17 Şubat 2022

,

Kovid Rejimi

Kovid Rejimi Hepimizi Kandırdı

Amerika’daki Kovid rejiminin son aşamalarında “Bilim”, yönetici sınıf nezdinde sahip olduğu önemi büyük ölçüde yitirdi. Biden’ın eyaletlerindeki yasakların kaldırılmasını “erken atılmış bir adım” olarak gören yedi Demokrat Partili valinin kararına şüpheyle yaklaştığı koşullarda, maske politikası konusunda son yaşanan tartışmada asıl gözden kaçırılan husus, her iki tarafın da maske zorunluluğunun işe yaramadığını gösteren yığınla kanıta hâkim olduğu gerçeği idi.

Geçen ay Ilad Şerifpur isimli bir anestezist Twitter hesabında şunu yazdı: “Yoğun bakım ünitesinde çalışan bir doktorum. 4 saattir N95 maskesini de üzerindeki kayakçı maskesini de çıkartıp attım! Ne hipoksi ne de hiperkapni yaşadım.”

Hastalık Kontrol Merkezleri “dışarıda dolaşırken maske takmasına gerek olmadığı” tavsiyesinde bulunuyor. Tıp uzmanları dâhil kimi insanlarsa büyük hevesle maske takıyorlar. Bir yandan doktorlar Hastalık Kontrol Merkezleri’nin kılavuzunu uygulamamakla övünüyor, bir yandan da açık alanlarda yüksek hızda seyahat edip yaptıkları sporlarını ihmal etmiyorlar.

Geçen Mayıs ayında pandeminin kalıcı olacağını düşünenlerin fikriyatıyla örtüşen, çarpıcı bir örneğe şahit olundu. İki Amerikalı doktor bir makale kaleme alarak, maskenin pandemi sona erse bile, bilimin isteği uyarınca gündelik hayatımızın bir parçası hâline gelmesi gerektiğini söyledi. Bugün maskeye yönelik duygusal bağlılık daha fazla dil buluyor, valiliklerin devlet okullarında maske zorunluluğunun kaldırılması önerisini yaptığı, bu yönde adımlar attığı koşullarda maskecilerin sesi daha fazla çıkıyor.

New York Times gazetesinde Kovid’le ilgili haberler geçen, aşı ve maske yanlısı, ılımlı liberal David Leonhardt, maske zorunluluğunun her türlü alışveriş pratiğini kapsaması gerektiğini söyleyince yüzlerce insanın eleştirisine maruz kaldı.

Anladığımız kadarıyla kafayı pandemiye takmış bir grup var. Bu insanlar, maske ile ilgili kılavuzların güvenilmez olduklarını, iyice politikleştiklerini, bu kılavuzların pratikte kamusal alanda yürürlükte olan politikaya ait bir araç olarak maskenin güçlü bir yere sahip olmasını sağladığını görmüyorlar.

Üzerinden henüz iki yıl bile geçmedi, Hastalık Kontrol Merkezleri bu süre zarfında maskeyle ilgili konumunu en az üç kez değiştirdi. Kurum ilk başta maskenin onay verilmeden kullanılmamasını istedi, sonra da Fauci’nin Şubat 2020’de yazdığı özel mektupta da dile getirildiği biçimiyle Kovid virüsünü yayan ince aerosolleri Amerika’da imal edilen kumaş maskelerin durdurmadığını kabul etti.

Bu türden halk sağlığı ile ilgili kararların Bilimi temel almadığını bildiğimize göre şu önemli soruyu sorabiliriz: On milyonlarca insan, bu kadar kifayetsiz ve bulunduğu konumu hak etmeyen yetkililerin sürekli değiştirip durdukları emirlere neden uydu, özgürlüklerinden bile isteye neden vazgeçti?

Bugüne dek elimizde bu soruya iki tür cevap verildi. İlki, korku üzerine kurulu acil durum tedbirlerinin kitlelerce benimsenmesini sağlayan arka plandaki psikolojiye odaklanıyor. İkinci cevap ise Lenin’in “kimin çıkarına, kime yarıyor?” sorusunu sorup psikolojik faktörler yerine maddi faktörlere bakıyor. Başka bir ifadeyle ikinci tür cevabı verenler, Kovid rejiminden kimlerin ne pahasına yararlandıkları sorusuna odaklanıyorlar.

Pandeminin kalıcı olduğunu düşünenlere dair en ikna edici değerlendirme, bence bu iki cevabı birlikte ele aldığımız vakit yapılabilir.

Neticede Kovid rejimi, bir yandan hükümetlere ve onların teknoloji sahasındaki ortaklarına ait gücü artıracak, ölüm-kalım meselesi üzerine kurulu büyük bir psikolojik oyunun sahneleneceği zemini temin etti, bir yandan da Cumhuriyetçi Parti’nin kitle tabanını oluşturan küçük işletmelerin yıkımını ve ekonomik anlamda kepenk kapatmasını sağladı.

ABD’de pandeminin ilk gününden beri küçük işletmelerin yaklaşık yüzde 20’si, siyahîlere ait küçük işletmelerinse yüzde 41’i kapanmak zorunda kaldı. Sadece ilk yılında iki yüz bin işletme kapanarak işyeri kapanmaları tarih boyunca görülmemiş bir düzeye çıktı. Wall Street Journal’ın da vurguladığı biçimiyle, en ağır darbeyi “berberler, nalbantlar ve diğer kişisel hizmet sağlayıcıları yedi.”

Pandemi ile ilgili popüler hâle gelmiş psikoloji teorilerinden biri de kısaca kitle oluşumu olarak da bilinen “kitle oluşumu hipnozu” veya “kitle oluşumu psikozu”. Belçika’daki Gent Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olarak çalışan Mattias Desmet’in geliştirdiği bu teoriye göre katı politikaların uygulandığı ülkelerde Kovid’e verilen cevap, insanların kendilerinin kolayca maniple edilmesini, akıl ve kanıta aykırı bir biçimde hareket etmesini sağlayan kolektif bir trans hâli içine nasıl girdiklerini ortaya koyuyor.

Desmet’e göre kitlesel oluşum için dört koşul gerekli: toplum atomize edilmiş, toplumsal bağlardan yoksun olmalı; o toplumda yaşayan birçok insan, kendi hayatlarını anlamsız bulmalı; insanlar, belirli bir sebebe bağlı olmayan, farklı zamanlarda açığa çıkan kaygı illetinden muzdarip olmalı; son olarak da belirli bir kaynaktan yoksun olan ve gene farklı zamanlarda açığa çıkan hayal kırıklıkları ve saldırganlık hâli yoğun olarak yaşanıyor olmalı.

Pandemi başladığında ABD, bu koşulları layıkıyla yerine getiren bir ülkeydi. Temmuz-Ağustos 2019 arası dönemde on bin yetişkin işçi ile yapılan ankette tespit edildiği kadarıyla ankete katılanların beşte üçü kendisini yalnız hissettiğini söylüyordu ki bu, önceki yıla göre yüzde 13’lük bir artışı ifade ediyordu. Sosyal medyayı yoğun olarak kullananlarda bu sayı daha da yüksekti; yüzde 73’ü kendisini yalnız hissettiğini söylüyordu.

Sonra pandemi çaldı kapıyı. İlk bir yıl içerisinde Amerikalılar çok daha az arkadaşa sahip olduklarından bahsediyorlardı. Desmet’in de ifade ettiği üzere, bu koşullarda medya bir hikâye yazıp kaygıyı depreştirecek, onu sabit nesneye kitleyecek haberler yaptı. Zaten birbirinden kopmuş olan bireyleri sözde tehdit karşısında ortak bir dava etrafında birleştirdi.

Kitle oluşumu psikozu denilen ve yirminci yüzyılda gördüğümüz totaliter hareketleri bize hatırlatan bu teori, Joe Rogan ile bir podcast yayınına katılan Robert Malone ile birlikte popülerleşti. Bilindiği üzere Malone, mRNA aşılarının riskleri konusunda uyarılarda bulunan bir bilim insanı.

Bu söyleşi, Rogan’ın sonunu getirdi. Kitle oluşumu hipoteziyle ilgili söylenenler, devletin ve istihbaratın asabını bozdu. Söyleşinin tüm izleri Google aramalarından silindi, söyleşi tümüyle sansüre uğradı.

Oysa Desmet, ne Kovid’in varlığını inkâr ediyor ne de aşılara karşı. O sadece pandemiye verilen cevapların, kamuoyunu tehlike arz edecek ölçüde şüpheli bir duruma sürüklediği bilim dışı aşırı tepkilere yol açtığını söylüyor.

Büyük ölçekli olaylara makul açıklamalar bulmaya ikna edilmiş insanlar, Desmet’in kitle psikolojisi teorisini inandırıcı bulmayabilirler, oysa son iki yıl içerisinde başımıza gelenlerin büyük bölümü, makul her türden değerlendirmeyi hükümsüz kılacak cinsten.

Hidroksiklorokin ve ivermektin gibi ilâçlar neden politik düzlemde kötülendi, basında çarpıtmalara maruz kaldı? CNN, Nobel ödülü almış, nehir körlüğü türünden hastalıklar için kullanılan, bu alanda yüz milyonun üzerinde hastayı iyileştirmiş ivermektin gibi bir ilâcı neden “at ilâcı” olarak niteledi?

Bu türden meseleyi aşırı kutuplaştıran yaklaşımların, pratiklerin bize geçmişte gördüğümüz cinnet hâllerini ve panik durumlarını hatırlatması gerek.

Öte yandan son iki yılı açıklama konusunda psikolojinin yetmediği yerler var. Pandeminin finans kapitalin ekmeğine neden yağ sürdüğünü veya teknoloji üreticilerinin 2021 yılında rekor kırarak 1,4 trilyon dolar kazanmasını nasıl sağladığını psikoloji asla açıklayamaz. MarketWatch sitesinin son manşetinde yer alan ifadede dendiği gibi: “Büyük teknoloji şirketleri, pandeminin ilk yılında akıllara durgunluk veren sonuçlar elde ettiler.”

Mesele, sadece zenginin daha zengin olması da değil. Pandemi süresince Amerikalı milyarderler 2,1 trilyon dolar kazandılar. En çok da Google gibi Demokrat Parti’ye bağlı Silikon Vadisi şirketleri kazandı.

Üretimi esas alan eski sektörlerle kıyaslandığında teknoloji şirketleri daha az işçi çalıştırıyorlar. Bunların dağıttığı bağışlar gazetecilik gibi meslekler üzerine kurulu ekonominin tüm sektörlerini besliyor. Pandemi döneminde tek tek profesyoneller zenginleşmese de işlerini büyük ölçüde korudular. Buna karşılık yüz binlerce işçi işini kaybetti, bunların büyük bir kısmı küçük işletmelerde çalışanlardı.

Bu meslek sahibi kesimin oligarşiye mensup patronlarını zenginleştiren Kovid politikalarını kişisel bir zafer ve kendi statüleri için bir tür koruma olarak görüp içselleştirmelerine hiç şaşırmamak gerek. Gerçeği çok azı gördü. Çoğunluk, eylem yapan kamyon şoförlerini “faşist” olmakla suçladı, onların tutuklanmasını talep etti, çünkü o kamyoncular, tıbbi zorunlulukların, yasakların işe yaramadığını, halkı gücü tekellerine alma hakkı olan yöneticiler ve ancak kurallara uyacak, uymazsa ezilen tebaa olarak ikiye ayrıldığını görmüşlerdi.

Obama döneminde yurtiçi güvenliği alanında çalışan Juliette Kayyem boşuna, eylemleri bastırmanın en iyi yolunun “tekerlekleri delin, benzin depolarını boşaltın, şoförleri gözaltına alın, kamyonları bir kenara çekin” demiyor.

Kendilerini solcu olarak tarif eden Toby Green ve Thomas Fazi, kısa süre önce solun işçi sınıfını ve yoksul ülkeleri mahveden Kovid politikalarıyla ilişkisine dair bir dizi soru sordu. Bu sorulardan biri şu şekildeydi: “Ana akım sol, tüm Kovid tedbirlerini destekleme noktasına neden geldi?” Yazarların cevabını merak ettikleri bir soru da şuydu: “Sol, aşı üreticilerinin ‘halkın iyiliğini düşünme’nin yanında başka motivasyon kaynakları olabileceğini söyleyenleri neden alaya aldı?”

Cevap gayet açık: Sol bu işleri bıraktı, çünkü halkın iyiliğini düşünme işi, bilimin yanında meslek sahibi sınıfların üzerine rahatça giyebilecekleri basit bir gömlekten ibaret. Çünkü bu sınıf, aşı zorunluluğuna karşı çıkan bir kamyon şoförüne nazaran Moderna şirketi yöneticisiyle daha fazla ortak şeye sahip.

Jacob Siegel
15 Şubat 2022
Kaynak

0 Yorum: