17 Ekim 2021

,

Müttefik Devletlerin Borçları


Versay Anlaşması’nın imzalanmasının üzerinden altı yıl geçmiş olmasına rağmen, Müttefik kuvvetlerin bu anlaşmanın uygulanması konusunda Almanya’yla hâlen daha bir anlaşmaya varamamış olmasına kimse şaşırmamalı. Çünkü bu süre zarfında müttefik kuvvetler kendi aralarında bile anlaşmaya varamadılar.

Savaşın sonuçları konusunda belirli bir anlaşmaya varmak için başvurulacak en iyi yöntem, halkın meseleleri anlamasını sağlamaktı, ama savaştan zaferle çıkmış güçlerin hiçbiri bunu yapmadı. Bu ülkeler, önce sınıf mücadelesi üzerinden bölündüler. Muktedir sınıf olarak burjuvazinin ortak bir programı yok. Her bir lider, her bir örgüt, kendi bakış açısına bağlı. Anlaşmazlık, ilanihaye sürecekmiş gibi görünüyor.

Nitti buna “Avrupa’nın trajedisi” diyor. İtalya’daki siyaset aklına kalırsa politik sorunlar esasen ekonomik sorunlarla bağlantılı. Son tahlilde ekonomik, politik ve ahlakî kriz, Avrupa medeniyetinin krizi hâline geldi. Genel gidişata pek hâkim olmayan bir isim olarak Keynes, bu krizi “barışın ekonomik sonuçları” olarak görüyor. Dolayısıyla yeniden inşa siyasetinin iki ünlü ve kararlı savunucusu arasındaki anlaşma henüz tamama ermiş değil. Mizaçlar farklı olduğu için görüşler de farklı oluyor. Keynes, krize bir ekonomist gibi tepki geliştiriyor, Nitti ise tepkisini siyasetçi olarak koyuyor. Üstelik bu adamların görüşleri, dört beş yıl öncesindeki görüşleri kadar katı da değil.

Barışın ekonomik sonuçları değişti, daha da karmaşık bir hâl aldı. Bu sorunları çözüme kavuşturmaya çalışan düşünce yapısının kendi iç tutarlılığı kusursuz, ama gene de bu yapının değiştirilmesi veya zenginleştirilmesi lazım. Onun kendisini yeni gerçeklere uyarlaması gerekiyor. Bazen bu düşünce yapısı, en azından görünüşte, kendisiyle çelişiyor. Barış sürecinin en karmaşık sorunlarından biri olan, müttefik kuvvetlerin birbirlerine olan borçları konusunda Keynes, çelişkili bir tutum almakla eleştiriliyor.

Bu konuyla ilgili çalışmalarında Keynes, bu borçların affedilmesi gerektiği sonucuna ulaşıyordu. Son makalesinde ise bu görüşünü terk ettiğini görüyoruz. Bir İngiliz ve pratik bir adam olarak Keynes, yeni bir gerçekle yüzleşiyor. Çünkü Britanya, ABD’ye olan borçlarını kabul etti. Bu borcu silmeye başladı bile.

Müttefik kuvvetlerin birbirlerine olan borçları meselesi, demek ki başka bir biçimde ele alınıyor. Bu konuda Keynes, esasen fikrini değiştirmiş değil, sadece borçların iptali ihtimaline dair görüşünü değiştirdi.

Keynes, Fransız hazinesinin müttefik kuvvetlerin borçlarının politik değil, ticari borç olduğuna ilişkin tezini kabul ediyor. Hatta Keynes, daha radikal bir tez ortaya atıyor. Onun düşüncesine göre, aslında böyle bir borç da yok:

“Müttefik kuvvetlerin her biri tüm enerjilerini savaşa harcadı. Amerikalıların dediği gibi, savaş kaçınılmaz bir süreçti. Ama müttefik kuvvetlerin her biri elindeki gücü aynı şekilde kullanmadı. Örneğin Fransa, ordusuna öncelik verdi. Sahaya sürdüğü insan sayısının nüfusuna oranı ve düşmanın işgal ettiği toprak miktarı dikkate alındığında Fransa, savaşın ilk yılında ordusunu donatacak ve halkını mücadeleye devam edeceği süre boyunca besleyecek ekonomik güce yeterince sahip değildi. Buna karşılık Britanya, askeri açıdan Fransa kadar çaba sarf etmedi. Dolayısıyla Britanya donanması Fransa’nınkinden daha büyük. Ayrıca Britanya, mali açıdan daha fazla çaba ortaya koydu, çünkü Amerikan müdahalesinden önce biz, elimizdeki tüm serveti ve sanayi gücünü müttefik kuvvetlere yapılacak yardımlara, onların donatılmasına ve beslenmesine tahsis ettik. Amerikalılar da esas olarak mali alanda çaba harcadılar.”

Keynes, bu noktada müttefik kuvvetler içerisindeki her bir devletin ortak dava için elinden geleni yaptığını söylüyor.

Bazı ülkeler tedarik konusunda katkı sundular, bazıları ise askerden çok para katkısı yaptılar. Özetle hiçbir müttefik ülke, bir diğerine borç para vermedi. Para, ortak yürütülen harekâtın hizmetinde yürütülen mali çalışmalarda kullanıldı. O hâlde bugün resmi planda neden teşviklerden değil de kredilerden veya borçlardan söz ediyoruz?

Çünkü fonların belirli bir kısıtlamayla yönetilmesi gerekiyor. Britanya hazinesi veya Amerikan hazinesi, Fransız hazinesini ya da İtalyan hazinesini başka türlü kontrol edemiyor, Müttefik kuvvetlerin elindeki sermayenin heba edilmesini ancak bu sayede önleyebiliyor.

Keynes’in tespitine göre, “bir müttefik yetkilisi, gerekli sorumluluk bilincine veya hayal gücüne sahipse bilir ki kendisi başka bir ülkenin parasını harcıyor. Ekonomiyle ilgili teşvikler düşük düzeyde kalmıştır.” Aslında bu, Keynes’in Britanya ve Amerika’nın maliye konusundaki tavrıyla ilgili kişisel yorumu değildir. Savaş süresince Keynes, Britanya hazinesinde üst düzey yetkili olarak çalışmıştır. Neticede kendisi, ülkesinin maliye politikası konusunda perde gerisinde nelerin döndüğüne vakıf olan bir isimdir.

Ne var ki müttefik kuvvetlerin birbirlerine olan borçlarıyla ilgili fikrini açık yüreklilikle dile getiren Keynes, bu borçların iptali önerisini bir daha dillendirmedi.

“Geriye dönüp baktığımda, keşke İngiltere kendi hesabına şunu yapabilseydi: Ateşkesten bir gün sonra müttefik kuvvetlerine ‘bana olan borçlarınızı unuttum gitti’ deseydi. O vakit yüksek siyasetin güzel bir örneğini sunmuş, kendi adına yüksek akılla hareket etmiş olurdu. Ama bugün bu adımın atılması mümkün değil. İngilizler, Kuzey Amerika’ya altı yıllık dönem için gün başına yarım milyon dolar ödeme vaadinde bulundu.”

Bu gerçek bilinmeden soruna bir çözüm bulunamaz. İngiltere, ABD’ye ödeme yaptığı sürece Fransa’nın ve İtalya’nın kendisine ödeme yapmasını istemeye devam edecektir. Ayrıca ABD’nin bu iki ülkeye iyi davranmamasını isteyecektir.

Peki bundan sonra ne olacak? Keynes’in kanaatine göre, düzenleme şu türden bir zemine oturtulmalı: Müttefik kuvvetlerin birbirlerine olan borçları konusunda Fransa ve İtalya her yıl belirli bir tutarı Almanya’dan almalı, bu ödeme ise Dawes planına göre yapılmalıdır.

Müttefik kuvvetlerin birbirlerine olan borçları ile ilgili tartışma, artık yeni bir aşamaya girmiştir. Fransa, resmiyette ticari borçlarla politik borçların ayrılmasını önermiştir. Buna göre, ticari borçların ödeneceği süreç ticari planda belirlenecek, politik borçların ödeneceği süreçse politik düzlemde kararlaştırılacaktır. Bu borç meselesi tazminat meselesinin yerini almaktadır. Ulusal Blok hükümeti döneminde Fransa neredeyse sadece Almanya’dan alacağı borçlarla ilgilenmiştir. Londra’da Dawes planının imzalanması ile birlikte tazminat meselesinin her şeyi kapsayacağına dair yanılsama ortadan kalkmış, Fransa, İngiltere ve ABD’ye olan borçlarıyla uğraşmak zorunda kalmıştır. Fransa’nın müttefikleri kendisine nazik bir dille borçlarını anımsatmışlardır.

İngiltere ve ABD hükümetlerinde ise borçların silinmemesine dönük bir yaklaşım hâkimdir. Fransa’nın ve İtalya’nın hazırladığı asgari program, müttefik ülkelerin birbirlerine olan borçlarının Almanya’nın borçlarındaki kesinti oranında düşürülmesini talep etmektedir.

Borçların silinmesinden yana olanlarsa bu çalışma süresince Keynes’in sırtlarına sapladığı bıçakla uğraşmışlardır. Bu ülkelerin Keynes’in son tavrına bu denli sert tepki göstermelerinin sebebi budur. Peki Keynes, müttefik kuvvetlerin birbirlerine olan borçlarıyla ilgili anlayışını savunmayı sürdürecek mi? Evet sürdürecek, peki ama bugün neden kendisi, eskiden olmadığını söylediği borçların varlığını tanıma gereği duydu? Keynes bu soruya, İngiltere’nin borcunu ödemesiyle her şeyin değiştiği yönünde cevap vermektedir. Bir İngiliz devlet adamının ilkelerine katı bir biçimde bağlı kalması mümkün değildir. İlkenin uygulanır bir tarafının olmadığını anladığı an o ilkeyi hemen feda eder. Lâkin Keynes’e karşı çıkan isimler, müttefik ülkelerin birbirlerine olan borçlarının silinmesi meselesinin gündemden düşmediğine inanmaktadırlar.

Keynes, sahip olduğu diyalektik anlayışı üzerinden, bu konuda bir türlü ikna olmamaktadır. İngiltere neticede borçlarını ABD’ye ödemeye başlamıştır. Buna karşın İngiliz hazinesinin Fransız hazinesi veya İtalyan hazinesiyle uzlaşması mümkün değildir. İngiliz hazinesi sadece bu borcu ödeyebildiği için değil, ayrıca borcu ödemede çıkarı olduğu için ödeme yapmaktadır. Borcunu ödemeye başlamak suretiyle Britanya kredi notunu yükseltmiş, parasının güçlenmesini sağlamıştır. New York borsasında 3,80’den değer gören sterlin bugün 4,84’ten değer görmektedir.

Britanya, kendisine avantajlar sunan bir anlaşma yapmıştır. Bu durumda hayali olan bir borcu reddederek kendi müttefiklerini nasıl karşısına alacak, asıl mesele budur. Kendi özel ve somut çıkarına bağlı olarak İngiltere, esasen bu borçları reddetme konusuna yeterince eğilmemiştir.

Aslında mesele, Fransa ve İtalya’nın İngiltere ve ABD’den alacağı kredileri kullanmak zorunda olmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla Fransa ve İtalya, bu iki güçten onların verebileceğinden daha fazlasını talep edememektedir. Esasen bu iki ülke, İngiliz-Amerikan maliyesine muhtaç olmadan da hareket edebilecek yeterlilikte bir mali bağımsızlığa sahip değildir. Bu nedenle Fransa ve İtalya, müttefik kuvvetlerin birbirlerine olan borçlarına hiç dokunmayan Dawes planını az çok örtük ve kapalı bir biçimde kabul etmek zorunda kalacaktır. Avrupa’daki krizin fitilini ateşleyen, barışla ilgili sorunlardan biri de bu borçlar konusudur.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

0 Yorum: