25 Ekim 2021

,

Güvenlik Anlaşması


Avrupa, kendi içerisinde bir denge kurma arayışında. Bu konuda bugüne dek ne muhafazakârlar ne de reformistler derde deva oldular.

Fransa, Almanya’nın misilleme yapmasına karşı güvence istiyor. Bu güvence verilmediği sürece Fransa, geceleri elde kılıç bekleyecekmiş gibi görünüyor.

Silâhların ve ikazların koparttığı gürültü, Avrupa’daki diğer ulusların barış içerisinde çalışmasına izin vermeyecek. Bu sebeple Avrupa, onca uykusuz gecenin ardından biraz dinlenmesine imkân sağlayacak bir anlaşmanın acil bir ihtiyaç olduğunu görüyor. Kendi içindeki savaş çığırtkanlarına rağmen Fransa, barış yanlısı ülkelerden biri olarak bu ihtiyacı hissediyor. Savaş karşısında oluşturduğu zırh, zamanla aşınıyor.

Avrupa’da kurulacak dengenin temel noktası, Fransa-Almanya ilişkileri. Eğer Avrupa savaş krizinden çıkmak istiyorsa, Fransa ve Almanya’nın anlaşması gerekiyor, barış olmasa bile aralarında ateşkes imzalanmak zorunda. Ne var ki bu ateşkesin bile garantörlere ihtiyacı olacak. Fransa, Büyük Britanya’dan garanti istiyor. Cannes’da Briand ve Lloyd George kısa süre önce güvenlik anlaşmasını müzakere etti. Fakat ulusal bloğun parlamentoda elinde bulundurduğu çoğunluk, belirlenen süresi ve şartları itibarıyla bu güvenlik anlaşmasını yeterli bulmadı. Briand’ın yerini, ateşkesten değil, uzun zamandır savaştan yana siyaset yürüten Poincaré aldı.

İngiltere’de İşçi Partisi deneyiminin ve 11 Mayıs’taki Fransız seçimlerinin Avrupa’da sosyal demokrat dönemin başladığına dair yanılsamaya yol açtığı koşullarda barış, arabuluculuk ve Milletler Cemiyeti gibi demokrasiye ait o muhteşem kelimeler gene dillere pelesenk oldu. Cenevre Protokolü, eskiden kalma demokrasi ülküsüne erişme arzusu içerisinde, zorunlu bir arabuluculuk faaliyeti üzerinden, tam da bu dönemde imza edildi. Cenevre Protokolü, bayrağını MacDonald ve Herriot’un taşıdığı siyasetin temel aldığı zihinsel yapıya tümüyle denk düşen bir gelişmeydi.

İşçi Partisi’nin hükümetten uzaklaştırılması ile birlikte Avrupa’da siyasetin yüzü bir kez daha karardı. Barış veya ateşkes anlamına gelmeyen Cenevre Protokolü hasıraltı edildi. Güvenlik anlaşması tekrar gündeme geldi. Poincaré kabinesinde dışişleri bakanı olarak görev yapan Briand, Cannes’da kesintiye uğramış olan diyalogu yeniden başlattı. On revient toujour a ses premiers amours. (“Her zaman ilk aşkımıza döneriz.”)

Ama yürütülen tartışmanın da ortaya koyduğu biçimiyle, güvenlik anlaşması konusunda sadece İngiltere’nin, Fransa’nın, Almanya’nın ve Belçika’nın anlaşma zeminine gelmesi yetmiyor. Mesele, sadece Ren sınırı da değil. Barış anlaşmasının yenilen imparatorluktan toprak kopartıp verdiği ülkeler, Fransa’nın istediği güvenceyi talep ediyorlar. Polonya ve Çekoslovakya, anlaşmaya dâhil edilmek istiyor. Bu ülkelerin koruyucu meleği ve anası olan Fransa, onların taleplerini görmezlikten gelemiyor. Öte yandan, barış anlaşmasının toprakları içerisinde küçük bir Alman azınlığını mahpus ettiği İtalya ise yeniden çizilen sınırlarına dokunulmamasını istiyor. Dolayısıyla Almanya ve Avusturya’nın politik düzlemde birleşme ihtimalini ortaya çıkartacak her türden anlaşmaya karşı çıkıyor.

Buna karşılık Almanya kendisini savunuyor. Doğu sınırlarını çizme hakkını ortadan kaldırabilecek bir anlaşmayı imzalamak istemiyor. Almanya, Fransa’nın taleplerini karşılamaya hazır olduğunu açıkladı, ama tüm Avrupa’nın taleplerini karşılayamayacağını söyledi.

Almanya için Versay Anlaşması’nın belirlediği sınırları kabul eden bir anlaşmayı imzalamak, bu sefer savaşmadan, ikinci kez mahkûm olacağı sürece teslim olmakla eşdeğer. Savaş sonrası dönemde Versay Anlaşması’nın ağır bir anlaşma olduğunu, birçokları yazdı söyledi. Avrupa’nın yeniden inşası ile ilgili programı savunan siyasetçiler ve ideologlar, başkaları da kendilerini duysun diye, Versay’ın revize edilmesinin zaruri olduğunu, uluslararası düzlemde yeni bir dengenin oluşturulması için bunun gerektiğini tekrar tekrar söylediler. Bu düşünce, zamanla epey destekçi edindi. Dünyanın gözünde Almanya’nın güttüğü dava takdir görmeye başladı.

Dolayısıyla tüm bu sebeplere bağlı olarak, Almanya’nın Versay Anlaşması’nın ağır koşullarına onay vermesini beklemek saçmalık olur. Öte yandan bugün Almanya’daki ruh hâli, ateşkesin imzalandığı ızdıraplı günlerdeki ruh hâliyle bir değil. Son altı yıl içerisinde savaşın omuzlara yüklediği sorumlulukları herkes gördü. Kendi elindeki ve başka insanların elindeki belgelerle Almanya, yeni bir barış konferansında Versay’da göründüğünden daha az suçlu olduğunu ispatlayabilir.

Demokrasiden ve reformdan yana duran siyasetçiler, halklarına belirli bir hedef sunmak adına bu güvenlik anlaşması meselesini kendi lehlerine kullanmak istiyorlar. Bu hedefse Avrupa Birleşik Devletleri’nin kurulması. Bu insanlar, Avrupa’da barışı ancak uluslararası işbirliğini esas alan bir siyasetin güvence altına alacağını söylüyorlar. Fakat hakikat şu ki milliyetçiliğin zehirlediği Avrupa ülkelerinin burjuvalarının böylesi bir yola revan olabileceğine dair ortada bir işarete rastlanmıyor.

İngiltere, kendisine has bencilliğinden veya emperyalist niteliğinden fedakârlıkta bulunacakmış gibi görünmüyor. Megalomanyak bir üslupla diline doladığı faşizmiyle İtalya, alışılageldiği üzere, imparatorluk olmanın kendi hakkı olduğunu söylüyor.

Dolayısıyla böylesi bir burjuva düzeninde Avrupa Birleşik Devletleri bir ütopyadan ibaret. Güvenlik anlaşması, tüm Avrupa devletlerinin desteğini alsa bile, kıtanın en büyük ulusu olarak Rusya, bu uzlaşmanın veya sistemin hep dışında kalacak. Bu anlamda ortaya çıkacak birlik, barışı güvence altına almak yerine savaşı organize edecek. Tarihsel işlevinin doğal bir sonucu olarak Avrupa devletlerinin meydana getireceği ama Rusya’yı içermeyecek bir birlik, teoride ve pratikte Rusya karşıtı bir birlik olacak.

Kapitalist Avrupa’da genel eğilim, Rusya’yı Batı medeniyetinin manevi sınırlarının dışına atma yönünde. Rusya ise Avrupa devrimine dair umutların suya düşmesiyle birlikte yüzünü Doğu’ya çevirdi. Rusya’nın maddi ve manevi etkisi Asya’da hızla artıyor.

Bu koşullar altında, kurulsa bile Avrupa Birleşik Devletleri, kıta genelinde bir savaşın yaşanma tehlikesinin yerini, yaşanması kaçınılmaz olan Doğu ile Batı arasındaki çatışmanın almasını sağlayacak.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

0 Yorum: