10 Ekim 2021

,

John Maynard Keynes

Keynes bir lider, siyasetçi hatta vekil bile değil. O, sadece Manchester Guardian gazetesinin yayın yönetmeni ve Cambridge Üniversitesi’nde ekonomi profesörü. Buna karşın Avrupa siyasetinde önde gelen isimlerden biri.

Keynes, Spengler gibi Batı medeniyetinin çöküş sürecine girdiğini tespit eden biri değil, Einstein gibi görecelik kuramına benzer bir kuram da geliştirmedi ne de Serge Voronoff gibi maymun testisi nakletmek gibi ameliyatların altına imza attı. Ama kaleme aldığı Barışın Ekonomik Sonuçları kitabı ciddi bir başarı elde etti ve Keynes’in isminin 1919’da dünya genelinde duyulmasını sağladı.

Bu kitap, barış konferansını ve perde arkasını inceleyen, meseleyi özetleyen, sade bir çalışma. Kitap aynı zamanda, Versay Anlaşması’nın ve arkasındaki isimlerin eleştirisini de içeriyor. Kitapta Keynes, anlaşmadaki kusurları ve yanlışları ele alıyor ve Avrupa’daki mevcut durum konusunda yol açtığı sonuçları inceliyor.

Versay, bugün hâlâ gündemde olan bir konu. Avrupa’nın yeniden inşa edildiği süreçte öne çıkan siyasetçiler ve ekonomistler, bu anlaşmanın yeniden gözden geçirilmesini, düzeltilmesini, hatta iptal edilmesini istiyorlar. Bu anlaşma şartlı imzalanmıştı ve geçiciydi. ABD, desteğini ve imzasını çekti. İngiltere, anlaşmadan ayrılmak istediğini hiç saklamadı. Keynes bu koşullarda, anlaşmanın Almanya’nın teslim alınması için uygulamaya konulmuş geçici bir düzenleme olduğunu söylüyor.

Peki bu kusurlu, anormal ölçülere sahip anlaşma, nasıl gündeme geldi?

İmza edilme sürecine tanıklık eden zeki bir insan olarak Keynes, bu süreci gayet iyi izah ediyor. Buna göre; Versay Barış Anlaşması’nın altında üç adamın imzası var: Wilson, Clemenceau ve Lloyd George. İtalyan devlet adamı Vittorio Emanuelle Orlando tali bir rol oynuyor, isimler arasında arabuluculuk yapıyor, daha çok perde gerisinde duruyor. Bu süreçte sadece İtalya’nın haklarını savunuyor.

Wilson barış anlaşmasının, kendisinin geliştirdiği, demokrasi yanlısı ideolojisinden beslenen on dört maddelik programını temel almasını istiyor. Clemenceau ise Fransa’nın lehine olan, ağır koşullar içeren bir barış anlaşması için bastırıyor. Lloyd George’un da derdi, anlaşmanın İngiltere’nin anlayışına göre biçimlenmesini sağlamak. Bağlı olduğu çevreler, Almanya’ya merhamet edilmemesini söylüyorlar. İttifak devletleri, zaferin verdiği zevki ve hazzı yaşıyorlar. Bu ülkeler, milliyetçiliğin zirvede olduğu, bu yönde gerilimlerin açığa çıktığı bir dönemden geçiyorlar. Duygular akla galebe çalıyor.

Clemenceau ve Lloyd George, Almanya’yı acımasızca yağmalayıp ezme arzusu içerisindeki iki halkı temsil ederken, Wilson’ın temsil ettiği halk, gerçekte onun öğretisini benimsemiş değil, hatta o kutsal saydığı, demagojinin şekillendirdiği programına da sempatiyle yaklaşmıyor. Amerikan halkının büyük bir bölümü, esasen savaşın fazla külfete yol açmasına izin vermeden, daha pratik bir yoldan ortadan kaldırılmasıyla ilgileniyor. Bu nedenle halk, Wilson’ın programında hedef olarak konulmuş başlıklara sırtını dönme eğiliminde.

Müttefik kuvvetler içerisinde yer alan halkların ruh hâli, bu anlamda Wilson’ın ve fedakârlığı esas alan bir barış sürecinin karşısında yer alıyor. Savaşa çalan, kavgaların yaşandığı, nefret ve kin yüklü hava dumanıyla herkesi boğuyor. “Paris bataklığı”nda sunulan önerilerden ve oradaki isimlerin etkisinden Wilson da kaçamıyor.

Müttefik devletlerdeki ruh hâli, Wilson’ın ilhak veya tazminattan söz etmeyen barış programına karşı. Üstelik Wilson, bir diplomat ve siyasetçi olarak Clemenceau ve Lloyd George’a göre daha alt kademede. Keynes de Wilson’dan çok iyi bahsetmiyor. Onun barış konferansına yönelik tavrını gizemli ve biraz da rahip vaazlarından çıkma bir nutuk olarak görüyor. Lloyd George ve Clemenceau gibi ihtiyatlı, cesur ve cin fikirli politik stratejistlerin yanında Wilson, toy bir üniversite hocası, bir ütopyacı ve bir Presbiteryen kilisesi rahibi gibi duruyor.

Wilson nihayetinde barış konferansı konusunda genel ilkeler öneriyor, ama bu ilkelerin nasıl uygulanacağına ilişkin somut tek bir fikir bile sunmuyor. Aslında Wilson, hakkında ilkeler geliştirdiği Avrupa’nın meselelerini hiç bilmiyor. Dolayısıyla Müttefik devletlerin kendilerine uygun olan çözümü idealist bir kılıf altında kamufle edip gizlemeleri gayet kolay oluyor. Atik ve dış etkilere açık iki isim olarak Clemenceau ve Lloyd George’un arkasında teknisyenlerden ve uzmanlardan oluşan bir ordu var. Katı ve dışarıya kapalı bir isim olarak Wilson ise kendi heyetiyle neredeyse hiç temas kurmuyor. Maiyetindeki hiçbir ismin onun düşünce dünyası üzerinde herhangi bir etkisi yok.

Bazen kelimeleri zekice seçen, dille alakalı manevralara başvuran Wilson, niyetini zararsız gösteren ifadelerin arkasına saklanıyor. Ama konferanstaki arkadaşlarının ağır saldırıları karşısında nedense programını layıkıyla savunamıyor.

Wilson’ın programı ile Versay Anlaşması arasında belirli bir çelişki söz konusu. Wilson’ın programı, Almanya’nın toprak bütünlüğüne saygı gösteriyor, ceza veya tazminat içermeyen bir barış anlaşmasının imzalanmasını güvence altına alıyor ve halklara ayrılma hakkı bahşediyor.

Buna karşın anlaşma, gerçek manada Töton olan altı yüz bin insanın yaşadığı Saar bölgesini Almanya’dan kopartıyor. Bazı kısımları Polonya ve Çekoslovakya’ya veriyor. Altı milyon Alman’ın yaşadığı, Ren nehrinin batı yakasının on beş yıl süreyle işgal edilmesi konusunda gerekli yetkiyi veriyor. Ayrıca Fransa’ya Ruhr bölgesindeki kentleri işgal edip oraya yerleşmesi için gerekli bahaneyi sunuyor.

Anlaşma, Avusturya’nın varlığını inkâr ediyor, onu küçük bir devlet derekesine düşürüyor, Almanya’ya birleşme hakkını mahfuz tutuyor. Avusturya’nınsa bu hakkı Milletler Cemiyeti’nin izni olmaksızın kullanması mümkün değil. Milletler Cemiyeti ise bu izni ancak oybirliğiyle verebilir.

Anlaşma, Almanya’yı sivil halka verilen zararların ve yıkılan köy ve şehirlerin tazmin edilmesi dışında Müttefik devletlerdeki insanlara savaşla alakalı emekli maaşı vermesini zorunlu tutuyor. Elindeki tüm mülkleri, sömürgeleri, Saar bölgesindeki kömür madenlerini, ticaret filosunu, hatta Müttefik devletler bünyesinde yaşayan vatandaşlarının özel mülklerini alıyor. Fransa’daki kömür madenlerinde hâlihazırda üretilenle savaş öncesi üretilen miktar arasındaki fark kadar kömürü her yıl teslim etmesini istiyor. Ayrıca anlaşma, Müttefik devletlerin ürettiği malların en düşük gümrük vergisi ile alınmasını, bu konuda Müttefik ülkelerin herhangi bir tazminat ödememesini şart koşuyor. Özetle anlaşma Almanya’yı yoksullaştırıyor, kolunu bacağını kesiyor, silahsızlandırıyor, aynı zamanda ondan ağır bir savaş tazminatı talep ediyor.

Keynes, Müttefik devletlerin Almanya’ya diz çöktürmek için önerdiği barış anlaşması şartlarının ihlal edildiğini ortaya koyuyor. Esasen Almanya, Wilson’ın on dört maddelik programı temelinde teslim alınıyor. Dolayısıyla barış anlaşmasının şartlarının bu on dört maddeye aykırı olmaması, onlardan farklı bir nitelik arz etmemesi gerekiyor. Keynes’e göre Versay konferansı, kendisini anlaşmanın uygulanması, şartların somutlaşması ile sınırlı tutmalı. Versay konferansı, Almanya’ya Wilson’ın önerdiğinden farklı bir barış dayatıyor. Keynes, bu tavrı alabildiğine samimiyetsiz bir tavır olarak değerlendiriyor.

Almanya’yı harap eden ve sakat bırakan bu anlaşma, adaletsiz olduğu kadar mantıksız bir anlaşma. Tüm adaletsiz ve mantıksız hareketler gibi bu anlaşma da yazarları için tehlikeli ve ölümcül sonuçlar doğuracak ölçüde zararlı. Avrupa’nın aslında eski zenginliğine kavuşmak, üretimini yeniden organize etmek için uluslararası dayanışmaya ve işbirliğine ihtiyacı var. Buna karşın bahsi geçen anlaşma, Avrupa’yı anarşiye sürüklüyor, onu bölüyor, ateşe atıyor, milliyetçiliğin ve şovenliğin yayılmasına neden oluyor.

Versay Anlaşması, Avrupa’daki krizi derinleştiriyor. Bu tür uyarılar yapan Keynes krizin kapsamından ve ulaştığı derinlikten bahsediyor. “Çok fazla karmaşık, gereğinden fazla duygulara esir olmuş ve iyiden iyiye iyimser” olan yeniden inşa planlarına hiç inanmıyor. “Hasta adamın elinde ne ilâç ne de aşı var. Ona nekahet döneminde rahatça toparlanabileceği sağlıklı ve doğal bir ortam sağlanması lazım” diyor.

Buradan Keynes, iki temel öneri üzerine kurulu olan başka bir yeniden inşa planından bahsediyor. Buna göre borçlar iptal edilmeli, Almanya’nın ödeyeceği tazminat 36 milyar marka düşürülmeli. Ayrıca Keynes bu miktarın Almanya’nın ödeyebileceği azami miktar olduğunu söylüyor.

Ekonomist ve finansçı olarak Keynes’in düşüncesi, Avrupa kriziyle ilgili çözümü barış sürecinin ekonomik düzlemde düzenlenmesi önerisini temel alıyor. Ancak öte yandan ilk kitabında Keynes, “Batı Avrupa’nın son elli yıldır tecrübe ettiği ekonomik örgütlenmenin temelde sıra dışı, istikrarsız, karmaşık, belirsizlikle yüklü ve geçici” olduğunu söylüyor. Dolayısıyla krizin tazminatlarla ve ödenecek borçlarla kontrol altına alınması mümkün değil.

Barışın ekonomik sorunları krize sebep olmasa da onu derinleştiriyor. Krizin ana sebebi ise “istikrarsız, karmaşık, belirsizliklerle yüklü ve geçici bir nitelik arz eden” ekonomik örgütlenmenin ta kendisi.

Keynes, evrimci ideolojiye ve İngiliz psikolojisine sırtını yaslayan bir burjuva ekonomisti olduğu için esasen kapitalist toplumun ruhuna iyimserlik aşılamaya ve kapitalizme yönelik güveni tazelemeye çalışıyor. Bu sebeple barışın ekonomik sorunlarına akıllı, ferasetli ve ihtiyatlı bir çözüm bulunduğu takdirde bugün insanlığın ilerlemesi, saadeti ve esenliği önünde duran tüm engellerin kalkacağı konusunda o topluma güvence vermek zorunda kalıyor.

José Carlos Mariátegui

1925

Kaynak


0 Yorum: