İranlı Marksistler şehadet fikrini metafizik kabul
etse bile[1] onu kitlelerdeki yanlış bilince karşı koyan bir pratik olarak
görüyorlardı. Esasında bu insanlar, Marx’ın yanlış bilinç kabul ettiği dini
başka bir yanlış bilinci ortadan kaldırmak için kullanıyorlardı. Şehadet fikrine
inanan Marksistler, ahirete ve meleklerin beklediğine dair hikâye inanmıyorlardı.
Buna karşın şehadet anlayışı, birçok Marksist için bir inanç sistemi hâline
geldi. Kaleme aldıkları kitap ve broşürlerde şehadet, çoğunlukla ideal topluma
ulaşmak için gerekli bir koşul olarak anılıyordu. Bu türden bir kullanıma,
meseleye farklı açılardan yaklaşan iki ayrı örnek vermek mümkün.
Hüsrev Gülesorhi[2] ve Keramet Danişyan[3], Şah’ın
askerî mahkemesi tarafından yargılanıp ordu tarafından idam edilen iki Marksist
devrimciydi. Gülesorhi ve Danişyan, Marksizme bağlı olmalarına rağmen feda
anlayışına inanıyordu. Bu iki isim, İran’da gelişmekte olan iki Marksizm türünü
temsil ediyordu. Gülesorhi için İslam ideolojikti. Ona göre İslam, kitleleri
zalime karşı mücadeleye teşvik eden bir ideolojiydi. Öte yandan Danişyan, İslam’ın
kendisinin içinde yetiştiği ve toplumsallaştığı bağlam olduğunu düşünüyordu. Ona
göre şehadete yönelik inanç, aydınlık geleceğin yegâne güvencesiydi.
Gülesorhi, sosyalist bir ekonominin İslamî bir devlet
eliyle de inşa edilebileceğine inanıyordu. Onun iddiasına göre “sosyalist bir
ekonomide İslam üstyapı olarak kabul edilebilir”di.[4] Şah’a ve ailesine suikast
düzenlemeyi planladığı için yargılandığı mahkemede sunduğu savunmada Gülesorhi,
Marksistlerin İslamî değerleri benimsemeleri konusunda ilginç bir örnek
sunmuştu.
Savunması esnasında Hz. Ali’nin “ilk sosyalist”,
Hz. Hüseyin’in ise “Ortadoğu halklarının en büyük şehidi” olduğunu söyledi. Ardından
bir Marksist olarak, mazlumlar için canını veren iki şehit olarak Hz. Ali ve
Hz. Hüseyin’in çizgisini sürdürdüğünü söyledi. Marksizmle İslam arasındaki
benzerliklerden bahsettiği konuşmasında Gülesorhi, Marksist aydınlar arasında
şehadete yönelik İslamî inancın derinliğine işaret etti. Ondaki İslam-Marksizm
sentezi özgün bir sentezdi, ama esasen İran’daki direniş kültüründe epey kabul
gören bir husustu. 8 Ocak 1974’te devlet desteğiyle çıkan Keyhan gazetesi şunları yazmaktaydı:
“Savunmasını
sunmak için ikinci sırada kürsüye gelen Hüsrev Gülesorhi, önce bir şiir okudu,
ardından da Marksizm-Leninizmin felsefesini savunmaya başladı. Kendisini Marx’ın
mektebinin bir öğrencisi olarak tarif eden Gülesorhi, İran’daki koşullar
üzerine birkaç kelâm etti. Hâkim, sanığı sadece kendi savunmasını yapma yönünde
uyardı ve ona bağlam dışında herhangi bir şey söylemesine izin vermeyeceğini
söyledi. Bu ikazın ardından Gülesorhi, yazılı savunmasını kâtibe uzattı.”[5]
Keyhan gazetesi Gülesorhi’nin savunmasını bu şekilde anlatmaktaydı. Ama
gazete ilginç detaylardan hiç bahsetmiyordu. Birkaç dakika süren savunmasında Gülesorhi,
Marksizmin İran muhalefeti içerisinde nasıl geliştiği üzerinde de durmuştu.
Gülesorhi, sözlerine önce İmam Hüseyin’in şu sözünü aktararak başladı: “Ennemmal Hayat, ve Ahidatto-Jehad” (Hayat,
inancın için mücadele etmekten başka bir şey değildir.).
“Sözlerime
Ortadoğu halklarının en büyük şehidi olan Hz. Hüseyin’in bir sözünü
alıntılayarak başlayacağım. Ben bir Marksist-Leninist olarak, sosyal adaleti
ilkin İslam okulunda buldum, oradan da sosyalizme ulaştım. Bu mahkemede hayatım
veya canım için bir pazarlık içine girecek değilim. Ben, İran halkının o büyük
mücadelesinde küçük bir damlayım. Bu halk, Mazdeklerin, Mazyarların;
Babekîlerin, Yakup Leys Saffarilerin, Haydar Han Emmioğlu’nun, Pesyancıların,
Mirza Küçikçilerin, Aranis Ruzbecilerin ve Vartancıların halkıdır.[6] Evet
hayatım için kimseyle pazarlık etmem, çünkü ben mücadele eden bir halkın evladıyım.”
Bir devlet görevlisi, sözünü kesip ona “yalancı”
dedi ama Gülesorhi tüm o korkusuzluğuyla sözlerine devam etti:
“İran’da
gerçek İslam, kurtuluş hareketleri içerisinde her zaman önemli bir rol
oynamıştır. Behbahaniler ve Kiyabaniler buna dair yerinde örneklerdir. Bugün de
gerçek İslam, İran’da kurtuluş hareketlerine katkı sunmaktadır. Marx, sınıflı
bir toplumda zenginliğin bir tarafta, yoksulluğun, açlığın ve sefaletin diğer
tarafta biriktiğinden, zenginliği üretenlerin yoksul olduğundan söz ederken Hz.
Ali ise ‘bir saray binlerce insan yoksul olmadan inşa edilemez’ demektedir. Buradaki
benzerliği kimse inkâr edemez. Tarihin bu dönemecinde biz, Hz. Ali’nin dünyanın
ilk sosyalisti olduğunu söyleyebiliriz. Hz. Hüseyin’in hayatı ise mevcut
yaşamsal koşullarımıza ait bir temsil gibidir. O, mahkemelerde yargılanan
mazlum halkımız için canımızı verme isteğinin diğer adıdır. Hüseyin de
azınlıktı. Taht, asker ve iktidar Yezid’deydi. Hüseyin ayağa kalktı ve sonuçta
şehit oldu. Yezid tarihin bir parçası ama tarihte Hüseyin’in yolu takip edildi.
Marksist bir toplumda İslam’ı bir üstyapı olarak izah etmek mümkün dolayısıyla.
Bizim tasvip ettiğimiz İslam Hüseyin’in İslam’ıdır.”[7]
Gülesorhi’ye göre Müslümanlar ve Marksistler,
esasen modernleşmeye ve emperyalist kültüre karşı ortak mücadele yürütmektedirler.
Gülesorhi, İran’daki sansürden de bahseder. Bu sansürün dünyanın başka bir
yerinde eşi benzerinin bulunmadığını söyler.
“Kültür
mumyalanmıştır ki bu, aslında İran’da komprador burjuvaziye dayanan üretim
ilişkilerinin bir sonucudur. Bu sınıf, ilerici kitapları ve düşünceleri
sansürle engellemektedir. […] Ona göre İran halkına Amerikan emperyalizminin
kültürü zorla kabul ettirilmelidir.”[8]
Savunmasının bu noktasında askerî hâkim Gülesorhi’yi
ifadelerinin konuyla alakası olmadığını söyleyerek ikaz etti. Bu suçlamaya
kızan Gülesorhi, savunması dâhilinde tek kelime etmeyeceğini, inandığı şeyleri
söylemesine izin verilmez ise yerine geçip konuşmayacağını söyledi. Konuşmasına
devam etmesine izin verilmeyince yerine oturdu.
Ardından diğer sanık geldi kürsüye. Bu, aynı
mahkemece idamla yargılanan Keramet Danişyan’dı. Onun savunması Gülesorhi’nin savunmasından
farklıydı ve daha çok seküler Marksist bir hattı takip etmekteydi. Danişyan
savunmasında İslam’dan hiç bahsetmedi. Ama o da aynı sert üslupla Şah’a ve emperyalizme
karşı itirazlarını dillendirdi. Danişyan konuşmasında, zulme karşı mücadele
eden başka uluslararası örgütlerden bahsetti ama bunların hiçbirisi dinî
örgütler değildi. Savunması boyunca sözü savcı ve hâkim tarafından sürekli kesilen
Danişyan, adaletsizlikten söz etti ve İran’da ilân edilmemiş bir sıkıyönetimin
hükmünü sürdürdüğünü söyledi.
“Askerî
mahkemeler doğalında kendilerini meşru ilân ediyorlar. […] Silâhlı
kuvvetlerdeki milyonlarca insan toplumda ve üretimde aktif bir rol
üstlenmeksizin iş pratiğine zerre faydası olmayan bir oyunla meşgul oluyor. Bu
askerî gücün satın alınması ve sürdürülmesi için harcanan bütçe de bu oyun
kadar faydasız aslında. […] Bu türden bir güç, ‘kurtuluş’ diye haykıran halkın
sesini soluğunu kesmekten başka bir amaca sahip değil. Köylüleri, çiftçileri,
halkın savaşçılarını [politik direnişçileri] vurmak bunların ana görevi. Devrimler,
en güçlü iktidarların bile yıkıldığını ortaya koydu. Tüm devrimciler, halkla
birlikte her daim sınıfsal farklılıklara karşı mücadele yürüttüler. Ezilenlerin
bu yolda elde ettikleri başarılar halkın zafere ulaşabileceğini ispatladı.
Özgürlüğüne kavuşmuş halklar, kurtuluş yolunda ilerleyen toplumsal hareketler, yoksulluğun,
yolsuzluğun ve adaletsizliğin olmadığı bir dünyadan bahsediyorlar. Dünya genelinde
elde edilen bu türden zaferler İran’daki hareketi de etkiliyor. Buna ek olarak
herhangi bir hareketin bir ülkede yola koyulması o ülkenin koşullarına bağlıdır.
Küçük bir örgütü tutuklayıp işkenceye, mapus damına ve idam sehpasına maruz
bıraktığınızda zafer kazandığınızı ve direnişe son verdiğinizi
düşünebilirsiniz. Oysa dünya genelinde sürmekte olan direnişe bakacak olursanız
böylesi bir zafer iddiasının erken olduğunu görürsünüz. Bu noktada Dünya
nüfusunun üçte ikisinin ulaştığı refaha karşın kahraman Vietnam halkını ve
onların Amerikan emperyalizmini kuyruğunu bacakları arasına sıkıştırıp kaçan
bir köpek gibi kaçmasını nasıl sağladığını aklınıza getirebilirsiniz.” [Sözü burada
kesildi ve konuşmasını sürdürmesine izin verilmedi.]
Danişyan yazılı savunmasını kâtibe sundu ve yerine
geçti.
İdama mahkûm edilen Gülesorhi ve Danişyan beş gün
sonra kendilerini savunmak için bir fırsat daha buldu.[9]
İkinci savunmasında Gülesorhi, İslamî Marksist
görüşleriyle tutarlılık arz ede n konuşmasında, Marksist düşünceye inandığı için
yargılandığını, bu sebeple askerî mahkemece ölüme mahkûm edildiğini söyledi.
İslam ile ilgili görüşlerini yineleyip Marksist olduğunu söyleyen Gülesorhi şu
tespiti yaptı: “Ben Marksist-Leninistim ve İslam’ın şerî kanunlarına
saygılıyım. Ben, bağımlı ülkelerde ve sömürgelerde milliyetçi bir hükümetin
kendisini Marksist teorik altyapı üzerine kurmadığı sürece varolamayacağına
inanıyorum.” Danişyan ise ikinci savunmasında daha sert sözler söylemeyi tercih
etti.
“Hükümsüz
olan ilk yargılama esnasında ve oradaki faşist düzen dâhilinde siz benim savunmamı
da dostum Gülesorhi’nin savunmasını da zerre dinlemediniz. Ben, burada ezilen
yoksul kitlelerin haklarını savunuyor, halk düşmanlarına saldırıyorum. Halkın direnişinden
korkuyorsanız İran’da yönetici sınıfın geberip gideceğine de inanmazsınız. Tarih
bunun gerçek olduğunu gösterdi, gene gösterecektir. […] İran’da ve tüm
dünyadaki sınıflı toplumlarda sürmekte olan halk hareketinin zafere ulaşacağına
dair inancımız en büyük gücümüzdür. Şunu da eklemeliyim ki yönetici sınıflar
Marksizmden hiç hoşlanmamışlardır.”[10]
Danişyan’ın bu isteğinin kendi içinde, genel
bağlamı açısından ölüme ve şehadete dair İslamî bazı eğilimleri taşıdığını söylemek
mümkündür. Zira bu sözlerde bir şehidin parlak ve güzel bir geleceği güvence
altına alacağını söyleyen metafiziğin sesi işitilmektedir:
“Ölüm,
bizim halkımıza sunduğumuz en mütevazı hediyemizdir. Her bir ölüm, nihilizmin
suratına kapatılan küçük bir penceredir. Onda yalanları, yozlaşmayı, yoksulluğu
ve açlığı kapı dışarı eden bir sır vardır. Bu pencere hayatın ışığının içeri
girmesini sağlayacaktır. O hâlde bu ışık için hayatımızı feda edelim.”
Danişyan savunmasını şu şekilde imzalamıştı:
Halkın Fedaisi Keramet Danişyan: 8 Şubat 1974.
İran’da hiçbir Marksist politik mücadeleye bu
ifade üzerine kafa yormadan girmemiştir. “Fedai”, mücadelenin doğasına atıfta
bulunmak amacıyla hem Marksistlerin hem de Müslümanların kullandığı bir kelimedir.
İslamî bir kökeni bulunan bu kelime doğrudan şehadet anlayışından kaynaklanır. Öncelikle
hayatın feda edileceğine ve ölüneceğine dair gerçek kabul edilmelidir. Davaya
ve ilerlemeye anlamını veren budur. Fedai olarak yaşamak, bencillik etmeden
yaşamak demektir. Dava uğruna canını vermek, nihai bir hedef için insanın tüm
malını mülkünü feda etmesi gibi bir anlama sahiptir. Halkın Fedaileri örgütünün
popüler ettiği ünlü bir şarkıda dendiği gibi, “halkın yolunda bir kişi canını
verse binler kalkar ayağa.” Burada esasen dava uğruna hayatını feda etmenin
beyhude olmadığı üzerinde durulmaktadır. Müslümanlar da İslam’ın şehitleri olan
Ali’nin, Hüseyin’in ve (Hüseyin’in Kerbela’da şehit düşen kardeşi) Abbas’ın güzel
bir geleceğin yaşanabilmesi için öldüklerine inanırlar. Mesele, İslam denilen
davanın yüceliğini ortaya koymaktır. Dava uğruna hayatını feda etme üzerine
kurulu bu kültür, İran’da hüküm süren geleneğin parçasıdır. Şii inancına göre
İslam şehidi Hüseyin’in kaderini taklit etmek, cennetin kapılarını
aralayacaktır.[11] Marksistler de bu fikri kabul etmişler, onu politik
mücadeleye metafizik tarzda girme noktasında başvurulacak bilimsel bir yöntem
olarak görmüşlerdir. Bilimsel olmayan şehadet yöntemi zaferle ilişkilidir ama
onun Marksizmdeki bilimsel yöntemle uyumsuz oluşu ortada net bir çelişkinin
bulunduğunu göstermektedir.
Abdurrahim
Cevadzade
[Kaynak:
Marxists into Muslims: The Iranian Irony,
Doktora Tezi, 2007, Florida International University.
Ayrıca bakınız: Kızıl Gül
Dipnotlar
[1] Metafizik olmasının sebebi, şehadetin şehidin
mücadelesi ve ölümü aracılığıyla devrimi ve direnişi aşma umudu vermesidir. Bir
şehidin ölümü, şehadet eylemine tanık olanlarda direniş fikrini ve direnişin
gerekli olduğuna dair görüşü canlandırmak ve bu fikri onlara aşılamak için
kullanılır.
[2] Şah ailesine komplo kurma iddiasıyla Şah
rejimince idam edilen devrimci Marksist şair.
[3] Gülesorhi ile aynı suçlamalar üzerinden rejim
tarafından idam edilen devrimci Marksist.
[4] Alireza Samakar. 2002. Man Yek Shooreshiam (“Ben İsyancıyım”). Tahran: Sahand Publishers. s.
74.
[5] A.g.e.
s. 76.
[6] Bu liste milliyetçileri, Müslümanları ve
Marksistleri içermektedir. Bahsi geçen isimler yabancı ve yerli zalimlere karşı
verdikleri mücadeleleriyle bilinen önemli kişilerdir.
[7] Samakar, s. 78.
[8] A.g.e.
[9] İlk başta beş kişi idama mahkûm edildi. Mahkemenin
ilk günü televizyonda yayınlandı, bu sayede Gülesorhi ile Danişyan’ın sözleri
dinlendi. Bu sayede İran genelinde yeni bir politik ortam oluştu. Samakar’a
göre mahkeme sürecinin televizyondan yayınlanması Şah’a yönelik nefretin daha
da artmasına sebep oldu. Halkı sakinleştirmek için Şah’ın serbestiyeti öngören
politik bir ortamı oluşturacağına dair iddiasını doğrulamak adına ikinci bir
şans daha verildi. Beş gün sonra tövbe edip pişmanlıklarını bildirmeleri için tüm
sanıkların ikinci bir savunma yapmaları istendi. Ölüm cezasına çarptırılmış
olan üç kişi tövbe etti ve cezaları hapis cezasına çevrildi. Tövbe etmeyen
Danişyan ve Gülesorhi tekrar ölüm cezası aldı.
[10] Samakar, s. 81.
[11] Fereydoun Hoveyda. 2004. The Shah and the Ayatollah: Iranian Mythology and Islamic Revolution.
West Port: Prager.
0 Yorum:
Yorum Gönder