30 Ekim 2021

,

Simurg


Herkesin bildiği hikâyedir: Kuşlar âleminde kurtarıcı olarak görülen Simurg, Kaf Dağı’nın ardında yaşarmış. Bir grup kuş, Simurg’a doğru uçmaya başlamış. Çeşitli engellere takılanların sürüden ayrılması sonrası kalanlar anlamışlar ki Simurg’un anlamı kelimenin kendisinde gizliymiş. “Otuz Kuş” anlamına gelen Simurg, aslında bizzat o yoldan vazgeçmeyen kuşları ifade ediyormuş.

Bu hikâyeyi laikleştirmek istersek, ondaki manayı söküp atmamız gerekecek. Böylesi bir müdahale ile yola yoldaş olmanın, kolektivizmin ve davaya bağlılığın simgesi olarak Simurg, bir anda somutta varolan, canlı kanlı bir kuştan başka bir şeyi ifade etmeyecek. O kuş uçmayacak, öğrenmeyecek, öğretmeyecek. Manasızlaşacak.

Sosyalist hareket, işte bu manadan ve hedeften arınmayı, özgürlük diye satıyor. Bir kısmı, devletle, devlet sayesinde, devlet üzerinden eşitlenmeyi; diğer kısım ise sermayeyle, sermaye sayesinde, sermaye üzerinden özgürleşmeyi sosyalizm zannediyor. Bu tür bir müdahale ile Simurg, manasını ve hedefini yitiriyor.

* * *

Sosyalist hareket, doğası gereği, Aleviler içinde çalışma yürütüyor. Son yapılan anketlerden birine göre ülkede ateistlerin oranı, (hatırladığım kadarıyla) üçten on üçe, “Aleviyim” diyenlerin oranı kabaca, yirmi birden on bire gerilemiş. Devletin ve sermayenin özünde Allah’sız olduğunu düşünürsek, bu rakamlar, aslında Alevilerin asimile edildiğini ortaya koyuyor. Tasfiye edilen, Alevilikteki mana ve hedeftir.

Bu tasfiye sürecinde, internet âleminde Alevilere uydurma hikâyeler anlatılıyor. Türkülerde işitilen “Güruh-u Naciyiz” ifadesiyle ilgili anlamsız hikâyeler aktarılıyor. Bir hikâyede Naci diye gerçek bir kişinin olduğundan, Naciye diye bir eşinin bulunduğundan, Alevilerin bu evliliğin ürünü olduğundan söz ediliyor. Başka bir hikâyede ise Sünnilerle araya kalın bir çizgi çekmek adına, Naci’nin Âdem’in kardeşi olduğu söyleniyor.

Oysa İslam geleneği içerisinde belirli coğrafyalarda tarikatlar, meşrepler ve mezhepler açığa çıkıyor. Hepsi de bir hadisi referans alıyorlar. Orada “benim ümmetim yetmiş iki parçaya bölünecek. Bunlardan sadece birisi hizb-i naciye olacak” deniliyor. O nedenle Alevi deyişlerinde “biz güruhu naciyiz” deniliyor. Dün verdikleri kurtuluş mücadelelerinde başka kavimleri, dinleri ve mezhepleri örgütlemeyi bilen Aleviler, bugün kendilerine, kendi bireysel çıkarlarına kapatılarak, yok ediliyor.

Bahsi edilen hadis, esasen bir kurtuluş partisine işaret ediyor. Alevi isyanları da diyor ki “kurtuluş yolu bizdedir”. Bugünün laik ortamında ise bu mana ve hedef siliniyor, kelimedeki kavga, kurtuluş mücadelesi ve kolektif dava sökülüp atılıyor, sudan çıkmış balığa, yolunmuş tavuğa dönüştürülüyor, ağaların paşaların masalarına servis ediliyor. Alevileri de tasfiye eden Cumhuriyet, süreç içerisinde Simurg’a dönüşüyor, kendisini bu şekilde takdim ediyor. Bu nedenle otuz kişi bir araya gelip kurtuluş partisini örgütleyemiyor.

* * *

Dijital bencillik ve kibir âleminde hikâyenin, mananın ve davanın yeri yok. Yoksul Alevi mahallelerine hücum eden sermaye ve devlet, Naci’den, Naciye’den söz ediyor. İnsanların bir hikâyeye, manaya ve davaya örgütlenmesine mani olmak istiyor. Bu mahallelerde liberalleştirilen solcular, o mahallelerin boşaltılmasına öncülük ediyor. Şeyh Bedreddin, bu bağlamda perdeye yansıyor.

Bugün TKP gibi yapıların kurdukları semt evlerinde mahalleleri yoksuldan arındıracak kültür ve ideoloji üretiliyor. Devleti ve sermayeyi hedef almıyorlar. Kurtuluş partisini örgütlemiyorlar, Güruh-u Naci’ye örgütlenmiyorlar. O kavgada yanmıyorlar. Bireyi aşan, bireyin dışında olan her şeyi düşman olarak kodluyorlar ve o bireyin tek savunucusunun kendileri olduklarını söylüyorlar. Cumhuriyet gerçekliğinde solcular, kendilerine açılan alan kadar varolabiliyorlar.

* * *

Bugün yoksullar, bizzat kurdukları mahallelerden kovuluyorlar. Yirmi yıldır süren inşaat pratiğinde yoksul mahalleler yağmaya ve talana açılıyor. Solcular, “bu barbarlar, yabanîler biraz kapitalizm görsün de insana benzesinler” diyerek bu sürece onay veriyorlar. En fazla, üç beş eve ve araziye konup yağmadan pay kapmak için uğraşıyorlar. Tek siyasetleri bu.

Bugün burjuvazi, küçük kardeşine mahalleleri nezihleştiriyor. Kavganın ve mahallenin iç çelişkilerini devrimcileştirmek değil, o çelişkilerin sönümlenmesi, zararsızlaştırılması için uğraşıyor.

Bugün bir yandan LGBT, feminizm ve veganizm, yoksulları mahallelerden kovmak için kullanılıyor. Bunlar, rehabilitasyon ve gentrifikasyon aracı olarak devreye sokuluyor. Bu üçlü şahsında burjuvazinin pazarı genişliyor, mevzileri ilerliyor, burjuvazinin sömürme ve zulmetme özgürlüğü artıyor.

Sınıf bilinci ve devrimci politik bilinci olmayan kimi isimler, köşe başlarına kuruluyor ve toplam hareketi giderek sağ liberal bir çizgiye çekiyorlar. Hedef ise bir sahil kasabasında şortla oturup rakı içmek. Oysa her şey pazar, mülkiyet ve sömürü için. Liberalizmin koçbaşı olarak kullanılan “Kürd”ün gerçek Kürd’le, “Kadın”ın gerçek kadınla, onların gerçek dertleriyle bir alakası yok. Liberalizm, Kürd’ü ve Kadın’ı kendi sınıfsal çıkarları için istismar ediyor. Bugünün Muaviye’leri, mızraklarının ucuna kendi Kur’an’larından sayfalar asıyorlar.

* * *

Dünya, baş aşağı çevriliyor. Yoksulda, işçide ve ezilende az buçuk birikmiş ne varsa terse doğru akıtılıp büyük sermayenin kasalarına kanalize ediliyor. Bu süreç, ideolojik karşılıklarını üreterek ilerliyor. Sol küçük burjuvazi, bu sürecin bekçisi ve zabıtası olarak kullanılıyor.

Pandemi süreci, esasen tekelleşme ve servet akışı olarak cereyan ediyor. Akıştan pay almayı düşünen küçük burjuvalar, yoksul, işçi ve ezilen düşmanlığına seviye atlatıyorlar. Bu koşullarda İtalyan Komünist Partisi aşı kartına itiraz ederken buradaki solcular, KP’liler, aşı kartını, mitinglere PCR testi olanların girmesini, aşısız işçilerin işten atılmasını, ilkokul çocuklarının aşılanmasını, maskesizlerin cezalandırılmasını savunuyorlar.

* * *

Ağalar-paşalar, kolektif, nesnel ve aşkın her türden itirazı yok etmek için adım atarlarken, sol örgütleri bu mücadelelerine örgütlüyorlar. Kolektif, nesnel ve aşkın olan, düşmanlaştırılıyor, tasfiye ediliyor. Buradan da “bak, bireyin hakkını, varlığını bir tek biz tanıyoruz” deniliyor. “Vatanın bölünmez bütünlüğü” diyenlerle “bireyin bölünmez bütünlüğü” diyenler, el ele tüm düşmanlarını temizliyor. Bir’den yana olan dost, Sıfır’dan yana olan, düşman olarak damgalanıyor.

Simurg, Kaf Dağı ve kurtuluş davası varsa var. Bunlar yoksa, iki kuş bile yan yana gelme gereği duymuyor. Zaten sömürenler ve zâlimler tam da bunu istiyorlar. Kendi Bir’lerini aşan her şeyi yok etmek, olmadı, etkisizleştirmek için çalışıyorlar. Bunu sıfırlanmamak adına yapıyorlar.

Eren Balkır
12 Eylül 2021

0 Yorum: