01 Ekim 2022

,

Türk Kurtuluş Savaşı’nda Komünizm ve İslam


Hz. Muhammed’in dinine, Marx’ın öğretilerine ve bu öğretilerin Lenin ve Stalin[1] eliyle derinleştirilmiş hâllerine az çok aşina olan herkes, ilgili din ile Marksizm arasında derin bir uçurum olduğunu bilir. Dindar bir Müslüman, duygusal düzlemde Marksist sosyalizme karşı çıkar, aynı şekilde Bolşevikler de diğer dinler gibi İslam’ı “halkın afyonu” olarak görür ve bu dinle beynelmilel komünizmin düşmanı olan milliyetçilikle olduğu gibi acımasız bir biçimde mücadele eder.

Ama bu durum, Moskova’yı taktiksel sebeplerle dinin “dost”uymuş gibi görünmekten alıkoymadı. Dünya savaşı sonrası Ortadoğu’da güçlenen özgürlük hareketi, dünya devriminin yayılması için muazzam bir fırsat olarak görüldü, doğrudan Avrupa kapitalizmini hedef aldığı düşünülen hareketin Sovyet hükümeti ve Üçüncü Enternasyonal tarafından kullanılabileceğine kanaat getirildi.[2]

7 Aralık 1917 günü Rusya ve Doğu Müslümanlarına Çağrı tam da bu bağlamda kaleme alındı. Aynı dönemde, 19 Ocak 1918’de, Müslüman İşleri Komiserliği’nin kuruluşuna ilişkin kanun çıkartıldı[3], Sovyetler’e bağlı kadrolar İslam ülkelerine gönderildi. 25 Temmuz 1918 günü Türk savaş tutsaklarının önemli bir ağırlığa sahip olduğu “Türk İştirakiyyun Kongresi” toplandı, Mustafa Suphi liderliğinde ilk komünist teşkilât, bu kongrenin ürünü olarak kuruldu.[4]

Bu dönemde Şerif Manatof, Haziran 1920’de Baytar Salih Zeki ile birlikte Ankara’ya gönderildi ve burada gizli Türkiye Komünist Partisi’ni kurdu.[5] 14 Temmuz 1920’de kaleme aldığı çağrıda parti, amacını “halkı eski inançlar üzerine kurulu mevcut idari sistemi yıkma ve sultanın mutlakî rejimi yanında, Mustafa Kemal’in sahte siyasetine karşı savaş ilân etmek için aydınlatmak” olduğunu duyurdu.[6] Manatof bu açıklama üzerine, kısa bir süre sonra ülkeden kovuldu, parti yasaklandı.[7]

Asıl şaşırtıcı olan, bu dönemde bir dizi Sovyet ajanının Türkiye topraklarına girebilmiş olmasıydı. Bu ajanlar, ilk resmi Sovyet heyetinden çok önce Anadolu’ya gelmişlerdi. Bu isimler, halkın milli ve dinî duygularına[7] gerekli dikkati ve özeni göstermeyen bir üslupla, acemice hareket ediyorlardı.[8]. Oysa bu dönemde Anadolu, böylesi bir ajitasyon faaliyeti için hiç uygun değildi. Mustafa Kemal, Rusya’nın Anadolu devriminin yegâne dostu olduğu kanaatindeydi[9] ve bu kanaat, Türk halkına da nüfuz etmişti.

13 Mayıs 1920 günü Sovyet hükümetinin 7 Aralık 1917’de yaptığı çağrı metni, Büyük Millet Meclisi’nde okundu. Bu çağrı metni, Türkiye’nin bölünmesi ile ilgili gizli anlaşmaların yırtılıp atıldığını söylüyordu. Büyük Güçler’in, bilhassa İngiltere’nin dışladığı, ezdiği Türk halkı, o dönemde Bolşevikleri “İngiltere’yle mücadele etmek ve kendisine yardımda bulunmak isteyen kişiler”[10] olarak görüyor, büyük bir arzuyla Kızıl Ordu’nun gelişini bekliyordu.[11]

Halkın, Avrupa emperyalizmine karşı verdiği mücadelede Sovyet Cumhuriyeti’yle çıkar ortaklığının bulunduğunu düşündüğü ortamda kardeşlik anlayışı ortaya çıktı ve bu anlayış, Bolşevik fikirlerin tercih edilmesi için gerekli zemini teşkil etti. Halk, sadece dışişleri konusunda “ağabey”inin[12] izinden gitmek gerektiğini düşünmekle kalmıyor, aynı zamanda onun kültür alanında da attığı adımları atmak istiyordu. “Şark Mefkuresi”[13] adı altında yüzünü Batı’ya dönmüş olan Türkiye’nin yüz yıllık yolculuğuna giderek daha fazla insan destek sunuyordu.

Bu yönelime kani olan isimlerden biri de maliye bakanı Hakkı Behiç’ti. Marksist felsefeyi tüm yönleriyle incelemiş olan Behiç, yeni Türk devleti için hazırlanacak anayasa konusunda bizzat Sovyetler’den ödünç alınmış fikirler öne sürüyordu. Behiç, Mayıs 1920’de köylülerden oluşan “Yeşil Ordu” isminde bir parti kurdu. Bu partinin ülke insanına sunduğu politik fikirler, komünizmden hiç de uzak değildi.[14] O dönemde komünizmle kurulan yakın ilişki öyle ileri gitti ki Komünist Enternasyonal’in önemli ajanlarından olan Ziynetullah Neşirvanof, Ankara hükümetinin emriyle basın dairesinde memur yapıldı.[15]

Tüm bu gelişmeler karşısında Mustafa Kemal, ortaya çıkan tehlikeye hiçbir vakit gözünü kapamadı. Mustafa Kemal, komünist tehlikeyi savuşturmak adına homeopatik tedaviye, yani hastalığa yol açan virüs veya bakteri türü şeyleri gerisin geri tekrar bedene zerk ederek iyileştirmeyi öngören tedavi yöntemine başvurarak, dostu Dr. Tevfik Rüştü’den Mayıs 1920’de Resmi Komünist Fırkası’nı kurmasını istedi. Bu parti, Üçüncü Enternasyonal zemininde durduğunu[16], ama İslam’ın ilkelerini kabul ettiğini, bu ilkelerin sosyalizmin ilkelerini içerdiğini, bunun da komünizmin esasında dinî ve ahlakî bir fazilet olduğunu ispatladığını söyledi. Devamında parti, yaptığı çağrıda şu değerlendirmeyi dile getirdi:

“Türk halkı, komünistlerin tüm programını dinî sebeplere bağlı olarak kabul edemez. Bunun için uzun bir hazırlık sürecine ihtiyaç vardır. Bu dönemde programın kabulü zararlı olacaktır, zira asker, bir anavatan olmadığını öğrendiği vakit, onu artık savunmayacak, eşitliği duyduğu vakit, artık otoritelere itaat etmeyecektir. […] Sovyet Cumhuriyeti bilmelidir ki bugün ülkede izinsiz çalışan tüm ajitatörlere karşı harekete geçilecektir. […] Bizim komünist teşkilâtımız, Allah’ın inayetiyle kurulmuştur. Biz, komünizmi kurmak için kanlı bir devrime ihtiyaç olduğunu söyleyen görüşü reddediyoruz. Tüm insanlığın mutluluğu ve huzuru denilen o yüce ülküye ulaşmak istiyorsak, bu yola başvuramayız.[17] Bugün asıl arzulanan, ilerici bir gelişmedir. Biz, kararsız olanları makul olmaya çağırıyoruz. […] Muhammed’in dini, zaten komünizmdir. Bizim partimiz, Rusya Komünist Partisi’nin programını ideal program olarak görüyoruz, ama bir yandan da bu programın kusursuz bir biçimde sadece Rusya’da yürürlüğe konulabileceğini biliyoruz.”[18]

20 Ekim 1920 günü Anadolu’da Yeni Gün gazetesinde Mahmud Esad[18a] imzalı “Yeşil Elma” başlıklı bir makale yayımlandı. Büyük ilgi gören yazıda şunlar söyleniyordu:

“Ülkemizdeki birçok insanın kanaatinin aksine ben, Rus Bolşevizminin sözüne karşı çıkıyorum. Türkiye Rusya değildir! Türkiye, körü körüne taklit yüzünden zaten çok çile çekti. Örneğin devrimci Fransa, sunduğu örneklikle, ülkenin ruhuyla örtüşmeyen reformlar üzerinden çok zarar verdi. Bugün Rusya, Marx’ın sunduğu öğretilerden birçok şey almalıdır. Türk komünizmi, sadece halkın refahı için gerekli bir araç olarak kullanılabilir. […] Komünizm, milli olmalıdır. Komünizmden farklı olarak milliyetçilik değişmez. Komünizm, Türkiye’ye ait bir ülkü değildir, o, sadece amaca ulaşmak için gerekli bir araçtır. Bizim ülkümüz, Türk milletinin birliğidir, yani ‘kızıl elma’dır.”

29 Eylül 1920 günü Yeşil Ordu’nun dağıtıldığı dönemde Mustafa Kemal’in kurdurduğu resmi komünist partisi, Moskova’da komünizmin komik bir taklidi olarak görüldü.[19] V. Kryazin şu tespiti yapıyordu:

“Bu parti eski ittihatçılardan[19a], büyük iş adamlarından, sanayicilerden ve kısa süre önce Türkiye’de tarımda ve ekonomide sorun olmadığını söylemiş olan Tanin gazetesi yayın yönetmeni Muhiddin[20] gibi gazetecilerden oluşuyordu. Milliyetçilerden ve komünistlerden oluşan bu karışım, cephede ve ülke içinde belirli bir güç elde edilene dek faaliyetlerine devam etti. Sonra bu isimler, fırsatını bulup dünün dostlarından kurtulmak istediler.”[21]

Yeşil Ordu’nun dağılması sonrası, başında Şeyh Servet gibi isimlerin bulunduğu örgütün sol kanadı, illegal TKP ile birleşti ve bu parti, Türkiye Halk Komünist Partisi ismini aldı. Hükümet, Aralık 1920’de bu partiyi tanıdı. Bu birleşme sonrası her ne kadar Bolşevik şarap şişesinin için bolca küçük burjuva su doldurulsa da yeni parti üç hafta sonra ilk darbeyi yedi.[22] Parti, içişleri bakanlığı seçiminde Tokat milletvekili Nâzım Bey’i bakan seçtirme hayali kurarken Çerkes Ethem’in ihanetiyle yüzleşti. Ethem, Bakû’de Mustafa Suphi’nin kurduğu TKP’nin[22a] merkezî yayın organına atıfla kurulan gazetenin başındaki isim olan Arif Oruç’un içişleri bakanı olmasını istedi. Eskişehir’de faaliyet yürüten Yeni Dünya gazetesi o dönemde Doğu’da doğan güneşin Anadolu’yu aydınlatmasını ve Bolşevizmin insanî esaslarını uygulamaları için işçilere ve köylülere, özelde demiryolu işçilerine grev çağrısında bulundu.[23] Bu yazı üzerine gazete bürosu 2 Ocak 1921 günü tahrip edildi.[24]

16 Ocak gününden beri Ankara’da yayımlanmakta olan Emek gazetesi ise daha da talihsizdi. Oysa gazete, başlarda hükümetin saldırısına hiç maruz kalmamıştı. Bir sayısında yayın kurulu elinden çıkan ve komünizmin ilkelerini ele alan, gazetenin Kur’an ile çelişmediğini söyleyen makale, Büyük Millet Meclisi’nde hararetli tartışmalara sebep oldu. Bazı milletvekilleri, makalenin yazarının asılmasını istediler. Şeriat Vekili Mustafa Fehmi’nin ağzından çıkan ve tüm Anadolu gazetelerinde yayımlanan fetvada, “Kur’an’la çelişen tehlikeli ve uydurma hareketin İslam hukukunun tanıdığı özel mülkiyeti ve miras hakkını ortadan kaldırmayı amaçladığı için ona karşı çıkılması” gerektiğinden söz edilmekteydi. Buna rağmen Emek gazetesi faaliyetlerine devam etti. Örneğin ikinci sayısında Türkiye’de ilk kez çevrilen Komünist Manifesto’nun tam hâline yer verildi. Gazete, ayrıca cesurca bir adım attı. Yayın yönetmeni Abdülkadir, Bulgaristan’da yayımlanmakta olan Ziya isimli komünist gazetesinde çıkmış bir makaleyi Emek’te yayımladı. Orada şu söylenmekteydi:

“Kemal, Anadolu’nun mutlak idarecisidir. O muzaffer olduğunda köylülerin durumu iyileşecek mi? Kemal, Anadolu halkını mutlu etmeyecek (bu ifade özgün hâlinde koyu harflerle verilmiş). Türk’ün açlıktan geberdiği günlerde onun için Türk sınırlarının uzun ya da kısa olmasının bir önemi yok. Halkı kapitalizmin zulmünden sadece toplumsal devrim kurtarabilir. Bu sebeple, Yunan emperyalizmine karşı verilen savaşın sona ermesinden hemen sonra iç savaş başlayacaktır.”[25] (Bu ifade de koyu harflerle verilmiş.)

Bu yazı, Moskova’yla imzalanmış dostluk anlaşmasının sınırlarını aşan bir yazıydı. Yazı üzerine 9 Mayıs 1921 günü Ankara’da İstiklâl Mahkemesi’nde görülen davada, hareketin en önemli ajitatörlerinden olan Nâzım, Salih Zeki ve Ziynetullah Neşirvanof, yıkıcı faaliyetleri sebebiyle 15 yıla mahkûm edildi.[26]

Öte yandan 29 Kasım 1920 günü Çiçerin’e gönderdiği Mustafa Kemal, “Rus milletinin insan ırkının kurtuluşu için iki yıldır yaptığı fedakârlıkların büyüklüğü”ne dair hayranlığını ifade ediyor[27], ama ülke içerisinde komünistlerin çevirdikleri oyunlara son vermenin zaruri olduğunu söylüyordu.

Bu düzlemde, Mustafa Kemal, “muazzam bir enerjiye sahip bir subay” olarak gördüğü General Fevzi Paşa’yı[28], 24 Ocak 1921 günü hükümetin başına getirdi. O dönemde Bakû’de yürüttüğü faaliyetlerini Anadolu’ya taşımak isteyen Mustafa Suphi, iç siyasetin hızla, keskin bir biçimde sağa döndüğü sürecin kurbanı oldu.

Kars’ta, birlikte seyahat ettiği, başında Mdivani’nin bulunduğu heyet, Kâzım Karabekir Paşa tarafından çok iyi karşılandı, fakat Erzurum’da Suphi halkın öfkesiyle karşılaştı. Dış politikada Rusya’yla kurulan dostluk ilişkisine rağmen halk, Bolşevizme dair bir şey öğrenmek ve duymak istemiyordu. Erzurum’da faal olan Muhafaza-i Mukaddesat ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti[29] komünistler aleyhine açıklamalar yaptı: “Komünistler, dükkânlarımızı kapatıp mallarımıza el koymak için geldiler. Bunlar Allahsız, hepsini hapse tıkın.” 28/29 Ocak 1921 günü Trabzon açıklarında, Karadeniz’de 14 yoldaşıyla birlikte katledilmesi sonrası Türk komünistleri liderlerinden mahrum kaldı.[30]

Hapishanelerin Rus ve Türk komünistleriyle dolu olduğu dönemin ardından, Sakarya zaferi sonrası kısa süre uzlaşma evresine geçildi. 29 Eylül 1921 günü hapisten çıkan Halk Komünist Partisi üyeleri, örgütü yeniden kurmayı düşündüler. Hapisten çıkan eski milletvekili Nâzım, 18 Mart 1922 günü Emek gazetesine nazaran daha yumuşak bir dil tercih eden Yeni Hayat isminde haftalık bir gazete çıkartmaya başladı. Bu sırada Moskova’nın yeni elçisi Aralof, Ankara’da muteber bir isim olarak karşılansa da, 1920’de komünizme platonik aşk ile bağlı olan hükümet üyeleri, artık Rusya’ya soğuk bir tavırla yaklaşıyorlardı. En nihayetinde, 12 Temmuz 1922’de Hüseyin Rauf kabinesi komünist propagandayı yasakladı.[31]

Görünüşe göre Sovyet hükümeti mevcut durumu kabullenmek durumunda kaldı.[32] Türkiye’nin dünya devrimi için uygun bir saha olmadığını düşünmeye başladı ve Lenin’in ümit ettiği avantajlardan daha azına razı geldi. Komintern’in yanında, yüksek mertebelerde olan bir isim olarak Pavloviç de Anadolu’yu başka şekilde ele almaya başladı. Pavloviç, o dönemde önemli bir öngörüde bulunuyor, “Kemal’in Türkiye’sinin bizim sadık ve güvenilir bir müttefikimiz olabileceğini artık kimse düşünmüyor. Türkiye ile kurulan ittifak, ancak geçici bir nitelik arz edebilir” diyordu.[33]

Gotthard Jaschke
1938
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Stalin’e göre “Leninizm Marx’ın düşüncesiyle alakalı her şeyi, aynı zamanda Lenin’in Marksizm hazinesine kattığı yeni düşünceleri içeriyor.” [Probleme des Leninismus, 4. Baskı, Viyana I931, s. 292]

[2] Gregor Alexinsky, The Quarterly Review, Cilt. 239, s. 183, M. N. Boucharine: L'tconomie de la Periode Transitoire içinde.

[3] Sovyet Anayasası Sayı 17, Madde 243.

[4] “28./29 Ocak 1921” başlıklı bildiri. Bkz.: WI, Cilt. I6, s. 23). Osmanlı’nın Moskova elçisi Galib Kemali, ilgili makamlara Mustafa Kemal konusunda üç kez şikâyette bulunmuş. Bkz.: Bildiri, s. 54.

[5] M. Soko'skij, Skizzen über die gegenwärtige Türkei, Tiflis 1923.

[6] Der Weltbolschewismus, 2. Baskı, Berlin 1937, s. 499.

[7] Manatof, 1920 güzünde Bakû’ye geri dönüyor. Bkz.: Bildiri, s. 11.

[7a] Türk kurtuluş savaşında bir yedek güç olarak dinin sahip olduğu önem konusunda bkz.: Kurtuluş Savaşı, WI, Cilt. I8, s. 54 ve devamı.

[8] Bu konunun ayrıntıları için bkz.: Halide Edip, The Turkish Ordeal, s. I70 ve devamı. Arabistan’daki propaganda faaliyetleri konusunda bkz.: WI, Cilt 13, s. III ve devamı.

[9] Söylendiğine göre Mustafa Kemal, Sovyet hükümetiyle ilişki kurmak için Rusya Komünist Partisi merkeziyle ve Mustafa Suphi’yle temas kuruyor. [Flugschrift, a.g.e., s. 57]

[10] Muhtemelen bu sözü Enver Paşa Zinovyef’e söylüyor [E. Hurwicz, Die Orientpolitik der Dritten Internationale, s. 36, ayrıca Almanach des Verlages der Kom. Intern., Hamburg 1921, s. 56]

[11] Mustafa Kemal Rusya’dan silâh yardımı alınmasına karşı çıkıyordu, ama gene de alınacağı konusunda dedikoduların yayılmasına da izin veriyordu.

[12] Basında sıklıkla Bolşevik ifadelere ve açıklamalara yer veriliyordu. [Leonidu A. Friedrich, Angora, Berlin 1923, s. 38]

[13] Türk milliyetçiliği bağlamında yüzlerin Doğu’ya dönülmesini öneren isimlerden biri de Ziya Gökalp’ti.

[14] Halide Edib, a.g.e.; M. Kemal, Die nationale Revolution, s. 30 ve devamı.

[15] Bkz.: 29 Eylül 1921 tarihli kanun.

[16] 1921 başlarında Tevfik Rüştü partisinin Komintern’e kabul edilmesi için başvuruda bile bulundu. [WI, Cilt. I6, s. 37, 39]

[17] Halk Partisi’nin resmi çağrısı şu şekildeydi: “Yurtta sulh cihanda sulh”.

[18] Kaynak: WI, Cilt. I6, s. 30, 39.

[18a] Mahmud Esad Bozkurt sonrasında adalet bakanı oldu.

[19] Konuyla ilgili olarak metnin aşağıdaki kısmına bakılabilir.

[19a] İttihat ve Terakki Komitesi üyeleri.

[20] Burada, bugünlerde İstanbul’da Son Posta isminde bir gazete çıkartan Muhiddin Birgen’den bahsediliyor.

[21] Novyf Vostok, III, s. 35 ve devamı.

[22] Echo de l'Islam (Paris), Sayı. 23, 1 Mart 1921.

[22a] Parti 27 Mayıs 1920’de faaliyetlerine başladı, ama 1918 başlarında Moskova’da kuruldu. Seit 27. Mai I920 (gegründet in Moskau Anfang 1918); Bakû aynı zamanda TKP’nin illegal olduğu dönemde merkez bürosunun bulunduğu yerdi. 10 Eylül 1920’de düzenlenen ilk kongresinde partinin programı ve tüzüğü burada kabul edildi. Kongre, Birinci Doğu Halkları Kurultayı’nın hemen ardından düzenlendi.

[23] Cumhuriyet (İstanbul), Sayı. 2593, 27 Temmuz 1931.

[24] Aşağıdaki kısma bakınız.

[25] Novyj Vostok, II, s. 643 ve devamı.

[26] 29 Eylül 1921 tarihli 155 sayılı kanun.

[27] Kimi çevrelerde şaşkınlığa sebep olan açıklamanın tarihi önemli. Bu açıklama, Ermenilerin Sovyetler’e yönelik siyasetine indirilmiş en ağır darbeyi ifade eden Gümrü Anlaşması’ndan üç gün önce yapılıyor.

[28] Bugünkü genelkurmay başkanı Mareşal Fevzi Çakmak.

[29] Müdafaa-i Hukuku Milliye ve Muhafazai Mukaddesat Cemiyeti. Burada “mukaddesat”tan kasıt muhtemelen, Erzurum Kongresi’nde korunmasına yönelik çağrıda bulunulan hilafet.

[30] Flugschrift, a.g.e. Ayrıca Pavloviç (Vetman), Die Türkei im Kampfe um ihre Unabhangigkeit içinde, Moskova 1925, s. 104 ve devamı.

[31] Aşağıdaki kısma bakınız.

[32] Ama bu süreç tabii ki sessiz işlemedi. [Bkz.: Der Weltbolschewismus, s. 500 ve devamı.]

[33] M. Pavlovic: Die Fragen der National und Kolonialpolitik der III. Internationale, Moskova I920, aktaran: Elias Hurwicz, Die Orientpolitik der Dritten Internationale, s. 70. Moskova’yla gerçek manada dost olanların komünizme düşman olması mümkün değildi. [Bkz.: WI, Cilt. 16, s. 36, 38, 78]; Komintern İcra Komitesi’nin 25 Eylül 1922 tarihli bir çağrısında şu söylenmekteydi: “Bugün Türkiye’de mevcut olan işçi ve köylüleri değil, subayları ve aydınları temel alan hükümet, bizim ideallerimizle örtüşmüyor. Fakat Türk milletinin ilerleme kaydetmesi durumunda Osmanlı işçi sınıfının bu hükümetle girişeceği düello başlama imkânı bulacak.” [Kızıl Şark, Moskova, Sayı. 1]

0 Yorum: