13 Ekim 2021

,

Anatole France


Anatole France’ın alacakaranlığı klasik bir hayata aitti. Anatole France, belki de planladığı gibi, ağır ağır ve şefkatle, acele etmeden ve acı çekmeden öldü. Meslek hayatının yürüdüğü yol, her zaman şanlı bir faaliyetin neticesiydi. France, ölümsüzlüğün tüm istasyonlarına tam vaktinde ulaştı. Gecikmeyi veya beklemeyi asla bilmiyordu. Onun tanrı katına yükselmesi, düzyazısının dönemleri gibi mükemmel, eksiksiz ve kesindi. Tek bir ayini, tek bir töreni bile kaçırmadı. Ondaki ihtişam hiçbir şeyden yoksun değildi, ne Académie de France’ın başkanlığından ne de Nobel Ödülü’nden.

Anatole France, sınıf savaşı konusunda agnostisizmden ıraktı. Siyasi, dini ve sosyal görüşleri olmayan bir yazar değildi. Çağdaş toplumu ve uygarlığı parçalayan çatışmada yer almaktan çekinmemişti. Anatole France, devrimden yanaydı ve devrimle birlikteydi. Bir Fransız gazetesinin de belirttiği üzere, o, “kütüphanesinin derinliklerinden büyük Bakire'nin girişimlerini kutsadı.” Biz gençler onu bunun için sevdik.

Ancak, bu şiddetli savaş zamanlarında France’a bağlılık, aşırı sağdan aşırı sola kadar uzanıyor. Gericiler ve devrimciler, üstada bağlılıklarında buluşuyorlar.

Bununla birlikte, biri burjuvazinin ve düzenin dış kullanımı için, diğeri devrimin ve atalarının armağanı için olmak üzere, iki Anatole France hiç var olmamıştır. Daha ziyade, Anatole France’ın kişiliğinin farklı tarafları, farklı yönleri, farklı tonları olduğu ve halkın her kesiminin kendisini en sevdiği kısaltmanın hayranlığına adadığı görülür. Yaşlı insanlar, ılımlı insanlar, örneğin, La Rotisserie de la Reine Pedauque’u [“Kraliçe Pedauque Kebapçısı”] sık sık ziyaret ettiler ve sonra aristokrat bir likör gibi Les views de Jerome Coignard’ın [“Jerome Coignard’ın Görüşleri”] tadını çıkardılar. Bu arada yeni insanlar, Fransa'yı Jaurés'in refakatinde ya da Lenin'in hayranları arasında bulmayı seviyorlardı.

Anatole France bize, eleştirmenler ve onların klişeleri tarafından genellikle bize sunulan France’tan biraz daha karmaşık, biraz daha az basit görünüyor. Çalışmaları çeşitli etkilerden beslenmiş olmasına rağmen, France, her zaman aynı iklimde yaşadı. Elli yılı aşkın bir süredir, çok yönlü, hızlı ve değişen zamanlarda yazmakta. Bu nedenle üretimi, heteroklit ve kozmopolit çağının farklı mevsimlerine tekabül ediyor. İlk başta bir Parnasyan, ince ve değerli bir tat gösterir; ancak daha sonra çözülen, nihilist, olumsuz bir niyete itaat eder; o zaman ütopyadan ve toplumsal eleştiriden bir zevk alır. Ancak bu tezahürlerin dalgalı yüzeyinin altında kalıcı bir çizgi görülebilir.

Anatole France, burjuvazideki çöküşün olgunlaştığı, o kararsız ve yorgun çağa aittir. Kitapları, onun klasik eğitimli, antikiteden beslenen, romantizmden arınmış, edepli, zarif ve alaycı bir mizacını ifşa ediyor. Fransa, mevcut şüphecilik ve rölativizme ulaşmıyor. Ondaki inkârlar ve şüpheler iyi huylu tonlara sahiptir. O, [Leonid] Andreyev'in tedavi edilemez ve derin umutsuzluğundan, Barbusse'ün Cehennem’inin trajik karamsarlığından ve Çıplak Elbise’nin ve [Luigi] Pirandello’nun diğer eserlerinin keskin ve acılı alaylarından çok uzaktalardır.

Anatole France acıdan kaçtı. Onunki, dinginliğe ve zarafete âşık bir Yunan ruhuydu. Onun eti, Hristiyan müjdesinden çok daha önce Yunanları ve Latinleri tanıyan ve her şeyden de öte, o köhne liberal başrahiplerinki gibi şehvetli bir tendi, biraz da volteryandı. Anatole France, acıya ve adaletsizliğe karşı duyarlıydı. Ama onların varlığından hiç hoşlanmazdı ve hep onları görmezden gelmeye çalışırdı. O, insan trajedisine ironinin kırılgan köpüğünü kattı.

France’ın edebiyatı şampanya gibi narindir, şeffaftır ve çatı katındadır. Onun edebiyatı, burjuva çöküşünün melankolik şampanyasıdır, kapuçinosudur ve parfümlü şarabıdır; proleter devrimin acı ve sert zorunluluğu değildir. Enfes konturlara ve aristokrat aromalara sahiptir. Kitaplarının başlıkları mükemmel ve hatta yozlaşmış bir tada sahiptir: Sedef Vakası, Epikür Bahçesi, Ametist Yüzüğü, vb. Ametist Yüzüğü’nün örtüsünün altında müphem bir kilise karşıtlığının gizlenmiş olmasının ne önemi vardır? Güzel bir başlık, zarif bir üslup, burjuva görüşünün sempatisini ve fikir birliğini kazanmak için yeterlidir. Toplumsal duygu, çağdaş yaşamın trajik kalp atışı, bu literatürün dışında bırakılmıştır. France’ın kalemi onları nasıl kavrayacağını bilmiyor, hatta buna yeltenmiyor bile. Kalabalığın ruhu ve tutkuları onu kaçırıyor. Onun “ince fil gibi gözleri” insanların karanlık bağırsaklarına nasıl nüfuz edeceğini bilmiyor; cilâlı elleri yüzeydeki şeylerle ve insanlarla mutlu bir şekilde oynuyor. France, burjuvaziyi hicveder, onu kemirir, sivri, beyaz, kötü dişleriyle ısırır; ama azabı fazla hissetmesin diye bilgeliğinin ve müzik tarzının ince afyonuyla burjuvaziyi aynı zamanda uyuşturur da.

France’ın nihilizmi ve şüpheciliği fazlasıyla abartılı, bunlar aslında göründüklerinden daha hafif ve tatlıydı. France, göründüğü kadar inandırıcı değildi. O, evrimcilikle dolup taşmış bir şekilde, ilerlemeye neredeyse ortodoksça inanıyordu. Sosyalizm, France için bir aşama, bir ilerleme istasyonuydu. Sosyalizmin bilimsel değeri, kendisini, sosyalizmin devrimci prestijinden daha fazla etkiledi. France, Devrim'in geleceğini düşündü; ama neredeyse sabit bir vadedeki geleceğini. Onu hızlandırmak için hiçbir istek duymuyordu. Devrim, onda mistik bir saygı, biraz da dinsel bir bağlılık uyandırmıştı. Bu yapışma, kesinlikle onun yaşlılığının bir bölümü değildi. France, uzun süre şüphe etti; ama şüphesinin ve inkârının temelinde belli belirsiz bir inanç özlemi vardı. Kendini bomboş, terk edilmiş hisseden hiçbir ruh, sonunda bir mite, bir inanca yönelemez. Kuşku kısırdır ve hiç kimse, kısırlıktan stoik olarak memnun değildir. Anatole France, burjuva mitlerine inanmak için çok geç; onları tamamen reddetmek için ise çok erken doğmuştu. Sevmediği bir döneme, geçmişin ağır yüküne, eğitiminin ve kültürünün tortullarına, estetik nostaljiyle yüklü bir çağa bağlıydı. Devrim’e bağlılığı, ruhsal bir eylemden ziyade entelektüel bir eylemdi.

Sol, Anatole France'ı kendi figürlerinden biri olarak tanımaktan her zaman memnun olmuştur. Ancak Fransa çapında neredeyse oybirliğiyle kutlanan yıldönümü vesilesiyle, aşırı solun entelektüelleri kendilerini ondan açıkça ayırma ihtiyacı hissettiler. Clarté, “gülümseyen nihiliste, gösterişli şüpheciye” Devrim’e hürmet etme hakkını tanımayı reddetti. Onun hakkında “demokrasi burcuyla doğmuş” diyen Clarté’ye göre Anatole France, “Üçüncü Cumhuriyet’e kopmazcasına bağlıydı”. Clarté, France’ın edebiyatının ana malzemelerinden birinin “küçük fırtınalar ve vasat sarsıntılar” olduğunu eklerken, aynı zamanda onun şüpheciliğinin “tüm torbaların ve ruhların erişebileceği küçük bir numara, özetle çevresindeki sıradanlığın etkisi” olduğunu söylüyordu.

Ancak tüm bu çelişkilere ve karşıtlıklara rağmen, muhafazakâr eleştirmenlerin mutfaklarından önümüze sunulan aşırı burjuva, aşırı vatansever, aşırı akademik bir Anatole France imajından daha yanlış bir şey olamaz. Hayır, Anatole France o kadar da küçük değildi. Gelecek nesillerin yargısını hak etme beklentisi kadar hayatında hiçbir şey onu küçük düşüremez ve üzemezdi.

Yoksulların adaleti, isyancıların ütopyası ve sapkınlığı France’ta her zaman bir taraftar bulmuştur. Yıllar önce Emile Zola ile Dreyfusçuluk yapan, birkaç yıl önce Barbusse ile klarteci olan bu yaşlı ve harika yazar, eski toplumsal düzene karşı her zaman başkaldırdı. İyiliğin tüm haçlı seferlerinde muharebe direğini işgal etti. Fransız halkı, komünist Odessa’ya saldırmayı reddeden Karadeniz denizcisi André Marty'nin affını istediğinde, Anatole France, canice bir emir karşısında kahramanlığı, disiplinsizliği ve itaatsizliği savundu. Toplumsal Görüşler, Yeni Zamanlara Doğru gibi kimi kitapları, insanlığın sosyalizme giden yoluna işaret etmektedir.

Geleceğe ve ütopyaya uçuş yapan bir eser olarak Sobre la Piedra Blanca [“Beyaz Taş Üzerine”] adlı kitabı da France’ın kişiliğinin en iyi belgelerinden biridir. Sanatının tüm unsurları bu hayranlık uyandıran sayfalarda bir araya getirilmiş ve birleştirilmiştir. Klasik antik çağın anılarıyla beslenen düşüncesi, eski bir proskenyondan uzak geleceği araştırmaktadır. Romanın seçkin ve entelektüel, aynı zamanda eski ve modern ruhları olan ana karakterleri, ustanın edebiyatına hoş gelen bir atmosferde hareket etmektedirler. Bu karakterlerden birisi, Roma’da bir sınıfta ve bir manastırda birden fazla kez tanıştığım, otantik ve çağdaş bir karakter olan, Roma Forumu arkeologu Giacomo Boni’dir. ([1859-1925]: Roma mimarîsinde uzmanlaşmış İtalyan arkeolog. Roma Forumu’ndaki çalışmalarıyla bilinir.)

Romanın konusu, Giacomo Boni ve arkadaşları arasındaki bilimsel bir konuşmadır. Konuşma, Pavlus (Hazreti İsa’nın vaazlarını ve öğretilerini paganist Roma’da yayan ilk havari) ile tanışan, onun garip dilini anlayamayan veya Hıristiyan devrimini öngöremeyen Yunanistan valisi, filozof ve edebiyatçı Romalı [Lucius Junius] Gallio’yu çağrıştırmaktadır. Gallio, tüm o bilgeliğine ve kudretine rağmen, Pavlus’ta fanatik, akılsız ve kirli bir Yahudi’den fazlasını görmeyi başaramadı. İki dünya, birbirini tanımadan ve anlamadan karşı karşıya geldi. Gallio, Pavlus’a tarihin kahramanı olmayı yakıştıramadı, fakat tarih, Pavlus’un dünyasını haklı çıkardı, Gallio’nun dünyasını ise mahkûm etti. Bu sahne, yeni tarih felsefesinin bir öngörüsü değil midir?

Bunun ardından, Anatole France’ın karakterleri, devrimin yüzyılımızın sonuna doğru geleceğini hesaplayarak, geleceğin proleter toplumuna ilişkin bir öngörüde kendilerini eğlendirmektedirler.

Tahminler, mütevazı ve ürkek bir şekilde sonuçlandı. Giacomo Boni ve Anatole France, hayatlarının altın aşamasında, devrimin kanlı çilesine tanık olmak zorunda kaldılar.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

0 Yorum: