Herkesin bildiği hikâyedir: Kuşlar âleminde kurtarıcı
olarak görülen Simurg, Kaf Dağı’nın ardında yaşarmış. Bir grup kuş, Simurg’a
doğru uçmaya başlamış. Çeşitli engellere takılanların sürüden ayrılması sonrası
kalanlar anlamışlar ki Simurg’un anlamı kelimenin kendisinde gizliymiş. “Otuz
Kuş” anlamına gelen Simurg, aslında bizzat o yoldan vazgeçmeyen kuşları ifade
ediyormuş.
Bu hikâyeyi laikleştirmek istersek, ondaki manayı
söküp atmamız gerekecek. Böylesi bir müdahale ile yola yoldaş olmanın,
kolektivizmin ve davaya bağlılığın simgesi olarak Simurg, bir anda somutta
varolan, canlı kanlı bir kuştan başka bir şeyi ifade etmeyecek. O kuş
uçmayacak, öğrenmeyecek, öğretmeyecek. Manasızlaşacak.
Sosyalist hareket, işte bu manadan ve hedeften
arınmayı, özgürlük diye satıyor. Bir kısmı, devletle, devlet sayesinde, devlet
üzerinden eşitlenmeyi; diğer kısım ise sermayeyle, sermaye sayesinde, sermaye
üzerinden özgürleşmeyi sosyalizm zannediyor. Bu tür bir müdahale ile Simurg,
manasını ve hedefini yitiriyor.
* * *
Sosyalist hareket, doğası gereği, Aleviler içinde
çalışma yürütüyor. Son yapılan anketlerden birine göre ülkede ateistlerin
oranı, (hatırladığım kadarıyla) üçten on üçe, “Aleviyim” diyenlerin oranı
kabaca, yirmi birden on bire gerilemiş. Devletin ve sermayenin özünde Allah’sız
olduğunu düşünürsek, bu rakamlar, aslında Alevilerin asimile edildiğini ortaya
koyuyor. Tasfiye edilen, Alevilikteki mana ve hedeftir.
Bu tasfiye sürecinde, internet âleminde Alevilere uydurma
hikâyeler anlatılıyor. Türkülerde işitilen “Güruh-u Naciyiz” ifadesiyle ilgili
anlamsız hikâyeler aktarılıyor. Bir hikâyede Naci diye gerçek bir kişinin
olduğundan, Naciye diye bir eşinin bulunduğundan, Alevilerin bu evliliğin ürünü
olduğundan söz ediliyor. Başka bir hikâyede ise Sünnilerle araya kalın bir
çizgi çekmek adına, Naci’nin Âdem’in kardeşi olduğu söyleniyor.
Oysa İslam geleneği içerisinde belirli coğrafyalarda
tarikatlar, meşrepler ve mezhepler açığa çıkıyor. Hepsi de bir hadisi referans
alıyorlar. Orada “benim ümmetim yetmiş iki parçaya bölünecek. Bunlardan sadece
birisi hizb-i naciye olacak” deniliyor. O nedenle Alevi deyişlerinde “biz
güruhu naciyiz” deniliyor. Dün verdikleri kurtuluş mücadelelerinde başka
kavimleri, dinleri ve mezhepleri örgütlemeyi bilen Aleviler, bugün kendilerine,
kendi bireysel çıkarlarına kapatılarak, yok ediliyor.
Bahsi edilen hadis, esasen bir kurtuluş partisine
işaret ediyor. Alevi isyanları da diyor ki “kurtuluş yolu bizdedir”. Bugünün
laik ortamında ise bu mana ve hedef siliniyor, kelimedeki kavga, kurtuluş
mücadelesi ve kolektif dava sökülüp atılıyor, sudan çıkmış balığa, yolunmuş
tavuğa dönüştürülüyor, ağaların paşaların masalarına servis ediliyor. Alevileri
de tasfiye eden Cumhuriyet, süreç içerisinde Simurg’a dönüşüyor, kendisini bu
şekilde takdim ediyor. Bu nedenle otuz kişi bir araya gelip kurtuluş partisini
örgütleyemiyor.
* * *
Dijital bencillik ve kibir âleminde hikâyenin, mananın
ve davanın yeri yok. Yoksul Alevi mahallelerine hücum eden sermaye ve devlet, Naci’den,
Naciye’den söz ediyor. İnsanların bir hikâyeye, manaya ve davaya örgütlenmesine
mani olmak istiyor. Bu mahallelerde liberalleştirilen solcular, o mahallelerin
boşaltılmasına öncülük ediyor. Şeyh Bedreddin, bu bağlamda perdeye
yansıyor.
Bugün TKP gibi yapıların kurdukları semt evlerinde
mahalleleri yoksuldan arındıracak kültür ve ideoloji üretiliyor. Devleti ve
sermayeyi hedef almıyorlar. Kurtuluş partisini örgütlemiyorlar, Güruh-u Naci’ye
örgütlenmiyorlar. O kavgada yanmıyorlar. Bireyi aşan, bireyin dışında olan her
şeyi düşman olarak kodluyorlar ve o bireyin tek savunucusunun kendileri
olduklarını söylüyorlar. Cumhuriyet gerçekliğinde solcular, kendilerine açılan
alan kadar varolabiliyorlar.
* * *
Bugün yoksullar, bizzat kurdukları mahallelerden kovuluyorlar.
Yirmi yıldır süren inşaat pratiğinde yoksul mahalleler yağmaya ve talana
açılıyor. Solcular, “bu barbarlar, yabanîler biraz kapitalizm görsün de insana
benzesinler” diyerek bu sürece onay veriyorlar. En fazla, üç beş eve ve araziye
konup yağmadan pay kapmak için uğraşıyorlar. Tek siyasetleri bu.
Bugün burjuvazi, küçük kardeşine mahalleleri
nezihleştiriyor. Kavganın ve mahallenin iç çelişkilerini devrimcileştirmek
değil, o çelişkilerin sönümlenmesi, zararsızlaştırılması için uğraşıyor.
Bugün bir yandan LGBT, feminizm ve veganizm,
yoksulları mahallelerden kovmak için kullanılıyor. Bunlar, rehabilitasyon ve
gentrifikasyon aracı olarak devreye sokuluyor. Bu üçlü şahsında burjuvazinin
pazarı genişliyor, mevzileri ilerliyor, burjuvazinin sömürme ve zulmetme
özgürlüğü artıyor.
Sınıf bilinci ve devrimci politik bilinci olmayan kimi
isimler, köşe başlarına kuruluyor ve toplam hareketi giderek sağ liberal bir
çizgiye çekiyorlar. Hedef ise bir sahil kasabasında şortla oturup rakı içmek.
Oysa her şey pazar, mülkiyet ve sömürü için. Liberalizmin koçbaşı olarak
kullanılan “Kürd”ün gerçek Kürd’le, “Kadın”ın gerçek kadınla, onların gerçek
dertleriyle bir alakası yok. Liberalizm, Kürd’ü ve Kadın’ı kendi sınıfsal
çıkarları için istismar ediyor. Bugünün Muaviye’leri, mızraklarının ucuna kendi
Kur’an’larından sayfalar asıyorlar.
* * *
Dünya, baş aşağı çevriliyor. Yoksulda, işçide ve
ezilende az buçuk birikmiş ne varsa terse doğru akıtılıp büyük sermayenin
kasalarına kanalize ediliyor. Bu süreç, ideolojik karşılıklarını üreterek
ilerliyor. Sol küçük burjuvazi, bu sürecin bekçisi ve zabıtası olarak
kullanılıyor.
Pandemi süreci, esasen tekelleşme ve servet akışı
olarak cereyan ediyor. Akıştan pay almayı düşünen küçük burjuvalar, yoksul,
işçi ve ezilen düşmanlığına seviye atlatıyorlar. Bu koşullarda İtalyan Komünist
Partisi aşı kartına itiraz ederken buradaki solcular, KP’liler, aşı kartını,
mitinglere PCR testi olanların girmesini, aşısız işçilerin işten atılmasını,
ilkokul çocuklarının aşılanmasını, maskesizlerin cezalandırılmasını
savunuyorlar.
* * *
Ağalar-paşalar, kolektif, nesnel ve aşkın her türden
itirazı yok etmek için adım atarlarken, sol örgütleri bu mücadelelerine
örgütlüyorlar. Kolektif, nesnel ve aşkın olan, düşmanlaştırılıyor, tasfiye
ediliyor. Buradan da “bak, bireyin hakkını, varlığını bir tek biz tanıyoruz”
deniliyor. “Vatanın bölünmez bütünlüğü” diyenlerle “bireyin bölünmez bütünlüğü”
diyenler, el ele tüm düşmanlarını temizliyor. Bir’den yana olan dost, Sıfır’dan
yana olan, düşman olarak damgalanıyor.
Simurg, Kaf Dağı ve kurtuluş davası varsa var. Bunlar
yoksa, iki kuş bile yan yana gelme gereği duymuyor. Zaten sömürenler ve
zâlimler tam da bunu istiyorlar. Kendi Bir’lerini aşan her şeyi yok etmek,
olmadı, etkisizleştirmek için çalışıyorlar. Bunu sıfırlanmamak adına
yapıyorlar.
Eren Balkır
12 Eylül 2021
0 Yorum:
Yorum Gönder