12 Ocak 2020

, ,

Gülesorhi ve Danişyan

İranlı Marksistler şehadet fikrini metafizik kabul etse bile[1] onu kitlelerdeki yanlış bilince karşı koyan bir pratik olarak görüyorlardı. Esasında bu insanlar, Marx’ın yanlış bilinç kabul ettiği dini başka bir yanlış bilinci ortadan kaldırmak için kullanıyorlardı. Şehadet fikrine inanan Marksistler, ahirete ve meleklerin beklediğine dair hikâye inanmıyorlardı. Buna karşın şehadet anlayışı, birçok Marksist için bir inanç sistemi hâline geldi. Kaleme aldıkları kitap ve broşürlerde şehadet, çoğunlukla ideal topluma ulaşmak için gerekli bir koşul olarak anılıyordu. Bu türden bir kullanıma, meseleye farklı açılardan yaklaşan iki ayrı örnek vermek mümkün.
Hüsrev Gülesorhi[2] ve Keramet Danişyan[3], Şah’ın askerî mahkemesi tarafından yargılanıp ordu tarafından idam edilen iki Marksist devrimciydi. Gülesorhi ve Danişyan, Marksizme bağlı olmalarına rağmen feda anlayışına inanıyordu. Bu iki isim, İran’da gelişmekte olan iki Marksizm türünü temsil ediyordu. Gülesorhi için İslam ideolojikti. Ona göre İslam, kitleleri zalime karşı mücadeleye teşvik eden bir ideolojiydi. Öte yandan Danişyan, İslam’ın kendisinin içinde yetiştiği ve toplumsallaştığı bağlam olduğunu düşünüyordu. Ona göre şehadete yönelik inanç, aydınlık geleceğin yegâne güvencesiydi.
Gülesorhi, sosyalist bir ekonominin İslamî bir devlet eliyle de inşa edilebileceğine inanıyordu. Onun iddiasına göre “sosyalist bir ekonomide İslam üstyapı olarak kabul edilebilir”di.[4] Şah’a ve ailesine suikast düzenlemeyi planladığı için yargılandığı mahkemede sunduğu savunmada Gülesorhi, Marksistlerin İslamî değerleri benimsemeleri konusunda ilginç bir örnek sunmuştu.
Savunması esnasında Hz. Ali’nin “ilk sosyalist”, Hz. Hüseyin’in ise “Ortadoğu halklarının en büyük şehidi” olduğunu söyledi. Ardından bir Marksist olarak, mazlumlar için canını veren iki şehit olarak Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’in çizgisini sürdürdüğünü söyledi. Marksizmle İslam arasındaki benzerliklerden bahsettiği konuşmasında Gülesorhi, Marksist aydınlar arasında şehadete yönelik İslamî inancın derinliğine işaret etti. Ondaki İslam-Marksizm sentezi özgün bir sentezdi, ama esasen İran’daki direniş kültüründe epey kabul gören bir husustu. 8 Ocak 1974’te devlet desteğiyle çıkan Keyhan gazetesi şunları yazmaktaydı:
“Savunmasını sunmak için ikinci sırada kürsüye gelen Hüsrev Gülesorhi, önce bir şiir okudu, ardından da Marksizm-Leninizmin felsefesini savunmaya başladı. Kendisini Marx’ın mektebinin bir öğrencisi olarak tarif eden Gülesorhi, İran’daki koşullar üzerine birkaç kelâm etti. Hâkim, sanığı sadece kendi savunmasını yapma yönünde uyardı ve ona bağlam dışında herhangi bir şey söylemesine izin vermeyeceğini söyledi. Bu ikazın ardından Gülesorhi, yazılı savunmasını kâtibe uzattı.”[5]
Keyhan gazetesi Gülesorhi’nin savunmasını bu şekilde anlatmaktaydı. Ama gazete ilginç detaylardan hiç bahsetmiyordu. Birkaç dakika süren savunmasında Gülesorhi, Marksizmin İran muhalefeti içerisinde nasıl geliştiği üzerinde de durmuştu. Gülesorhi, sözlerine önce İmam Hüseyin’in şu sözünü aktararak başladı: “Ennemmal Hayat, ve Ahidatto-Jehad” (Hayat, inancın için mücadele etmekten başka bir şey değildir.).
“Sözlerime Ortadoğu halklarının en büyük şehidi olan Hz. Hüseyin’in bir sözünü alıntılayarak başlayacağım. Ben bir Marksist-Leninist olarak, sosyal adaleti ilkin İslam okulunda buldum, oradan da sosyalizme ulaştım. Bu mahkemede hayatım veya canım için bir pazarlık içine girecek değilim. Ben, İran halkının o büyük mücadelesinde küçük bir damlayım. Bu halk, Mazdeklerin, Mazyarların; Babekîlerin, Yakup Leys Saffarilerin, Haydar Han Emmioğlu’nun, Pesyancıların, Mirza Küçikçilerin, Aranis Ruzbecilerin ve Vartancıların halkıdır.[6] Evet hayatım için kimseyle pazarlık etmem, çünkü ben mücadele eden bir halkın evladıyım.”
Bir devlet görevlisi, sözünü kesip ona “yalancı” dedi ama Gülesorhi tüm o korkusuzluğuyla sözlerine devam etti:
“İran’da gerçek İslam, kurtuluş hareketleri içerisinde her zaman önemli bir rol oynamıştır. Behbahaniler ve Kiyabaniler buna dair yerinde örneklerdir. Bugün de gerçek İslam, İran’da kurtuluş hareketlerine katkı sunmaktadır. Marx, sınıflı bir toplumda zenginliğin bir tarafta, yoksulluğun, açlığın ve sefaletin diğer tarafta biriktiğinden, zenginliği üretenlerin yoksul olduğundan söz ederken Hz. Ali ise ‘bir saray binlerce insan yoksul olmadan inşa edilemez’ demektedir. Buradaki benzerliği kimse inkâr edemez. Tarihin bu dönemecinde biz, Hz. Ali’nin dünyanın ilk sosyalisti olduğunu söyleyebiliriz. Hz. Hüseyin’in hayatı ise mevcut yaşamsal koşullarımıza ait bir temsil gibidir. O, mahkemelerde yargılanan mazlum halkımız için canımızı verme isteğinin diğer adıdır. Hüseyin de azınlıktı. Taht, asker ve iktidar Yezid’deydi. Hüseyin ayağa kalktı ve sonuçta şehit oldu. Yezid tarihin bir parçası ama tarihte Hüseyin’in yolu takip edildi. Marksist bir toplumda İslam’ı bir üstyapı olarak izah etmek mümkün dolayısıyla. Bizim tasvip ettiğimiz İslam Hüseyin’in İslam’ıdır.”[7]
Gülesorhi’ye göre Müslümanlar ve Marksistler, esasen modernleşmeye ve emperyalist kültüre karşı ortak mücadele yürütmektedirler. Gülesorhi, İran’daki sansürden de bahseder. Bu sansürün dünyanın başka bir yerinde eşi benzerinin bulunmadığını söyler.
“Kültür mumyalanmıştır ki bu, aslında İran’da komprador burjuvaziye dayanan üretim ilişkilerinin bir sonucudur. Bu sınıf, ilerici kitapları ve düşünceleri sansürle engellemektedir. […] Ona göre İran halkına Amerikan emperyalizminin kültürü zorla kabul ettirilmelidir.”[8]
Savunmasının bu noktasında askerî hâkim Gülesorhi’yi ifadelerinin konuyla alakası olmadığını söyleyerek ikaz etti. Bu suçlamaya kızan Gülesorhi, savunması dâhilinde tek kelime etmeyeceğini, inandığı şeyleri söylemesine izin verilmez ise yerine geçip konuşmayacağını söyledi. Konuşmasına devam etmesine izin verilmeyince yerine oturdu.
Ardından diğer sanık geldi kürsüye. Bu, aynı mahkemece idamla yargılanan Keramet Danişyan’dı. Onun savunması Gülesorhi’nin savunmasından farklıydı ve daha çok seküler Marksist bir hattı takip etmekteydi. Danişyan savunmasında İslam’dan hiç bahsetmedi. Ama o da aynı sert üslupla Şah’a ve emperyalizme karşı itirazlarını dillendirdi. Danişyan konuşmasında, zulme karşı mücadele eden başka uluslararası örgütlerden bahsetti ama bunların hiçbirisi dinî örgütler değildi. Savunması boyunca sözü savcı ve hâkim tarafından sürekli kesilen Danişyan, adaletsizlikten söz etti ve İran’da ilân edilmemiş bir sıkıyönetimin hükmünü sürdürdüğünü söyledi.
“Askerî mahkemeler doğalında kendilerini meşru ilân ediyorlar. […] Silâhlı kuvvetlerdeki milyonlarca insan toplumda ve üretimde aktif bir rol üstlenmeksizin iş pratiğine zerre faydası olmayan bir oyunla meşgul oluyor. Bu askerî gücün satın alınması ve sürdürülmesi için harcanan bütçe de bu oyun kadar faydasız aslında. […] Bu türden bir güç, ‘kurtuluş’ diye haykıran halkın sesini soluğunu kesmekten başka bir amaca sahip değil. Köylüleri, çiftçileri, halkın savaşçılarını [politik direnişçileri] vurmak bunların ana görevi. Devrimler, en güçlü iktidarların bile yıkıldığını ortaya koydu. Tüm devrimciler, halkla birlikte her daim sınıfsal farklılıklara karşı mücadele yürüttüler. Ezilenlerin bu yolda elde ettikleri başarılar halkın zafere ulaşabileceğini ispatladı. Özgürlüğüne kavuşmuş halklar, kurtuluş yolunda ilerleyen toplumsal hareketler, yoksulluğun, yolsuzluğun ve adaletsizliğin olmadığı bir dünyadan bahsediyorlar. Dünya genelinde elde edilen bu türden zaferler İran’daki hareketi de etkiliyor. Buna ek olarak herhangi bir hareketin bir ülkede yola koyulması o ülkenin koşullarına bağlıdır. Küçük bir örgütü tutuklayıp işkenceye, mapus damına ve idam sehpasına maruz bıraktığınızda zafer kazandığınızı ve direnişe son verdiğinizi düşünebilirsiniz. Oysa dünya genelinde sürmekte olan direnişe bakacak olursanız böylesi bir zafer iddiasının erken olduğunu görürsünüz. Bu noktada Dünya nüfusunun üçte ikisinin ulaştığı refaha karşın kahraman Vietnam halkını ve onların Amerikan emperyalizmini kuyruğunu bacakları arasına sıkıştırıp kaçan bir köpek gibi kaçmasını nasıl sağladığını aklınıza getirebilirsiniz.” [Sözü burada kesildi ve konuşmasını sürdürmesine izin verilmedi.]
Danişyan yazılı savunmasını kâtibe sundu ve yerine geçti.
İdama mahkûm edilen Gülesorhi ve Danişyan beş gün sonra kendilerini savunmak için bir fırsat daha buldu.[9]
İkinci savunmasında Gülesorhi, İslamî Marksist görüşleriyle tutarlılık arz ede n konuşmasında, Marksist düşünceye inandığı için yargılandığını, bu sebeple askerî mahkemece ölüme mahkûm edildiğini söyledi. İslam ile ilgili görüşlerini yineleyip Marksist olduğunu söyleyen Gülesorhi şu tespiti yaptı: “Ben Marksist-Leninistim ve İslam’ın şerî kanunlarına saygılıyım. Ben, bağımlı ülkelerde ve sömürgelerde milliyetçi bir hükümetin kendisini Marksist teorik altyapı üzerine kurmadığı sürece varolamayacağına inanıyorum.” Danişyan ise ikinci savunmasında daha sert sözler söylemeyi tercih etti.
“Hükümsüz olan ilk yargılama esnasında ve oradaki faşist düzen dâhilinde siz benim savunmamı da dostum Gülesorhi’nin savunmasını da zerre dinlemediniz. Ben, burada ezilen yoksul kitlelerin haklarını savunuyor, halk düşmanlarına saldırıyorum. Halkın direnişinden korkuyorsanız İran’da yönetici sınıfın geberip gideceğine de inanmazsınız. Tarih bunun gerçek olduğunu gösterdi, gene gösterecektir. […] İran’da ve tüm dünyadaki sınıflı toplumlarda sürmekte olan halk hareketinin zafere ulaşacağına dair inancımız en büyük gücümüzdür. Şunu da eklemeliyim ki yönetici sınıflar Marksizmden hiç hoşlanmamışlardır.”[10]
Danişyan’ın bu isteğinin kendi içinde, genel bağlamı açısından ölüme ve şehadete dair İslamî bazı eğilimleri taşıdığını söylemek mümkündür. Zira bu sözlerde bir şehidin parlak ve güzel bir geleceği güvence altına alacağını söyleyen metafiziğin sesi işitilmektedir:
“Ölüm, bizim halkımıza sunduğumuz en mütevazı hediyemizdir. Her bir ölüm, nihilizmin suratına kapatılan küçük bir penceredir. Onda yalanları, yozlaşmayı, yoksulluğu ve açlığı kapı dışarı eden bir sır vardır. Bu pencere hayatın ışığının içeri girmesini sağlayacaktır. O hâlde bu ışık için hayatımızı feda edelim.”
Danişyan savunmasını şu şekilde imzalamıştı: Halkın Fedaisi Keramet Danişyan: 8 Şubat 1974.
İran’da hiçbir Marksist politik mücadeleye bu ifade üzerine kafa yormadan girmemiştir. “Fedai”, mücadelenin doğasına atıfta bulunmak amacıyla hem Marksistlerin hem de Müslümanların kullandığı bir kelimedir. İslamî bir kökeni bulunan bu kelime doğrudan şehadet anlayışından kaynaklanır. Öncelikle hayatın feda edileceğine ve ölüneceğine dair gerçek kabul edilmelidir. Davaya ve ilerlemeye anlamını veren budur. Fedai olarak yaşamak, bencillik etmeden yaşamak demektir. Dava uğruna canını vermek, nihai bir hedef için insanın tüm malını mülkünü feda etmesi gibi bir anlama sahiptir. Halkın Fedaileri örgütünün popüler ettiği ünlü bir şarkıda dendiği gibi, “halkın yolunda bir kişi canını verse binler kalkar ayağa.” Burada esasen dava uğruna hayatını feda etmenin beyhude olmadığı üzerinde durulmaktadır. Müslümanlar da İslam’ın şehitleri olan Ali’nin, Hüseyin’in ve (Hüseyin’in Kerbela’da şehit düşen kardeşi) Abbas’ın güzel bir geleceğin yaşanabilmesi için öldüklerine inanırlar. Mesele, İslam denilen davanın yüceliğini ortaya koymaktır. Dava uğruna hayatını feda etme üzerine kurulu bu kültür, İran’da hüküm süren geleneğin parçasıdır. Şii inancına göre İslam şehidi Hüseyin’in kaderini taklit etmek, cennetin kapılarını aralayacaktır.[11] Marksistler de bu fikri kabul etmişler, onu politik mücadeleye metafizik tarzda girme noktasında başvurulacak bilimsel bir yöntem olarak görmüşlerdir. Bilimsel olmayan şehadet yöntemi zaferle ilişkilidir ama onun Marksizmdeki bilimsel yöntemle uyumsuz oluşu ortada net bir çelişkinin bulunduğunu göstermektedir.
Abdurrahim Cevadzade
[Kaynak: Marxists into Muslims: The Iranian Irony, Doktora Tezi, 2007, Florida International University.
Ayrıca bakınız: Kızıl Gül
Dipnotlar
[1] Metafizik olmasının sebebi, şehadetin şehidin mücadelesi ve ölümü aracılığıyla devrimi ve direnişi aşma umudu vermesidir. Bir şehidin ölümü, şehadet eylemine tanık olanlarda direniş fikrini ve direnişin gerekli olduğuna dair görüşü canlandırmak ve bu fikri onlara aşılamak için kullanılır.
[2] Şah ailesine komplo kurma iddiasıyla Şah rejimince idam edilen devrimci Marksist şair.
[3] Gülesorhi ile aynı suçlamalar üzerinden rejim tarafından idam edilen devrimci Marksist.
[4] Alireza Samakar. 2002. Man Yek Shooreshiam (“Ben İsyancıyım”). Tahran: Sahand Publishers. s. 74.
[5] A.g.e. s. 76.
[6] Bu liste milliyetçileri, Müslümanları ve Marksistleri içermektedir. Bahsi geçen isimler yabancı ve yerli zalimlere karşı verdikleri mücadeleleriyle bilinen önemli kişilerdir.
[7] Samakar, s. 78.
[8] A.g.e.
[9] İlk başta beş kişi idama mahkûm edildi. Mahkemenin ilk günü televizyonda yayınlandı, bu sayede Gülesorhi ile Danişyan’ın sözleri dinlendi. Bu sayede İran genelinde yeni bir politik ortam oluştu. Samakar’a göre mahkeme sürecinin televizyondan yayınlanması Şah’a yönelik nefretin daha da artmasına sebep oldu. Halkı sakinleştirmek için Şah’ın serbestiyeti öngören politik bir ortamı oluşturacağına dair iddiasını doğrulamak adına ikinci bir şans daha verildi. Beş gün sonra tövbe edip pişmanlıklarını bildirmeleri için tüm sanıkların ikinci bir savunma yapmaları istendi. Ölüm cezasına çarptırılmış olan üç kişi tövbe etti ve cezaları hapis cezasına çevrildi. Tövbe etmeyen Danişyan ve Gülesorhi tekrar ölüm cezası aldı.
[10] Samakar, s. 81.
[11] Fereydoun Hoveyda. 2004. The Shah and the Ayatollah: Iranian Mythology and Islamic Revolution. West Port: Prager.

0 Yorum: