17 Ekim 2022

Hemdert Akranlar

Bir tarafta sürgün, Nazizm belası ve yeniden inşa edilmeye çalışan bir ülke, diğer tarafta uzun mahpusluk, şedit devlet baskısı ve yeni kurulmuş bir ülkenin yalpalamalar eşliğinde kendini bulma çabaları gibi oldukça menfi şartlar altında âdeta süreklileşmiş bir kriz hâlinin içinden yazmaya çabalayan Bloch ve Kıvılcımlı, bu bakımdan yaşadıkları devirlerin dünya-tarihsel sorun ve duyarlılıklarından azade olmadıkları gibi, mezkur krizi melankolik bir içe dönüşle romantik bir nostalji güzellemesine dönüştürmeden, eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplumsal devrim umudunu her daim diri tutup bu uğurda ihmal edilmiş din, kültür ve gelenek gibi mefhumların sosyalist bir zaviyeden yeniden yorumlanmasını, hatta bunların kendilerine mündemiç kimi baskılanmış içeriklerini ön plana çıkararak, tümden temellükünü hedeflemişlerdir.

Ömürlerinin sonuna kadar sosyalizm, komünizm ve Marksizm’e bağlılıklarını ısrarla vurgulasalar bile din, kültür ve gelenek bahsindeki bu tavizsiz ilgileri nedeniyle doktriner bir Marksizm anlayışının dışında değerlendirilen Bloch ve Kıvılcımlı, iyi ihtimalle pek de lüzumlu olmayan meselelerle fazla meşgul olan ve bu sebeple çözümleyici ve düzenli bir teorik mesaiye gelemeyen daha çok nasihatçi ve ütopyacı bir düsturun mensupları olarak sol masallar anlatan eski tip veliler gibi görülmüş; aksi durumda ise Marksist teorinin pirüpak materyalizmine idealist birtakım eklentiler peşinde koşan mürtetler kabilinden sayılmışlardır.

Bütün bu yalnızlıklarına rağmen, sosyalist teori ve pratiğin yeniden inkişafı çabasından taviz vermeyen bu iki nevi şahsına münhasır düşün adamının geçmişle ilişkilenme gayreti iki farklı motivasyondan hareketle tezahür etmiştir ki zira Bloch, sosyalist teori ve pratiğin eskiden örneklerinin bulunduğu, fakat şimdilerde dikkate değer bir kıymeti haiz olmadığı kabulünden hareket eden bir toplumsal ve düşünsel ortamın içinden gerekli misallerin hatırlatılması ve yeniden değerlendirilmesi üzerinden ihya ve temellük çabasını yürütürken, Kıvılcımlı, sosyalizm namına herhangi bir teori ya da pratiğin bu toplum ve topraklarda zinhar olmadığı ve esamisinin okunamayacağına kani bir çevrenin içinden, ziyadesiyle daha müşkül şartlar altında, bir yokluğun var olduğunu ispat çabasının baskın olduğu bir teorik mesainin içinde olmuştur.

Geçmişteki cümle sosyo-kültürel teorik-pratik birikimle aynen aktarımdan çok eleştirel bir yeniden değerlendirme kaygısını da beraberinde getirdiği gibi, Bloch ve Kıvılcımlı da artık geri getirilmesi mümkün olmayanı diriltmeye ya da geri getirmeye dair nafile bir umuttan çok, yaşanan anı tahrik etmek, ona karşı durmak maksadıyla, devri sabıka seslenen, ona kulak veren isyancılar, peygamberler, veliler, şairlerin bu müşterek lisanından[1] konuşmaktalardır. Böylelikle geçmiş olmuş bitmiş, davası güdülmez bir ıskartalar yığını gibi değil de gölgesi bugüne ve geleceğin üzerine düşen bir bitmemiş, yahut henüz farkına bile varılmamış birtakım olasılık ve koşulların mebzul miktarda bulunduğu bir imkân dairesi olarak temayüz ettiği gibi Bloch ve Kıvılcımlı da tam bu noktada geçmişin eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplumsal devrim ideali ekseninde yaratıcı bir biçimde alımlanmasının örneklerini vermişlerdir.

Bir başka ifadeyle, Benjamin’in bir yandan tarihsel materyalizm, diğer yandan ilahiyatın lisanıyla konuşarak, seküler ve Mesihçi âleme, aynı anda söz söylemesi, nasıl ki salt bir aynılaştırma hamlesine değil de daha çok uzlaşmaz karşıtlıklarla işleyen iki alanı ilişkiselliğe teşvik eden, kışkırtan bir müştereklik ve birbirinin içinde erimese de istifade etmekten imtina etmeyen bir yeni dilin olanaklarını arama çabasına tekabül ediyorsa[2], Bloch ve Kıvılcımlı da bu iki alanı birbiriyle konuşur hâle getirerek, kimi zaman birbiri yerine telif ederek ya da doğrudan tahrik ederek, artık kifayetsiz hâle gelmiş ezberleri aşındırmaya, gözden geçirmeye kapı aralamak gayretindelerdir.

Barış Aydın
Temmuz 2020
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Talal Asad, Seküler Çeviriler: Ulus-Devlet, Modern Benlik ve Hesapçı Akıl, Çevirmen: Ferit Burak Aydar, VakıfBank Kültür Yayınları, 2020, s. 77.

[2] Talal Asad, a.g.e., s. 231.

0 Yorum: