22 Şubat 2022

,

Uluslararası Hukuk ve Efsaneler

Carl Schmitt'e göre, "savaş ilânı, bir düşmanın tanımlanmasından başka bir şey değildir.” ABD ve Batı’nın tarihsel düşmanı Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkmasından sonra, onun yerini Rusya aldı. Bu düşman ilân etme süreci, yaklaşık yirmi yıl sürdü.

İlgili süreçse, Der Spiegel tarafından yayınlanan 6 Mart 1991 tarihli belgede de ortaya konduğu biçimiyle, ABD, Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya tarafından eski Sovyetler Birliği ile yapılan anlaşmaları açıkça ihlal ederek Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’ın NATO’ya girdiği, daha doğrusu, NATO’nun genişlemeye başladığı 12 Mart 1999 tarihinde başladı.

Süreç, NATO’nun Baltık ülkeleri gibi Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra ortaya çıkan ülkeler dâhil olmak üzere diğer tüm Doğu Avrupa ülkelerine genişletilmesiyle devam etti.

Şimdiki fırtına ise, NATO’nun ve askerî faaliyetlerinin Ukrayna’yı da içerecek bir biçimde genişleme ihtimali üzerinden koptu. Ukrayna, 2014’teki “Maydan Devrimi” denilen gelişmenin ardından şiddet olayları ile ağır hasar almış bir ülke. Bu sürecin sonunda Kırım koptu, iç savaşın ardından, Donbas’ta bir cumhuriyet kuruldu.

Esasen Ukrayna’ya NATO'ya katılım daveti yapılması, bununla birlikte, ona silâh desteğinde bulunulup ekonomik destek sağlanması ile Donbas kavgasının fitili yeniden tutuşturuldu. Burada amaç, Ukrayna'yı 2015’teki Minsk anlaşmalarının öngördüğü barış çözümünü kabul etmemeye zorlamaktı.

Rusya'nın, dün, bugün veya yarın Ukrayna'nın işgaline başlayacağını açıkladığı anda Biden, Rusya'yı kesin bir dille düşman olarak tanımlayıp müzakere sürecini sonlandırmış oldu. Yani aslında savaş ilânı çoktan gerçekleşti. Savaşı Biden ve Dışişleri Bakanı Blinken başlattı. Böylece müzakere sürecini açık tutmak için yapılan gevezelikler de son bulmuş oldu. Kelimelerin savaşından mermilerin savaşına geçiş yapmak için bir bahaneye ihtiyaç vardı, bunun için de hakiki ya da yalandan bir kazanın gerçekleşmesi gerekiyordu.

Bu saatlerde Donbas bölgesindeki ateşkes ihlallerinin yoğunlaşarak Rusya'nın askeri müdahalesini kışkırtması tesadüf değil. Elbette diplomasiye hâlâ yer var, barış imkânı henüz yitirilmiş değil, ancak diyalog kapısını yeniden açmak için bizi bu çıkmaza sürükleyen Batı'nın diline doladığı, yalan üzerine kurulu efsaneleri bir bir boşa düşürmek gerekiyor.

İtalyan dışişleri bakanı, ABD’den kendi kulağına fısıldanan lafı yineleyerek, NATO'nun Ukrayna ve Gürcistan'a kapılarını açma tercihinde bulunmasının kendisi açısından vazgeçilemeyecek bir yönelimin sonucu olduğunu, çünkü her egemen devletin istediği ittifakları seçme hakkına sahip olduğunu söyledi. Bakana göre Rusya’nın Ukrayna’yı NATO dışında tutma niyeti kabul edilemezdi, çünkü aslında bu niyet, Rusya’nın Avrupa’yı kendi nüfuzu altına alma arzusunun bir yansımasıydı.

Oysa gerçekte Avrupa’yı kendi nüfuzu altına almak isteyen Rusya değil, NATO’dur. NATO, şuan Doğu Avrupa ülkelerinin politik ve askerî kurumlarına sinmiş durumdadır. Asıl mesele başkadır. Blinken ve tüm NATO müttefiklerinin hep bir ağızdan haykırıp durdukları o vazgeçilemeyecek ilkedir mesele.

Her ülke, en uygun gördüğü dış politika ve askeri politika seçimlerini yapma gibi egemenlikten kaynaklanan bir hakka sahiptir. Ancak Birleşmiş Milletler anlaşmasının imzaya açıldığı günden beri devletlerin egemenliğinin ağırlığı, ülkelerin barış içerisinde bir arada yaşayabilmesi adına azaltılmıştır.

Diğer milletlere savaş açma yetkisi egemen devlet olma hakkının bir sonucu olmaktan çıkartılmakla kalmamış, ayrıca üye ülkeler de “güç kullanma tehdidinden kaçınmalı” (Madde 2(4)) kuralına tabi kılınmışlardır. Ukrayna’nın egemen bir devlet olarak NATO’ya katılma “özgürlüğü”, asıl vazgeçilmemesi gereken böylesi bir ilke ışığında değerlendirilmelidir. Hiçbir devlet, komşularını tehdit etme özgürlüğüne sahip değildir. NATO'nun askerî aygıtının Moskova'dan birkaç yüz kilometre uzaklıktaki Rusya sınırlarına dek genişletilmesi, nesnel anlamda bir tehditten başka bir şey değildir.

NATO, kuruluşunda imza edilen anlaşma gereği, savunma amaçlı bir ittifaktır. Dolayısıyla teknik açıdan veya politik anlamda hiçbir ülkeyi tehdit edemiyor olmalıdır. Ama NATO, varolduğu söylenen bu vasfını 24 Mart 1999 günü yitirmiştir.

O gün NATO Yugoslavya’ya saldırmış, bu ülkeyi 78 gün bombalamış, neticede ülke bölünmüş, Kosova diye bir ülke kurulmuştur. NATO’nun işlevini ve görevlerini yeniden tanımlamak amacıyla Nisan 1999’da Washington’da yapılan toplantılar dâhilinde ittifak savunma değil, saldırı konsepti üzerinden tanımlanmaya başlanmış, onun dünya genelinde askerî ve politik harekâtlar, ayrıca savaşlar yürütmesine karar verilmiştir.

Dolayısıyla bugün giderek tırmanan gerilimi durdurmak için önce NATO konusunda ısıtılıp ısıtılıp gündeme getirilen efsanelerden kurtulmak gerekmektedir. Ayrıca bugün Ukrayna, kendi istediği için değil, NATO istediği için bu ittifaka girmektedir. Çünkü NATO, 2 Nisan 2008’de Bükreş’te düzenlediği zirvede “açık kapı” politikasını uygulayacağını açıklamıştır.

Bugün Ukrayna’nın NATO’ya girmesi için gerekli iznin İtalya da dâhil tüm üye ülkelerin izniyle mümkün olabileceğinden kimse bahsetmiyor. Yani bugün kurnaz bir kişiliğe sahip olan İtalyan dışişleri bakanı, İtalya’nın Ukrayna’nın NATO’ya girişine onay vermeyeceğini açıklasa, savaşın çarkları birden duracak, kelimelerin savaşı yerini mermilerin savaşına bırakmayacak.

Mecliste NATO anlaşmasında yer alan ve “her genişleme adımı üye ülkelerin güvenliğini dikkate almalıdır” diyen onuncu maddeyi anımsatan Dışişleri Bakanı Luigi Di Maio ve Başbakan Mario Draghi, ABD’ye boyun eğmeyip savaşı önleyebilecek adımlar atma cesaretini gösterebilecek mi, hep birlikte göreceğiz.

Domenico Gallo
22 Şubat 2022
Kaynak

0 Yorum: