03 Ekim 2022

, ,

Doğu ve Batı

Devrimci dalga, sadece Batı’yı harekete geçirmedi. Doğu da canlandı, o da artık huzursuz, orada da fırtınalar kopuyor. Yakın tarihin en önemli gelişmesi, Doğu’daki politik ve toplumsal dönüşümdür. Doğu’daki canlanma ve hareketlilik, Doğu ve Batı’nın ilk kez kendisini bildiği, incelediği, anladığı döneme denk düşüyor.

O damarından akan gençlik kanıyla Batı medeniyeti, Doğu halklarına hep tepeden baktı, onlara sürekli kibirle yaklaştı. Beyaz adam, beyaz olmayanlara hükmetmesini gerekli, doğal ve kanuna uygun bir şey olarak gördü. “Doğulu” ve “barbar” kelimelerini birbiri yerine kullandı, bu iki kelimeyi birbirine denk gördü. Beyaz adam, sadece Batılıların medeni olduğunu düşünüyordu.

Doğu’yu aydınlar değil, tüccarlar ve savaşçılar keşfedip sömürgeleştirdiler. Batılılar, Doğu’ya manevi açıdan sahip olduğu cazibeyle, araştırma becerisiyle ve yorumlama meziyetiyle değil, makineli tüfekleri ve imal ettiği ürünlerle çıkartma yaptı. Batı, Doğu denilen âlemin maddi açıdan fethi meselesini tamama erdirmekle ilgilendi, orayı ahlakî açıdan fethetmeye hiç çalışmadı. Bu sayede Doğu, zihniyetini ve psikolojisini muhafaza etti, onlara hiç dokundurtmadı. İslam’ın ve Budizmin bin yıllık kökleri, bugüne dek tazeliğini ve canlılığını korudu. Bugün Hindu, hâlen daha eskiden beri giydiği haddarı giyiyor. Doğulular içerisinde Batıcılıkla en fazla içli dışlı olmuş halk olan Japonlar, samuray döneminden kalan özünün belirli bir kısmını hâlâ muhafaza ediyorlar.

Bugün görecelikçi ve şüpheci olan Batı, kendisindeki çürümeyi keşfediyor, ilerleyen süreçte yaşayacağı çöküş konusunda öngörülerde bulunuyor, bu koşullarda Doğu’yu keşfedip onu daha iyi idrak etmenin gerekli olduğunu düşünüyor. Yeni bir merakla ve heyecanla hareket eden Batılılar, Asya’nın geleneklerine, tarihine ve dinlerine büyük bir tutkuyla eğiliyorlar. Binlerce sanatçı ve düşünür, Doğu’nun düşünce ve sanatına ait dokudan ve renklerden istifade ediyor. Avrupa, büyük bir açgözlülükle, Japon resimlerini, Çin heykellerini, Hint ritimlerini ve İran renklerini topluyor. Avrupa bugün Rus sanatının, hayal dünyasının ve hayatının damıttığı şarkiyatçılığın halesine kapılıyor. O, Doğululaşmaya dair o hastalıklı arzuya teslim olduğunu itiraf ediyor.

Doğu ise bugün Batı düşüncesiyle yoğruluyor. Avrupa’nın ideolojisi, Doğu’nun ruhuna fazlasıyla sinmiş durumda. Bu ideoloji toprağa sindikçe, o topraktan biten despotizm denilen ve Doğu’ya has olan bitkinin kökleri kuruyor. Cumhuriyetçileşen Çin, geleneksel duvarlarını yıkıyor. Avrupa’da artık yaşlanmış olan demokrasi fikri, Asya ve Afrika’ya yayılıyor. Sömürge dünyasının en muteber tanrıçası, Özgürlük Tanrıçası. Bu dönemde Mussolini, Avrupa’nın bu tanrıçaya ihanet edip ona sırtını döndüğünü söylüyor (Kara gömleklilerin reisi “Özgürlük Tanrıçasını demagoglar öldürdü” diyor). Bugün Mısırlılar, İranlılar, Hindular, Filipinliler, Faslılar özgür olmak istiyorlar.

Avrupa, savaş döneminde verilen öğütlerin meyvesini topluyor. Savaş süresince Müttefik güçler, Avusturya-Almanya cephesine karşı dünyayı ayağa kaldırmak için demagojik ve devrimci dili kullandı. Bu güçler, gür bir sesle ve herkesle duygudaşlık kurarak, tüm halkların bağımsızlık hakkı bulunduğunu haykırdılar. Müttefik güçler, Almanya’ya karşı verdikleri savaşı demokrasi için gerçekleştirilmiş bir kavga olarak takdim ettiler. Bu aşamada yeni uluslararası hukuku savundular. Bu propaganda, sömürge halkları ayağa kaldırdı. Savaş bittiğinde bu sömürge halklar, Avrupalı doktrine atıfla, kendilerini zincirlerden kurtaracaklarını ilân ettiler.

Avrupa sermayesiyle birlikte gelen Marx’ın doktrini, Asya’ya nüfuz etti. Başta sadece Batı medeniyetine ait bir olgu olan sosyalizm, bugün tarihî ve coğrafî açıdan ulaştığı çapı genişletiyor. İlk işçi enternasyonalleri, sadece Batı’ya ait kurumlardı. Birinci ve ikinci enternasyonallerde sadece Avrupalı ve Amerikalı proleterler temsil ediliyorlardı.

Ancak Üçüncü Enternasyonal’in 1919’da düzenlenen kuruluş kongresine Çin İşçi Partisi ve Kore İşçileri Birliği delegeleri katıldılae. Sonraki kongrelerde İranlı, Türkistanlı ve Ermeni temsilciler yer aldılar.

Eylül 1920 başında Doğu halkları, Üçüncü Enternasyonal’in desteği ve teşvikiyle, Bakû’de devrimci bir konferans düzenlediler. Konferansta yirmi dört ayrı Doğulu halk temsil edildi. Aralarında Hilferding gibi isimlerin bulunduğu bazı Avrupalı sosyalistler, milliyetçi yapıdaki hareketlerle ilişki kurdukları için Bolşeviklere sitem ettiler. Hilferding’le polemiğe giren Zinovyev, ona verdiği cevapta şunu söyledi:

“Asya olmadan dünya devrimi imkânsızdır. Bugün Asya’da Avrupa’da yaşayandan dört kat daha fazla insan yaşıyor. Avrupa, dünyanın küçük bir kısmını teşkil ediyor. Toplumsal devrim, tarihsel açıdan sömürge halkların gerçekleştirecekleri ayaklanmalara ihtiyaç duyuyor. Kapitalist toplum, politik ve ekonomik sömürgelerini daha gelişkin yöntemlerle ve daha yoğun olarak sömürmek suretiyle toparlanma imkânı buluyor. Bu açıdan toplumsal devrim, kapitalist topluma kölelik edenlerin, ona haraç ödeyenlerin sayısını azaltmak adına, Avrupa ve ABD’ye karşı sömürge halkları ayaklandırmak zorundadır.”

Bugün Avrupa’da yeni oluşan ahlak ve vicdan da Avrupa’nın Asya ve Afrika üzerindeki hakimiyetine karşı harekete geçiyor. Bugün Avrupa’da sömürge halklara karşı yürütülecek her türden savaşa, kan akmasına neden olacak her türden adıma karşı olan milyonlarca barış yanlısı var. Sonuç olarak Avrupa, bu halklarla barış yapmak, müzakere etmek, onlara teslim olmak zorunda kalıyor. Bu bağlamda, Türkiye’nin sunduğu örneklik, gayet öğreticidir.

O hâlde Doğu’da bağımsızlıkla ilgili irade, Avrupa’nın başka halklara baskı uygulama ve onları boğma becerisinin iyice azaldığı bir dönemde ortaya çıkıyor. Kısacası bugün Doğu, kurtuluş için gerekli tarihsel koşullara sahip.

Yüz yılı aşkın bir zaman önce devrimci ideoloji, Avrupa üzerinden Amerikalı halklara ulaşmıştı. Burjuva devriminin ateşiyle alev alev yanan Avrupa, devrimci ideolojinin sebep olduğu Amerikan bağımsızlığına mani olamadı. Aynı şekilde bugün toplumsal devrimin altındaki toprağı kaydırdığı Avrupa, sömürgelerdeki ayaklanmayı bastıracak cesaretten yoksun.

Avrupa’nın kendi kazdığı mezara yuvarlandığı koşullarda, insanlık tarihinin en bereketli döneminde görünen o ki Doğu’nun ruhuna ait bir şeyler, Batı’ya, Batı’nın ruhuna ait bir şeylerse Doğu’ya geçiyor.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

0 Yorum: