14 Ekim 2021

,

Aydınlık Grubu

Beşinci Bölüm
Devrim ve Entelijansiya


Büyük savaşın [1. Dünya Savaşı’nın] acısı ve dehşeti, devrimci ve pasifist fikirlerin patlamasına neden oldu. Büyük savaşın çok az şarkıcısı vardı ve bunlar da vasattı. Edebiyatı zayıf, kaba ve belirsizdi. Onun tek bir büyük anıtı bile yok.

Dünya savaşı hakkında yazılmış en iyi sayfalar, onu yüceltenler değil, yerenlerdir. En iyi yazarlar, en yetenekli sanatçılar, sanki oybirliğine varmışçasına, bu savaşı korkunç bir suç, Batı insanlığının korkunç bir günahı olarak kınamak ve lanetlemek için şiddetli bir ihtiyaç hissettiler. Siperlerin kahramanları, şanlı şarkıcılar bulamadılar. Bu kahramanların şanı, şairane bir içerikten yoksun olarak, ancak gazeteciler ve devlet memurları tarafından duyurulabilmişti.

Peki bir avukat ve bürokrat olan Poincaré, Fransız zaferinin en büyük şarkıcısı değil midir? Son yarışma - şüphecilerin söylediğinin aksine - pasifizm (barış yanlısı) için bir gerileme anlamına gelmemiştir. Bunun etkileri ve yankıları, tam tersine, pasifist tezler için yararlı olmuştur. Bu acı sınav pasifizmi azaltmamıştır, tersine, onu azdırmıştır (Üstelik savaşı bir barış vaizi kazanmıştı: Wilson. Zafer, savaştıklarını sanan halkları etkilemişti çünkü bu savaş, savaşların sonuncusuydu). En azından düşünce ve sanat tarihinde, savaşın çöküşü ve savaş kahramanlığının çöküşü döneminin başladığı söylenebilir. Etik ve estetik olarak, savaş son yıllarda çok fazla zemin kaybetti. İnsanlık, onu güzel görmekten vazgeçti. Savaş kahramanlığı, sanatçıları eskisi gibi ilgilendirmiyor. Çağdaş sanatçılar buna zıt bir temayı, yani savaşın acısını ve dehşetini tercih ediyorlar. Ateş muhtemelen savaşın en gerçek tarihi olmaya devam edecek. Henri Barbusse, siperlerinin ve siper savaşlarının en iyi tarihçisidir.

Kısacası entelijansiya, pasifist bir tutum takınmıştır. Ancak bu pasifizm, ona taraftar olan herkes için aynı sonucu doğurmaz. Pek çok aydın, Wilson'ın programının uygulanması yoluyla dünyaya barışın sağlanabileceğine inanıyor ve Milletler Cemiyeti'nden mesihvari sonuçlar bekliyor. Diğer aydınlar ise, silahlı barışın ve milliyetçi diplomasinin ölümcül olduğu eski toplumsal düzenin, pasifist idealin gerçekleşmesi için aciz ve yetersiz olduğunu düşünüyorlar. Savaşın tohumları, kapitalist toplumun organizması içinde kök salmıştır. Bu tohumları söküp atmak için, tarihsel misyonu çoktan dolmuş olan bu rejimi yıkmak gerekir. Bu eğilimin merkezi çekirdeği, Henri Barbusse tarafından yönetilen veya daha doğrusu temsil edilen Clarté grubudur.

Clarté, başlangıçta sadece devrimci aydınları değil, liberal ve demokratik ideolojiyle uyumlu bazı aydınları da saflarına çekmiştir. Ancak ikincisi, birincisine ayak uyduramamıştır.

Barbusse ve arkadaşları, devrimci proletarya ile giderek daha fazla dayanışma içine girdiler ve onun siyasi faaliyetine dâhil oldular. Düşünce Enternasyonali’ni Komünist Enternasyonal'in yoluna çektiler. Bu, Clarté’nin ölümcül yoluydu. Devrime gönülsüzce kendini vermek mümkün değildir. Devrim, politik bir çalışmadır. O, somut bir gerçekleşmedir. Hiç kimse devrime, onu yapan kitlelerden uzak bir şekilde etkili ve geçerli bir hizmet sunamaz. Devrimci çalışma, izole, bireysel ve dağınık olamaz. Gerçek devrimci bağlılığa sahip aydınların kolektif bir eylemde bir yeri kabul etmekten başka seçeneği yoktur. Barbusse, bugün Fransız Komünist Partisi’nin bir neferidir. O, bir süre önce Berlin’de eski savaşçıların bir kongresine başkanlık etti ve bu kongrenin kürsüsünden, Ruhr'un Fransız askerlerine, komutanları öyle emretmiş olsalar bile, Alman işçilerine asla ateş etmemelerini söyledi. Ama bunları dile getirmek onun için politik bir görevdi.

Aydınlar, genellikle disipline, programa ve sisteme karşıdırlar. Psikolojileri bireycidir ve düşünceleri heterodokstur. Onlarda, her şeyden önce, bireysellik duygusu aşırı ve taşkındır. Aydınların bireyselliği neredeyse her zaman ortak kurallardan üstündür. Son olarak, aydınlar genellikle siyaseti küçümserler. Siyaset, onlara bürokratların ve tavşanların bir faaliyeti gibi görünür. Tarihin sessiz dönemlerinde durum böyle olsa bile, yeni bir toplumsal devletin ve yeni bir siyasi formun doğduğu devrimci ve canlı dönemlerde bunun böyle olmayacağını unuturlar. Bu dönemlerde siyaset, rutin bir profesyonel kastın mesleği olmaktan çıkar. Böyle dönemlerde siyaset, kaba seviyeleri aşarak, insan yaşamının tüm alanlarını istila ve hâkimiyet altına alır. Bir devrim, büyük ve geniş bir insan kümesinin menfaatini temsil eder. Bu yüksek menfaatin zaferine, bencil bir azınlığın önyargıları ve tehdit altındaki ayrıcalıkları dışında muhalif olan hiçbir şey yoktur. Hiçbir özgür ruh, hiçbir duyarlı zihniyet böyle bir çatışmaya kayıtsız kalamaz. Örneğin günümüzde, kendisi için toplumsal sorun diye bir şeyin var olmadığını düşünen bir fikir adamının tasavvur edilmesi mümkün değildir. Aydınlarda zamanlarının sorunlarına karşı duyarsızlık ve sağırlık çoktur; ama bu duyarsızlık, bu sağırlık normal değildir. Bunların patolojik istisnalar olarak sınıflandırılmaları gerekir. “Politika yapmak” diye yazıyor Barbusse, “düşlerden şeylere, soyuttan somuta geçmektir. Siyaset, toplumsal düşüncenin etkin çalışmasıdır; siyaset hayattır. Teori ile pratik arasında bir süreklilik çözümünü kabul etmek, bir şeyleri gerçekleştirenleri kendi çabalarına terk etmek, onlara nazik bir tarafsızlık vererek bile olsa, insanlık davasını terk etmektir.”

Siyasete yönelik belirgin bir estetik tiksinmenin arkasında, bazen kaba bir muhafazakâr duygu gizlidir. Yazarlar ve sanatçılar, kendilerinin gerici olduklarını açıkça itiraf etmekten pek hoşlanmazlar. Eskiyle, modası geçmiş olanla dayanışma içinde olmak için her zaman belirli bir entelektüel alçakgönüllülük vardır, ancak gerçekte entelektüeller, sıradan insanlarda var olan önyargılara ve muhafazakâr çıkarlara karşı kapalı değillerdir. Bu, iktidardakilerin, kendilerine geniş bir yazar ve sanatçı müşteri kitlesi sağlamaya yetecek akademilere, onurlara ve servete sahip olmasından ibaret değildir. Her şeyden önce, devrime yalnızca soğukkanlı kavramsal bir yolla ulaşılmaz. Devrim, bir fikirden daha fazlasıdır, bir duygudur. Bir kavramdan daha fazlasıdır, bir tutkudur. Bunu anlamak için spontane bir ruhsal tutum, özel bir psikolojik kapasite gerekir. Herhangi bir aptal gibi, aydın kişi de çevresinin, aldığı eğitimin ve şahsi çıkarlarının etkisine tabidir. Onun zekâsı, özgürce çalışmamaktadır. Onda, kendisini en adil olan fikirlere değil, en rahat olan fikirlere uyarlamaya yönelik doğal bir eğilim vardır. Kısacası, bir aydının gericiliği, bir esnafın gericiliğiyle aynı güdülerden ve köklerden doğar. Dil farklıdır; ama sahip olunan tutumun mekanizması aynıdır.

Bir Enternasyonal'in bir taslağı veya bir Düşünce Enternasyonali'nin başlangıcı olarak Clarté, artık mevcut değil. Devrim’in Enternasyonal’i tektir ve eşsizdir. Barbusse, bunu komünizme bağlanarak fark etmiştir. Ctlarté, Fransa'da kendini bir proleter kültürünü hazırlama çalışmasına adamış öncü aydınların bir çekirdeği olarak varlığını sürdürmektedir. Yeni nesil olgunlaştıkça, yani devrimci taleplere teorik olarak sempati duymakla yetinmeyen, ancak zihinsel çekinceler olmaksızın onları nasıl kabul edeceğini, onları nasıl seveceğini ve onlara göre nasıl hareket edeceğini bilen yeni bir nesil olgunlaştıkça, Clarté’nin etkisi de artacaktır. Barbusse, daha önce, klartecilerin komünizmle resmi bağları olmadığını söyledi; ancak klarteciler, uluslararası komünizmin iyi tasarlanmış bir toplumsal düşün canlı bir enkarnasyonu olduğuna dikkat çekiyorlar. Clarté, artık devrimci partinin bir yüzüdür, bir sektörüdür. Bu, zekânın kendini devrime teslim etme çabası ve devrimin zekâyı ele geçirme çabası demektir. Devrimci düşünce, muhafazakâr düşünceyi sadece kurumlardan değil, insanlığın zihniyetinden ve ruhundan da söküp atmalıdır. Devrim, iktidarın fethi ile aynı zamanda düşüncenin fethini de üstlenir.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

Dipnotlar:
[1]
Ateş: Henri Barbusse’ün 1917 yılında yazdığı, 1. Dünya Savaşı’nı anlatan bir roman.

[2] Clarté: Fransa’da 1919-21 yılları sırasında can bulmuş, 1. Dünya Savaşı’nın ardından enternasyonalist fikirleri diriltmeyi amaçlayan bir hareket. Temeli; Raymond Lefebvre, Paul Vaillant-Couturier ve Henri Barbusse gibi aydınların savaş esnasında elde ettikleri tecrübelerle oluşmuştur.

0 Yorum: