Cezayir
Savaşı (1966) gibi bir başyapıta imza atmış olan yönetmen Gillo
Pontecorvo (1919–2006), “yeniden yapılandırılmış gerçekçilik” anlayışının
kusursuz bir örneğiydi. Marx’ın “mevzunun yaşamsal seyrinin zihindeki aynada
karşılık bulması”na dair (Kapital’in 1. Cildine 1873’te yazdığı sonsözde
geçen) tespitinin sinemadaki karşılığıydı o.
Pontecorvo,
kendisinin de ifade ettiği gibi, “bir sömürge halk, bir millet olarak sahip
olduğu kimlik konusunda belirli bir bilince ulaştığı vakit, devrimci sürecin tüm
geri döndürülemezliğiyle akacağını ortaya koyma” derdinde olan bir isimdi.
Pontecorvo
bu işi öyle güzel yaptı ki Cezayir Savaşı 1966 yılında düzenlenen Venedik
Film Festivali’nde Fransız heyeti tarafından boykot edildi. Sonrasında film,
Fransa ve İngiltere’de (1971 yılına dek) yasaklı kaldı.
Bu,
özünde Hegelci tarzda işleyen bir hikâyeydi. Bir yandan kendi temel, özsel unsurları
ortaya konuluyor, ama bir yandan da sinema meraklılarında görülen türden, “biçim”e
hürmette asla kusur edilmiyor, tüm temel özsel unsurlar, perdede karşılık
buluyor ve seyirciye takdim ediliyor.
Cezayir
Savaşı filmi, Cezayir devriminin tarihçesini aktarıyor, daha doğrusu,
devrimin şehirlerdeki seyrini anlatıyor. Siyah-beyaz çekilmiş olan film,
mücadelenin sürdüğü yerleri anlatıyor. Kaydırmalı çekim tekniğinin kullanıldığı
filmde daracık sokaklar kullanılıyor. Üstelik bu çekimlerde (filmde Albay Mathieu’yu
canlandıran Fransız tiyatro oyuncusu Jean Martin dışında) mesleği oyunculuk
olmayan insanlar yer alıyorlar.
Elle
taşınan tek bir kamerayla çekilen film öncesinde altı ay boyunca yoğun bir araştırma
faaliyeti yürütülüyor. Buna bir de (Marx’ın o sonsözde araştırma ile
araştırmanın sonuçlarının sunulması arasında yaptığı ayrımı dikkate alan) altı
aylık senaryo yazım süreci ekleniyor. Neticede ortaya, insanı büyüleyen, yeni
gerçekçilikle devrimci politikayı harmanlayan bir eser çıkıyor.
“Savaş
sonrasında siyasileştiğini, 1956’da ayrılana dek İtalyan Komünist Partisi için çalıştığını”
söyleyen Pontecorvo’daki belirli bir derinliğe sahip olan Marksist formasyon, aynı
zamanda esnek bir yapıya sahip. Öyle ki Pontecorvo, hem Marksist sinema teorisyeni
Umberto Barbaro’yu önemli görüyor, hem de Lukács ve Fanon gibi isimleri Eisenstein
ve Rossellini gibi yönetmenlerle birlikte merkeze yerleştirebiliyor.
Bu
isimlerin yan yana getirilişi, akla Yeryüzünün Lanetlileri’nde geçen o
unutulmaz pasajı akla getiriyor. Orada Fanon, “yerleşimcilerin her tarafı
taştan ve çelikten olan binalarla örülü, sokakları asfalt kaplı, aydınlık bir
şehirde oturduklarından, bunun yanında, yerli halkın Kasbah şehrinde, etrafı
çitle çevrili, koruma alanına dönmüş, kapkara evlerle kaplı bir köyde yaşadıklarından”
bahsediyor. Pontecorvo, Kasbah’ın diz çökmeyen bir şehir olduğunu, Avrupalıların
yaşadığı kentin merkezinde sömürgeci devleti hedefe koyan şehir gerillasının
ana üssü hâline geldiğini söylüyor.
Sık
sık şiddetin eşitleyici gücünü aktarma, köylerdeki mücadeleyi görmeme, bağımsız
Cezayir’de ortaya çıkan sorunları ele almama gibi kusurları sebebiyle eleştirilen
Cezayir Savaşı, eşi benzeri olmayan bir sanat eseri.
Filmin
teknik analizini en iyi şekilde yapan Joan Mellen’e göre Pontecorvo, “sesi çok
iyi kullanıyor”, mücadelenin ana hikâyesini yoğun bir dille aktarmak için
süreyi kısaltmasını da önemli bulan Mellen’a göre, 1954-1957 arası dönemde
yaşanan olayları örneklemek için belirli hikâyeleri seçen filmde kusursuz bir
çekim yöntemine başvurulmuş. Böylelikle kitle mücadelesinin ritmindeki
değişikliklere ayak uydurulmuş. Örneğin FLN’nin sahneye çıktığı ve sonra Kasbah
şehrinde saklanma yerlerine çekildiği sahnede kamera yakın ve uzak çekimlerle
önemli bir iş başarmış. Oyuncular, sadece fiziki görünüşleri temelinde
seçilmişler. Saat dokuz haberlerindeki aktüelite filmi havasında çekim
yapılmış, böylelikle gerçekler olduğu gibi aktarılmış, haber görüntülerinin yeniden
çekilmesine ihtiyaç duyulmamış. Silâhlı mücadeledeki gerilimi aktarmak için
sekanslar çarpıcı bir biçimde kurgulanmış. Örneğin filmin başında, ülke
genelinde polisin gerçekleştirdiği suikastlar yoğun ve hızlı bir biçimde
aktarılmış veya halka yönelik baskıların yoğunlaştığı aşamada Arap
mahallelerinin kapatılması, etkileyici bir dille aktarılmış.
Amerikalı
bir eleştirmen, 1973 yılında Pontecorvo’nun “en tehlikeli Marksist” olduğunu
söylüyordu. Pontecorvo’yu “Marksist şair” olarak nitelendiren bu eleştirmen,
ayrıca Cezayir Savaşı filminin “bir burjuvayı bile devrimci şiddetin
ihtiyaç olduğuna ikna edebilecek tek film” olduğunu iddia ediyordu. [Kael, The
New Yorker, 9 Kasım 1973].
Oysa
Mellen’ın da dediği gibi, Pontecorvo, “insanın çektiği her türden çileyi
eleştiren bir isim”di. Ona göre, “hangi bayrak altında uygulanırsa uygulansın,
masumlara yönelik terör, uygulayanın savunduğu davanın temelini çürütüyor”du.
Pontecorvo’ya
göre, filmde Mathieu’nun canlandırdığı General Massu ve ülke genelinde
kullandığı paramiliter unsurların resmi politikası, işkence üzerine kuruluydu.
Filmde bu işkence siyasetinin karşısına çıkartılan FLN terörizminin kitleleri
örgütlediğinden bahsediliyordu.
Son
olarak, 1974 yılında Cinéaste dergisine verdiği röportajda Pontecorvo, sömürgeciliği
“tüm kültürümüzün rahmi” olarak tanımladı. Çünkü ona göre, başka halkların
sömürgeleştirilmesi, İtalya’daki hayatımızla bağlantılı bir mesele”ydi.
Jairus Banaji
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder