12 Ekim 2022

,

Gillo Pontecorvo


Cezayir Savaşı (1966) gibi bir başyapıta imza atmış olan yönetmen Gillo Pontecorvo (1919–2006), “yeniden yapılandırılmış gerçekçilik” anlayışının kusursuz bir örneğiydi. Marx’ın “mevzunun yaşamsal seyrinin zihindeki aynada karşılık bulması”na dair (Kapital’in 1. Cildine 1873’te yazdığı sonsözde geçen) tespitinin sinemadaki karşılığıydı o.

Pontecorvo, kendisinin de ifade ettiği gibi, “bir sömürge halk, bir millet olarak sahip olduğu kimlik konusunda belirli bir bilince ulaştığı vakit, devrimci sürecin tüm geri döndürülemezliğiyle akacağını ortaya koyma” derdinde olan bir isimdi.

Pontecorvo bu işi öyle güzel yaptı ki Cezayir Savaşı 1966 yılında düzenlenen Venedik Film Festivali’nde Fransız heyeti tarafından boykot edildi. Sonrasında film, Fransa ve İngiltere’de (1971 yılına dek) yasaklı kaldı.

Bu, özünde Hegelci tarzda işleyen bir hikâyeydi. Bir yandan kendi temel, özsel unsurları ortaya konuluyor, ama bir yandan da sinema meraklılarında görülen türden, “biçim”e hürmette asla kusur edilmiyor, tüm temel özsel unsurlar, perdede karşılık buluyor ve seyirciye takdim ediliyor.

Cezayir Savaşı filmi, Cezayir devriminin tarihçesini aktarıyor, daha doğrusu, devrimin şehirlerdeki seyrini anlatıyor. Siyah-beyaz çekilmiş olan film, mücadelenin sürdüğü yerleri anlatıyor. Kaydırmalı çekim tekniğinin kullanıldığı filmde daracık sokaklar kullanılıyor. Üstelik bu çekimlerde (filmde Albay Mathieu’yu canlandıran Fransız tiyatro oyuncusu Jean Martin dışında) mesleği oyunculuk olmayan insanlar yer alıyorlar.

Elle taşınan tek bir kamerayla çekilen film öncesinde altı ay boyunca yoğun bir araştırma faaliyeti yürütülüyor. Buna bir de (Marx’ın o sonsözde araştırma ile araştırmanın sonuçlarının sunulması arasında yaptığı ayrımı dikkate alan) altı aylık senaryo yazım süreci ekleniyor. Neticede ortaya, insanı büyüleyen, yeni gerçekçilikle devrimci politikayı harmanlayan bir eser çıkıyor.

“Savaş sonrasında siyasileştiğini, 1956’da ayrılana dek İtalyan Komünist Partisi için çalıştığını” söyleyen Pontecorvo’daki belirli bir derinliğe sahip olan Marksist formasyon, aynı zamanda esnek bir yapıya sahip. Öyle ki Pontecorvo, hem Marksist sinema teorisyeni Umberto Barbaro’yu önemli görüyor, hem de Lukács ve Fanon gibi isimleri Eisenstein ve Rossellini gibi yönetmenlerle birlikte merkeze yerleştirebiliyor.

Bu isimlerin yan yana getirilişi, akla Yeryüzünün Lanetlileri’nde geçen o unutulmaz pasajı akla getiriyor. Orada Fanon, “yerleşimcilerin her tarafı taştan ve çelikten olan binalarla örülü, sokakları asfalt kaplı, aydınlık bir şehirde oturduklarından, bunun yanında, yerli halkın Kasbah şehrinde, etrafı çitle çevrili, koruma alanına dönmüş, kapkara evlerle kaplı bir köyde yaşadıklarından” bahsediyor. Pontecorvo, Kasbah’ın diz çökmeyen bir şehir olduğunu, Avrupalıların yaşadığı kentin merkezinde sömürgeci devleti hedefe koyan şehir gerillasının ana üssü hâline geldiğini söylüyor.

Sık sık şiddetin eşitleyici gücünü aktarma, köylerdeki mücadeleyi görmeme, bağımsız Cezayir’de ortaya çıkan sorunları ele almama gibi kusurları sebebiyle eleştirilen Cezayir Savaşı, eşi benzeri olmayan bir sanat eseri.

Filmin teknik analizini en iyi şekilde yapan Joan Mellen’e göre Pontecorvo, “sesi çok iyi kullanıyor”, mücadelenin ana hikâyesini yoğun bir dille aktarmak için süreyi kısaltmasını da önemli bulan Mellen’a göre, 1954-1957 arası dönemde yaşanan olayları örneklemek için belirli hikâyeleri seçen filmde kusursuz bir çekim yöntemine başvurulmuş. Böylelikle kitle mücadelesinin ritmindeki değişikliklere ayak uydurulmuş. Örneğin FLN’nin sahneye çıktığı ve sonra Kasbah şehrinde saklanma yerlerine çekildiği sahnede kamera yakın ve uzak çekimlerle önemli bir iş başarmış. Oyuncular, sadece fiziki görünüşleri temelinde seçilmişler. Saat dokuz haberlerindeki aktüelite filmi havasında çekim yapılmış, böylelikle gerçekler olduğu gibi aktarılmış, haber görüntülerinin yeniden çekilmesine ihtiyaç duyulmamış. Silâhlı mücadeledeki gerilimi aktarmak için sekanslar çarpıcı bir biçimde kurgulanmış. Örneğin filmin başında, ülke genelinde polisin gerçekleştirdiği suikastlar yoğun ve hızlı bir biçimde aktarılmış veya halka yönelik baskıların yoğunlaştığı aşamada Arap mahallelerinin kapatılması, etkileyici bir dille aktarılmış.

Amerikalı bir eleştirmen, 1973 yılında Pontecorvo’nun “en tehlikeli Marksist” olduğunu söylüyordu. Pontecorvo’yu “Marksist şair” olarak nitelendiren bu eleştirmen, ayrıca Cezayir Savaşı filminin “bir burjuvayı bile devrimci şiddetin ihtiyaç olduğuna ikna edebilecek tek film” olduğunu iddia ediyordu. [Kael, The New Yorker, 9 Kasım 1973].

Oysa Mellen’ın da dediği gibi, Pontecorvo, “insanın çektiği her türden çileyi eleştiren bir isim”di. Ona göre, “hangi bayrak altında uygulanırsa uygulansın, masumlara yönelik terör, uygulayanın savunduğu davanın temelini çürütüyor”du.

Pontecorvo’ya göre, filmde Mathieu’nun canlandırdığı General Massu ve ülke genelinde kullandığı paramiliter unsurların resmi politikası, işkence üzerine kuruluydu. Filmde bu işkence siyasetinin karşısına çıkartılan FLN terörizminin kitleleri örgütlediğinden bahsediliyordu.

Son olarak, 1974 yılında Cinéaste dergisine verdiği röportajda Pontecorvo, sömürgeciliği “tüm kültürümüzün rahmi” olarak tanımladı. Çünkü ona göre, başka halkların sömürgeleştirilmesi, İtalya’daki hayatımızla bağlantılı bir mesele”ydi.

Jairus Banaji
Kaynak

0 Yorum: