Tarihsel kayıtlara bakılacak olursa Roma’da başa geçen ilk üçlü yönetimin (MÖ 60–53) en az bilinen isimlerinden biri de Marcus Licinius Crassus’tu. Jul Sezar ve Gnaeus Pompeius Magnus’un (Pompey) yanında imparatorluğu yöneten Crassus, hem çok zengin hem de çok kibirli bir isimdi.
İktidarı paylaştığı isimlerin elde ettiği askerî zaferlerden daha fazlasını kazanmak isteyen Crassus’taki kibir, milattan önce 53 yılında bugünün Türkiye’sinin orta ve doğu kısmı yanında İran’ın kuzeydoğusunu da içine alan Part İmparatorluğu’na yönelik başarısızlığa mahkûm olan bir fetih kararını almaya itti.
Sonuçta lejyonlar imha edildi, Crassus
öldürüldü. Anlatılanlara göre Partlılar, ondaki zenginlikle ilgili iştahı
ortaya koymak adına altın eritip Crassus’un boğazından aşağı döktüler.
ABD’nin
45. başkanı olan Donald J Trump da bizim Crassus’umuz. Ondaki açgözlülük
kibriyle boy ölçüşecek düzeyde. Kasım Süleymani’nin öldürülmesi emrini vermekle
Trump, neokonlar adına cehennemin kapılarını açmış oldu. Oysa Trump, Beyaz
Saray’a 2016’da onların dünya görüşüne karşı çıkacağını vaat ederek girmişti.
Washington’da
azil skandalıyla uğraşan, övülmeyi ve yüceltilmeyi doğuştan kazandığı bir hak
olarak gören Trump, 1965’te Vietnam’a girmeye karar veren Johnson’dan beri tüm
Amerikan başkanlarının yaptığı en büyük askerî hatayı yapmış oldu.
Kasım
Süleymani, askerî bir deha olmanın da ötesinde onu hakir görenlerin bile Irak
ve Suriye’de her Selefinin her cihadcının yüreğine korku saldığını söyleyeceği
bir isimdi. Süleymani, ömrü boyunca fikriyle belirli bir statüye sahip olmayı
bilmişti. Bu fikir, günümüzün Roma’sına, bölgesel müttefiklerine ve uşaklarına
karşı sergilenen direnişte onurlu ve yürekli durmayı esas alan bir fikirdi.
Dostların hürmet, düşmanlarının hakaret ettiği bir isim olarak Süleymani,
tehlikelerden kaçmayan, komutasındaki askerlerle hayatını riske atan bir
adamdı.
Trump,
tüm parasını ortaya dökse Süleymani’nin sahip olduğu şeyleri asla satın alamaz.
Bu mağrur İranlının sahip olduklarını banka hesaplarıyla köşklerle
ölçemezsiniz. Onun büyüklüğü, kendisini aşan, kendisinden büyük bir davaya
gösterdiği sadakatle ilgilidir. İşte tam da bu sebeple onun ölümü ile
Washington ve müttefikleri, o yaşarken sahip olduğundan daha fazla düşmanla
yüzleşecektir.
İran
cevap vermelidir. İran, tarihe provokasyon olarak kaydedilecek böylesi bir
gelişme karşısında cevap vermek dışında bir seçeneğe sahip değildir. Ülkesinde
ekmek davasına düşmüş tüm halklar gibi kendi içinde bölünmüş olan İran halkı,
direnme noktasında azimle bir araya geliyor ve ABD sömürgeciliğine ait olduğu
günlere geri dönüşü sağlayacak çabalara karşı koyuyor, ulusal onurunu ve
şerefini imparatorluğun uşaklarınca çiğnenmesine itiraz ediyor.
Mezhepçilik,
zulüm ve ırk ayrımcılığının teşkil ettiği gerçek şer ekseni rahatlamış
görünüyor. İsrail, Suudi Arabistan ve IŞİD gibiler onun ölümünü kutluyorlar.
Oysa bu eksen, bölgeye sefaletten ve kıyımdan başka bir şey vaat etmiyor. Bölge
son yıllarda bu konuda çok fazla şey tecrübe etti.
İranlı
bir komutanın ölüm emrini veren Trump, özgür dünyanın lideri değil, kuduz bir
köpek gibi tasmasını kırıp kontrolden çıkmış olan bir komplo teşkilâtının
başıdır.
Kibir,
her imparatorluğun belini büken tehlikeli bir zaaftır. Yenilmeyeceklerine,
kültürel açıdan üstün olduklarına inanan imparatorluklar o kibirleriyle yıkılıp
gittiler. Aynı şekilde bugün de ABD imparatorluğu çöküştedir. Nükleer
anlaşmasından çekilip İran’a ağır yaptırımlar uygulayan ve süreci felâkete
doğru hızla tırmandıran Trump, rejimi doğrudan hedef alan iç karışıklıkların
fitilini hiçbir şekilde ateşleyemedi.
Trump,
sadece İran halkının ABD’ye kul olan Şah dönemine geri dönüşe karşı koyma
iradesini çelikleştirmiş oldu.
Crassus,
kendisindeki aşırı gururun askerî stratejisini uygulamaya koymasına izin
vermesinin aptalca olduğunu geç de olsa anladı. Trump da anlayacak. Ağzına
kadar erimiş altın dolu kâse onu bekliyor.
John Wight
3 Ocak 2020
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder