Dünya
genelinde Hristiyanlar, Nasıralı İsa Mesih’in doğumunu kutluyorlar. Bazı
Hristiyanlar doğum gününü 25 Aralık’ta, bazıları da 7 Ocak’ta kutluyorlar. Bu
tarih, hangi kiliseye veya dinî takvime bağlı olunduğuna göre farklılık arz
ediyor.
Avrupa,
Amerika, Avustralya ve Avrupa Hristiyanlığının sömürgecilik aracı olarak
kullandığı sömürge dünyasında Batı Hristiyanlığı hâkim, dolayısıyla İsa’nın
doğum gününün aynı zamanda Ocak başında kutlandığı kimsenin aklına bile
gelmiyor.
Peki
ama neden? Aradaki fark, sadece ayinlerle, kutsal kitap tefsiriyle veya
öğretiyle alakalı değil. Burada bir yandan da kültürel ve tarihsel bir
farklılık söz konusu ve artık İsa’nın ve Hristiyanlığın sömürge olmaktan
çıkartılması gerekiyor.
Hristiyanlığın
merkezinde duran sima olarak Hz. İsa’ya dair uygulamalar ve algılar konusunda
tesis edilmiş olan Avrupamerkezci hegemonya, başka ayinleri ve kavrama
biçimlerini sistematik bir biçimde kenara itmiştir. Hristiyanlığın bir kolundan
diğerine veya bir başka dine geçtiğimizde İsa gibi bir simanın yüceltilmesine
ilişkin yolların ne kadar çok çeşitlilik arz ettiği görülür.
Bugün
milyonlarca Doğulu Hristiyan İsa’nın doğumunu kutluyor, dolayısıyla O’nun zaman
içerisinde ve dünya genelinde nasıl tahayyül edildiğine bir kez daha bakmanın
tam vaktidir.
Devrimci
İsa
Jaroslav
Pelikan’ın muhteşem kitabı Jesus Through the Centuries: His Place in the
History of Culture’da [“Yüzyıllar Boyunca İsa: O’nun Kültür Tarihindeki
Yeri” -1999] farklı İsa figürlerinin farklı kültürel ortamların eseri olduğu
üzerinde durulmaktadır.
Bu
çalışmada ise biz, doğumundan bir yüz yıl sonra Yahudi bir haham iken ikinci ve
üçüncü yüzyıllarda Roma İmparatorluğu döneminde “Yahudi Olmayanların Nuru” ve
“Kralların Kralı”, Eflatunculuk ile karşılaştığı noktada “Kozmik Mesih”,
beşinci yüzyılda Aziz Augustine’in kitaplarında “Âdemoğlu”, on altıncı yüzyıl
Batı Avrupası’nda yaşanan Reform sürecinde “Barış Prensi” hâline gelen İsa
figürü ele alınmaktadır.
Son
dönemlerde ise İsa figürü, Hristiyanlığı mülksüz kitlelere yakınlaştırmak ve bu
kitlelerin en acil politik ihtiyaçlarına işaret edebilmek için kullanılmıştır.
Örneğin çalkantılarla geçen ellilerde ve altmışlarda Latin Amerika’da kurtuluş
teolojisi ismiyle bir akım ortaya çıkmış, bu akım, İsa'yı toplumsal adalet ve
yoksullar ile ezilenlerin hakları için mücadele eden devrimci bir figür olarak
tekrar öne çıkartmıştır.
Sağcı
diktatörlükler, ipini kopartmış olan kapitalizm, artan baskılar ve sömürü
bağlamında kurtuluş teologları, Marksizme ait öğeleri Hristiyanlığın temel
kaideleriyle birleştirmiş, buradan da politik ve toplumsal açıdan muhafazakâr
olan Katolik Kilisesi’ne başkaldırmışlardır.
Süreç
içerisinde kurtuluş teologları, yerli hakları ve işçi hakları dâhil birçok
farklı konu başlığını temel alan politik hareketlerle güçlerini
birleştirmişlerdir. Devrimci bir sima olarak İsa, yereldeki topluluklara
yönelik inancı tekrar canlandırmış, onların dinî pratiklerinin yukarıdan
aşağıya ve aşağıdan yukarıya doğru yeniden örgütlenmesini sağlamıştır.
Meryem’in
Oğlu İsa
Batı
Hristiyanlığının politik hegemonyasına rağmen dünya genelinde farklı kültürler
İsa’ya bağlanmış, onu değişik şekillerde tahayyül etmişlerdir.
İslam’da
İsa ve annesi Meryem, Kur’an’da önemli bir yere sahiptir. Üstelik bir sure
Meryem adını taşımaktadır. Fakat İsa ve Meryem’in İslam kültüründeki yeri,
Kur’an’da kapladığı alanın çok ötesindedir.
Filistinli
tarihçi Tarif Halidi’nin önemli kitabı The Muslim Jesus: Sayings and Stories
in Islamic Literature’da (Müslüman İsa: İslam Edebiyatında Deyişler ve
Hikâyeler -2001) dile getirildiği biçimiyle, Arapça, Farsça, Türkçe, Urduca vs…
tüm İslam edebiyatında İsa ve Meryem ön planda durur. Halidi, İngilizce konuşan
dünyaya İsa figürünün İslam edebiyatında ve şiirinde aynı zamanda İslamî
öğretilerle alakalı tartışma ve münazaralarda sahip olduğu merkezî konumla
ilgili bir yığın bilgi sunmuştur.
Halidi,
esas olarak Kur’an’daki İsa ile zahidlerin koruyucu peygamberi olarak İslamî
tasavvuf geleneğinde karşımıza çıkan İsa arasındaki ayrım üzerinde durmaktadır.
Bu ayrım, vahiyle birçok farklı halkın kendisine ait gördüğü bir peygambere
tarih boyunca beslediği sevgi ve yakınlığın o uzun tarihi arasındaki boşluğa
işaret etmektedir.
Halidi,
kitabında Müslüman İsa’nın Hristiyan bağlamından farklı olan tefsir
bağlamlarındaki çeşitlilik dâhilinde merkezî bir figür olduğunu ortaya koyar.
Burada İsa, teslis denilen teolojik önermeden oldukça farklı olan tasavvufî
vahdet anlayışına dair bir figür hâline gelir.
Örneğin
İranlı şair ve felsefeci Nasır Hüsrev’in (1004-1088) o güzel kasidesinde
şunları okuruz:
Birçok
farklı dilde kaleme alınmış Müslüman kaynaklarında İsa’ya yönelik bu türden
atıflara sayısız kez rastlanabilir. Nasır Hüsrev gibi şairlere ve
felsefecilere, Mevlânâ ve İbn Arabi gibi mutasavvıflara göre İsa yabancı bir
isim değildir. O, kendilerine aittir.
Farklı
tarikatlara ve mezheplere ait milyonlarca Arap ve İranlı Hristiyan’ın yaşadığı
tarihsel gerçeklikte İsa figürüne yoğun olarak rastlarız. Bu durum, kaçınılmaz
olarak incillerdeki İsa figürü ile İslamî kaynaklardaki İsa figürü arasında,
kimilerinin “Beşinci İncil” adını verdiği arayüzü sorgulama ihtiyacını gündeme
getirir. Şiirde, edebiyatta, tasavvuf ve felsefe metinlerinde İsa’ya yönelik
tüm atıfları bir araya getirdiğimizde ortaya somut bir Müslüman İsa portresi
çıkmaktadır.
Doğulu
İsa
İsa’nın
hayatı karşısında büyülenmek salt Avrupa’ya ve yakın komşusu olan “Ortadoğu”ya
has değildir. Jesus in Asia [“Asya’da İsa”] isimli kitabında ilahiyatçı
R. S. Sugirtharajah, İsa figürünün Avrupamerkezci zincirlerinden nasıl
kurtulacağını ve farklı çalışmalar dâhilinde nasıl küresel bir boyut
kazanacağını ortaya koymaktadır.
Yedinci
yüzyılda Çin’de İmparator Taizong’un izniyle Doğu Kilisesi misyonerleri ve
yerel halka mensup olup sonradan Hristiyan olanlar, İsa ile ilgili bir dizi
metin kaleme almış, İsa bu çalışmalarda Çin bağlamına oturtulmuştur. Yaklaşık
bin yıl sonra Moğol hanedanı Ekber’in himayesinde bir Cizvit keşişi İsa’nın
hayatını yazmış, bu kitapta on yedinci yüzyıl Hindistanı’nda ortaya çıkan
muhtelif meseleleri ve halkın teolojik kaygılarını ele almıştır.
Hristiyan
yabancıların yereldeki dinlerle tartışma imkânı buldukları, bu türden devlet
destekli metinlerin yanı sıra Asya’da İsa’nın merkezî bir yer tuttuğu,
çoğunlukla Batılı misyonerlerin sömürgeci dayatmalarına ve resmi iktidara
meydan okuyan başka çalışmalar da kaleme alınmıştır.
Başında
Hong Xiuquan’ın bulunduğu Çin’deki Taiping devrimi esnasında İsa imajı önemli
bir yer tutmuştur. Hong, on dokuzuncu yüzyıl ortalarında yeni teokratik nizamı
Çin’e dayatmak isteyen Hristiyanlığa ihtida etmiş bir Çinlidir. Kore’de
yetmişlerde ve seksenlerde toplumsal adalet ve demokratikleşme ile ilgili
olarak kurulan Minjung hareketi, İsa’nın çektiği çileyi ve yoksulluğu öne
çıkartmıştır. Ayrıca İsa figürü, Hindistan’daki sömürgecilik karşıtı mücadele
bağlamında Hindu geleneği ile iç içe geçmiş, İsa’nın hayatı ve öğretileri bu
bağlam dâhilinde yeniden inşa edilmişlerdir.
Hattizatında
İsa Mesih figürü, farklı görüşleri temsil eder hâle gelmiş, tüm tarihsel
süreçte, tüm coğrafya genelinde farklı işlevler görmüştür. 2020’inci doğum
günü, belirsizliklerin, karışıklıkların, gerilimlerin yaşandığı bir döneme denk
gelmiştir. O’nun çok farklı anlamlara sahip oluşu bizi, Hristiyanlar,
Müslümanlar, Yahudiler, Hindular, Budistler ve başka dinlere inananlar arasında
hâkim olan anlatıları yeniden düşünmeye sevk etmelidir.
Bugünkü
meselemiz, İsa’yı tarihsel planda ne kadar sevip onu ne ölçüde yücelttiğimiz
gerçeğini anımsamakla değil, sıkıntılı bir dönemde bizim için O’nun isminin
hâlen daha bir öneminin olup olmadığı ve bizim O’nun hayatı ile örnekliği
üzerinden bir gelecek tahayyül edip edemediğimiz ile ilgilidir.
Mezhepçi
bağnazlık, emperyalist kibir ve sömürgeci fetih anlayışının hâkim olduğu dönem
sona erip O’nun Filistin’de doğduğu yerden barış ve hakikat ihtiyacının açığa
çıkıp tüm dünyaya yayıldığı noktada İsa neye benzeyecek, nasıl olacak, neler
hissettirecek, asıl mesele budur.
Hamid Dabaşi
6 Ocak 2020
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder