31 Ekim 2021

,

Yeni Pleb Arayışı


Yetmişli yıllara girildiği momentte Batı ekonomilerinde yaşanan ekonomik kriz ve Mayıs 1968 hareketi, düşünsel tartışmalar ve toplum içi itirazlar düzleminde önemli etkilere yol açtı. Geniş kapsamlı grevleri içeren bir hareket olmanın yanında Mayıs 1968, cinsellik, gündelik yaşam ve ırkçılık gibi farklı meselelerin su yüzüne çıkmasına katkıda bulundu. Ekonomik kriz, bu süreçte işgücünü büyük ölçüde daraltıp kitlesel işsizliğin ortaya çıkışına bağlı olarak, emeğin toplumsal ve simgesel gücünü azaltmak suretiyle emek hareketine ağır bir darbe indirdi. Önemli bir dizi teorik eğilim, bu bağlamda ortaya çıktı.

Slavoj Žižek’in de ifade ettiği biçimiyle, “kitlesel işsizlik üzerinden yeni kapitalizm anlayışı gündeme geldi ve bu anlayış, devrimci özne rolünü oynayabilecek toplumsal failleri yeniden tarif etti, ayrıca bu faillerin devrim yapma konusunda giderek isteğini yitirmiş olan işçi sınıfının yerini alacağını söyledi. Yeni anlayışa göre bu failler, üçüncü dünya köylüleri, öğrenciler, aydınlar ve dışlanmış kesimlerdi.”[1]

Bu yazarlardan biri de Marksist teorisyen Herbert Marcuse’ydi. Ona göre geleneksel işçi sınıfı kapitalist sistemle bütünleşmişti, dolayısıyla radikal politik eylemi ancak faaliyet hâlindeki azınlıklar ve genç orta sınıf aydınlar üstlenebilirlerdi.[2]

Marcuse’ye göre imkânları kıt olan bu gruplar, “aşağılanan, hayal kırıklığına uğrayan, ezilen, ayrımcılık siyasetinin mağduru olan kesimdi.”[3] Öğrencilerle müttefik olan bu kesim, altmışlı yıllardaki isyanların fitilini ateşleme konusunda önemli bir rol oynamıştı. Dolayısıyla yaşanan toplumsal depremin merkezi, artık geleneksel işçi sınıfı değil, işsizler, siyahların kaldıkları gettolar, yoksullar ve çile çekenler, kıyıya köşeye atılmış etnik gruplardı.

Bu argümanlar üzerinden, 1980 yılından itibaren kaleme aldığı eserlerinde André Gorz, geleneksel işçinin gözden kaybolduğunu, bu gelişmeyle birlikte, sosyalist projenin sorumluluğunu alıp onu gerçekleştirecek sınıf düşüncesinin de silinip gittiğini söylüyordu.[4] Gorz’un kanaatine göre “halkın ekseriyeti, bugün herhangi bir iş güvenliği olmayan veya net bir sınıf kimliği taşımayan sanayi sonrası yeni proletaryaya mensup”tu. Bu sınıf, “deneme amaçlı çalıştırılan, sözleşmelere dayalı olarak işe alınan, geçici, gündelik işlerde çalışan, yarı zamanlı işlerde istihdam edilen insanlardan” oluşuyordu.[5]

Marksist “proletarya” anlayışından farklı olarak bu yeni toplumsal grup, artık üretimin toplumsal süreci içerisindeki yerine göre tarif ediliyordu. Bu yeni grup, sınıf anlayışından yoksundu. Onu asıl tanımlayan şeyse toplumdan dışlanmışlığı idi. Yeni grubu radikalleştiren de bu dışlanmışlıktı. Yetmişlerde solcu aydınlar, bu temel önermenin farklı biçimlerini savunup geliştirdiler.

Foucault, Marksizm içinde sürmekte olan tartışmalarla pek alakası olmasa da bir biçimde “sınıf altı” (sous-prolétariat) kavramının yeni edindiği teorik ve pratik cazibeye kapıldı. Dönemin birçok yazarı gibi Foucault da bu yeni oluşan kesimlerin politik açıdan önemli olduklarını, hatta toplumsal itirazın yeni bir boyutunu teşkil ettiklerini düşünüyordu. Foucault’ya göre

“politik partiler bu toplumsal hareketleri görmezden geliyor, hatta kimi zaman bu hareketlerin gücünü kırıyorlardı. Bu açıdan tüm bu hareketler bana önemli geliyor. Bu türden hareketler aydınlar, öğrenciler, lümpen proletarya denilen mahkûmlar arasında ortaya çıkıyorlar. Bu kesimlerin hareketinin kesinkes değerli olduğunu, her şeyden bağımsız bir öneme sahip bulunduğunu elbette ki düşünmüyorum, ama mantık ve siyaset açısından Marksizmin ve Marksist partilerin tekellerine aldıkları şeyi kurtarıp tekrar ele geçirmenin bu hareket sayesinde mümkün olabileceğine inanıyorum.”[6]

Dolayısıyla mesele, işçi sınıfının elde ettiği haklar yüzünden pasifleşmesine ve burjuva ideolojisini kabul etmesine sebep olan koşulları aşmaktaydı. Foucault kalemini ve sözünü sakınmadan şu tespiti yapıyordu: “On dokuzuncu yüzyılda proletaryaya uygulanan baskılar sebebiyle ona çeşitli politik haklar bahşedildi, bunun karşılığında burjuvazi, işçi sınıfından politik düzlemde edepli davranma, açık bir isyana kalkışmama konusunda söz aldı.”[7]

Buradan da proletarya “burjuva ideolojisine içerildi”[8]. Bu ideoloji ise düzeni, erdemi, kanunlara riayet etmeyi, neyin uygun, neyin uygunsuz olduğuna dair ayrıma göre adım atmayı öne çıkartan, yücelten bir ideolojiydi.[8]

Eskiden proletaryada olan şiddet kullanma, başkaldırı ve suç işleme eğilimi, artık toplumun kıyısına köşesine atılmış alt sınıflarda görülen hususlardı.[9] Foucault’ya göre “işçi sınıfındaki isteksizliğin tek çözümü, pleblerin şiddete meyilli marjinal kesimlerinin politik bilinci edinmesi idi. Örneğin arka mahallelerde faal olan gençlik çetelerindeki suça eğilim ve sahip oldukları marjinal varlıkları, onları politik açıdan önemli kılmaktaydı.”[10]

Bu dışlanmış kesim, esasen soylulaştırılmış, sindirilmiş proletaryanın arzularını yeniden alevlendirecek kıvılcımdı. Esasında bu gruplar kaynaştığı takdirde “marjinal plebler”in isyanının yönlendireceği bir kitle hareketi meydana gelebilirdi.[11]

Bunlar Foucault’nun Proleter Sol ile birlikte yaptıkları eylemlerle tutarlılık arz eden görüşlerdi. Maoist olduğu dönemde Pierre Victor’la sık sık görüşen Foucault, giderek Maoistlerin politik çizgisine yakınlaşmıştı. Evsizler için bina işgalleri, Afrikalı göçmenlere yiyecek dağıtımı ve mahkûmların hakları için yapılan gösteriler, Foucault’nun politik görüşlerini yansıtmaktaydı.

Politik faaliyet alanı, işçi sınıfından uzaklaşıp marjinal gruplara yöneldi. Bu yeni yönelime bağlı olarak Sartre, artık “ahlâk temelli ameller”den ve “ahlâkî Marksizm”in ortaya çıktığından dem vurmaya başladı.[12] Bu tür bir Marksizm, “azınlıkları”, “marjinalleri” ve “dışlanmış kesimler”i dikkate almalı, hâkimiyet ve ayrımcılık meseleleri üzerinde durmalıydı.

Foucault’nun 1972’de ifade ettiği biçimiyle bu yeni mücadeleler, “tümüyle yeni bir olguydu ve bu olgu, yeni pleblerin ortaya çıkışıyla alakalıydı.”[13] Bu yeni plebler, işçi sınıfının “proleterleşmemiş” kesimini teşkil etmekteydi.

İşçi sınıfı, toplumsal mücadeleler içerisindeki merkezî konumunu, dolayısıyla birçok aydını siyaset sahnesine taşıyan o evrensel niteliğini yavaş yavaş yitirdikçe aydınların destek sunabilecekleri alternatif mücadeleler bulma ihtiyacı gündeme geldi. Bu bağlamda aydının rolü, bir zamanlar Sartre’ın yaptığı gibi, büyük anlatılardan ve evrensel ilkelerden dem vurmak değil, “her türden deneyimden bahsetmek, dilsiz, dışlanmış, ölümün eşiğinde olan insanların ihtiyaçlarına kulak kesilmek”ti.[15] Foucault’nun düşüncesine göre “Batı’da yaşayan bir felsefecinin işi, bu sesleri dinlemek”ti.[16]

O dönemde felsefeciler için temel mesele, çoğunluğun nasıl sömürüldüğünden ziyade, halkın belirli bir kısmının nasıl dışlandığını anlamakla ilgiliydi.[17] Buradaki asıl sorun ise eskiden göz ardı edilmiş hâkimiyet biçimlerinin görülmesi değil, bu hâkimiyet biçimlerinin herhangi bir sömürü anlayışından bağımsız olarak teorileştirilmesiydi. Dışlanma ve sömürü arasındaki ilişkiyi inceleyen bir teorik bakış açısından yararlanmak yerine Foucault, zaman içerisinde dışlanma ile sömürüyü birbirine zıt, hatta birbirleriyle çelişen şeylermiş gibi görmeye başladı.

Daniel Zamora

[Kaynak: Foucault and Neoliberalism, Yayına Hazırlayanlar: Daniel Zamora ve Michael C. Behrent, 2016, Polity Press, s. 57-59.]

Dipnotlar:
[1] S. Žižek, First as Tragedy, then as Farce (Londra: Verso, 2009), s. 89.

[2] H. Marcuse, An Essay on Liberation (Boston: Beacon Press, 1969), s. 51.

[3] F. Perroux ve H. Marcuse, François Perroux interroge Herbert Marcuse…qui répond (Paris: Aubier, 1969), s. 196.

[4] A. Gorz, Farewell to the Working Class (Londra: Pluto Press, 1982), s. 66.

[5] A.g.e., s. 69.

[6] M. Foucault, “Méthodologie pour la connaissance du monde: comment se débarrasser du marxisme,” 25 Nisan 1978, Foucault, Dits et écrits içinde, Cilt. II, 1976–1988 (Paris: Gallimard, 2001), s. 603.

[7] M. Foucault, “Le grand enfermement,” Mart 1972, Foucault, Dits et écrits içinde, Cilt. I, 1954–1975 (Paris: Gallimard, 2001), s. 1170–1.

[8] A.g.e.

[9] A.g.e., s. 1171.

[10] A.g.e.

[11] A.g.e.

[12] M. Foucault, “Sur la justice populaire: débat avec les maos,” Haziran 1972, Dits et écrits içinde, Cilt. I, 1954–1975, s. 1223.

[13] Pierre Victor, 1968-1973 arası dönemde Proleter Sol çevresinin önde gelen isimlerinden olan politik eylemci ve felsefeci Benny Lévy’nin (1945–2003) müstear adıdır.

[14] J. Gerassi, Talking with Sartre (New Haven, CT: Yale University Press, 2009), s. 96.

[15] Foucault, “Le grand enfermement,” s. 1171.

[16] Foucault, “Méthodologie pour la connaissance du monde,” s. 616.

[17] Foucault, “Le grand enfermement,” s. 1171.

0 Yorum: