Sol Ürküp Geri Çekilirken Direnmek İşçilere Düşüyor
Eğer
kendinizi politik solcu olarak görüyorsanız, son bir yıl içerisinde dünya genelinde
Kovid aşıları ile ilgili dayatmalara karşı işçilerin ortaya koyduğu
direnişlerden bihaber olmanız bir miktar mazur görülebilir.
Çünkü
biz biliyoruz ki sendikalardaki sözleşmelerle ilgili tartışmaların grev gerçeğinin
üzerini örtmesinden gayet memnun olan profesyonel sol medya ve aktivist sınıfı,
mevcut kültür kurumlarını karşıya atan, üstelik ırk, toplumsal cinsiyet ve
toplumsal ayrışmalar gibi meselelerin üzerinden atlayan, sınıfın belirli bir
mesele üzerinden mücadele içine girmesini sağlayan konu başlıklarını görmezden
gelmeyi tercih ediyor.
Toplumsal
ve ekonomik alandaki varlığı alelacele geliştirilmiş tıbbi bir ürünün
kullanılması şartına bağlanmış olan işçiler, dünya genelinde insanlık dışı bir
konuma itiliyorlar. Bu noktada işçiler, dünyanın tanık olduğu en büyük klinik deneyin
parçası hâline getiriliyorlar, bir yandan da toplumsal yabancılaşmaya ve
yoksulluğa mahkûm ediliyorlar.
Aşı
dayatmalarına ve yaptırımlarına yönelik direniş kendisini yürüyüşlerle, grevlerle,
işe gitmemelerle, toplu istifalarla ve en son Kanada’da görüldüğü üzere, büyük
kamyon konvoylarıyla ortaya koyuyor.
Kovid
pandemisi süresince alınan kapanma kararlarıyla bağlantılı olarak tedarik zincirlerine
yapılan yardımların ortadan kalktığı koşullarda yeniden canlanma imkânı bulan
işçi militanlığı, hâlihazırda taşımacılık, sağlık hizmetleri ve perakende
sektörü gibi alanlarda görülen krize eşlik ediyor.
Emek
cephesindeki huzursuzluğun yoğunlaştığı koşullarda sol basın, daha çok kriket
gibi sporların haberlerini yapıyor veya Kovid’den ölen aşısızların arkasından
gülmenin sorunlu olup olmadığını tartışıyor.
Bu
sessizlik, 2022’de işçi sınıfının sahip olduğu çok katmanlı toplumsal
karakterine alerji geliştiren solun ihanetinin bir sonucu. Zira ahlaken en
onurlu politik özne olarak gördüğü ezilenlere karşı hep tepeden konuşan, ona
lütufta bulunuyormuş gibi davranan sol, alt sınıflar ve işçi sınıfı
içerisindeki toplumsal muhafazakârlığa karşı konum alıyor.
Pandemiyle
ilgili yaptırımlara ve dayatmalara karşı gerçekleştirilen gösterilerin en çarpıcısı,
Kanada’da yapıldı. Elli bin kamyondan oluşan konvoy, yola batıdaki Britanya
Kolumbiyası bölgesinden çıkıp Ottawa’ya ulaştı. Amaçları, kendilerini ülkeye
her girişlerinde aşı olduklarını ispatlamak zorunda bırakacak düzenlemeyi
protesto etmekti. Gösterilere süreç içerisinde en genelde pandemi
kısıtlamalarının sona ermesini, özelde başbakan Justin Trudeau’dan kurtulmayı
isteyen, işçi sınıfı içerisindeki her kesimden Kanadalı dâhil oldu. Solcu
aktivistlerse, bu eylemlere hakaret etmekle ve onları alaya almakla aynı
zamanda onları gerçekleştirenleri ırkçılık ve faşistlikle suçlamakla yetindiler.
Bu
türden politik eylemler, bize geçen yıl yapılan gösterileri anımsatıyor. Ekim
ayında Southwest Havayolları, iki bin uçuşu iptal etmek zorunda kaldı. Twitter’da
yayılan dedikoduya göre bu karar, esasen pandemi yasaklarını protesto etmek
için işe gitmeyenler yüzünden alınmıştı. Bu işe gitmeme eylemiyle ilgili elde herhangi
bir kanıt yok ama şirketin, uçuş iptallerinden günler sonra bu kararıyla ilgili
olarak geri adım attığını biliyoruz.
Quebec’te
Meslekler Arası Sağlık Federasyonu’nun ve Hemşireler Birliği’nin ısrarlı taleplerine
rağmen sağlık emekçileri, eyalet genelinde zorunlu aşı için belirlenen son
tarih kararını protesto etmek amacıyla eylemler gerçekleştirdiler. Protestonun
ana sebebi ise binlerce emekçinin bu karar sonucu işten atılacak olmasıydı. Southwest
Havayolları gibi Quebec sağlık bakanı da geri adım attı ve bu uygulamayı bir ay
erteledi.
Tepkiler
ve eylemler devam etti. Tüm Kaliforniya eyaleti genelinde öğretmenler ve
öğrenciler, geniş katılımlı bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Target ve Walmart işçileri,
işe gitmeme eylemi gerçekleştirdiler, eyalet polisleri, sendikalarının desteği
olsun ya da olmasın, yerel yönetimin politikalarına karşı çıktılar. San
Fransisko şehri In-and-Out hamburger restoranını geçici süre kapattı, nedeni ise
çalışanlarının pandemi kurallarını ihlal etmesiydi.
Ekim
2021’de gösteriler, Kuzey Amerika’ya da yayıldı. Avrupa’da, bilhassa Kovid
aşısı pasaportunu tüm işçiler için zorunlu hâle getiren “yeşil pasaport”, Trieste
liman kentindeki dok işçilerinin yoğun tepkisine yol açtı. İşçilerin yaptığı
gösterilere polis, tomalar ve göz yaşartıcı gazla saldırdı.
Kimse
bu işçilerin dev tekellere karşı ayaklandığını görmedi. Pfizer, Moderna,
BioNTech, Johnson & Johnson ve AstraZeneca, dünyadaki aşı piyasasının büyük
bir kısmını ellerinde bulunduruyor. Örneğin Johnson & Johnson, bu yılın ilk
dokuz ayı içerisinde tek bir aşıdan 766 milyon dolar kazandı. Bu rakam, Moderna’nın
kazandıkları yanında devede kulak kalıyor. Ağustos ayında Moderna, kendi ürettiği
aşıdan 4,2 milyar dolar kazandı.
Bunlar
uçuk rakamlar ve temelde büyük ilâç şirketlerinin gücünü ortaya koyuyorlar.
Amerika’da faal olan Kamusal Yurttaş isimli bir tüketici derneği, geçen ay sızan
Pfizer sözleşmelerini yayınladı. Bu sözleşmelerde de görüldüğü üzere şirket, “hükümetleri
susturma, arzı kısma, riski başkalarının üzerine yıkma, kârı maksimize etme
becerisine sahip bir güç. Bu gücüyle şirket, devletleri sindirip onların
kendisinin belirlediği şartları kabule zorluyor, ülkelerin başka ülkelere aşı
bağışlamasına engeller koyuyor, teslimat tarihlerini tek taraflı olarak
değiştiriyor, kamusal varlıkların teminat olarak kullanılmasını sağlıyor.”
Burada
eyleme geçen tüm bu işçilerin şirketlerin tekelci gücüne karşı bir tür
ideolojik ve bilinçli bir itiraz geliştirdikleri iddiasında bulunulmuyor.
Burada asıl üzerinde durulan konu şu: eskiden sömürünün bu boyutuna karşı
saldırıya ilkin sol geçerdi. Oysa bugün büyük sol liberal partiler (yani sol
medyanın, hatta marjinal olduğunu iddia eden aktivist hareketlerin bile meftun
olduğu partiler) yürüttükleri seçim kampanyalarında ilâç şirketlerinden yüksek
miktarlarda para alabiliyorlar.
ABD’de
2020’de yapılan başkanlık seçimi öncesi büyük ilâç tekelleri, onlarca yıldır
benimsedikleri strateji gereği Cumhuriyetçi adaylara para akıtırken, bu sefer
Demokrat adayları beslediler.
Bunun
sonucunda Jacobin gibi bir sosyalist yayın, işçilerin ve sosyal yardıma
muhtaç kesimlerin zorunlu aşı ve zorunlu test gibi meseleler üzerinden hak ve
özgürlüklerden mahrum kaldığı, “ulusal güvenlik” bahanesiyle belirli kişilerin
hareket serbestiyetine kısıtlama getirildiği koşullarda, “Amerikalıların az çok
genişleme eğiliminde olan ama kimseye zararı bulunmayan devlet kaynaklı talimatlara
boyun eğmesi gerektiğini” söyleyebildi.
Kanada’da
aynı argüman, bugün kamyonculara karşı kullanılıyor. İspanya’da komünistlere
ait internet sitesi Communia, Kovid aşısı konusunda tereddüt yaşayanları
bile “gerici anti-kapitalizm” çuvalına atıyor.
Yani
kendilerini olumsuz yönde etkileyen, kapitalizme ait unsurları ortadan
kaldırmak isteyen, bir yandan da en genel manada anti-kapitalist bir duruş
sergileyen kişilerin her türden hareketi “gerici” olarak damgalanıyor. Bu türden
bir muhakeme üzerinden solcular, pandemi yasaklarına ve dayatmalara karşı gelen
herkesi bireyci, kapitalist hâkimiyeti onaylayan kişiler olarak kodluyorlar. Oysa
bu “gericilik” yaftası, GDO’lu ürünlerin yetiştirilmesine karşı çıkanlara ve
veganlara da vuruluyor. Bunlara “teknolojinin ilerleyişini geriye
çeviremezsiniz” deniliyor. Dolayısıyla Kovid aşılarına ilişkin dayatmalara
karşı geliştirilen direnişi, aşılara tümden karşı olanların direnciyle bir tutmak,
hem samimiyetsiz hem de bilim karşıtı bir tutum.
Bugün
sol, pandemi yasaklarına ve yaptırımlarına karşı eylemleri terörizmle bir tutma
noktasına geldiyse, durumumuz gerçekten vahim demektir.
Geçen
yıl Şikago’da Demokrat Partili belediye başkanı Lori Lightfoot, Polislerin
Kardeşliği Derneği üyesi polis memurlarını talimatları görmezden gelip
disiplini bozmakla suçlamıştı. Bu türden işçi eylemlerinin kanunla ters düşmesi
kaçınılmaz. En etkili eylemler olarak işçilerin haklarını alması noktasında başvurdukları
grevler ve iş bırakma eylemleri de aynı ölçüde kaçınılmaz.
Şikago’daki
polis sendikası, mahkemenin sürece müdahale etmesini istedi, neticede
yaptırımlar aleyhine bir karar alındı. Lori Lightfoot gibilerin politik hattı
başarılı olsaydı, eylem yapan işçiler hayatlarını mahvedecek ağır cezalara
çarptırılacaklardı. Yurtiçi Güvenliği Bakanlığı, aşıya karşı çıkan “aşırıcılar”ın
yol açtığı tehditle ilgili bir uyarı mektubu yayınladı. Başkan Joe Biden’ın Adalet
Bakanlığı ise daha da ileri giderek, okullar konusunda alınan kararları
endişeyle karşılayan ailelerin FBI’ın okul idarecilerine ve personeline yönelik
şiddet ihtimalini araştırmasını istedi.
6
Ocak 2021 günü Kongre binasının basılması eylemine katılanların yargılandığı duruşmaları
izlediğimizde, siyasetçilerin devletin tüm gücünü yoldan çıkmış insanların
üzerine saldıkları için zerre vicdan azabı çekmediklerini görüyoruz. Bu türden
bir zulme eskiden sol karşı çıkardı, bugünse sol iktidara bağlandı.
Madem
bugün sol, parmağını bile kıpırdatmak istemiyor, o vakit halkın yumruğunu
efendilerin başına indirme işi, kültürel ve politik ayrışmaları hükümsüz kılan
işçilere kaldı.
Sol,
bir yandan cebini doldurduğu ölçüde sermaye karşıtı duruşuna ihanet ediyor, bir
yandan da burjuvaziye yumruğunu göstermesi gerekirken, ondan gelecek fayda
adına ona yaranmaya çalışıyor. Böylesi bir sola kim ihtiyaç duyar ki?
Edwin Aponte
30 Ocak 2022
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder