06 Ekim 2022

,

Viyana’da Karşı-Devrimin Zaferi

Ekim ayaklanmasının liderlerinden Robert Blum’un idamı [Carl Steffeck]

Macar Devrimi’ne sempatiyle yaklaşan, öğrencilerden, işçilerden ve isyancı askerlerden oluşan kalabalık, 6 Ekim 1848 günü, Macarların isyanını bastırmak için Viyana’dan ayrılmak üzere olan ordu birliklerine mani olmak isteyince, çatışmalar yaşanır. Avusturya Savaş Bakanı kitle tarafından linç edilir. 7 Ekim günü kral, ülkeden kaçar. 26 Ekim’de General Windisch-Grätz ve Kont Jelačic komutasındaki ordu, kenti bombardımana tabi tutar. Ağırlıklı olarak Hırvatlardan oluşan askerler, kente girerler ve isyancıları idam ederler. Mart Devrimi’nde elde edilen kazanımlar kaybedilir ve Avusturya, liberal reformların tatbik edildiği, ama bir yandan da yeni mutlakiyetçi rejimin yürürlüğe konduğu bir ülke hâline gelir.

۞ ۞ ۞

Hırvatların eliyle gelen hürriyet ve düzen, muzaffer oldu. Bu zafer, kundaklama eylemleriyle, tecavüzlerle, yağmayla ve diğer türden mezalimle kutlandı. Bugün Viyana, General Windisch-Grätz’in, Kont Jelačic’in ve Kont Auersperg’in elinde. Ele geçirilen kurbanlar, isyan sırasında linç edilen savaş bakanı Theodor Franz Latour’un, o ihtiyar hainin mezarı başında kurban edildiler.

Gazetemizin [Neue Rheinische Zeitung’un] muhabiri Muller-Tellering’in 27 Ekim 1848 günü dile getirdiği, o iç karartıcı tahminler gerçekleşti. Hatta muhabirimiz de yaşanan katliamın kurbanlarından biri.

Bir süre Viyana’nın Macar güçlerinin sunacağı destekle özgürleşebileceğini umut ettik. Macar ordusunun neden harekete geçmediği, bugün hâlâ gizemini koruyor.

Viyana, tanık olduğumuz her türden ihanet sayesinde düştü. Meclisin ve kent konseyinin 6 Ekim’den beri ortaya koyduğu performans, kesintisiz bir biçimde icra edilen ihanetin sergilendiği bir tiyatro oyununa dönüştü. Peki şimdi soralım: o mecliste ve kent konseyinde kim temsil ediliyordu?

Burjuvazi.

Viyana Ulusal Muhafızları’nın bir bölümü, Ekim devriminin ta başından itibaren fesat peşinde koşan ekibin yanında saf tuttu. Ekim devriminin sonuna doğru Ulusal Muhafızlar’ın diğer bölümü ise proletaryayla ve [1848 devrimleri esnasında üniversite öğrencilerinin meydana getirdikleri] Akademi Lejyonu’yla savaşan, imparatorluk yanlısı eşkıyalarla gizli bir anlaşma dâhilinde hareket etti. Peki Ulusal Muhafızlar içerisinde yer alan bu gruplar, kime bağlıydı?

Tabii ki burjuvaziye.

Oysa Fransa’da burjuvazi, karşı-devrim sürecine, ancak kendi sınıfına ait düzenin önünde duran tüm engeller ortadan kalktıktan sonra öncülük etmişti. Almanya’da ise burjuvazi, kendi hürriyeti ve düzeni için zaruri olan, varolmasını sağlayacak ana koşulları henüz güvence altına dahi almadan, kuzu gibi gidip, mutlakiyetçi krallığın ve feodalizmin kucağına oturmuştu. Fransa’da burjuvazi, baştaki zorbanın rolünü üstlendi ve onun karşı-devrimini gerçekleştirdi. Almanya’da burjuvazi, kendi zorbaları adına, köle gibi çalışarak, onlar için gidip, karşı-devrime öncülük etti. Fransa’da burjuvazi, halkın iradesini kırmak için muzaffer olurken, Almanya’da o, halkın zaferine mani olmak adına kendi iradesini kırdı. Tarih, Alman burjuvazisinde gördüğümüz ölçüde bir sefilliğe bugüne dek hiç tanık olmadı.

Viyana’dan sürüler hâlinde kaçıp, malını mülkünü yüce gönüllü halka, ona göz kulak olsun diye bırakan, sonra bu görevi ifa etmesine rağmen geri döndüğünde, o halkın kıyımdan geçirildiğini görüp susan kimdi?

Burjuvazi.

Viyana halkının yaşama belirtisi gösterdiği her vakitte tansiyonu çıkan, o halkın ölüm döşeğinde çektiği her sancıda tansiyonu düşen, bu sırada en gizli sırları faş olan kimdi? Borsanın o anlaşılmaz diliyle kim konuşuyordu?

Burjuvazi.

“Alman Ulusal Meclisi” ve onun “merkezî otorite”si Viyana’ya ihanet etti. Bu ikisi, kimi temsil ediyordu?

Esas olarak burjuvaziyi.

Viyana’da “Hırvatların eliyle gelen hürriyet ve düzen”, Paris’teki “şık beyler”in cumhuriyetinin zaferine bağlıydı. Haziran’da kim zafer kazanmıştı?

Burjuvazi.

Avrupa’da karşı-devrim, sefahat âlemlerine Paris’teki zaferiyle birlikte başladı.

Şubat ve Mart aylarında silâhlı kuvvetler, her yerde mağlup edildi. Peki ama neden? Çünkü o, sadece hükümeti temsil ediyordu. Haziran sonrasında ise Avrupa’nın her yerinde burjuvazi, silâhlı kuvvetlerle gizli bir anlaşma imzaladığı, bir yandan da devrimci hareketin resmi liderlerini saflarında tutup başarısızlığa mahkûm olan adımlar dâhilinde, alınan tüm o yarım yamalak tedbirleri devreye soktuğu için o silâhlı kuvvetler, her yerde muzaffer oldu.

Çeklerdeki milliyetçi bağnazlık, Viyana’da devrimi ezen ekibin sahip olduğu en güçlü araçtı. Müttefikleri ise zaten mankafalıydı ve birbirlerine düşmüşlerdi. Gazetemizin bu nüshasında okurlarımız, Prag heyetinin Çekya’nın Olmütz kentinde selam durulan küstah ve kaba yaklaşıma yönelik tepkisini okuyabilirler.

Esasen bu tepki, Slav partisi ve onun kahraman bildiği Kont Jelačic ile tüm milliyetlerin üzerinde duran ekip ve onun kahraman bildiği General Windisch-Grätz arasında açığa çıkan mücadelenin ilk tezahürlerinden birisiydi. Ayrıca Avusturya’da Alman köylüleri, henüz pasifize edilmediler. Bu köylülerin çok milletli sesi, Avusturya sınırları içerisindeki milliyetlerin haykırışlarını bastıracak ölçüde yüksek olacakmış gibi görünüyor. Mücadelenin üçüncü tarafı ise sesi ta Peşte’de bile işitilen, halkın dostu olan Çar. Onun cellâtları, Tuna boyunca uzanan prensliklerde emirlerini bekliyorlar.

Son olarak şu söylenmeli: Eğer Almanya’daki merkezî otorite ve Alman Ulusal Meclisi, Avrupa kamuoyu tarafından sahneden indirilmek için arenaya çıkmıyorsa, Frankfurt’ta bulunan Alman Ulusal Meclisi’nin Alman coğrafyasında bulunan Avusturya’yı Alman İmparatorluğu’na bağlamayı öngören son kararının büyük bir çatışmaya yol açması gerekiyor. Meclisin kaderine boyun eğerek, istifa etmiş olmasına karşın, Avusturya’da, dünya tarihinin bugüne dek tanık olmadığı ölçüde büyük bir mücadele yaşanacak.

Viyana’da sahnelenen oyunun ikinci perdesi henüz başlamadı, ilk perde ise “Haziran Günleri” adıyla, Paris’te sahnelenmişti. Paris’te Seyyar Muhafızlar, Viyana’da Hırvatlar adı altında, her iki şehirde de sokakta yaşayan derbeder ve miskin kişiler (lazzaroni), en genel anlamda lümpen proletarya örgütlenip silâhlandırıldı ve bu insanlar, eli ve kafası işleyen proleterlere karşı kullanıldılar. Üçüncü perdenin Berlin’de sahnelendiğini pek yakında göreceğiz.

Doğrudur; tüm Avrupa’da karşı-devrim silâh ile tesis edilecek, sonra para gelip o düzeni yıkacak. Avrupa’nın iflası, tüm devletlerin iflası, feleğin sillesi gibi inecek ve elde edilen zaferi boşa düşürecek. Eldeki süngüler, “ekonomik” gerçeklerle temas ettikleri noktada kum gibi dağılacaklar.

Lâkin yaşanan gelişmeler, Avrupa devletlerinin Avrupa toplumuna verdiği senedin son tarihine dek beklemeyecekler. Haziran devriminin savurduğu demir yumruk, Paris’in suratına inecek. Paris’te “kızıl cumhuriyet”in elde ettiği zaferle birlikte ordular, ülkelerin iç kesimlerinden sınırlara hücum edecekler, böylelikle rakip partilerin gerçek gücü, net bir biçimde ortaya çıkacak. O vakit bu Haziran’ı ve bu Ekim’i anımsayıp, şu şekilde haykıracağız:

“Vay o mağlupların hâline!”[1]

Haziran ve Ekim olaylarından beri amaçsızca gerçekleştirilen katliamlar, Şubat ve Mart’tan bu yana kurban edilen onca insan, karşı-devrimin sergilediği o yamyamlık, tüm milletleri, bir yandan eski toplumun insanın canını alan o ölüm sancılarına, bir yandan da yeni toplumun kanla yoğrulmuş doğum sancılarına tanık olduğumuz sürecin, ancak devrimci terörle kısaltılabileceğine, yoğunlaştırılabileceğine ve sadeleştirilebileceğine ikna edecektir.

Karl Marx
6 Kasım 1848
Köln
Kaynak

Dipnot
[1] Vae victis: Galya kralı Brenn, Roma’yı ele geçirir. Romalılar, tazminat karşılığı şehri isterler. Brenn, yüklü miktarda altın talep eder. Altınlar, Galyalıların getirdiği tartıda tartılır. Romalılar tartının hileli olduğunu söyleyince, Brenn sinirlenip, “Vay o mağlupların hâline!” anlamına gelen bu sözü söyler.

0 Yorum: