12 Şubat 2022

,

Sol Ürküp Geri Çekilirken Direnmek İşçilere Düşüyor


Eğer kendinizi politik solcu olarak görüyorsanız, son bir yıl içerisinde dünya genelinde Kovid aşıları ile ilgili dayatmalara karşı işçilerin ortaya koyduğu direnişlerden bihaber olmanız bir miktar mazur görülebilir.

Çünkü biz biliyoruz ki sendikalardaki sözleşmelerle ilgili tartışmaların grev gerçeğinin üzerini örtmesinden gayet memnun olan profesyonel sol medya ve aktivist sınıfı, mevcut kültür kurumlarını karşıya atan, üstelik ırk, toplumsal cinsiyet ve toplumsal ayrışmalar gibi meselelerin üzerinden atlayan, sınıfın belirli bir mesele üzerinden mücadele içine girmesini sağlayan konu başlıklarını görmezden gelmeyi tercih ediyor.

Toplumsal ve ekonomik alandaki varlığı alelacele geliştirilmiş tıbbi bir ürünün kullanılması şartına bağlanmış olan işçiler, dünya genelinde insanlık dışı bir konuma itiliyorlar. Bu noktada işçiler, dünyanın tanık olduğu en büyük klinik deneyin parçası hâline getiriliyorlar, bir yandan da toplumsal yabancılaşmaya ve yoksulluğa mahkûm ediliyorlar.

Aşı dayatmalarına ve yaptırımlarına yönelik direniş kendisini yürüyüşlerle, grevlerle, işe gitmemelerle, toplu istifalarla ve en son Kanada’da görüldüğü üzere, büyük kamyon konvoylarıyla ortaya koyuyor.

Kovid pandemisi süresince alınan kapanma kararlarıyla bağlantılı olarak tedarik zincirlerine yapılan yardımların ortadan kalktığı koşullarda yeniden canlanma imkânı bulan işçi militanlığı, hâlihazırda taşımacılık, sağlık hizmetleri ve perakende sektörü gibi alanlarda görülen krize eşlik ediyor.

Emek cephesindeki huzursuzluğun yoğunlaştığı koşullarda sol basın, daha çok kriket gibi sporların haberlerini yapıyor veya Kovid’den ölen aşısızların arkasından gülmenin sorunlu olup olmadığını tartışıyor.

Bu sessizlik, 2022’de işçi sınıfının sahip olduğu çok katmanlı toplumsal karakterine alerji geliştiren solun ihanetinin bir sonucu. Zira ahlaken en onurlu politik özne olarak gördüğü ezilenlere karşı hep tepeden konuşan, ona lütufta bulunuyormuş gibi davranan sol, alt sınıflar ve işçi sınıfı içerisindeki toplumsal muhafazakârlığa karşı konum alıyor.

Pandemiyle ilgili yaptırımlara ve dayatmalara karşı gerçekleştirilen gösterilerin en çarpıcısı, Kanada’da yapıldı. Elli bin kamyondan oluşan konvoy, yola batıdaki Britanya Kolumbiyası bölgesinden çıkıp Ottawa’ya ulaştı. Amaçları, kendilerini ülkeye her girişlerinde aşı olduklarını ispatlamak zorunda bırakacak düzenlemeyi protesto etmekti. Gösterilere süreç içerisinde en genelde pandemi kısıtlamalarının sona ermesini, özelde başbakan Justin Trudeau’dan kurtulmayı isteyen, işçi sınıfı içerisindeki her kesimden Kanadalı dâhil oldu. Solcu aktivistlerse, bu eylemlere hakaret etmekle ve onları alaya almakla aynı zamanda onları gerçekleştirenleri ırkçılık ve faşistlikle suçlamakla yetindiler.

Bu türden politik eylemler, bize geçen yıl yapılan gösterileri anımsatıyor. Ekim ayında Southwest Havayolları, iki bin uçuşu iptal etmek zorunda kaldı. Twitter’da yayılan dedikoduya göre bu karar, esasen pandemi yasaklarını protesto etmek için işe gitmeyenler yüzünden alınmıştı. Bu işe gitmeme eylemiyle ilgili elde herhangi bir kanıt yok ama şirketin, uçuş iptallerinden günler sonra bu kararıyla ilgili olarak geri adım attığını biliyoruz.

Quebec’te Meslekler Arası Sağlık Federasyonu’nun ve Hemşireler Birliği’nin ısrarlı taleplerine rağmen sağlık emekçileri, eyalet genelinde zorunlu aşı için belirlenen son tarih kararını protesto etmek amacıyla eylemler gerçekleştirdiler. Protestonun ana sebebi ise binlerce emekçinin bu karar sonucu işten atılacak olmasıydı. Southwest Havayolları gibi Quebec sağlık bakanı da geri adım attı ve bu uygulamayı bir ay erteledi.

Tepkiler ve eylemler devam etti. Tüm Kaliforniya eyaleti genelinde öğretmenler ve öğrenciler, geniş katılımlı bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Target ve Walmart işçileri, işe gitmeme eylemi gerçekleştirdiler, eyalet polisleri, sendikalarının desteği olsun ya da olmasın, yerel yönetimin politikalarına karşı çıktılar. San Fransisko şehri In-and-Out hamburger restoranını geçici süre kapattı, nedeni ise çalışanlarının pandemi kurallarını ihlal etmesiydi.

Ekim 2021’de gösteriler, Kuzey Amerika’ya da yayıldı. Avrupa’da, bilhassa Kovid aşısı pasaportunu tüm işçiler için zorunlu hâle getiren “yeşil pasaport”, Trieste liman kentindeki dok işçilerinin yoğun tepkisine yol açtı. İşçilerin yaptığı gösterilere polis, tomalar ve göz yaşartıcı gazla saldırdı.

Kimse bu işçilerin dev tekellere karşı ayaklandığını görmedi. Pfizer, Moderna, BioNTech, Johnson & Johnson ve AstraZeneca, dünyadaki aşı piyasasının büyük bir kısmını ellerinde bulunduruyor. Örneğin Johnson & Johnson, bu yılın ilk dokuz ayı içerisinde tek bir aşıdan 766 milyon dolar kazandı. Bu rakam, Moderna’nın kazandıkları yanında devede kulak kalıyor. Ağustos ayında Moderna, kendi ürettiği aşıdan 4,2 milyar dolar kazandı.

Bunlar uçuk rakamlar ve temelde büyük ilâç şirketlerinin gücünü ortaya koyuyorlar. Amerika’da faal olan Kamusal Yurttaş isimli bir tüketici derneği, geçen ay sızan Pfizer sözleşmelerini yayınladı. Bu sözleşmelerde de görüldüğü üzere şirket, “hükümetleri susturma, arzı kısma, riski başkalarının üzerine yıkma, kârı maksimize etme becerisine sahip bir güç. Bu gücüyle şirket, devletleri sindirip onların kendisinin belirlediği şartları kabule zorluyor, ülkelerin başka ülkelere aşı bağışlamasına engeller koyuyor, teslimat tarihlerini tek taraflı olarak değiştiriyor, kamusal varlıkların teminat olarak kullanılmasını sağlıyor.”

Burada eyleme geçen tüm bu işçilerin şirketlerin tekelci gücüne karşı bir tür ideolojik ve bilinçli bir itiraz geliştirdikleri iddiasında bulunulmuyor. Burada asıl üzerinde durulan konu şu: eskiden sömürünün bu boyutuna karşı saldırıya ilkin sol geçerdi. Oysa bugün büyük sol liberal partiler (yani sol medyanın, hatta marjinal olduğunu iddia eden aktivist hareketlerin bile meftun olduğu partiler) yürüttükleri seçim kampanyalarında ilâç şirketlerinden yüksek miktarlarda para alabiliyorlar.

ABD’de 2020’de yapılan başkanlık seçimi öncesi büyük ilâç tekelleri, onlarca yıldır benimsedikleri strateji gereği Cumhuriyetçi adaylara para akıtırken, bu sefer Demokrat adayları beslediler.

Bunun sonucunda Jacobin gibi bir sosyalist yayın, işçilerin ve sosyal yardıma muhtaç kesimlerin zorunlu aşı ve zorunlu test gibi meseleler üzerinden hak ve özgürlüklerden mahrum kaldığı, “ulusal güvenlik” bahanesiyle belirli kişilerin hareket serbestiyetine kısıtlama getirildiği koşullarda, “Amerikalıların az çok genişleme eğiliminde olan ama kimseye zararı bulunmayan devlet kaynaklı talimatlara boyun eğmesi gerektiğini” söyleyebildi.

Kanada’da aynı argüman, bugün kamyonculara karşı kullanılıyor. İspanya’da komünistlere ait internet sitesi Communia, Kovid aşısı konusunda tereddüt yaşayanları bile “gerici anti-kapitalizm” çuvalına atıyor.

Yani kendilerini olumsuz yönde etkileyen, kapitalizme ait unsurları ortadan kaldırmak isteyen, bir yandan da en genel manada anti-kapitalist bir duruş sergileyen kişilerin her türden hareketi “gerici” olarak damgalanıyor. Bu türden bir muhakeme üzerinden solcular, pandemi yasaklarına ve dayatmalara karşı gelen herkesi bireyci, kapitalist hâkimiyeti onaylayan kişiler olarak kodluyorlar. Oysa bu “gericilik” yaftası, GDO’lu ürünlerin yetiştirilmesine karşı çıkanlara ve veganlara da vuruluyor. Bunlara “teknolojinin ilerleyişini geriye çeviremezsiniz” deniliyor. Dolayısıyla Kovid aşılarına ilişkin dayatmalara karşı geliştirilen direnişi, aşılara tümden karşı olanların direnciyle bir tutmak, hem samimiyetsiz hem de bilim karşıtı bir tutum.

Bugün sol, pandemi yasaklarına ve yaptırımlarına karşı eylemleri terörizmle bir tutma noktasına geldiyse, durumumuz gerçekten vahim demektir.

Geçen yıl Şikago’da Demokrat Partili belediye başkanı Lori Lightfoot, Polislerin Kardeşliği Derneği üyesi polis memurlarını talimatları görmezden gelip disiplini bozmakla suçlamıştı. Bu türden işçi eylemlerinin kanunla ters düşmesi kaçınılmaz. En etkili eylemler olarak işçilerin haklarını alması noktasında başvurdukları grevler ve iş bırakma eylemleri de aynı ölçüde kaçınılmaz.

Şikago’daki polis sendikası, mahkemenin sürece müdahale etmesini istedi, neticede yaptırımlar aleyhine bir karar alındı. Lori Lightfoot gibilerin politik hattı başarılı olsaydı, eylem yapan işçiler hayatlarını mahvedecek ağır cezalara çarptırılacaklardı. Yurtiçi Güvenliği Bakanlığı, aşıya karşı çıkan “aşırıcılar”ın yol açtığı tehditle ilgili bir uyarı mektubu yayınladı. Başkan Joe Biden’ın Adalet Bakanlığı ise daha da ileri giderek, okullar konusunda alınan kararları endişeyle karşılayan ailelerin FBI’ın okul idarecilerine ve personeline yönelik şiddet ihtimalini araştırmasını istedi.

6 Ocak 2021 günü Kongre binasının basılması eylemine katılanların yargılandığı duruşmaları izlediğimizde, siyasetçilerin devletin tüm gücünü yoldan çıkmış insanların üzerine saldıkları için zerre vicdan azabı çekmediklerini görüyoruz. Bu türden bir zulme eskiden sol karşı çıkardı, bugünse sol iktidara bağlandı.

Madem bugün sol, parmağını bile kıpırdatmak istemiyor, o vakit halkın yumruğunu efendilerin başına indirme işi, kültürel ve politik ayrışmaları hükümsüz kılan işçilere kaldı.

Sol, bir yandan cebini doldurduğu ölçüde sermaye karşıtı duruşuna ihanet ediyor, bir yandan da burjuvaziye yumruğunu göstermesi gerekirken, ondan gelecek fayda adına ona yaranmaya çalışıyor. Böylesi bir sola kim ihtiyaç duyar ki?

Edwin Aponte
30 Ocak 2022
Kaynak

0 Yorum: