15 Şubat 2022

Devlet Halkı Düşman Görüyor


“Amerikan toplumunun damarlarında totaliter paranoya denilen irin akıyor ve artık bu irin, devletin en üst kademelerine yerleşmiş durumda.

[Profesör Henry Giroux]

 

Bir zamanlar başta, herkesi ve her şeyi tehdit, ayrıca elindeki imkânları artırmak için bir gerekçe olarak gören bir hükümet vardı. Ne yazık ki bu ülkenin yurttaşları, devletin kendisine söylediği her şeye inanıyor, bir yandan da bu inancın çilesini çekiyorlardı.

Sonra bir gün teröristler ülkeye saldırdı. Devlet, zaman kaybetmeden gözetim devleti için gerekli yolu açacak bir kanun çıkarttı. O gün de halk, her şeyin kendisinin emniyeti için yapıldığına inandı. Bu görüşe katılmayan bir avuç insana ise “hain” damgası vuruldu.

Devlet, başka ülkelere önleyici savaşlar açtı, bu maliyeti yüksek olan savaşların ülkenin korunması için gerekli olduğunu söyledi, yurttaşlar ona gene inandı. Devlet, o silâhları ve savaş taktiklerini sonrasında ülkeye taşıyıp kendi halkına karşı kullandı, ardından da eski teçhizatı geri dönüşüme soktuğunu iddia edince halk bu açıklamaya da kandı. Kanmayan bir avuç insana “yurtsever değilsiniz!” denildi.

Devlet, kendi yurttaşlarını gizlice gözetleyip halkın içinde saklanan teröristleri aradığını söylediğinde, halk bu açıklamaya inandı. Devlet, sonra yurttaşlarının her hareketini izlemeye başladı, harcamalarını takibe aldı, sosyal medyalarına sızdı, alışkanlıkları ile ilgili incelemeler yaptı, bunları insanların hayatlarını daha verimli kılmak için yaptığını söyledi. Halk, bu açıklamaya da inandı. İnanmayan bir avuç insana “paranoyak” damgası vuruldu.

Devlet, hapishane endüstrisini şirketlere teslim etti, şirketlerin hapishanelerin tıka basa dolması önerisine onay verdi, bu onayı “maliyetleri azaltma yönünde bir tedbir” olarak gerekçelendirdi, halk bu açıklamaya da inandı. Devlet, eften püften sebeplere bağlı olarak insanları tutuklayıp hapse attı ve toplumun güvende olabilmesi için suçlulara karşı sert olmak gerektiği iddiasına sarıldı, halk bu iddiaya da inandı. İnanmayan bir avuç insana “suçlulara karşı fazla yumuşaksınız” denildi.

Devlet, afet talimleri için kimi insanları tuttu, halkı hangi afetin gerçekleştiği konusunda uyarmadı, halk da saldırı altında olduğuna inandı. Devlet, bu türden saldırıların yaşanmasına mani olmak için daha fazla yetkiye ihtiyacı olduğunu söyledi, halk buna da inandı. İnanmayanlara “ya sesinizi kesin ya da bu ülkeyi terk edin” denildi.

Devlet, ülke genelinde gizli askerî tatbikatlar yaptığında, başka ülkelerde gerçekleşecek savaşlar için askerleri eğittiğini söyledi, birçok insan bu açıklamaya inandı. İnanmayanlara “komplocu” ve “şarlatan” denildi.

Devlet, herkesi evlerine kapattı, ne olduğu bilinmeyen bir virüsün halkı hasta etmesine mani olmanın yegâne yolunun bu olduğunu söyledi, halk, bu söylenene kandı ve emirlere, karantinalara uyum gösterdi. Direnç geliştiren veya hükümet kararnamelerine şüpheyle yaklaşan azınlık, bencillikle suçlandı, tehlikeli kişiler olarak takdim edildi, sosyal medyada bu insanların sesi boğuldu.

Devlet, terörizmle mücadeleye iç teröristleri de dâhil etti, halk, sadece şiddete meyilli aşırıcıların hedef alındığına inandı. Devleti eleştiren herkesin aşırıcı olarak damgalandığını ise bir avuç insan biliyordu.

Devletin ülkeyi evlere hapsetmek için polisi ve askeri kullandığı dönemde yurttaşlar, yeni koşullara ve bu koşulları dayatan olağanüstü hâle öyle alışmışlardı ki etraflarında yükselen hapishane duvarlarını hiç fark etmediler.

Her masaldan çıkartılacak bir ders vardır. Bu hikâyeden alınacak ders ise şudur: kim sizi sezgilerinize karşı körleştiriyor, kim size “devletin size hizmet ettiğine körü körüne inanın” diyor, o sizin düşmanınızdır.

Yani bir şey sorunlu görünüyorsa, başınıza dert açacakmış hissine sebep oluyorsa, bilin ki dert ve sıkıntı kapınızdadır.

Ne yazık ki devlet, zulmü anımsatan şeylere karşı hoşnutsuzluğumuzu ortadan kaldırma konusunda epey başarılı.

Tıpkı şu kaynamakta olan bir kazan suyun içindeki kurbağalar gibi devlet de bizi yıllardır polis devlet gerçeğine alıştırmaya çalışıyor. Her yanımızı, askerîleşmiş polis, toplumsal gösterilerle mücadele timleri, kamuflajlı ekipler, siyah üniformalar, zırhlı araçlar, toplu gözaltılar, göz yaşartıcı gazlar, biber gazları, coplar, çıplak arama uygulamaları, gözetleme kameraları, kurşun geçirmez yelekler, dronlar, öldürücü silâhlar, plastik mermiler, tomalar, şok bombaları, gözaltına alınan gazeteciler, kalabalığın kontrolüyle ilgili taktikler, gözdağı vermeye yönelik taktikler, zorbalık sarmış.

Halk, bu şekilde kıvama getiriliyor ve onun polis devletini bile isteye, hatta büyük bir şükran duygusuyla kabul etmesi sağlanıyor.

Halkı önemli değişiklikler yaparak korkutmaya gerek yok. Bunun yerine halk, etrafına örülen hapishane duvarlarına alıştırılıyor. Yurttaşlar, bu duvarların yegâne amacının halkın emniyetini sağlayıp tehlikeleri savuşturmak olduğuna ikna ediliyorlar. Halk şiddetten arındırılıyor, kendi toplulukları içerisinde insanlar askerin varlığına alıştırılıyor, ülkenin ümitsiz gidişatını değiştirecek yegâne gücün askerî hükümet olduğuna inandırılıyor.

Bugün olan biten bu.

Üzeri zırhlı, gaz maskesi takmış, elinde yarı otomatik tüfek, yanında kendisine eşlik eden zırhlı araçla kalabalık bir caddeden ilerleyen polisler, düşman ülkenin bir şehrinde devriye atan askerleri andırıyorlar, ama böylesi bir manzarayla karşılaşan halk zerre paniğe kapılmıyor.

Devlet binalarının kapandığına, küçük şehirlerde askerî tatbikatların yapıldığına, böylece özel operasyon kuvvetlerinin gerçek askerî tatbikat yapma imkânı bulmasına, gerçek mermilerle talimlerin yapıldığına, okullarda, AVM’lerde ve toplu ulaşım araçlarında bu talimlerin gerçekleştirildiğine, sahadaki emniyet görevlilerinin, öğrencilerin, öğretmenlerin ve yoldan geçenlerin gerçek bir krizle karşı karşıya olduklarını düşünmelerine sebep olan talimlere daha önce de tanık olmuştuk.

Tüm bunlar, önceden bize yapılmış birer uyarıydı aslında, dolayısıyla kimse “beni kimse uyarmadı” diyemez!

Ta 2008 yılında Kara Kuvvetleri Savaş Koleji’nin hazırladığı bir rapor, ABD’de sivillerin yol açacağı kapsamlı şiddet olaylarının savunma birimlerini, önceliklerini değiştirmeye itip ülke içerisindeki düzeni ve insanların güvenliğini korumaya zorlayabileceğinden bahsediyordu. Kırk dört sayfalık rapor devamında, sivillerin sebep olduğu bu türden karışıklığın muhtemel sebepleri arasında terörist saldırısını, öngörülemeyen ekonomik çöküşü, politik ve hukuki düzenin işlevsizleşmesini, belirli bir amaç doğrultusunda gerçekleşen direnişi veya başkaldırıyı, her yanı kuşatan, halk sağlığı ile ilgili acil durumları ve katastrofik doğal ve insanî felâketleri sayıyordu.

2009’da Yurtiçi Güvenliği Bakanlığı’nın hazırladığı raporlar, hükümete sağcı ve solcu aktivistleri ve eski askerleri suç öncesinde tüm yönleriyle gözetleme işlemine tabi tutma konusunda çağrıda bulunulduğunu ortaya koyuyordu.

Bunlar olurken devlet, ucu çukur mermiler gibi askerî silâhlardan oluşan bir cephanelik oluşturmakla meşguldü. Üstelik bu cephanelik, ülke içinde kullanılacak, savaş için eğitilen askerler bu cephanelik üzerinden donatılacaklardı. Gıda ve İlâç İdaresi, Gazi Bakanlığı ve dünyanın en büyük müze, eğitim ve araştırma kompleksinin sahibi olan Smithsonian Enstitüsü gibi hükümet kurumları bile vücut zırhı, miğfer, kalkan, top fırlatıcı, polis tabancaları ve cephane temin ediyor. Bugün gözaltı yetkisine sahip olup bu türden silâhları taşıyabilen federal ajan sayısı en az 120.000.

Kârın yön verdiği, Amerikalı yurttaşları düşman savaşçıya, dolayısıyla Amerika’yı da muharebe sahasına dönüştüren bu harekâtın kendisi, esasında teknoloji sektörünün bir hamlesi. Bu sektör, hükümetle gizli bir çalışma içerisinde ve bu çalışmanın amacı, her şeyi bilen, her şeyi gören, kimsenin radarından kurtulamadığı bir Büyük Birader meydana getirmek. Asıl endişelenmeniz gereken, dronlar, füzyon merkezleri, plaka okuyucuları, telefon dinleme cihazları ve Ulusal Güvenlik Ajansı değil. Arabalarınızdaki kara kutular, cep telefonlarınız, evlerinizdeki akıllı cihazlar, market kartlarınız, sosyal medya hesaplarınız, kredi kartlarınız, Netflix, Amazon gibi hizmetler, ayrıca ekitap hesaplarınız da sizi izliyor.

Üstelik son dönemde Amerikan toprağı, birçok askerî tatbikata tanıklık ediyor.

“Robin Sage” adı verilen en son tatbikatta özel kuvvetlere mensup askerler Kuzey Karolina’daki yirmi dört kadar şehir genelinde süren “gerçek” bir gerilla savaşında “özgürlük savaşçıları”na karşı savaşacaklar.

Başka tatbikatlar da yapılıyor. Bunlara Kara Kuvvetleri Özel Operasyonlar Komutanlığı, Deniz Kuvvetleri Deniz, Hava ve Kara Timleri, Hava Kuvvetleri Özel Operasyonlar Komutanlığı, Deniz Kuvvetleri Özel Operasyonlar Komutanlığı, Deniz Kuvvetleri Seferî Birlikler, 82. Hava İndirme Bölüğü ve diğer kurumlararası ortaklar dâhil oluyor.

Hükümetin dediğine göre bu planlanmış askerî tatbikatlarda amaç, gerilla savaşı, yıkıcılık faaliyetleri, sabotaj, istihbarat faaliyetleri ve yeni destekli kurtarma faaliyetleri gibi geleneksel olmayan savaş pratiklerini sınamak ve uygulamaya koymak.

Devletin mülkü dışında yürütülen ve “Gerçekçi Askerî Eğitim” olarak anılan bu eğitimler, hem kamuya hem de özel şahıslara ait arazilerde yapılıyorlar. Belirli konumlar, düşman arazisi, izinli alan, belirsiz ama dostane bölge veya belirsiz düşman bölgesi olarak işaretleniyor.

Bu, en katmerli hâliyle bir psikolojik savaş.

Bu listeye, son otuz yıldır diğer sıkıntılı gelişmeleri de eklemek mümkün. Toplam manzara, bize gidişatın daha da kötüye doğru olduğunu söylüyor. Ordu-endüstri kompleksi büyüyor, başkentteki nüfuzu artıyor, her şey ve herkes gözetleniyor, seçimler şirketlerin parasıyla ve onun için yapılıyor, seçimle işbaşına gelen isimlerle lobiciler iç içe geçmişler, polis askerîleşiyor, okullar kapatılıyor, insanlar yol kenarına çekilip çıplak aramaya tabi tutuluyorlar, ülke içinde askerî talimler yapılıyor, füzyon merkezleri devreye sokuluyor, bununla birlikte federal devlete, eyaletlere ve şehirlere ait emniyet müdürlükleri kaynaşıyor, farklı devlet kurumları cephanelik oluşturuyor, gerçek krizlerden ayrıştırılması mümkün olmayan yapay kriz ortamlarında sağa sola ateş açılıyor, ekonomi uçurumun eşiğinde, toplumsal huzursuzluk artıyor, devlet kurumları sosyo-psikolojik deneyler yapıyor vs.

Sonra devlet, Makyavellici programlar hazırlıyor, hiçbir şeyden şüphe duymayan halkın gözünü her türden muhtemel tehlikeyle korkutuyor, ardından halkı o tehditlerden korumak için fazladan yetki talebinde bulunuyor. Devlet, ulusun güvenliğinin tehdit altında olduğunu ne vakit söylese o tehditle mücadele için daha fazla yetki talep ediyor. Bir yandan da Amerikalıların özgürlüklerini ortadan kaldırıyor. Oysa bu tehditler bizzat hükümetin imalatı.

Bugün gözlerimizin önünde sağa sola saldırıp duran bu şeyin adı, totaliter paranoyadır.

Son birkaç yıl içerisinde halk denilen şey, devletin verdiği dersleri, kuzu gibi, korku içerisinde ezber etmekten başka bir şey yapmadı. Hükümet, polis devleti taktikleriyle, durmadan halkı bu konuda sınayıp durdu. Devlet, halkın bir emirle eve kapandığını, hiçbir direnç göstermediğini, ulusal güvenlik adına devlete yetkiler bahşedildiği koşullarda sesini çıkartmadığını gördü.

En önemlisi de bir ulusal krizden ve gerçek bir olağanüstü hâlden elimizdeki anayasanın ve Haklar Bildirgesi’nde belirlenmiş ilkelere yönelik bağlılığımızın sağ çıkamadığını görmüş olmamız.

Hep birlikte, fena çuvalladık.

Halkı evlere kapatmak için ülkeyi alabildiğine istikrarsızlaştıran devletin işini kolaylaştırdık.

Bu dediğimi unutmayın: belâ, kara bulutlar gibi üzerimize çökmek üzere.

“Ne belâsı!” diyorsanız bari gidin, Pentagon’un Kara Kuvvetleri Özel Kuvvetler Komutanlığı için hazırladığı “Megakentler: Kentlerin Geleceği, Yeni Gelişen Güçlük” başlıklı videoyu izleyin.

Bu sadece beş dakika süren eğitim videosu, devletin zihniyeti, onun yurttaşlarını nasıl gördüğü ve yakın gelecekte sıkıyönetim yoluyla ele almak zorunda kalacağı “sorunlar”ı gayet iyi anlatıyor.

Asıl sıkıntılı olansa askeriyenin hazırladığı bu videonun anayasadan, yurttaşların haklarından, kapanmanın yanında ordunun politik ve toplumsal sorunların çözümünde kullanılmasının yol açacağı tehlikelerden hiç bahsetmiyor olması.

Eğitim videosunun iddiasına göre, kıyamet 2030’da kopacak. Zaten çoktandır toplumun her yönden dağılışına şahit oluyoruz.

Tehlike işaretleri bize bir mesaj veriyor olmalı.

Devlet, başının belâda olduğunu görüyor, içte huzursuzluğun artmasını bekliyor. Bu belâ da tabii ki devletin otoritesini, servetini ve gücünü tehlikeye atabilecek her şeyi ifade ediyor.

Pentagon’un hazırladığı eğitim videosuna göre devlet, ileride ülke içerisinde oluşacak politik ve toplumsal sorunları çözmek için silâhlı kuvvetleri besleyip duruyor.

Burada asıl üzerinde durulan konu sıkıyönetim ve bu yönetim tarzı ülkeye gayet anlamlı, herkesi kuşatan, güvenlik için zaruri bir adımmış gibi ambalajlanıyor.

Bu beş dakikalık video, geleceğin iç karartıcı bir resmini sunuyor. Bu gelecek, suç şebekelerinin, kötü altyapının yol açtığı sorunların, dinî ve etnik çatışmaların, yoksulluğun, gecekonduların, uçsuz bucaksız açık çöp toplama yerlerinin, tıkanmış kanalizasyon sisteminin, artan işsizliğin ve yoksulların sefaleti ve öfkesine karşı zenginlerin korunduğu şehirlerin bulunduğu bir gelecek. İşte ordu, tam da böylesi bir gelecek için hazırlanıyor.

Pentagon’un videosunda şikâyet edilen başka bir husus daha var. Bu distopik kurguya göre, ilerde yabanlaşmış gençlik çetelerinin, suç şebekelerinin, bilgisayar korsanı birliklerinin cirit oynadığı, zorbalığın ve anarşinin hüküm sürdüğü süper şehirler ortaya çıkacak. Videoda metni okuyan kişi, bu hikâyenin ardından bataklığın kurutulmasından bahsediyor.

Devlet, gelecekte Amerikan şehirlerinde oluşacak, savaş dışı unsurların meydana getirdikleri bataklıkları kurutmak ve içteki yoğun çelişki dâhilinde oluşacak düşmanlıkları ortadan kaldırmak için orduyu kullanmak istiyor. Peki bu savaş dışı unsurlar kimler? Pentagon’a göre bunlar hasım, hepsi birer tehdit.

Hepsi düşman.

Bunlar, devlete destek olmayan, hızla büyümekte olan topluluklar içerisinde yaşayan, hükümete ve şirketlere göre kötü bir hayat süren, protestolara katılan, işsiz olan, suça bulaşmış (devletin hızla genişleyen, suç tanımına giren) herkesi ifade ediyorlar.

Başka bir ifadeyle, Amerikan ordusunun gözünde savaş dışı unsurlar Amerikalı yurttaşlar, yani içteki aşırıcılar, yani düşman savaşçılar; bu unsurlar tanımlanmalı, hedefe konmalı, gözaltına alınmalı, gerektiğinde yok edilmeli.

Pentagon’un gelecek tahayyülünde inşa edilen her duvar ve her hapishane, zenginleri yoksullardan korumak için kullanılacak.

Şu gerçeği henüz daha idrak etmemişseniz edin artık: Biz halkız ve yoksuluz.

Yaygın gözetleme pratikleri, aşırıcılıkla ilgili raporlar, iç huzursuzluklar, protestolar, silâhlı saldırılar, bombalamalar, askerî tatbikatlar, gerçek mermili talimler, ikazlar, tehdit değerlendirmeleri, FBI, Yurtiçi Güvenliği Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve emniyet teşkilâtları arası bilgi paylaşımının sağlandığı füzyon merkezleri, polisin askeriyenin uzantısı hâline getirilmesi, polise askerî teçhizatın ve silâhın dağıtılması, muhaliflerin ve sorun çıkartması ihtimali olduğu düşünülen kişilerin isimlerini içeren veri tabanlarının hükümet eliyle hazırlanması türünden gelişmelerin hepsinin somut bir anlamı var.

Devlet, ülkeyi sistematik bir çalışma dâhilinde hapsediyor ve hepimizi sıkıyönetimin hüküm sürdüğü bir gerçeğe doğru sürüklüyor.

Halk, bu şekilde kıvama getiriliyor ve onun polis devletini bile isteye, hatta büyük bir şükran duygusuyla kabul etmesi sağlanıyor.

Her şey, Nazilere hizmet eden Mareşal Hermann Goering’in anlattığı şekilde gerçekleşiyor:

“Halkı demokrasiye, faşist bir diktatörlüğe, parlamenter rejime veya komünist bir diktatörlüğe doğru gütmek çok kolay. Birileri ses çıkartsın ya da çıkartmasın, halk, her zaman liderlerinin sözüne uyar. Bu, kolayca ulaşılan bir sonuçtur. Tek yapmanız gereken, halka saldırmak, barış yanlılarını yurtsever olmamakla eleştirmek, ülkeyi tehlikeye sürüklemektir. Her ülkede bu süreç aynı şekilde işler.”

Esasında her ülkede aynı işlere imza atılır.

Artık demek ki vakit, uykudan uyanıp devletin yürüttüğü propagandanın bizi aldatmasına engel olma vaktidir.

Sizin de bildiğiniz gibi burada ben “devlet” derken Cumhuriyetçilerden ve Demokratlardan oluşan iki partili bürokratik yapıyı kastetmiyorum.

Battlefield America: The War on the American People [Amerika Savaş Sahası: Amerikan Halkına Karşı Açılmış Savaş] isimli kitabımda ve roman versiyonu olarak kaleme aldığım The Erik Blair Diaries’de [Erik Blair’in Günlükleri] açık bir dille ortaya koyduğum üzere, ben “devlet” derken, seçimlerden etkilenmeyen, halk hareketlerinin değiştiremediği, hukukun menzili dışında kalan derin devleti kastediyorum. Devlet, benim yazılarımda şirketlerin eline geçmiş, askerîleşmiş, kuşatma altındaki bürokrasiyi ifade ediyor. Bu devlet, gerçekte ülkeyi yöneten Beyaz Saray’da kimin oturduğundan bağımsız olarak başkentte kimlerin görevlendirileceğini belirleyen, seçimle işbaşına gelmemiş görevlilerin çalıştığı bürokratik bir yapıdır.

Bu noktada bir uyarıda bulunmak istiyorum: devletin gelecek tahayyülünde biz Cumhuriyetçiler veya Demokratlar olarak görülmüyoruz. Devlet, halk olarak bizi kendisine düşman görüyor.

John W. Whitehead
Nisha Whitehead

19 Ocak 2022
Kaynak

0 Yorum: