Beşinci Bölüm
Devrim ve Entelijansiya
Büyük
savaşın [1. Dünya Savaşı’nın] acısı ve dehşeti, devrimci ve pasifist fikirlerin
patlamasına neden oldu. Büyük savaşın çok az şarkıcısı vardı ve bunlar da
vasattı. Edebiyatı zayıf, kaba ve belirsizdi. Onun tek bir büyük anıtı bile
yok.
Dünya
savaşı hakkında yazılmış en iyi sayfalar, onu yüceltenler değil, yerenlerdir.
En iyi yazarlar, en yetenekli sanatçılar, sanki oybirliğine varmışçasına, bu
savaşı korkunç bir suç, Batı insanlığının korkunç bir günahı olarak kınamak ve
lanetlemek için şiddetli bir ihtiyaç hissettiler. Siperlerin kahramanları,
şanlı şarkıcılar bulamadılar. Bu kahramanların şanı, şairane bir içerikten
yoksun olarak, ancak gazeteciler ve devlet memurları tarafından
duyurulabilmişti.
Peki
bir avukat ve bürokrat olan Poincaré, Fransız zaferinin en büyük şarkıcısı
değil midir? Son yarışma - şüphecilerin söylediğinin aksine - pasifizm (barış
yanlısı) için bir gerileme anlamına gelmemiştir. Bunun etkileri ve yankıları,
tam tersine, pasifist tezler için yararlı olmuştur. Bu acı sınav pasifizmi
azaltmamıştır, tersine, onu azdırmıştır (Üstelik savaşı bir barış vaizi
kazanmıştı: Wilson. Zafer, savaştıklarını sanan halkları etkilemişti çünkü bu
savaş, savaşların sonuncusuydu). En azından düşünce ve sanat tarihinde, savaşın
çöküşü ve savaş kahramanlığının çöküşü döneminin başladığı söylenebilir. Etik
ve estetik olarak, savaş son yıllarda çok fazla zemin kaybetti. İnsanlık, onu
güzel görmekten vazgeçti. Savaş kahramanlığı, sanatçıları eskisi gibi
ilgilendirmiyor. Çağdaş sanatçılar buna zıt bir temayı, yani savaşın acısını ve
dehşetini tercih ediyorlar. Ateş muhtemelen savaşın en gerçek
tarihi olmaya devam edecek. Henri Barbusse, siperlerinin ve siper savaşlarının
en iyi tarihçisidir.
Kısacası
entelijansiya, pasifist bir tutum takınmıştır. Ancak bu pasifizm, ona taraftar
olan herkes için aynı sonucu doğurmaz. Pek çok aydın, Wilson'ın programının
uygulanması yoluyla dünyaya barışın sağlanabileceğine inanıyor ve Milletler
Cemiyeti'nden mesihvari sonuçlar bekliyor. Diğer aydınlar ise, silahlı barışın
ve milliyetçi diplomasinin ölümcül olduğu eski toplumsal düzenin, pasifist
idealin gerçekleşmesi için aciz ve yetersiz olduğunu düşünüyorlar. Savaşın
tohumları, kapitalist toplumun organizması içinde kök salmıştır. Bu tohumları
söküp atmak için, tarihsel misyonu çoktan dolmuş olan bu rejimi yıkmak gerekir.
Bu eğilimin merkezi çekirdeği, Henri Barbusse tarafından yönetilen veya daha
doğrusu temsil edilen Clarté grubudur.
Clarté,
başlangıçta sadece devrimci aydınları değil, liberal ve demokratik ideolojiyle
uyumlu bazı aydınları da saflarına çekmiştir. Ancak ikincisi, birincisine ayak
uyduramamıştır.
Barbusse
ve arkadaşları, devrimci proletarya ile giderek daha fazla dayanışma içine
girdiler ve onun siyasi faaliyetine dâhil oldular. Düşünce Enternasyonali’ni
Komünist Enternasyonal'in yoluna çektiler. Bu, Clarté’nin ölümcül
yoluydu. Devrime gönülsüzce kendini vermek mümkün değildir. Devrim, politik bir
çalışmadır. O, somut bir gerçekleşmedir. Hiç kimse devrime, onu yapan
kitlelerden uzak bir şekilde etkili ve geçerli bir hizmet sunamaz. Devrimci
çalışma, izole, bireysel ve dağınık olamaz. Gerçek devrimci bağlılığa sahip
aydınların kolektif bir eylemde bir yeri kabul etmekten başka seçeneği yoktur.
Barbusse, bugün Fransız Komünist Partisi’nin bir neferidir. O, bir süre önce
Berlin’de eski savaşçıların bir kongresine başkanlık etti ve bu kongrenin
kürsüsünden, Ruhr'un Fransız askerlerine, komutanları öyle emretmiş olsalar
bile, Alman işçilerine asla ateş etmemelerini söyledi. Ama bunları dile
getirmek onun için politik bir görevdi.
Aydınlar,
genellikle disipline, programa ve sisteme karşıdırlar. Psikolojileri bireycidir
ve düşünceleri heterodokstur. Onlarda, her şeyden önce, bireysellik duygusu
aşırı ve taşkındır. Aydınların bireyselliği neredeyse her zaman ortak
kurallardan üstündür. Son olarak, aydınlar genellikle siyaseti küçümserler.
Siyaset, onlara bürokratların ve tavşanların bir faaliyeti gibi görünür.
Tarihin sessiz dönemlerinde durum böyle olsa bile, yeni bir toplumsal devletin
ve yeni bir siyasi formun doğduğu devrimci ve canlı dönemlerde bunun böyle
olmayacağını unuturlar. Bu dönemlerde siyaset, rutin bir profesyonel kastın
mesleği olmaktan çıkar. Böyle dönemlerde siyaset, kaba seviyeleri aşarak, insan
yaşamının tüm alanlarını istila ve hâkimiyet altına alır. Bir devrim, büyük ve
geniş bir insan kümesinin menfaatini temsil eder. Bu yüksek menfaatin zaferine,
bencil bir azınlığın önyargıları ve tehdit altındaki ayrıcalıkları dışında
muhalif olan hiçbir şey yoktur. Hiçbir özgür ruh, hiçbir duyarlı zihniyet böyle
bir çatışmaya kayıtsız kalamaz. Örneğin günümüzde, kendisi için toplumsal sorun
diye bir şeyin var olmadığını düşünen bir fikir adamının tasavvur edilmesi
mümkün değildir. Aydınlarda zamanlarının sorunlarına karşı duyarsızlık ve
sağırlık çoktur; ama bu duyarsızlık, bu sağırlık normal değildir. Bunların
patolojik istisnalar olarak sınıflandırılmaları gerekir. “Politika yapmak” diye
yazıyor Barbusse, “düşlerden şeylere, soyuttan somuta geçmektir. Siyaset,
toplumsal düşüncenin etkin çalışmasıdır; siyaset hayattır. Teori ile pratik
arasında bir süreklilik çözümünü kabul etmek, bir şeyleri gerçekleştirenleri
kendi çabalarına terk etmek, onlara nazik bir tarafsızlık vererek bile olsa,
insanlık davasını terk etmektir.”
Siyasete
yönelik belirgin bir estetik tiksinmenin arkasında, bazen kaba bir muhafazakâr
duygu gizlidir. Yazarlar ve sanatçılar, kendilerinin gerici olduklarını açıkça
itiraf etmekten pek hoşlanmazlar. Eskiyle, modası geçmiş olanla dayanışma
içinde olmak için her zaman belirli bir entelektüel alçakgönüllülük vardır,
ancak gerçekte entelektüeller, sıradan insanlarda var olan önyargılara ve
muhafazakâr çıkarlara karşı kapalı değillerdir. Bu, iktidardakilerin,
kendilerine geniş bir yazar ve sanatçı müşteri kitlesi sağlamaya yetecek
akademilere, onurlara ve servete sahip olmasından ibaret değildir. Her şeyden
önce, devrime yalnızca soğukkanlı kavramsal bir yolla ulaşılmaz. Devrim, bir
fikirden daha fazlasıdır, bir duygudur. Bir kavramdan daha fazlasıdır, bir tutkudur.
Bunu anlamak için spontane bir ruhsal tutum, özel bir psikolojik kapasite
gerekir. Herhangi bir aptal gibi, aydın kişi de çevresinin, aldığı eğitimin ve
şahsi çıkarlarının etkisine tabidir. Onun zekâsı, özgürce çalışmamaktadır.
Onda, kendisini en adil olan fikirlere değil, en rahat olan fikirlere
uyarlamaya yönelik doğal bir eğilim vardır. Kısacası, bir aydının gericiliği,
bir esnafın gericiliğiyle aynı güdülerden ve köklerden doğar. Dil farklıdır;
ama sahip olunan tutumun mekanizması aynıdır.
Bir
Enternasyonal'in bir taslağı veya bir Düşünce Enternasyonali'nin başlangıcı
olarak Clarté, artık mevcut değil. Devrim’in Enternasyonal’i tektir ve
eşsizdir. Barbusse, bunu komünizme bağlanarak fark etmiştir. Clarté,
Fransa'da kendini bir proleter kültürünü hazırlama çalışmasına adamış öncü
aydınların bir çekirdeği olarak varlığını sürdürmektedir. Yeni nesil
olgunlaştıkça, yani devrimci taleplere teorik olarak sempati duymakla
yetinmeyen, ancak zihinsel çekinceler olmaksızın onları nasıl kabul edeceğini,
onları nasıl seveceğini ve onlara göre nasıl hareket edeceğini bilen yeni bir
nesil olgunlaştıkça, Clarté’nin etkisi de artacaktır. Barbusse, daha
önce, klartecilerin komünizmle resmi bağları olmadığını söyledi; ancak
klarteciler, uluslararası komünizmin iyi tasarlanmış bir toplumsal düşün canlı
bir enkarnasyonu olduğuna dikkat çekiyorlar. Clarté, artık devrimci
partinin bir yüzüdür, bir sektörüdür. Bu, zekânın kendini devrime teslim etme
çabası ve devrimin zekâyı ele geçirme çabası demektir. Devrimci düşünce,
muhafazakâr düşünceyi sadece kurumlardan değil, insanlığın zihniyetinden ve
ruhundan da söküp atmalıdır. Devrim, iktidarın fethi ile aynı zamanda
düşüncenin fethini de üstlenir.
José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Ateş: Henri Barbusse’ün 1917 yılında yazdığı, 1. Dünya Savaşı’nı
anlatan bir roman.
[2]
Clarté: Fransa’da 1919-21 yılları sırasında can bulmuş, 1. Dünya
Savaşı’nın ardından enternasyonalist fikirleri diriltmeyi amaçlayan bir
hareket. Temeli; Raymond Lefebvre, Paul Vaillant-Couturier ve Henri Barbusse
gibi aydınların savaş esnasında elde ettikleri tecrübelerle oluşmuştur.
0 Yorum:
Yorum Gönder