Kimileri Omikron varyantının “pandemi”yi sona
erdirebileceğini söylüyor. İşte asıl mesele de bu. Meselenin iki boyutu var.
İlki, bu varyantın “aşılar”ı çöpe atacak ama bir yandan da pandemiyi ufak bir
endemiye dönüştürecek olması. Bu da pandemiyi, Pfizer türünden ulusötesi ilâç
tekellerinin devasa kârlar elde ettiği bir pazar olmaktan çıkartacak. Bilindiği
üzere Kanada piyasasını ele geçirmiş bulunan Pfizer tekel hâline geldi, bu da
yetmezmiş gibi Pfizer bugün siyasetçilerden, memurlardan, akademisyenlerden,
gazetecilerden vs. oluşan, bir satış elemanı ordusundan istifade ediyor.
Meselenin ikinci boyutu ise hastalığın etkisini
yitirmesiyle birlikte devletin ardına saklandığı, politik iktidarını bitmek
bilemeyen “olağanüstü hâl” bahanesiyle merkezîleştirip artırma imkânı bulduğu
süreci gizleyen o perde yırtılıp atılacak.
Öncelikle şunu soralım: Omikron hakkında ne biliyoruz?
Güney Afrika’daki tıp otoritelerinin de aktardığı, birkaç kez yinelediği
tespite göre virüs normal güzergâhına girdi ve bu evrim süreci dâhilinde kolay
yayılan, daha az ölümcül olan, hafif semptomlarla geçirilen bir hastalığı
tetikleyen bir virüs olmaya başladı. Başka ülkelerdeki bilim insanları da bu
değerlendirmeyi yaptılar. Güney Afrika’da Omikron varyantının ortaya çıktığı
dönemde hastane yatış ve ölüm sayıları da azaldı. Virüse yakalanan hastalar, hastalığı
hafif semptomlarla atlattılar.
12 Aralık gününe dek DSÖ, aylardır Afrika’da dolaşımda
olan Omikron yüzünden tek bir kişinin bile ölmediğini söyledi. Kanada ve ABD’de
hastanelerin dolup taştığına dair haberlerle korkunun ateşi körüklenirken Güney
Afrika’da yayımlanan bir çalışmada, Omikronlu kişilerin hastaneye yatma
ihtimalinin, Delta gibi diğer varyantlara yakalananlara kıyasla yüzde 80 daha
düşük olduğu iddia edildi. Ayrıca çalışmaya göre Omikron bulaşmış kişilerde
hastalığın ağır geçme ihtimali yüzde 70 daha azdı. Bugün Güney Afrikalı
yetkililer, Avrupa ve Kuzey Amerika’nın bu varyanttan neden bu kadar korktuğunu
hâlen daha anlayabilmiş değiller. (Bu sorunun cevabı çok açık: Çünkü o korkunun
ardında bir hesap var.)[1]
Güney Afrika, bize sıklıkla göz ardı edilen kimi
önemli gerçekleri hatırlatıyor: İnsanların büyük bir kısmının aşılanmadığı
Afrika kıtasında pandemi o kadar da ağır bir biçimde yaşanmadı ki bu, esasen
Birinci Dünya’nın bilim insanlarını epey şaşırtan bir olgu.
Genel kabul gören pandemi tanımına göre Afrika’da
pandemi yaşanmadı. Bu da başka bir gerçeği bize anımsatıyor: Kovid esasen, en
katı tedbirleri alan, olağanüstü hâl uygulayan, kapanma politikasını devreye
sokan, herkesi aşılayan Birinci Dünya ülkelerini vurdu. Buna karşılık,
kısıtlayıcı politikalara az başvuran veya hiç başvurmayan ülkeler çok daha iyi
sonuçlar elde ettiler. Örneğin Karayip bölgesinde bulunan Haiti aşı ithal
etmedi, halkına maske taktırmadı, sosyal mesafe kuralını uygulamadı, buna rağmen
Kovid dönemini herkesten daha iyi geçirdi. Hatta şu an durumu iki ayrı aşı
üreten Küba’dan daha iyi. Haiti, ayrıca gelir düzeyi ve aşılama oranı daha
yüksek olan, kısıtlamaları uygulayan kapı komşusu Dominik Cumhuriyeti’nden de
daha iyi durumda. İlk elden elde ettiği deneyime kafayı takmış bulunan,
Batı’dan başka bir yeri görmeyen medya, gidip İsveç, Florida ve Teksas’a
bakıyor, oysa farklı tepki biçimleri uygulamaya konduğunda ortaya neyin
çıkacağının test edileceği yerler değil buralar. Asıl önemli olan, Haiti ve
Afrika kıtası.
Peki Omikron varyantı pandeminin sonunu nasıl
getirebilir? Güney Afrika’da görüldüğü gibi Omikron daha fazla bulaşıcı, ama
daha az tehlikeli. Sıradan grip virüsü gibi. Hatta pratikte onu gripten ayırmak
güç. Bir yandan da Omikron varyantının doğal bağışıklığı geniş planda sağlama
imkânı mevcut. Bu da yeni kapanmaları, olağanüstü hâlleri, zorunlu aşılama
pratiklerini hükümsüz kılacak bir özellik. Ayrıca politik sınıfın ve medyadaki
işbirlikçilerinin kasıtlı bir biçimde yarattıkları toplumsal bölünmeler de anlamını
yitirecek.
Omikron, ayrıca pandemiyi mevcut “aşılar”ın anlamsız
olduğunu ispatlayarak sona erdirecek. Bugün Kanada’da işgücünün belirli
sektörlerine aşı zorunlu. Ama bu aşı, hâlihazırda hükmünü yitirmiş olan, yerini
iki ayrı varyanta bırakan bir virüsle mücadele için üretilmiş. Delta varyantı
zaten bu aşıları hükümsüz kılmış. Aşıların bulaşma sürecini durdurmadığı,
virüsü ortadan kaldırmadığı görülmüş. Üstelik bugün Delta varyantı Omikron
varyantı tarafından ortadan kaldırılmış.
Bugün gönüllü olarak aşı olan halka zaten kusurlu olan
bir ürünün satıldığı gün gibi ortada. “Aşı olduğunuzda normal hayatınıza
döneceksiniz” lafı üzerine kurulu geçici toplum sözleşmesi daha imzalanmadan
yırtılıp atıldı. “Normalleşme” denilen yanılsama, tümüyle devletin izin
verdikleri üzerine kurulu. Devlet, daha önce izin verdiği şeylere sonrasında
rahatlıkla yasak getirebiliyor. Aşı pasaportu konusunda devletle işbirliği
yapan işletmeler, bugün kapasitelerinin ve çalışma saatlerinin düşüşüne tanıklık
ediyorlar. Bazıları kepenk indiriyor. Aşı pasaportu üzerine kurulu geçiş
sistemi yüzünden müşteri kaybediyor. Müşteri portföyü sadece tam aşılı
olanlardan oluşuyor. Demek ki aşının sunacağı faydalar ve bulunduğu vaat
konusunda size ne söylenmişse hepsi yalanmış.
(Ayrıca şunu da not etmek gerek: bugün “tam aşılı”
denilen kişiler, kısa bir süre sonra “eksik aşılı” olarak tarif edilecek,
buradan da ellerindeki QR kodları iptal edilecek. “Tam aşılılar” da aşılama
süreci dışında görülecek, aşısız kabul edilecek.)
Omikron, Kanada’ya uçakla gelme imtiyazını sadece “tam
aşılılar”a bahşeden ayrıştırıcı, dışlayıcı otoriter tedbirlerin bir sonucu
olarak geldi. Salgın ilkin yolcu gemilerindeki tam aşılı yolcular arasında
görüldü. Kanada’ya Omikron’u tam aşılı kişiler getirdi, ama nedense medya ve
devlet aşısızları şeytanlaştırmak için çabaladı. Montreal kentinde Omikron için
yapılan testi pozitif çıkanların yüzde 90’ı tam aşılıydı. ABD’de bu oran yüzde
80’di. Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nin bildirdiğine göre hastaların
yüzde 33’ü üçüncü dozu olmuş kişilerden oluşuyordu.
Avrupa’da Omikron ağırlıklı olarak genç ve tam aşılı
kişilerde görüldü. Hatta Atlantic dergisi bu pandemiyi “aşılıların
pandemisi” olarak niteledi. Omikron’un verdiği zarar konusunda devletin diline
doladığı günah keçisi olarak aşısızların bir suçu yoktu.
Bugün hasta oldukları için “aşısızlar”ı suçlamayı ve
şeytanlaştırmayı öğrenmiş “tam aşılılar”, akın akın hastanelere koşuyorlar. Washington
Post, şimdilerde “tam aşılılar”ın büyük bir kısmını Kovid olmanın utanç
verici bir şey olmadığını söyleyerek teselli etmeye çalışıyor, bu kesime boş
tavsiyelerde bulunuyor.
Öte yandan bazı tıp eleştirmenleri bu pandemiden
aşılanarak kurtulamayacağımızı söyledikleri için dışlanıyorlar, sansüre
uğruyorlar. Zira bu “aşılar” ne bulaşı ne de yayılımı engelliyor, verimlilik
düzeyleri hızla düştüğü için bu aşılar pek işe yaramıyor.
Doğal hayvan rezervi sebebiyle Kovid’in kökünü tümden
kazımak mümkün değil. Aslında aşı denilen bu sıvılar da virüsü ortadan
kaldıracak bir bağışıklık sağlamıyorlar. Çünkü aşılama yoluyla sürü bağışıklığı
sağlamak imkânsız.
Her şeyin ötesinde mevcut uygulama, “pandemi süresince
aşılama yapmayın” ilkesini ihlal ediyor, böylelikle aşılardan kaçan
mutasyonların gelişmesine ve yol almasına katkıda bulunuyor.
Bugün insanlar, aslında ortadan kalkmış olan bir
varyant için geliştirilmiş hatırlatıcı aşıları olmaları yönünde teşvik
ediliyorlar. Ama bu türden hatırlatıcı aşıların en iyi hâliyle hâlihazırda
baskın olan varyantın dışındaki başka bir varyantı hedef aldığını kimse
görmüyor. Bu da aradaki mesafe sebebiyle, aşının hep geriden gelmesine bağlı
olarak, ardı ardına aşı yapılmasını gerekli kılıyor. Her bir aşılama ise
kendince belirli risklere sahip. Böylece hepimiz oturup, faydalı olduğuna dair
ispatların sınırlı olduğu bir aşının yol açtığı risklerdeki artışı
seyrediyoruz.
Tüm bu gelişmeler yetkilileri derin bir endişeye
sürüklüyor. Bu kişiler, herkesin doğal olarak öngörebileceği şekilde, aynı
cevabı geliştiriyorlar ve hep aynı şeyi yapıyorlar. Peki ama bu insanların
amacı ne? Pandemiyi muhafaza etmek, aşıları koruma altına almak. İnsanları
sürekli tehlike altında olduklarına dair hissiyata mahkûm etmek.
Maximilian C. Forte
26 Aralık 2021
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder