agents,” 25 Temmuz 2022; “Meet the Ex-CIA Agents Deciding Facebook’s Content Policy,” 12 Temmuz 2022; “The Federal Bureau of Tweets: Twitter Is Hiring an Alarming Number of FBI Agents,” 21 Haziran 2022; “The NATO to TikTok Pipeline: Why Is TikTok Employing so Many National Security Agents?,” 29 Nisan 2022.

[11] Kilise Komitesi Raporu CIA’in kontrolü ve denetiminde, dolayısıyla, gerçek sayılar onun aktardığı sayılardan muhtemelen daha yüksek.

[12] Bkz.: Noam Chomsky vd., The Cold War and the University (New York: The New Press, 1997); Sigmund Diamond, Compromised Campus: The Collaboration of Universities with the Intelligence Community, 1945–1955 (Oxford: Oxford University Press, 1992); Walter Rodney, The Russian Revolution: A View from the Third World, Yayına Hz.: Robin D. G. Kelley ve Jesse Benjamin (Londra: Verso, 2018); Christopher Simpson, Science of Coercion: Communication Research and Psychological Warfare, 1945–1960 (Oxford: Oxford University Press, 1996).

[13] Bkz.: The New School Archives, John R. Everett records (NS-01-01-02), Series 3. Subject files, 1918–1979, bulk: 1945–1979, Central Intelligence Agency (CIA), 1977–1978, Newschool. Özel detayları aktaran belgelere şuradan ulaşmak mümkün: Black Vault MKULTRA Collection, Blackvault.

[14] Bkz.: Gabriel Rockhill, Radical History and the Politics of Art (New York: Columbia University Press, 2014).

[15] Bkz.: Matthew Alford ve Tom Secker, National Security Cinema: The Shocking New Evidence of Government Control in Hollywood (CreateSpace Independent Publishing Platform, 2017).

[16] Akt.: Alford ve Secker, National Security Cinema, s. 49.

[17] Örneğin bkz.: Michel Collon ve Test Media International, Ukraine: La Guerre des images (Brüksel: Investig’Action, 2023).

[18] Bkz.: Wilford, The Mighty Wurlitzer; Agee ve Wolf, Dirty Work; Charpier, La C.I.A. en France.

[19] Bkz.: Daniele Ganser, NATO’s Secret Armies (New York: Routledge, 2004) ve Allan Francovich, Gladio (belgesel), British Broadcasting Corporation, 1992.

[20] Bkz.: Saunders, The Cultural Cold War ve Hans-Rüdiger Minow, Quand la CIA infiltrait la culture (belgesel), ARTE, 2006.

[21] Postyapısalcılık terimi birçok yönden İngilizce konuşulan âlemin bir icadı. En azından ilk başta Fransa bağlamında postyapısalcı olarak anılan isimler yapısalcı projeyi biraz farklı olan yollardan sürdürmüş ve yoğunlaştırmış gibi görünüyorlar.

[22] Michel Foucault, Dits et écrits 1954–1988, Cilt. 1 (Paris: Éditions Gallimard, 1994), s. 542. Foucault konusunda daha fazla bilgi için bkz.: “Foucault: The Faux Radical,” Los Angeles Review of Books, October 12, 2020, Philosophicalsalon. Türkçesi: İştiraki.

[23] Bkz.: Gabriel Rockhill, “The Myth of 1968 Thought and the French Intelligentsia,” MR 75, Sayı. 2 (Haziran 2023): s. 19–49. Türkçesi: İştiraki.

[24] Şu çalışma için yazdığım önsöze bakılabilir: Aymeric Monville, Neocapitalism According to Michel Clouscard (Madison: Iskra Books, 2023).

[25] Directorate of Intelligence, France: Defection of the Leftist Intellectuals, Central Intelligence Agency, 1 Aralık 1985, s. 6, CIA.

[26] Walter Rodney, Decolonial Marxism: Essays from the Pan-African Revolution (Londra: Verso, 2022), s. 46.

[27] Yorumlarımı destekleyecek kanıtların önemli bir kısmını şu makalelerde bulmak mümkün: Gabriel Rockhill, “The CIA and the Frankfurt School’s Anti-Communism,” Los Angeles Review of Books, June 27, 2022, philosophicalsalon [Türkçesi: İştiraki] ve Gabriel Rockhill, “Critical and Revolutionary Theory: For the Reinvention of Critique in the Age of Ideological Realignment,” Domination and Emancipation: Remaking Critique içinde, Yayına Hz.: Daniel Benson (Lanham: Rowman and Littlefield Publishers, 2021), 117–61. Türkçesi: İştiraki.

[28] Aktaran: Yayına Hz.: Wolfgang Kraushaar, Frankfurter Schule und Studentenbewegung: Von der Flaschenpost zum Molotowcocktail 1946–1995, Cilt. 1, Chronik (Hamburg: Rogner and Bernhard GmbH and Co. Verlags KG, 1998), s. 252–53.

[29] Süveyş Savaşı konusunda bkz.: Richard Becker, Palestine, Israel and the U.S. Empire (San Francisco: PSL Publications, 2009), s. 71–78.

[30] Aktaran: Stuart Jeffries, Grand Hotel Abyss: The Lives of the Frankfurt School (Londra: Verso, 2016), 297. Adorno ve Horkheimer’ın Nasır ile ilgili açıklamaları, Batı medyasının ve istihbarat kurumlarının yürüttüğü propaganda faaliyetiyle aynı çizgide. Paul Lashmar ve James Oliver’ın da dile getirdiği biçimiyle, MI6 ve CIA ile bağlantılı olan ve gizli çalışma yürüten Enformasyon Araştırma Dairesi denilen antikomünist propaganda bürosu BBC’ye ve diğer haber kanallarına Nasır’ı “Sovyet kuklası” olarak takdim etmeleri konusunda baskı uyguladı. Bu tabir “sömürgecilik karşıtı liderler için kullanılan ve her türden amaca hizmet eden propaganda tarzının bir ürünüydü.” (Paul Lashmar ve James Oliver, Britain’s Secret Propaganda War: 1948–1977 [Phoenix Mill, UK: Sutton Publishing Limited, 1998], s. 64).

[31] Bkz.: Franz Neumann vd., Secret Reports on Nazi Germany: The Frankfurt School Contribution to the War Effort, Yayına Hz.: Raffaele Laudani, Çeviri: Jason Francis McGimsey (Princeton: Princeton University Press, 2013); Barry M. Katz, Foreign Intelligence: Research and Analysis in the Office of Strategic Services, 1942–1945 (Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press, 1989); Tim B. Müller, Krieger und Gelehrte: Herbert Marcuse und die Denksysteme im Kalten Krieg (Hamburg: Hamburger Edition, 2010).

[32] Jürgen Habermas, The New Conservativism: Cultural Criticism and the Historians’ Debate, Yayına Hz.: ve Çeviren: Shierry Weber Nicholsen (Cambridge, Massachusetts: MIT Press, 1990), s. 69.

[33] Bkz.: Rockhill, “Critical and Revolutionary Theory.”

[34] Nancy Fraser, “Capitalism’s Crisis of Care,” Dissent 63, Sayı. 4 (Güz 2016): s. 35.

[35] Fraser, “Capitalism’s Crisis of Care,” s. 35.

0 Yorum: